Eğitimin gerçekleştiği yer okuldur. Okulun durumu eğitimde sağlanan gelişmeler için kriter alınabilecek en temel unsurdur. Okullara bakarak eğitimin durumunu değerlendirmek mümkündür. Özellikle OKS ve ÖSS gibi merkezi sınavların temel belirleyici olmaya başladığı son yirmi yıllık süre içinde okulların sistem içindeki belirleyici rolü müthiş bir şekilde sarsılmıştır. Adı geçen merkezi sınavlarda başarılı okulların bile aslında tatmin edici yerler olduğunu söylemek zordur. Kaldı ki merkezi sınavlardaki başarısı düşük olan okulların durumu ise hak getire. 7.444 okuldan en azından yarısından, ne öğrencisinin, ne öğretmeninin, ne velisinin, ne de toplumun hatta ne de bakanlığın memnun olduğu söylenemez. Oysa genel olarak sayısı azdı ama Türkiye’nin liselerinin tamamı bugüne göre daha çok seviliyordu. Sistemin medarı iftiharı olarak ilk sıraları alan Galatasaray, İstanbul erkek, Kabataş, Vefa, Ankara Atatürk lisesi gibi liselerinden bugünkü öğrencilerine göre eski öğrencilerinin daha fazla hoşnut olduğu bir gerçektir. Buradan hareketle bugün okula daha az önem verilmektedir diyemeyiz. Bugün eğitim sisteminin işleyişi ne yapılırsa yapılsın okulu geri plana itmiştir. Bu şekilde okul eğitim sisteminin belirleyici unsuru olma özelliğini kaybetmiştir artık. Bunun farkında olmak gerekir.
Özellikle batıda eğitimde kişiye, yere ve zamana olan bağımlılığın azaldığı söylenegelmektedir. Bu düşünce bizde de dile getirildi ve hatta milli eğitim bakanlığının hazırladığı dokümanlara bile geçti. Eğitimin, her yerde, herkese ve her zaman sunulacağı vaat edildi. Eğitime okulun dışında bir boyut kazandıracak olan bu nefis düşüncenin hayata geçebilmesi için hiç bir şey yapılmadı. Hayat boyu eğitim yaygınlaşamadı. Üniversiteler aynı liseler gibi belli yaş grubuna ait gençlerin devam ettiği kurumlar haline geldi. Yetişkinlerin arzu ettiklerinde eğitim almalarını sağlayacak ne bir sistem var ne de bir mekanizma. Okullar belli saatlerden sonra kapılarına kilit vurulan kurumlardır adeta. Oysa cumhuriyetin ilk yıllarında bile okullar aynı zamanda “millet mektepleri” idi. Belli saatlerden sonra kapılara kilit vurmanın, bilhassa kütüphanelerin kapalı olmasının hiç bir mantığı yoktur. Demek ki dile getirilen düşüncelerin çoğunun temel esprisi bilinmiyor. O zaman eğitimde hala kişiye, yere ve zamana olan bağımlılık azalmış değil devam etmektedir.
Eğitim sistemimiz rayından çıkma gibi bir sorun yaşamaktadır. Yetkililer maalesef çok iyi eğitim teorilerini ve düşüncelerini bile farklı anlamlandırarak eğitim sistemimizi iyileştirme bir tarafa bozmaktadırlar
Bunun için eğitim sisteminin yukarıdan aşağıya her atılan adımda, yaptığı her işte hesap verebilirlik mekanizmasına acilen kavuşması gerekmektedir. Eğitim adına atılacak her adımın başarılı olduğunu ortaya koyacak göstergeler de belirlenmelidir. Aksi takdirde eğitim, anlamsız kavramların ve hedeflerin sarf edildiği alan haline gelir. Herkes bilhassa yetkili kişiler ne söylediğinin farkında olmalı; bir başka ifade ile ağızlarının söylediğini kulakları duymalıdır. “müfredatı değiştirdik”, “çoklu zeka kuramını uyguluyoruz”, “öğrenci merkezli eğitime geçtik” gibi son yıllarda havada uçuşan söylemler hep hesap verebilirlik mekanizmasının değer olarak yerleşmemesinin yarattığı boşlukta dile getirilen söylemler oldu. Bu şekilde son dönemlerde “proje” adı altında çok anlamsız “işler” yapıldı. Bu nedenle son yıllarda yapılan her iş masaya yatırılmalıdır.
Program değiştirildi. Peki sonuç ne oldu? Değiştirilirken ne söylenmişti? Sonuçta söylenenler gerçekleşti mi? Bu tür sorgulamalar yaygınlaşırsa ayağı yere basmayan bir işe koyulmak zorlaşır. Milli eğitimin en temel sorunlarından birisi budur. Hesap verebilirlilik mekanizması kurulmaz ise eğitim içi boş, anlamsız söylemlerin, çarpıtmaların ifade edildiği bir alan haline gelebilir. Nitekim hesap verebilirlilik mekanizması yetersiz hatta hiç olmadığı için, “müfredat değiştirildi”, "eğitime ayrılan kaynak arttırıldı”, “öğrenci merkezli eğitime geçtik” denebildi. Oysa ne müfredat abartıldığı gibi değiştirilebildi, ne de eğitim için ayrılan kaynaklar arttırıldı ne de öğrenci merkezli eğitime yönelik çalışmalar yapıldı.
Sonuçta öyle bir an geldi ki “yeni” diye sunulan her bir çalışma, model, proje kuşkuyla karşılanır oldu. Eğitim her an sözde “yeni” bir şeylerin dile getirildiği bir alan haline geldi. Dile getirilen “yeni” fikirlerin ve çalışmaların eskinin tekrarı olduğu da gün gibi ortaya çıkmaya başladı. Bu yüzden eğitimi tarihsel arka planı ile ele almak için tam zamanı. Büyük eğitim otoriteleri şimdi okunmalı. Eğitimdeki “kadim” düşünceler şimdi keşfedilmeli.
Prof. Dr. İrfan ERDOĞAN