ÂHİRZAMAN
Kazançlara ve gıdâya haramın karışması, âhireti berbat ettiği gibi dünyayı da perişan etmektedir. Fertler, aile ve toplum; haram ve şüpheli lokmaların getirdiği gafletle insâniyet husûsiyetlerini kaybetmekte, nefsâniyetin karanlıklarına dûçâr olmaktadır. Toplumda nesil nesil artan gaflet, şaşkınlık, kabalık ve alıklık; evlâtlara yedirilen lokmalara dikkat edilmemesinin neticesidir. Cinayetler, şiddet, iffetsizlik, nâdanlık, acımasızlık, cimrilik, katılık vb. bütün bunlar mânevî hastalıklardır ve sebepleri de mikroplar gibi, virüsler gibi vücutlara girip kalpleri iğfâl eden haram ve şüpheli gıdâlardır.
Hâlbuki herkesi hayran bırakan, şanlı mâzîmizde; lokmaların helâliyeti yanında, ona en ufak bir göz hakkı ilişmemesi için dahî tedbirler alındığını görürüz.
Daha elli sene evvelinde bile; evlerde fırın olmadığı için, çarşı fırınına gönderilen börek, çörek gibi bir gıdâ maddesi mutlaka bezlerle sarmalanır; «Kokusunu aldı, hak geçti.» diye mutlaka fırıncıya da ondan bir parça ikrâm edilirdi.
Lokantalarda yemekler teşhir edilmez; bir perde ile örtülerek, dışarıdan geçen, mahrum, imkânı el vermeyen insanların o yemeklerin nefâsetini hissetmemeleri için tedbir alınırdı.
Daha evvelinde; esnafın mânevî istinadgâhı olan ahîler, her mesleğin erbâbını dervişler misâli, yetiştirir, takip eder, her işe besmele ve salevat rûhâniyeti katılırdı. Böylece çarşı-pazardaki tezgâhlar bile birer dergâh olurdu. Gaflete düşebilecek bir kişi, usûlünce îkaz veya terbiye edilir; kötülük kendine meydan bulamazdı.
Helâl kazançla alınmış, besmeleyle tartılmış, salevatla yetiştirilmiş, abdestli-duâlı hazırlanmış malzemelerin girdiği evlerde, gıdâlar yine duâlarla, huzur hâliyle, ibâdet hissiyâtıyla pişirilir, yiyen herkese mânevî enerji, feyiz ve rûhâniyet olurdu.
Günümüzdeki manzara ise acı bir; «Heyhât!» dedirmektedir.
HEYHÂT!..
Nerede o ecdat, nerede bu evlât?
Göz hakkı hassâsiyeti unutulmuş, gıdâ satılan yerler reklâm ve teşhir ile sattıkları her şeyin üzerine mahrumların nazarlarını celbetmeyi mârifet bilmekte. Vitrinler dolusu yiyecekler; açlara, yoksullara, yetimlere, gariplere nisbet yaparcasına görgüsüzce seyrettirilmekte. O mahrum ve bîçâre nazarların takılı kaldığı gıdâlar da yiyenlerde mânevî sancılara sebep olmakta.
O etleri kesenler ehl-i îman mı? O yemekleri pişirenler ehl-i salât mı, abdestli mi, ağzı duâlı mı? Soran yok, umursayan yok!..
Huzurlu mâzîmizde azın azı olan psikolojik ve psikiyatrik rahatsızlıklar; günden güne artmakta, varlık içinde yokluk çeken, bolluk içinde sıkıntı, depresyon, bunalım hisseden insanlar; mâneviyatsızlığın sancılarıyla kıvranmakta…
Bir tarafta oburluk, bir tarafta açlık artmakta…
Bir yanda israf, bir yanda cimrilik artmakta…
Besmelesiz, sun‘î, ithal, boyalı, ne idüğü belirsiz kimyevî maddelerle dolu gıdâlar; nesillerin kalbini, dimâğını, şahsiyetini belirsiz, bulanık, alık ve ruhsuz hâle sokmakta…
Günümüzde ucuz olması sebebiyle hınzır etinin maalesef birçok sucuk, salam vesâir gıdâlara katıldığı yolunda haberler mâlûmdur. Memleketimizde de ne yazık ki her gün tonlarca hınzır kesildiği bildirilmektedir. Fakat et satılan yerlerin ekserîsinde bunlar domuz eti olduğu söylenmeden satılmakta, normal helâl et imiş gibi piyasaya sürülmektedir. Müslümanlar bu mevzuda çok dikkatli olmalı, helâl sertifikası olan firmaları bulmalı ve nereden et alacağını hakkıyla araştırmalı ve ancak dînen temiz ve güvenilir olanı almalıdır.
Lokmalar kadar, kazançlar da harama, şüphelere bulanmış. Fâiz, kartlarla cüzdanlara sızmış. Kumar, oyun sayılır olmuş. Nazarlar sorumsuz… İhtilât her yeri karmakarış etmiş… Her hâliyle câhiliyye…
Bundan kurtulmanın yolu, yine Fahr-i Kâinât Efendimiz’de…
Çare; O’nun sünnetine sarılmakta…
O’nun kanaatkârlığını, istiğnâsını, helâl hassâsiyetini, infâkını, îsârını yaşamakta…
O’nun muhteşem ahlâkını tâlim edip, hayatımızın her safhasına tatbik etmekte…
Ve O’nun gibi duâ etmekte:
اَللّٰهُمَّ اكْفِن۪ى بِحَلاَلِكَ عَنْ حَرَامِكَ، وَأَغْنِن۪ى بِفَضْلِكَ عَمَّنْ سِوَاكَ
“Allâh’ım!
Helâl kıldıklarını bana kâfî eyle, bu sûretle haram kıldıklarından beni muhafaza eyle!.. Beni fazlınla Sen’den başkalarından müstağnî kıl!” (Tirmizî, Duâ, 110)
Âmîn!..
Osman Nuri Topbaş Hocaefendi - Yüzakı Dergisi'nden alıntıdır.