İşte Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğündeki o ünlü satırlar:
“Önce komünistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim.
Sonra sosyalistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü sosyalist değildim.
Sonra sendikacıları götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim.
Sonra Yahudileri götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim.
Sonra beni almaya geldiler, benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı."
Evet, dostlarımızı böyle uyarmaya çalıştık.
Pek etkili olduğumuzu söyleyemeyiz.
Onlar önyargılı manşetler atmayı sürdürdüler.
Çünkü yapılanların “iyi bir şey” olduğuna inandırmışlardı kendilerini.
Sonra ne oldu?
Önce DTP örgütlerine yönelik operasyonlar başladı.
Ardından KESK Genel Merkezi’ne düzenlenen baskın, arama ve gözaltılar…
KESK Başkanı Sami Evren, genel merkezlerinin aranmasına, yönetici ve üyelerinin gözaltına alınmalarına haklı olarak tepki gösterdi.
Evren’in açıklamasındaki itiraz gerekçeleri özellikle ilgimi çekti.
KESK Başkanı, gözaltına alınan arkadaşlarının “toplum içinde tanınan, saygınlığı olan, adresleri belli kişiler” olduğunu, buna karşın “baskınla gözaltına alındıklarını” belirterek şöyle diyordu:
“Arkadaşlarımıza yönelik bu tutumu şiddetle kınıyoruz. Türkiye toplumsal mücadele tarihine kara bir leke olarak düşmüştür. Sabahın erken saatlerinde yöneticilerin evlerinin basılması, cunta dönemlerini aratmamaktadır”
Evet, yaklaşık iki yıldır Türkiye’de aynı sahneler yaşanıyor. Ama KESK’in ve bağlı sendikaların Ergenekon baskınlarına, tutuklamalarına ilişkin bir tepkisini görmedik, işitmedik.
KESK üyeleri “toplum içinde tanınan, saygınlığı olan” kişiler de Türkiye Cumhuriyeti’nde rektörlük yapan insanlar saygın değiller mi?
KESK üyelerinin adresleri belli de, Ergenekon soruşturmasında gözaltına alınan emekli generallerin, öğretim üyelerinin, gazetecilerin adresleri belirsiz mi? Onların ikametgâhları yok mu? Hepsi de işsiz güçsüz, evsiz barksız kişiler mi?
Bir başka ilginç gelişme ise Ergenekon soruşturmasında “F tipi polis” operasyonlarının varlığını şimdiye değin görmezden gelen kimi sosyalist gazetelerin, DTP ve KESK baskınlarından sonra, bu işin içinde “Fethullah Gülen parmağı” aramaları!
Örnekse, BirGün gazetesinin 30 Mayıs 2009 günlü manşeti:
“DTP operasyonu, Fethullah buyruğu…”
Evet, çok bilinen ama hep göz ardı ettiğimiz şu yalın gerçeği hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım:
“Hukuk, herkese lazım. Bir gece ansızın kapımız çalınınca hepimiz buna gereksinim duyabiliriz.”