Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.
Jacques Rancière'nin Cahil Hoca - Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders isimli eserinden alıntılar :
Cahilin Dersi bölümü hakkında :
Bu bölümden aldığım dersi şu cümleyle özetlemek istiyorum :
- Öğreten ve öğrenen iki ayrı zekadır. Öğretenin zekasının üstün olduğu VARSAYIMI özgürleştirmenin önünde engeldir.
Birbirini birer zeka olarak kabul eden (öğreten ve öğrenen) İKİ CAHİL arasındaki yeni ilişkiyi kitap mühürler. Kitap, zekalar arasındaki iletişimi sağlar, Kitap zekaların eşitliğidir.
Her şeyde olduğu gibi delilikte de bir düzen vardır.
Dolayısıyla baştan başlayalım: Telemak'tan.
Her şey her şeydedir, der bizim deli. Kötü niyetli kamuoyu peşinden ekler: Ve her şey Telemak'tadır.
Çünkü görünen o ki Telemak her işe yarayacak bir kitaptır.
Öğrenci okumayı mı öğrenmek istiyor? Almanca, İngilizce mi öğrenecek, yoksa savunma veya dövüşme sanatı mı?
Bizim deli hiç şaşmadan eline Telemak'ı tutuşturur; öğrenci başlar tekrara: Kalipso asla unuta...
Ta ki Telemak'ın belirlenmiş bölümlerinden önerilenleri bilinceye ve sonra başka bölümleri de anlatabilinceye kadar.
Bütün öğrendiklerinden (harflerin şekilleri, kelimelerin yerleri ve ekleri, kişilerin görünümleri, akıl yürütmeleri, hisleri, kıssadan hisseler) sonra, ondan konuşması istenecek, ne gördüğünü, ne düşündüğünü, ne yaptığını söylemesi beklenecektir.
Tek bir zorunlu koşul olacaktır:
Söylediği her şeyin kitapta maddi karşılığını göstermek zorundadır.
Aynı koşullarla kompozisyon yazması ve doğaçlama yapması istenecektir:
Kendi cümlelerini kurmak için kitabın kelime ve deyimlerini kullanmak; akıl yürütmesinin kitapta hangi olgulara dayandığını göstermek zorundadır.
Kısacası, ne söylerse hocanın kitapta onun maddi karşılığını bulabilmesi gerekmektedir.
Kendi başına bir bütün olan bir kitap; yeni öğrendiğimiz her şeyi bir ucundan bağlayabileceğimiz bir merkez; içinde bu yeni şeylerin her birini anlayabileceğimiz, ne gördüğümüzü, ne düşündüğümüzü, ne yaptığımızı söylemenin bir yolunu bulabileceğimiz bir döngü.
Evrensel eğitimin birinci ilkesi buydu: Bir şey öğrenip her şeyi onunla ilişkilendirmek. Dolayısıyla önce bir şey öğrenmek lazımdı. Bu kadarını dedem de mi söyler?
Olabilir, ama
Eski Yöntem başka bir şey söylüyordu: Şunu, ardından şunu, sonra bir de şunu öğrenmek lazım, diyordu. Seçme, ilerleyiş, tamamlanmazlıktı ilkeleri. Öğrenci bazı kuralları ve temel bilgileri öğrenir, bunları seçilmiş bazı okuma parçalarına uygular, edinilen esaslara uygun bazı alıştırmalar yapardı.
Sonra bir üst düzeye geçilirdi: yeni esaslar, yeni bir kitap, yeni alıştırmalar, yeni bir hoca... Her aşamada bir cehalet uçurumu açılıyor, öğretmen de hep uçurumlardan birini doldurup yenisini açıyordu.
Kesitler birbirine ekleniyordu. Yani, öğrenciyi asla yakalayamayacağı
bir hocanın yedeğinde gezdiren açıklayıcı bilgiden muhtelif ve kopuk kopuk parçalar.
Kitap hiçbir zaman tam değildir, ders hiç bitmez. Hocanın hep kendine sakladığı bir bilgi vardır, yani öğrencinin bilmediği bir şey.
İşte bunu anladım, der öğrenci mutluluk içinde.
- Sen öyle san, diye düzeltir hoca. Bu noktada senin
henüz bilmeni istemediğim bir güçlük var. O konuya geldiğimiz zaman açıklayacağım. - Bu ne demek oluyor şimdi? diye sorar meraklı öğrenci.
- Söyleyeceğim, ama henüz çok erken. Şimdi bir şey anlamazsın, gelecek sene göreceksin, der hoca.
Hocayla öğrenci arasında baştan hep bir mesafe vardır. Öğrenci hep ilerlemek için başka bir hocaya, yeni açıklamalara ihtiyaç duyar....
Bilgi konusunda akla dayalı ilerleyiş sürekli tekrarlanan bir sakatlamadır. "Eğitim görmekte olan her insan yarım insandır."
İki yarım, bir tam eder mi?
Yani eğitim gören iki insan bir araya gelse tam insan olur mu?
Yoksa iki yarım olarak eğitime devam ederler mi?
Matematik yalan söylüyor olabilir mi?