Efendimiz (sav) Uyarıyor! Ahir Zaman Belki Bu Zaman ?

Çevrimdışı atom111

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.653
  • 6.996
  • 1.653
  • 6.996
# 05 Eyl 2012 05:41:58
  Allah sizlerden razı olsun değerli kardeşlerim okuduklarımızla amel etmeyi bize nasip eylesin sevgide birleşip kinden uzaklaşan kullarının arasına katsın bizleri.Kıyamet için hazırlık yapanlardan olalım

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 02 Eki 2012 23:15:42

PEYGAMBERİMİZE UYANLAR KURTULUŞA ERENLERDİR
 

Peygamber Efendimizin ahlakını, onun hangi koşullarda nasıl bir tavır gösterdiğini öğrenmenin en önemli nedeni ona benzemeye çalışmak, takvada, tavırda, ihlasda, tevazuda, temizlikte, iman şevkinde onu örnek almaktır. Günümüzde insanların pek çoğu kendilerine birçok insanı örnek almakta, onların tavırlarına özenmekte, onlar gibi konuşup, onlar gibi davranmaya çalışmaktadır. Oysa, özenilmesi, benzemeye çalışılması gereken kişiler, Peygamberimiz (sav) ve onun ahlakça ve takvaca benzeri olan diğer peygamberlerdir.

Allah, ayetlerinde Allah'a ve Resulüne iman etmenin, peygamberi savunup desteklemenin ve onu izlemenin önemine dikkat çekmekte ve bu kişilerin kurtuluşa ereceklerini şöyle müjdelemektedir:

Ki Allah'a ve Resûlü'ne iman etmeniz, O'nu savunup-desteklemeniz, O'nu en içten bir saygıyla-yüceltmeniz ve sabah akşam O'nu (Allah'ı) tesbih etmeniz için. (Fetih Suresi, 9)
 
… Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır. (Araf Suresi, 157)
 
Bu dönemde Peygamberimiz (sav)'i desteklemek ise ancak Kuran'a tam tabi olmakla ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uymakla, Kuran ahlakını onun gösterdiği çabanın bir benzeri ile tüm dünyaya yaymaya çalışmakla, ahlakça ve tavırca gücünün yettiğinin en fazlasıyla ona benzemek için gayret etmekle olacaktır. Böyle bir tavır gösterildiği takdirde Allah Peygamberimiz (sav)'e nasıl yardım ettiyse, ona destek olanlara da yardım edecek ve yollarını açarak, onlara umulmadık başarılar verecektir. Ancak en önemlisi Peygamber Efendimize benzeyerek, Rabbimizin rızasını, rahmetini ve cennetini kazanabilmektir.





Ki Allah'a ve Resûlü'ne iman etmeniz, O'nu savunup-desteklemeniz, O'nu en içten bir saygıyla-yüceltmeniz ve sabah akşam O'nu (Allah'ı) tesbih etmeniz için.
(Fetih Suresi, 9)

Çevrimdışı sinifci5567

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 53
  • 161
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 53
  • 161
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 19 Şub 2013 20:09:20
Efendimiz ashabına buyuruyor." öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki sizden biriniz bildiğklerinin 10 da 9 uyla amel etse 10 da 1 ini bıraksa helak olur. fakat öyle bir zaman gelecek ki insanlardan bildiklerinin 10 da 9 uyla amel edenler cennete gidecektir. çünkü o zaman bildiğiyle amel eden çok azalacaktır."

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 20 Şub 2013 17:29:02
Hayırlı günler dilerim.

Ahir zaman ile ilgili olduğu iddia edilen hadislerin bir kısmı "Sahih Hadis" kapsamında değildir.
Bir kısım hadislerde ise, insanlığın HER DÖNEMİNDE var olmuş olan durumların artacağı vurgulanmıştır ki, dünya nüfus artışına paralel olarak bu artış normaldir.
Bazı hadislerde söylendiği dönemde olmadığı iddia edilen haberler yer almaktadır.
Bu hadisler hadis ilmi bilgileri dikkate alınmadan tevil edildiği zaman yanlış anlamlar çıkarılabilmektedir.

Yazdıklarımı örneklendirecek olursak;
1960'lı yıllarda Amerika'da başlayıp, tüm dünyaya yayılan, günümüzde pek fazla kimsenin haberdar olmadığı "Hippi akımı" yaşanmıştır.
Bu akım, dünyanın üzerindeki tüm bitki, hayvan ve insanlara ait olduğunu kabul eden apolitik bir görüştür.
Kendilerine asla sınır koymayan, var olan tüm yetkilileri reddeden, komün hayatını savunan özgülükçü bir harekettir.
Benzer şekilde, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin varlığını sürdürdüğü dönemde hakimiyeti altındaki ülkelerde sosyal hayatta komün (Ortakçılık) hakim olmuştur.
Günümüzde etkisini yitirmiş bu yaşam tarzları hadislerde verilen bilgilerle uyum göstermektedir.

Risale-i Nur Külliyatının, Şualar isimli kitabının Beşinci Şuâ / İkinci Makam bölümünde ahirzaman ile ilgili bazı hadisler, hadis ilmi dikkate alınarak tevil edilmekte ve toplumun genelinin anladığından farklı anlamlar verilmektedir.

Aynı külliyatın Kastamonu Lâhikası isimli kitabının 21. Mektup bölümünde
"Ramazan-ı Şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadis-i şerif hatırıma geldi. Belki, Risale-i Nur şakirtlerinin taifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi."
cümleleri ile başlayan kısımda

"Ümmetimden bir taife Allah'ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır."
(Bu hadis-i şerif, hadis kaynaklarında bu lafızlarla rivayet edildiği gibi, aynı mânâyı ifade eden farklı lâfızlarla da rivayet edilmiştir.
Buhari, İ'tisam: 10; Müslim, İman: 247, İmâre: 170, 173, 174; Ebû Dâvud, Fiten: 1; Tirmizî, Fiten: 27, 51; İbni Mâce, Mukaddime: 1, Fiten: 9;
Müsned, 5:34,269, 278, 279; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:449-450, 550.)

hadisi ebced hesaplama sistemi kullanılarak kıyamet ile ilgili bazı tarihlere yer verilmiştir.

(Lâ ya'lemu'l-ğaybe illâllah.)Gaybı yalnız Allah (c.c.) bilir ifadesi kullanılarak belirtilen tarihlere göre :


1506 tarihine kadar iman ve İslam hakikatleri galip bir şekilde devam edecektir.
1506 tarihinde ise büyük bir fikri ve toplumsal dönüşme olacak, iman ve İslam galibiyetten mağlubiyete girecek ve eski siyasi ve askeri gücünü kaybedip perde altında gizli hizmete başlayacak.
Bu fikri ve toplumsal dönüşüm muhtemelen küfür ve inkarın yeni bir tarzı veya suret değiştirmiş bir şekli olacaktır.

Şu anda hicri 1434 yılında bulunduğumuzu dikkate alırsak 70 yıl daha iman ve İslam hakikatleri galip bir şekilde devam edecektir.

Bu tarihten sonraki 36 yıl gerçek anlamda kıyamete yakın bir dönem (ahirzaman) yaşanacaktır.

Ahirzaman ile ilgili tesbit edebildiğim en sıhhatli bilgiler bunlardır.

Çevrimdışı Tolstoyevski

  • B Grubu
  • 24.726
  • 258.529
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 24.726
  • 258.529
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 20 Şub 2013 17:53:22
Bediüzzaman Hazretlerinin Risale -i Nur Külliyatında 5. şua okunduğunda görülecektir Ahirzamanın büyük alametlerinin çoğu çıkmıştır. Ahir zamanla ilgili hadisler çoğu müteşabih hadisler olup tevile ihtiyaç vardır.

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 17 Mar 2013 02:00:41
Kebair günahlarının en büyüğü Allah'a eş ve ortak tanımaktır, şirktir. Şirk iki çeşittir. Birincisi Allah'a ortak tanımak; taş,ağaç,güneş,ay,peygamber,şeyh,yıldız,melek veya başka bir varlık olsun, Allah'tan başkasına tapmaktır.

Allah-u Zülcelal bir kuran ayetinde şöyle buyurmaktadır;

''Allah kendisine eş tanınmasının (gunahını) katiyen affetmez. Ondan başkasını dilediği kimse için affeder'' (Nisa: 116)

''Kim Allah'a eş tanırsa şüphesiz Allah ona cenneti haram etmiştir. Onun varacağı yer de ateştir'' (Maide:72)

''Şüphesiz şirk büyük bir zulumdür'' (Lokman: 13)

 

Bu husustaki ayetler çoktur.Allah'a ortak tanıyarak ölen müşrik kimselerin cehennemlik olduğu kesindir.

Allah'a iman ederek ölen bir mü'min kimse ise azap görsede sonunda cennetliktir.

Sahih bir hadisi şerifte Hz Peygamber (a.s.v) şöyle buyurmakta;

''Size kebair günahlarının en büyüğünü söyleyeyim mi?

 

-Evet Ya Resulullah dediler buyurdu ki;

 

-Allah'a ortak koşmak, ana-baba hakkına riayet etmemek, yalan söz ve yalancı şahitlik. Sonuncusunu o kadar tekrarladıki keşke sussa dedik'' (Buhari, Müslim)

Bir Başka Hadisde ''Dinini değiştiren kimseyi öldürün'' (Buhari)

 

Şirkin ikinci çeşidide amelde riya ve gösteriş yapaktır. Allah-u Zülcelal ayeti kerimede şöyle buyurmakta;

''Artık kim Rabbine kavuşmayı ümit ediyorsa güzel bir amel işlesin ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın'' (kehf: 110) yani ameliyle başkasına gösteriş (riya) yapmasın

 

Hz Peygamber (asv) buyurur ki ''Küçük şirkten aman sakının''

-Küçük Şirk nedir Ya Resulullah? dediler

 

-Riyadır buyurdu. Kıyamet günü Allah-ü zülcelal kullarının amellerini mükafatlandıracağı zaman riyakarlara şöyle der: ''Dünyada amellerinizle gösteriş yaptığınız kimselere gidin, bakalım onlarda bir şey bulacak mısınız? (Ahmed)

 

Bir hadis-i Kudsi'de Allah-u Zülcelal şöyle buyurmakta ''benimle başkasını da ortak ederek bir amel işleyenin ameli bana değil ortak ettiğine aittir ve ben ondan beriyim'' (Müslim)

 

bir Hadis-i Şerifde Şöyle Buyrulmakta ''Kim salih amellerini başkalarına duyurursa yayarsa Allah da onu (günahlarını) teşhir eder''

 

Orucundan açlık ve susuzluktan başka kazancı olamyan oruçlular, gece namazından uykusuz kalmaktan başka kazancı olmayan gececiler de çoktur (Hakim)

 

Yani oruç ve namaz Allah rızası için olmadığı takdirde sahibine sevap kazandırmaz.Nitekim başka bir hadiste şöyle buyrulur: ‘’Gösteriş için duysunlar diye iyi amel işleyenin durumu, kesesini taş doldurup sonra alış veriş için pazara giren kimsenin durumuna benzer ki satıcının huzurunda açtığı zaman taş olduğu anlaşılır ve onun yüzüne çarpar. Halkın ne dolu kesesi var demesinden başka bir kazancı yoktur. Ona bir şey vermezler’’

 

İşte riya ve duysunlar diye amel eden de böyledir. Amelinden halkın konuşmasından başka kazancı yok, ahrette de hiçbir sevabı olmaz. Çünkü Allah-u Zülcelal şöyle buyurmakta ‘’Onların yaptıkları herhangi bir amelin önüne geçip onu saçılmış zerreler yaptık (duman ettik)’’ (Taberani)

 

Adiy b. Hatem (r.a.) Hz Peygamber (a.s.v) şöyle bir hadis rivayet etmektedir: ‘’Kıyamet günü grupların insanların cennete götürülmeleri emrolunur. Tam cennete yaklaşıp kokusunu koklayıp saraylarını ve Allah’ın cennet ehli kimselere hazırladıklarını gördükleri sırada cağırılır vee onları cenneten geri çevirin onların cennette bir nasibi yoktur denilir.

Öyle bir hasret ve nedametle dönerler ki ne geçmiş mahluklar ne gelecek olanlar böylesine hasret ve nedametle dönmemişlerdir.

Bu arada: Allah’ım! (dostların için hazırladığın sevabı bize göstermeden önce ateşe koysaydın daha kolay olurdu) demeleri üzerine: Allah-u Zülcelal ‘’Bunu ben istedim. Çünkü tek başınıza kaldığınız zaman büyük günahlarla bana meydan okurdunuz. İnsanlarla karşılaştığınız zaman ise itaatkar görünürdünüz.’’

Hakikatte bana verdiğinizin aksine iyi amelinizle insanlara gösteriş yapardınız. Halktan korktunuz Hakk’tan korkmadınız.İnsanlara saygı gösterip bana tazim yapmadınız.İnsanların hatırı için bazı şeylerden vazgeçip ama benim için terk etmediniz.

Ben de bugün sizi büyük sevabımdan mahrum bıraktığım gibi en acı azabımı size tattıracağım’’ (Taberani)

 

Bir adam Hz. Peygamber (a.s.v.)’e ‘’Kurtuluş ne ile mümkün olur?’’ diye sormuş Hz. Peygamber (a.s.v.) de şu cevabı vermiş ‘’Allah’ı aldatmağa kalkışmamakla’’ Adam; Nasıl aldatılabilir?’’ deyince de Hz. Peygamber (a.s.v.) şu cevabı verdi ‘’Allah ve Resulullah’ın sana emrettiği bir şeyi yaparken Allah’dan başkasının rızasını aramakla olur. Riyadan da sakın. Çünkü Riya küçük şirktir. Kıyamet günü bütün mahlukların önünde riyakar kimse şu dört isimle çağırılır : Ey Riyakar, Ey gaddar, ey Günahkar, Ey Hüsrana uğrayan adam; amelin ziyan sevabın duman oldu. Bizde hiçbir ecrin yoktur. Hilekar adam; ameli kim için yaptıysan, git sevabını ondan al’’ (İbn-i Ebi Dünya Zaif)

 

İslam filozoflarından birine ‘’ihlaslı kimse nasıl olur?’’ demişler. İhlaslı kimse: ‘’Kötü yanlarını sakladığı gibi iyiliklerini de gizleyen kimsedir’’ demiştir.

 

Bir başkasına ihlasın en yüksek derecesini sordukları zaman şöyle demiştir: ‘’ihlasın zirvesi halkın mehdine övgüsüne sevinmemektir.’’

 

Fudayl b. İyad (r.a.) şöyle der: ‘’İnsanlar için ameli terk etmek riya sayılır. Onlar için yapmak da şirktir. İhlas ise Cenabı Hakk’ın bu iki durumdan da seni muhafaza etmesidir’’

 

Allah-u Zülcelal Cümlemizi korusun. Bizleri Affına mazhar eylesin. Rahmetiyle Yargılasın. Bizlere razı olacağı amel-i Salih işlemeyi nasih eyLesin. Amin…

alıntı

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 17 Mar 2013 12:53:32
“Ey iman edenler, eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.” (Muhammed, 7)

Allah’ın dinine yardım etmek ne demektir? Tarihi inceleyen bir kimse şunu kesin bir gözle görecek ki Allah’ın dinine hizmet eden kavimler ve insan toplulukları, Allah’ın dini ile aziz olmuşlardır.
İslam’ın zuhurundan önce, Arap yarımadasının durumu bunu açıkça gösterir. Arabistan’ın verimli kuzey toprakları, Bizans egemenliğindeydi ve adeta talan ediliyordu. Hiçbir şekilde, Araplar o toprakların nimetlerinden yararlanamazlardı. Güney toprakları da Pers sömürgesiydi. Araplar, sadece o kupkuru çöle adeta mahkûm olmuşlardı.
Toplumsal yaşamlarında da sıkıntılar vardı. Mesela, putlara tapar, kuvvetli olan zayıfı ezer, kadınlarına zulmederlerdi. Kızlarını verasetten mahrum bırakır veya diri diri toprağa gömerlerdi. İç ihtilaflar yüzünden, o makûs talihlerine rağmen, kendi içlerinde harp ederlerdi.

Arapların durumu bu minval üzereyken, onlar İslam’a hizmetle, yeryüzünün en medeni, en aydın ve en aziz insanları oldular. Fethettikleri topraklara ilim, irfan ve medeniyet götürdüler. Bu durum, müslüman Türkler ve diğer kavimler için de geçerlidir. Osmanlılar, Allah’ın dinine hizmet ile 600 yıl yeryüzünün üç kıtasında izzet ve şerefle hüküm sürdüler.
Demek ki Allah’ın dininin bizim yardımımıza ihtiyacı yoktur; bizim izzet ve şeref ile asalet içinde bir dünya hayatı için İslam’a ihtiyacımız var. Asalet, ilim ve hür iradeyle olur. O hürriyeti de İslam’a hizmet insana bahşeder.

“Allah Bize Niye Yardım Etmiyor?”

Rivayet edilir ki 1960’larda, Lübnan’da bazı insanlar, o bölgede yaşayan mütakkî bir âlime giderler ve derler ki: “Efendim Allah bize niye yardım etmiyor?” Mübarek onların haline göre şöyle cevap veriyor: “Aslında Allah yardımını gönderdi ve gelen melekler, hangi ordunun İslam ordusu olduğunu fark edemedikleri için geri gittiler.”
Hz. Ömer (ra) ordu komutanına gönderdiği bir mektupta aynen şöyle der:

“Sakın düşmanınızın yaptığı fiilleri yapmayın! Siz, ancak takvanızla galip gelirsiniz. Eğer siz günaha girerseniz unutmayınız ki düşmanınız adet olarak ve hazırlık olarak sizden üstündür. Takva zırhına bürünün ve Allah’tan korkun!”

Biz Müslümanlar, yalnız Allah’a güveniriz ve yalnız ondan yardım bekleriz. Ve inanıyoruz ki Allah (cc) bize yardım edecek ve bize nice zaferler kazandıracaktır. Ancak nasıl ki duaların kabul olmasını geciktiren fiiller varsa, gaybi yardımları da geciktiren sebepler vardır. Sahabe-i Kirâm’ın hayatı örneklerle doludur.
Onlar Bedir’de bir avuç insanla, kendilerinden adet olarak ve teçhizat olarak daha güçlü bir orduyu yerle bir ederken, sadece Allah’a güveniyorlardı ve Resulü Ekrem’in emirlerine mutlak itaat vardı.

İlahî-Gaybî Yardım Örnekleri

Peygamberimiz ve arkadaşları, tarihe Hendek Savaşı diye geçen savaşta, Medine’de düşmandan korunmak için hendek kazmışlardı. Önlerinde 10.000 kişilik Ahzap ordusu vardı, arkalarında kendileriyle anlaşma yaptıkları, ancak savaş sırasında ihanet etmiş olan Yahudi Beni Kureyza kabilesi vardı. Müslümanlar adeta iki ateş arasında kalmıştı. Buna rağmen onlar eşlerini, çocuklarını, mallarını, sevdikleri, evlerini, ticaretlerini düşünmediler. Sadece Allah’a güvendiler ve Resulüllah’ın etrafında kenetlendiler. Ve o koca orduyu bertaraf ettiler.
Allah (cc) onların o ihlâs ve samimi hallerini beğendi, büyük bir fırtına koptu ve karşı taraf anlaşmazlığa düşüp ağırlıklarını dahi bırakarak kaçtılar. Geride Arabistan’da “yüz atlıya bedeldir” diye nam salmış, Amr bin Abdilvıd gibi bir savaşçılarının cesedini bırakarak.

Allah (cc) onları gaybî yardımlarla mükâfatlandırdı. Ve o koca orduya karşı kesin bir zafer elde ettiler.
Selahaddin Eyyûbî, 30 bin askerle, koca Haçlı ordusunu denize dökmedi mi?... II. Kılıç Arslan, Haçlı ordusuna kıyaslarsak bir avuç akıncıyla, vur kaç taktiğini uygulayarak haçlı ordularını yıpratmadı mı?...
Velhasıl, İslam tarihi şunu bize açıkça anlatmaktadır ki eğer Müslümanlar liyakat gösterirlerse, Allah (cc) mutlaka onları gaybî yardımlarla destekler.

Tabi bu durumun tersi de mümkündür. Mesela, Mekke fethinden sonra müslümanlar adet olarak çoğaldılar. Huneyn savaşı için hazırlıklar yapıldı ve müslümanlar ilk kez 10.000 kişilik bir orduyla Huneyn’e doğru yola çıktılar. Bu arada ordunun içinde bazı insanlar; “Artık kimse bizimle baş edemez” dediler ve Huneyne vardıklarında, ani bir saldırı ile karşılaştılar. Büyük bir bozgun yaşandı, bir an ne yapacaklarını şaşırdılar.

Evet, müslümanlar Resulullahı yalnız bırakarak kaçtılar. Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de bu durumu şöyle açıklıyor:

 “Gerçekten Allah size birçok yerde, birçok olayda olduğu gibi Huneyn savaşı günü de yardım etti. Hani o gün sayıca çok oluşunuz hoşunuza gitmiş, böbürlenmenize yol açmıştı da bu kalabalık size hiçbir yarar sağlamamıştı; yeryüzü, onca genişliğine rağmen size dar gelmişti de sonra arkanızı dönüp kaçmıştınız. Sonra Allah, Resulünün üzerine ve müminlerin üzerine sekinetini (kalplere huzur veren rahmetini) indirdi ve gözle görmediğiniz ordular indirdi de kendisini tanımayan kâfirleri azaba uğrattı. Ve o kâfirlerin cezası işte budur” . (Tevbe, 25-26)


Kendimize Bir Bakalım

Evet, Allah-u Teala kendi dinine yardım ettiğimizde, bize yardım edeceğini vaat eder. Peki, biz İslam’ın yücelmesi için ne yapıyoruz? İslam’ı hayatımızda yaşıyor muyuz? İslam’ı tebliğ ve temsil edebiliyor muyuz? Yaşadığımız coğrafyadan kaynaklanan ve kök olarak İslam gibi görünen ama filhakika büyük oranda hurafe ve bidatlerle dolu olan kavmi/ulusal dini anlayışlarımızı bırakarak, Allah’ın ve Resulullahın razı olduğu, selef-i salihinin bize miras bıraktığı gerçek İslam dinini ne kadar biliyor ve yaşıyoruz?...

Biz, önce yapabileceklerimizi yapmalıyız. Kendi özel hayatımızda, eşimizle, çocuklarımızla, İslam’ı yaşama ve temsile gayret göstermeliyiz. Çevremizdeki insanlara nezaket, incelik ve güzel ahlakımızla örnek olmalıyız.
Elimizden gelenleri yapmalıyız ki yapamadıklarımızı da Allah’tan istemeye yüzümüz olsun.
“Elmu’minu leyyinun, lahun” (Mü’min yumuşak huyludur, ilahi düşünür.) Hadisinin emrettiği şekilde bir kişilik serdetmeliyiz. Ve şunu unutmamalıyız; Resulullaha Mekkeli Ebu Cehil, As bin Vail, Ümeyye bin Halef ve Ebu Lehep gibi büyük düşmanlar, istemedikleri halde “el-Emin” ismini vermişlerdi.

Başkalarının kötülük veya atalet içinde olması, bizim yanlışlarımızı ve gevşekliğimizi meşrulaştırmaz.
Müslümanların ferdi ve toplumsal sorumlulukları vardır. Bu iki sorumluluğu çok dengeli bir şekilde ifa etmeleri lazımdır. Kur’ân-ı Kerim’de; “Allah’a, Resûlüne ve sizden olan emîr sahiplerine itaat ediniz.” buyrulmaktadır. Bizden olan emir sahipleri kimlerdir? Elbette fâsık, fâcir, isyankâr kişiler değildir.

Müfessirler, bu ayetin tefsirinde, müslümanların gerçek ‘Ulu’l emr’ makamında bulunanları dışında, muttakî ulemayı da “Bizden olan emîr sahipleri” arasında zikretmişlerdir. Kendilerine itaat edilecek ulema, ilmini hayatına uygulayan, nûrânî bir silsile ile Resulullah Efendimize bağlı, muttakî, ahlâklı ve faziletli zatlar olmalıdır.



Allah’ın Yardımını Hak Etmenin Yolları

Müslümanlar ilahi yardıma mazhar olabilmeleri için maddi ve manevi anlamda büyük bir cehd içerisinde olmaları lazımdır. Bu rehavet ve cehalet içerisinde, Allah’tan hangi yüzle ve neyi isteyebiliriz ki!... Bazılarımızın ilimle, irfanla ilgilenip büyük çoğunluğun gaflet ve cehalet içerisinde gününü gün etmesi de ilahi yardımın önündeki en büyük engellerdendir. Müslümanlar bir bütün olarak, ilahi emir ve tavsiyelere uymaya gayret gösterirse, Allah’ın yardımını hak ederler.

“Kıyamet koptuğu vakit, birinizin elinde bir fidan varsa, dikebilecekse diksin onu.” “İki günü birbirine eşit olan zarardadır.” Hadîs-i şeriflerinin ışığında, her yeni günün bir öncekinden daha iyi, daha hayırlı olması için çalışmalıyız.
İlahi yardımın davetçisi olan sıfatların başında, müslümanların birbirlerini Allah rızası için sevmeleri gelmektedir. Resulullah (asv) bir hadis-i şerifinde; “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız.” Buyurmaktadır. (Ahmet bin Hanbel, Müsned)

Birbirini seven Müslümanların üzerine Rahmet-i İlahi yağar. Bunun tersi olan tefrikaya düşmememiz lazım, yoksa zelil olur gücümüzü kaybederiz. Fikir, görüş, mezhep-meşrep, bakımından aramızda farklılık, ihtilâf olan müslüman kardeşlerimizi de sevmeliyiz. Allah bütün müminleri, kesin Kur’ân âyetiyle kardeş kılmıştır. Görüş farkı olsa dahi, iman kardeşlerimizle uhuvvet içinde olmalıyız.

Âhirzamanda, çok fitne ve fesat içinde yaşıyoruz. Yeryüzü fitne, fesat, nifak, zulüm, tuğyan ve dalâlet ile dolmuştur. Böyle bir dünyayı kendimiz ve çocuklarımız için yalancı, sahte, şeytanî bir cennet haline getirmek cinnetine düşmeyelim. Çünkü imtihan dünyasındayız, bu imtihanı nasıl kazanacağımıza bakmalıyız. Şuurlu bir Müslüman, oyun ve eğlenceyle vaktini geçirme gafletine düşmemelidir.
Cennet başka bir âlemdir, dünya gelip geçici bir imtihan yeridir.
Yukarıdaki ayet, hadis ve tarihi olaylara bakarsak, özet olarak gaybî yardımların gelmesi için;


1- İlahi yardım, mü’minlerin Allah’ın emirlerine kesin itaatine bağlıdır, itaat olmadan yardım gelmez.
2- Kalpteki samimiyete bağlıdır. Samimiyet olmadan olmaz, çünkü din samimiyettir.
3- Mü’min ve Müslümanların imanlarının gereği olarak birbirini sevmesine bağlıdır.

Netice itibariyle, Resulüllahın hayatında da açıkça gördüğümüz şu gerçeği unutmayalım; Bedir’de Allah müslümanlara yardım etti, fakat Uhud ve Huneyn’de küçük bir itaatsizlik ve kendini beğenme ile Allah kullarını cezalandırmıştır.
Demek ki küçük bir ihlâssızlık dahi, gaybî yardımları erteleyebiliyor. Son sözümüz şu olsun; her zaman kendimizi kontrol altında tutmalıyız ve Allah’ın dostlarının yanından ayrılmamalıyız. Yarın rûz-i mahşerde en azından şunu söyleyebilmeliyiz:

“Yarabbi ben sâlih değildim ama sâlihleri seviyordum.”

Allah farkındalıklarımızı artırsın


alıntı

Çevrimdışı xxsudexx

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.439
  • 3.861
  • 1.439
  • 3.861
# 17 Mar 2013 14:43:09
Bu basligi daha once nasil gormemisim. Allah razı olsun öğretmenim. Rabbim bizi sirat-i mustakim den ayirmasin.

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 20 Mar 2013 21:17:33
Kur'ân ve Hadisler Işığında Yalan ve Zararları



İnsanlar arasındaki ilişkiler sevgi, saygı ve güvene dayanır. Doğruluk ve doğru söylemek toplumu kaynaştırırken, doğru ve dürüstlüğün tersi olan yalan ve yalancılık ise insanlar arasındaki saygı ve güveni, dostluk ve arkadaşlığı ortadan kaldırır, hakların kaybolmasına, adaletin yerini zulmün almasına sebep olur.

Haklının yerini haksız, haksızın yerine haklı geçer. Bir çok ocaklar yalan dolayısıyla söner, servetler mahvolup gider, insanlar arasındaki karşılıklı güven, sevgi ve saygı duyguları yerlerini kuşku, kin ve düşmanlığa bırakır. Bu yüzden kanlar dökülür, cinayetler işlenir.

Bunun içindir ki atalarımız yalancının bir gün, hem de çok geçmeden foyasının, yalanının ortaya çıkacağını anlatmak için: Yalancının mumu yatsıya kadar yanar, demişler, yalancıya kimsenin güvenmeyeceğini anlatmak için de: Yalancının evi yanmış hiç kimse inanmamış, diyerek, yalan ve yalancılığın iyi bir şey olmadığını özlü bir şekilde anlatmışlardır.

Yalan ve Yalancılık Ne Demektir?

Kur'anî bir kelime olarak kizb, yalan ve yalancılık demektir. Dilimizde kizb kelimesi "tekzip etmek", tabirinde geçer; "tekzip etmek", yalanlamak demektir. Yalan ve yalancılık, karşısındakini aldatmak maksadıyla söylenen ve gerçeğe uymayan söz ve bu sözü söylemektir. Sıdkın, doğruluğun zıddıdır.

Kizb, değişik türevleriyle Kur'an'da üç yüzden fazla âyette geçmekte, Allah Teâlâ (c.c.), "Yalan sözden sakınınız!" (Hac, 22/30) buyurmaktadır.

Dinimiz yalan ve yalancılığı kötü huyların ve günahların en büyüklerinden kabul eder ve şiddetle reddeder. Münafık ve kafirlerin özelliğinin de yalan ve yalancılık okluğunu belirtir.

"Allah adına yalan söyleyen ve hak kendisine geldiği zaman onu yalanlayan kimseden daha zâlim kim vardır? Kâfirler için Cehennem'de yer mi yok?" (Zümer, 39/32)

Yalan, bir çok büyük günahla irtibatlıdır. Çoğunlukla diğer büyük günahlar müstakil, tek başına olduğu hâlde yalan ise neredeyse hepsiyle irtibatlıdır. Meselâ, gıybet, dedikodu yapan yalan söyler, içki içip aklını, şuurunu kaybeden yalan söylemeye çok müsaittir. Kumar oynayan, kaybettiklerini almak için yalanla içli dışlıdır. Zina yalanlarla dolu bir büyük günah çeşididir. Bühtan, iftira suçunda yalan olmadan olmaz. Allah Resûlü (s.a.s.), Müslümanlardan hırsızlık, zina, içki gibi had cezası gerektiren en ağır suçları işleyenlerin bile Cennet'e girebileceğini belirtir, fakat yalanı Müslüman'a bir türlü yakıştıramaz. "Çünkü kizb, (yalancılık) küfrün esasıdır, kizb nifakın (münafıklığın, iki yüzlülüğün) birinci alâmetidir, kizb Kudret-i İlâhiye'ye (Allah'ın gücü ve kuvvetine) bir iftiradır, kizb hikmet-i Rabbaniye'ye zıttır. Yüksek ahlâkı tahrip eden kizbdir, İslâm âlemini zehirlendiren ancak kizbdir, insanlık âleminin ahvalini fesada veren kizbdir, insanları kemalâttan (manevî-ahlâkî terakkiden) geri bırakan kizbdir, İslâmiyet'in esası doğruluktur, sıdktır, imanın hassası (özü, özelliği) sıdktır, bütün kemalâta götüren doğruluktur, yüce ahlâkın hayatı doğruluktur.." (Nursi, 93)

"Yalan sözden sakınınız" (Hac 22/30). "Ey İman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin" (Ahzâb 33/70).

"İçinde kuşku uyaran şeyleri bırak, terk et (kuşku olmayan bir iklimde yaşa). Doğruluk insanın içinde itmi'nan (tam inanma, kalbin tatmin olması) ve oturaklaşma hâsıl eder. Yalana gelince burkuntudur, bulantıdır." (Tirmizî, "Kıyame", 60)

"Dâima doğruluğu araştırın; doğrulukta helâkinizi görseniz bile. Ancak muhakkak ki doğrulukta sizin kurtuluşunuz vardır." (Kenzü'l-Ummal, 3/344)

"Doğruluktan ayrılmayınız. Doğruluk sizi birr'e, o da sizi Cennet'e götürür. Kişi doğru olur ve daima doğruyu araştırırsa Allah katında sıddîklardan yazılır. Yalandan sakının. Yalan insanı günaha, o da Cehennem'e götürür. Kişi durmadan yalan söyler ve yalan araştırırsa Allah katında yalancılardan yazılır." (Buhari, "Edeb", 69)

Allah Resûlü (s.a.s.), etraftaki hükümdarlara İslâm'a davet mektupları gönderiyordu. Bu mektuplardan birini de Roma imparatoru Hirakl'e (Hireklius) göndermişti. Hirakl, mektubu baştan sona okudu. O sırada Şam bölgesinde bulunan Ebû Süfyan'ı çağırttı ve aralarında şu şekilde bir konuşma oldu.

-O'na en çok uyanlar kimlerdir, zenginler mi, fakirler mi?

-Fakirler.

-Hiç O'na inananlardan dönenler oldu mu?

-Şimdiye kadar hayır.

-Artıyorlar mı, eksiliyorlar mı?

-Her geçen gün biraz daha artıp çoğalıyorlar.

-Hayatında hiç yalan söylediğini duydunuz mu?

-Hayır, O'nu hiçbirimiz yalan söylerken duymadık.

Ve işte mektubun tesirinden sonra henüz Müslümanların en amansız düşmanı olan Ebû Süfyan'dan aldığı bu cevaplarla çarpılan Hirakl, kendini tutamayarak şöyle dedi:

-Bir insanın bunca zaman, insanlara yalan söylemekten kaçınıp da Allah'a karşı yalan söylemesi düşünülemez. (Buharî, "Bed'ül-vahy", 6)

"Bana altı şey hakkında tekeffülde bulunun (söz verin) ben de size Cennet'i tekeffül edeyim; 1- Konuştuğunuzu zaman doğru konuşun; 2- Söz verdiğinizde sözünüzü yerine getirin; 3- Emânete hıyanetlik yapmayın; 4- Apış aranızı koruyun; 5- Gözlerinizi harama kapayın; 6- Ellerinizi haramdan uzak tutun." (Müsned, 5/323)

"Kim bana çeneleri ile bacakları arasındaki şeyler hususunda garanti verirse ben de ona Cennet hususunda garanti veririm." (Buharî, "Rikak", 23; Tirmizî, "Zühd", 61)

Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), "Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?" buyurmuş ve bunu üç kere tekrar etmişlerdi. "Evet." deyince: "Allah'a şirk koşmak, anne-baba haklarına riayetsizlik, cana kıymak!" buyurdular. Bu sırada dayanmış durumda idi, yere oturup:

"Haberiniz olsun! Yalan söz, yalan şahitlik." dedi ve bunu o kadar tekrar etti ki, "Keşke kesse artık!" temennisinde bulunduk. (Buharî, "Şehadet", 10; Müslim, "İman", 143)

Yalanla İman Birarada Olur mu?

Ehl-i Sünnet'e göre, kebîre, yani büyük günah işleyen kimse imandan çıkmaz ve küfre düşmez. Yalan sahibi mü'mindir, kâfir değildir. Çünkü iman tasdikten ibarettir ve amel imandan bîr cüz değildir. Ancak işlenen günahı helâl saymamak, onu hafife ve alaya almamak şarttır. Haram olan günah meselâ yalan, helâl sayılırsa -Allah korusun- küfre düşülür.

"Kişi zina edince iman ondan çıkar ve başının üstünde bir bulut gibi havada durur. Zinadan çıkınca iman kişiye geri döner." (Ebu Davud, "Sünnet", 16; Tirmizî, "İman", 11) "Zina eden bir kimse, zina yaptığı sırada mü'min olarak zina yapmaz, hırsız da çaldığı sırada mü'min olarak hırsızlık yapmaz; içkici, içki İçtiği sırada mü'min olduğu hâlde içki içmez; insanların, onun yüzünden gözlerini kendine kaldıracakları kadar nazarlarında kıymetli olan bir şeyi mü'min olarak yağmalamaz. " (Buharî, "Mezalim", 30; Müslim, "İman", 100)

Ehl-i Sünnet âlimleri hadiste kastedilen imanın kâmil mânâda iman olduğunu, -inkâr olmadığı sürece- kâfir olmadığını açıklarlar. Yalan söyleyenin de kâmil mânâda gerçek iman sahibi olmadığını belirtirler. Ancak ibadetlerden hiçbirini inkâr etmemesi, hepsinin doğruluğuna inanması gereklidir. (Aydüz, 26)

Müslüman, yalan ile imanın bir arada bulunamayacağını bilip yalandan kaçınarak doğruluğun temsilcisi olmalıdır. (Bkz. Müsned, 2/353)

Günlük Hayatta Yalan

Yalan, bir şeyin, gerçeğinin tersine, zıddına beyanda bulunma demektir ve dereceleri de oldukça çoktur. Bunlardan bir kısmı açık yalandır.

"Diyelim ki önümüzde duran bir kırmızı halı var. Konuşurken "mavi halı serili" demek açıkça bir yalandır. Çünkü söylediğimiz söz gerçeğe uygun düşmemiştir. Diyelim ki saat dokuza üç dakika var. O sırada birisi size saatin kaç olduğunu sordu. Siz de "Saat dokuz." dediniz, işte bu bir yalandır. İşin doğrusu o esnada saatiniz kaçı gösteriyorsa onu aynen ifade etmektir. Bir kısım beyanlar da vardır ki, onlar da gizli yalan sayılırlar. Meselâ, Allah rızası için yapılan işlerde, başkalarının kuvve-i mâneviyesini takviye adına anlatılan şeyler bazen abartılarak anlatılır; bu bir mübalâğadır ve zımni, gizli yalandır. Hattâ bu gibi yalanlar, mübalâğalar gayretullaha dokunabilir, dolayısıyla da o işin bütün bütün bereketini de alıp götürür. Bundan başka da ruhlar ve ruhaniler de bundan ızdırap duyarlar. Kalbî ve ruhî hayat hazan görmüş gibi yaprak yaprak sararır ve solar. Şimdi eğer bir insan bu türden bile olsa. yalan söylüyorsa, o insanda münafıklıktan bir alâmet var demektir." (Gülen, 2/277)

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Yalan söylemeyip doğru söylerseniz) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar." (Ahzâb, 33/70-71)

Yalan, Münafığın Özelliği mi?

Dil ile şehadet kelimesini veya kelime-i tevhidi söylediği hâlde, kalbi söylediğini tasdik ermeyen ve inanmayan kimseye münafık denir.

Münafık; sözü özüne uymayıp, olduğundan farklı göründüğünden gizli kâfir olup, asla mü'min ve Müslüman değildir. "İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları hâlde "Allah'a ve Âhiret Günü'ne inandık" derler. (Bakara, 2/8)

İnsanların inkâr bakımından en tehlikelisi münafıklardır. Onlar yalancıdırlar, imanları sözlerindedir, kalplerinde değil. Dünyaya ait bir menfaatlerinden veya benzeri başka maksatlardan dolayı Müslüman gözükürler.

Münafık olup da Müslüman olduklarını söyleyenlerin iç dünyasını araştırmak doğru değildir. İç dünyaları hakkında kesin hüküm veremeyeceğimizden ve insanların iç dünyasını araştırmaktan men edildiğimizden dolayı dünyada Müslüman gibi işlem görür, cezaları ise Âhiret'e kalmıştır.

"Şüphe yok ki münafıklar, Cehennem'in en alt katındadırlar (derk-i esfel). Artık onlara asla bir yardımcı da bulamazsın." (Nisa, 4/145)

"Dört özellik vardır; kimde bu özellikler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir özellik var demektir: Emanete hıyanet eder. Konuşunca yalan söyler. Söz verince sözünde durmaz. Husumet edince, kıskanınca haddi aşar." (Buharî, "İman", 24; Müslim, "İman", 106)

Yalancılar Defterine Yazılmak ve Kalbin Kararması

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:

Doğruluk insanı Allah'ı razı edecek iyiliğe götürür. İyilik de İnsanı Cennet'e götürür. Kişi doğru söyler ve doğruyu arar da sonunda Allah indinde sıddîk=doğru sözlü diye kaydedilir. Yalan da kişiyi haddi aşmaya götürür. Haddi aşmak da ateşe, Cehennem'e götürür. Kişi yalan söyler ve yalanı araştırır da sonunda Allah'ın indinde yalancı diye kaydedilir." (Buharî, "Edeb", 69; Müslim, "Birr", 102-103)

"Kul yalan söylemeye ve yalan söyleme niyetini taşımaya devam edince bir an gelir ki, kalbinde önce siyah bir nokta belirir. Sonra bu nokta büyür ve kalbinin tamamı simsiyah olur. Sonunda Allah nezdînde yalancılar' arasına kaydedilir." (Muvatta, "Kelâm", 18)


alıntı

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 20 Mar 2013 21:17:42
İnsanları Güldürmek için Yalan Söylemek

İnsanları rencide edip üzmek elbette doğru değildir; İslâm âlimlerine göre, insanlara karşı mütebessim olmak güzel ve hoş karşılanmış, kahkaha atarak gülmenin ise kalbi öldüreceği belirtilmiştir.

İnsanları güldürmek için mizah tarzında komik konuşanlara Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yazıklar olsun o kimseye ki, insanları güldürmek için konuşur ve yalan söylerler! Yazık ona, yazık ona!" (Ebu Davud, "Edeb", 88; Tirmizî, "Zühd", 10)

Anne ve Baba'nın Çocuğuna, Kişinin Eşine Yalan Söylemesi

Bir öğretmen derse geç gelen öğrencisine "Niye geç kaldın?" diye ısrarcı bir şekilde her zaman soruyorsa öğrenci de her defasında değişik mazeretler uydurup -Allah korusun- yalan söylemesine vesile olabilir. Âyet ve hadisler bizlere iyi veya kötü şeylere vesile olanların o iyi veya kötülükten payları olduğunu söyler. (Bkz. Nisa, 4/85)

Anne veya baba da çocuğu ile iyi iletişim, iyi bir diyalog kuramazsa -Allah muhafaza- onları yalan söylemeye itebilir. Anne veya baba çocuğunun yanında yalana asla ve asla yer vermemeli, iyi bir örnek olmalıdır.

Telefonda bizi arayan birine görüşmek istemediğimizde "Evde yok de, evde yok de!" diye söylettiğimiz çocuğumuz, bizi yalancı olarak telâkki edecek, hiçbir zaman anne ve babasını örnek almayacaktır. Bu şekilde hareketlerin yalan günahı aldığını Peygamberimiz açıklıyor.

Abdullah b. Amir anlatıyor: Bir gün Allah Resûlü evimizde otururken, annem beni çağırdı ve: "Hele bir gel sana ne vereceğim" dedi. Aleyhissalâtü vesselâm, anneme:

"Çocuğa ne vermek istemiştin?" diye sordu. Annem de, "Ona bir hurma vermek istemiştim." deyince:

"Dikkat et! Eğer ona bir şey vermeyecek olursan üzerine bir yalan yazılacak!" buyurdular. (Ebû Davud, "Edeb", 88)

Evlilik, doğruluk ve dürüstlük üzerine kurulur ve yürür. Toplumun temel taşı aile yuvasının devamı ve tamiri için, aldatmak için olmaksızın iyi niyetle yalan söylenebileceği belirtilmiştir. Bir adam Peygamberimiz'e gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü, ben eşime yalan söyleyebilir miyim?" diye sordu: Peygamberimiz de: "Yalanda hayır yoktur." buyurdular. "Söz verme ve yararı için söylememe ne dersiniz" diye tekrar sorunca Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): "Öyleyse sana bir vebal yok." buyurdular. (Muvatta, "Kelâm", 18)

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Ey insanlar, pervanenin ateşe atılması gibi sizi yalanın peşine düşmeye sevkeden şey nedir? Hâlbuki, üç yer hariç yalanın her çeşidi Âdemoğluna haramdır. Bu üç yere gelince: Kişinin rızasını sağlamak için eşine yalanı; harpte söylenecek yalan; İki Müslüman'ı barıştırmak niyetiyle söylenen yalan." (Tirmizî, "Birr", 26)

Çocukların Yalanı Öğrenmesi

Temiz fıtratta olan çocuklar asla yalan söylemez. Ebû Hureyre (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm) "Her doğan İslâm fıtratı üzere doğar." buyurdu ve sonra da "Şu âyeti okuyun!" dedi: "Allah'ın yaratılışta verdiği fıtrat... " (Rûm, 30/30)

Sonra Resûlullah (s.a.s.) sözünü şöyle tamamladı: "Öyle iken ana babasıdır ki onu yahudileştirir veya hıristiyanlaştırır veya mecusileştirir. Nitekim hayvan, derli toplu bir hayvan yavrular, içlerinde bir inenmiş (burnu veya diğer organları kesilmiş) görür müsünüz?" (Ebu Davud, "Edeb", 88; Tirmizî, "Zühd", 10)

Hadisin bir başka rivâyeti de şöyledir; "Her insanı annesi fıtrat' üzere dünyaya getirir. Bundan sonra anne babası onu yahudi, hıristiyan veya mecusi yapar. Eğer anne babası Müslüman ise, çocuk da Müslüman olur." (Buharî, "Tefsir", 30; Müslim, "Kader", 6)

Bu hadiste kişinin kazanacağı dinî, meslekî, ilmî vs. her çeşit şahsiyette terbiyenin, özellikle anne-babanın rolüne vurgu yapılmakta ve genel bir durumdan söz edilmektedir. Yoksa her anne-babası Müslüman olan çocuğun da ileride Müslüman olacağı veya kalacağı veya yahudi, hıristiyan, mecusinin çocuğunun bir gün gelip Müslüman olmayacağı kastedilmemektedir.

Gazali, temiz fıtratı şöyle izah etmektedir; "Her çocuk sağlam bir fıtratla ve mutedil olarak, yani saf. her şeyi almaya kabiliyetli olarak doğar. Yöneltileceği her şeyi yapmaya hazırdır." (Gazalî, 3:55-56)

Bu ifadelerde çocuğun eğitiminin önemi anlatılmakta, temiz, saf ve duru bir yapıda olan çocuğun anne baba ve çevre doğru veya yanlış eğitimle, terbiyeyle iyi veya kötü yapmaktadır. (Öcal, 28) "İslâm eğitimcileri, çocuk terbiyesini doğum olayının da öncesine götürmektedirler. Anne babanın yetişme tarzına, özellikle annenin hamilelik dönemindeki ruhî hayatına, aldığı gıdanın helâl olmasına varıncaya kadar her şeye inceden inceye dikkat etmekte, doğumdan sonra da anne baba ve çocuğun aldığı gıdaların helâl ve temiz olmasından başlayarak her tür konuşma ve davranışlara varıncaya kadar her şeye dikkat edilmesi gerektiği hususunda ısrar etmektedirler. (Canan, 52)

Her doğan çocuk aynı yaratılış üzeredirler, aynı temel kapasite ve temayüllere sahiptirler. Doğuştan masum, günahsız düzgün bir fıtratta olan çocuklar anne-baba ve çevrenin yönlendirmesiyle değişmekte, iyi veya kötü olmaktadırlar. (Topaloğlu, 3:476-477) Temiz fıtratta, yaratılışta olan çocuk anne, baba, öğretmen, çevre (akrabalar, dayı, amca vs. komşular)dan yalanı öğrenmektedir.

Melekler, Yalancıdan Uzaklaşır mı?

Meleklerin insanlardan uzaklaşmasını Ehl-i Sünnet âlimleri, meleklerin günahı sevmemesi olarak yorumlamışlardır. Hadisler meleklerin insanların yanlarından hiç ayrılmadıklarını anlatmakta, bazı durumlarda veya amellerde meleklerin insandan uzaklaşacağı haber verilmektedir.

Temiz fıtratları rahatsız eden her şeyden melekler de rahatsız olmaktadırlar. Kalp kırıcı tarzda tartışma ve kötü sözleri sarf edenlerin veya kötü amelleri yapanların yanında meleklerin kaçıp şeytanların olduğunu Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) haber vermektedir: "Kul yalan söylediğinde meydana getirdiği şeyin fena kokusundan melek kendisinden bir mil uzaklaşır." (Tirmizî, "Birr", 46)

Yalan Söyleyenler Kabir Azabı Çekecekler mi?

Yalan söylemek, Kur'ân öğrenip ahkâmıyla amel etmemek, zina yapmak, faiz yemek: bu dört fiilin kabirde azap sebebi olacağına, rüya hadisi delildir. Peygamber Efendimiz'in rüyasında azap içinde gördüğü kimselerin azap sebeplerinin bu dört fiil olduğunu Cebrail (aleyhisselâm) kendisine bildirmiştir. (Buhari, "Cenaiz", 92)

Şaka Bile Olsa Yalanı Terk Etmek

Sözlerinin gerçeğe uygunluğu yönüyle Allah Resûlü'nün sözlerinde şaka da olsa gerçeğe aykırı tek kelime yer almamıştır. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) yalanı ve yalancılığın terk edilmesini istemekte, şaka bile olsa yalan söylenmesini hoş karşılamamakta, kulun şaka da olsa yalan söylemeyi, doğru da olsa münakaşa etmemeyi bırakmadıkça iyi bir mü'min olamayacağını ve yalanı terk edene Cennet'te köşk verileceğini beyan buyurmaktadır: "Şaka da dahil yalan söylemeyene Cennet'te bir köşk garanti ederim." (Ebu Davud, "Edeb", 7) Haklı bile olsa münakaşayı terk edenin, ahlâkı güzel olanın ve şaka bile olsa yalanı terk edenin Cennet'in ortasında bir köşkü olacağı, salih amellere teşvik bakımından uzun uzun anlatılır.

"Sizden kimse, ne şaka ne de ciddî olarak kardeşinin değneğini almasın. Kim kardeşinin değneğini almışsa hemen ona geri versin." (Ebu Davud, "Edeb", 93; Tirmizî, "Fiten", 3) Peygamberimiz ve arkadaşları bir yolculuk esnasında konaklama yerinde sahabelerden biri uyurken arkadaşı gidip şaka yapıp bineğinin ipini alır. Uyanınca ipini bulamayan zat kaybettim diye korkar. Durumu öğrenen Peygamber Efendimiz: "Bir Muslüman'a bir başka Müslüman’ı korkutmak helâl olmaz!" buyurur (Ebu Davud, a.y.).

Yalancılık, Bir Hastalık mıdır, Tedavisi Var mıdır?

Yalan ve yalancılık, fert ve toplumları içten çökerten ve yıkan en büyük hastalıklardandır; insanın huy ve mizacını bozan bir hastalık. Bu yüzden yalan büyük günahlardan sayılmıştır. "Allah'ın verdiği her hastalığın devası (çaresi) da vardır; tedavi olun!" (Buharî, "Tıb", 1)

Tıp dilinde çok değişik isimlerle anılan psikolojik bozuklukların ana sebebi, ruh, akıl ve beden irtibatının normal dışı olmasıdır. (Abken, 2/39 vd.) İç sıkıntısı ve bunalımlar, pek çok hastalığın başta gelen sebebidir. Psikolojik rahatsızlık, kişinin duygu ve inanışlarında meydana gelen anormalliklerdir. Yalan söylemek de, huy ve karakter anormalliği olarak bilinir.

Yalan hastalığının ve benzeri hastalıkların tedavisi, nefsi terbiyede, onu kirleten küfür, cehalet, kötü duygular, yanlış inançlar, fena huylar gibi kötü şeylerden temizleyip, iman, ilim, irfan, iyiliksever duygular, güzel ilâhi ahlâk, takva özellikleriyle donatarak, ilâhi tecellilere açık hale getirmede yatar.

İslâm âlimleri, yaratılıştan gelen iyi özelliklerin, huyların, karakterin iradî gayretle desteklenerek meleke hâline getirilmesine, kötü huyların da baskı altında tutularak sindirilmesine hükmederler. Hz. Ömer (r.a.), "İnsanda on fıtrî ahlâk vardır, bunlardan dokuzu iyidir, birisi kötü. Bu kötü serbest kalırsa diğerlerini de bozar." demiştir. (Canan, Hadis Ansiklopedisi, 5:300)

Dinin mehâsin-i ahlâk ile mütehallık olma ve mesâvi-i ahlâktan içtinap etme ile ilgili emirleri tatbik edilse, kötülüğe iyilikle mukabelede bulunma.. en kötü insanlarla bile iyi geçinmesini bilme.. kobralara insanca yaşama adabını, erkânını öğretme.. akreplere insanları ısırma usûlünü unutturma.. yolu bulunmuş olacak ve vifak ve ittifak tam sağlanacaktır. Bugün insan en vahşi hayvanları dahi terbiye edebilmektedir. Oysa terbiyeye en müsait varlık âdemoğludur. Problemler karşısında her fert kendini gözden geçirse, başkasından hatasını anlayıp dönmesini bekleyeceğine kendisi örnek bir davranış sergileyip meselenin halline çalışsa, problem yarıyarıya azalmış, hattâ çözülmüş olacaktır. (Gülen, Kırık Testi, 239)

Alışverişte Doğruluk

Ticarette doğruluk, iktisadî kalkınmayı meydana getirir. Güven ve doğruluk sosyal hayatın en önemli özelliğidir. Yalan ve hile karıştırılmayan tüccarlığın dünya ve Âhiret'te insana faydası olacağını Allah Resûlü haber vermektedir: "Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (âyette sırat-ı müstakim ashabı olarak zikredilen) peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salihlerle beraberdir." (Tirmizî, "Büyû", 4) "Kıyamet günü tüccarlar facirler (günahkârlar) olarak diriltilecektir. Ancak Allah'tan korkanlar, iyilik yapanlar ve doğruluktan ayrılmayanlar müstesna." (Tirmizî, a.y.; İbn Mace, "Ticârât", 3)

Elden geldiğince doğru olan tüccarların bile sattıkları mallara haram karışmış olabileceği anlatılmakta ve şu tavsiyede bulunmaktadır: "Ey tüccarlar! Satış işine yemin ve boş söz, yalan bulaşmaktadır. Siz Rabbin öfkesini söndüren sadaka karıştırın." (Ebu Davud, "Büyû", 1; Tirmizî, "Büyû", 4)

Alışverişin, Ticaretin Bereketli Olması

"Alıp satanlar, alışverişi sıdk ve doğruluk üzere yapar, kusuru beyan ederlerse alışverişleri satan hakkında da alan hakkında da mübarek kılınır. Yalan söylerler, kusurları gizlerlerse, belli bir kâr sağlasalar bile, alışverişlerinin bereketini kaybederler. Yalan karışırsa alışverişlerinin bereketi yok edilir. Yalan yemin malı rağbetli, kazancı bereketsiz kılar." (Buharî, "Büyû", 19, 22; Müslim, "Büyû", 47)

Yalan söylenerek satılan malın ayıbı mutlaka ortaya çıkar. Müşteri, o tüccara artık kendisi uğramayacağı gibi başkalarının uğramasına da mani olur. Bu, kazancın bereketini gideren bir durumdur. Bir diğer rivâyette de: "Ticarette yalan yemin mala rağbeti artırır, kazancı giderir" buyrulmaktadır (Buharî, "Büyû", 26).

Resûlullah (s.a.s.), çarşıda bir yiyecek yığınına rastlayınca elini yığına daldırıp çıkardı. Parmaklarına rutubet bulaştı. Adama: "Ey satıcı nedir bu?" diye çıkıştı. Adam: "Ey Allah'ın Rasûlü, yağmur ıslattı." deyince, "Bu yaşlığı üste getirip, herkesin görmesini sağlayamaz mıydın? Kim bizi aldatırsa o bizden değildir." buyurdu (Müslim, "İman", 164; Tirmizî, "Büyû", 74).

Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) müşteri kızıştırmayı da yasaklamıştır; "Alıcı olmadığınız hâlde, fiyatları kızıştırmak için müşteri ile satıcının aralarına girmeyin." (Buharî, "Büyû", 58-60) "Müşteri kızıştıran, riba yiyen hâindir. Bu iş, bâtıl bir aldatmadır, helâl değildir." (Buharî, "Büyû'" 60) "Müslüman bir kimsenin, bir malda kusur olduğunu bildiği hâlde, müşteriye haber vermeden satması haramdır." (Buharî, "Büyû'", 19)

Cenab-ı Allah'ın rahmet nazarıyla bakmayacağı kişiler; malını yalan yeminlerle satan kişi (Müslim, "İman", 173) malını yalan yeminlerle reklâm yapan, yaptığı iyiliği başa kakan kişidir (Müslim, "İman", 171).


alıntı

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 20 Mar 2013 23:55:15
Sıratı Müstakim, Hidayet, Dalalet


Kutsal kitabımızda en önemli kavramlar, hidayet, dalalet, sıratı müsyakiym ve takvadır. TAKVA ilgili detaylı açıklamalar bu sitenin diğer sayfalarında yer almaktadır. Bu sayfada ise SIRATI MÜSTAKİYM i , hidayet ve dalaleti anlatacağız.

Kutsal kitabımızın 1 . suresi Fatiha'dır ve bu sure insanın Allah'a bir duasını bir talebini anlatır. Türkçesi:

1 / FATİHA - 1 :Bismillâhir rahmânir rahîm.

1 / FATİHA - 2 : El hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah'adir.

1 / FATİHA - 3 : Er rahmânir rahîm(rahîmi).
Rahmân'dır, Rahîm'dir.

1 / FATİHA - 4 : Mâliki yevmid dîn(dîne).
Dîn gününün MALİK'idir.

1 / FATİHA - 5 : İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (sadece Allah'tan istenen özel yardım) isteriz.

1 / FATİHA - 6 :İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet et (ulaştır).

1 / FATİHA - 7 :Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).
O (SIRATI MUSTAKÎM) ki; (başlarının) üzerlerine (Devrin İmamı'nın ruhunu) ni'met olarak verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.


Fatiha Şerife üzerinde dikkatilice düşünürsek bu sure ile Allah'tan talebimiz bizi Sıratı müstakiyme ulaştırmasıdır. Üzerine nimet verdiklerinin yoluna ulaştırmasını istiyoruz. Dalalette kalanların yoluna değil, kurtulanların yoluna bizi ulaştırmasını istiyoruz.

Pek çok çeviride Sıratı müstakiym doğru yol olarak çevrilir. ve yine bu çevirilerin çoğunda hidayet kelimesi de doğru yol olarak çevirilir. Ancak bu terimler özel terimlerdir ve bunların ne olduğunu anlamak için Kuran'a bakmamız lazım.

4/NİSA-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Allah’a âmenû olanları ve O’na sarılanları (sarılmayı dileyenleri) Allah, Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm’e (Allah’a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.

6 / EN'AM - 87 : Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık).

6 / EN'AM - 88 : Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ıbâdih(ıbâdihî), ve lev eşrekû le habita anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
İşte bu Allah'ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi).

alıntı

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 22 Mar 2013 06:46:17
 Cuma Hutbesinden

ALLAH'IN GAZABINDAN UZAKLAŞMA BİLİNCİ

Muhterem Müslümanlar!
İmanın hayata yansıması olan ibadetlerimiz, Allah’ın gazabından uzaklaşmamızı sağlayan en sağlam ve en güzel kalkandır.
O halde ibadetlerimiz bizi Rabbimizin rahmet ve mağfiretine ulaştıran ve O’nun gazabından emin eyleyen yegâne amildir.  
Allah-ü Zül Celal Hazretleri insanlardan kendisinin emirlerine uyup yasaklarından kaçınmalarını istemiştir. Allah’ın emirlerine ittiba etmek O’nun rahmetini celbetmek, yasakladığı şeylerden uzak durmak da Allah’ın gazabından güven içerisinde olmak demektir.
Allahın gazabını gerektirecek şeylerden uzak durmak, O’nun azabından da uzaklaşmak manasına gelir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) hadisi şeriflerinde, “ Dikkat edin her melikin sınırları vardır. Allah’ın sınırları ise haramlarıdır.”2 diye açıkladığı sınırlara yaklaşmama ve haramlardan uzak durabilme bilincine sahip olmak gerekir.
Değerli Mü’minler!

Peygamber Efendimiz (s.a.s.): Cehennem ateşini söndüren, Allah’ın gazabından emin eyleyen ve insanı Rabbine yaklaştıran şu iki özelliğe dikkat çekmiştir. “ Bunlardan birinin Allah korkusundan akıtılan gözyaşı,  diğerinin de Allah yolunda dökülen kandamlası” olduğunu bildirmiştir.
Bu özellikler, insanı Rabbi katında Ahsen-i Takvim kıvamına ulaştıran en ulvi hasletlerden biridir.
Bu konuyla ilgili olarak bakınız Cenab-ı Hak ne buyuruyor: “Ey iman edenler Allah’ın gazabından sakının. Herkes yarın için ne gönderdiğine bir baksın. Allah’ın azabından sakının. Çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır.”3
Allah’ın gazabından güven içerisinde olabilmek için yaşantımızı, takva ve güzel ahlakla donatabilme şuuruna vakıf olmak gerekir.
Nazargah-ı İlahi konumunda olan kalbimizi küfür, şirk ve kötü düşüncelerden arındırıp iman ve ibadet nurlarıyla doldurmak, Allah’ın rızasını kazanmaya vesiledir.
Aziz Müslümanlar!
Hayatımızı Allah’ı görüyormuşçasına O’na ibadet etme yörüngesine oturtarak, Allah’ın rahmetine ve avf u mağfiretine mazhar olabilecek bir hale getirmeliyiz.
Allah Teala’nın: (Ey iman edenler!) “Rabbinizin mağfiretine, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennetine koşun”4 ayeti kerimesi de bu gerçeğe işaret etmektedir. Allahın mağfiretine koşmak aynı zamanda O’nun gazabından rahmetine koşmak demektir.
O halde Hz. Adem ile Havva anamızın şu duasında “Ey Rabbimiz! Biz kendimize yazık ettik. Eğer sen bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen zarara uğrayanlardan oluruz”5 diyerek gözyaşlarıyla Allaha yönelerek, onun rızasını talep edip gazabından emin olabilecek salih amellerle hayatımızı süslemeliyiz.
Allah korkusuna dayalı bir hayat anlayışı, kişiyi Rabbinin sevgili kulu haline getirirken Azabı ilahi den de emin kılar. Bize de  
Aşk korkuya peçedir korku da aşka perde,
Allahtan nasıl korkmaz, insan onu sever de? mısralarını her daim terennüm ettirir.
KAYNAKLAR
1)- Haşır Suresi - 18
2)- Müslim, İman - 21
3)- Haşr Suresi - 18
4)- Ali İmran  3 / 133
5)- A’raf Suresi  7 / 23

Andırın İlçe Müftülüğü

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 23 Mar 2013 13:38:39
 Sınava girecek kardeşlerimizin  Allah yardımcısı olsun inşAllah.

 İmtihana (Sınava girerken şu dua okunur:(isra suresi;80)

رَّبِّ أَدْخِلْنِي مُدْخَلَ صِدْقٍ وَأَخْرِجْنِي مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَلِّي مِن لَّدُنكَ سُلْطَانًا نَّصِيرًا

“Rabbi edhılnîmüdhalen sıdkin ve ahricni muhrace sıdkin ve’c’al li min ledünke sultânen nasîrâ.”
ANLAMI:”Ya Rabbi!,Beni doğru bir giriş ile girdir ve yine doğru bir çıkış ile çikar.Katından bana yardım edici bir kuvvet ihsan eyle.”
 
Sınav için sıraya oturunca şu âyet okunur;
رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي يَفْقَهُوا قَوْلِي
“Rabb’şrah li Sadri ve yessir li emri,va’hlül ukdeten min lisani,yefkahü kavlî.”
 
ANLAMI:”Ya Rabbi!,Göğsümü ve gönlümü genişlet,işimi kolaylaştır,Dilimin bağını çöz,sözümü anlaşılır eyle.”

Sınav Başlayınca da şu dua okunur:
ياَحَيُّ ياَقَيّوُمُ بِرَ حْمَتِكَ أَسْتَغِيثُ
"Ya Hayyu Yâ KayyûM, Bi Rahmetike
esteğisû."
ANLAMI:”Ey Hayy ve Kayyum olan Allah'ım, Senin Rahmetine Sığınıyorum."

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 23 Mar 2013 13:39:51
Sınava Girecek Tüm Kardeşlerimiz İçin

 En Güzel Olanın Adı İle;

 FETİH:

1 - Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsân ettik.

2 - Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru yola iletir.

3 - Ve sana Allah, şanlı bir zaferle yardım eder.

4 - İmanlarına iman katsınlar diye müminlerin kalplerine güven indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, herşeyi hikmetle yapandır.

5 - Mümin erkeklerle mümin kadınları, içinde ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur.

6 - Ve o Allah hakkında kötü zanda bulunan münâfık erkeklere ve münâfık kadınlara, Allah'a ortak koşan erkeklere ve ortak koşan kadınlara azap etmesi içindir. Kötülük onların başlarına gelmiştir. Allah onlara gazap etmiş, lânetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!

7 - Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

8 - Şüphesiz biz seni, şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.

9 - Ki, Allah'a ve Resulüne iman edesiniz, ve bunu takviye edip, O'na saygı gösteresiniz ve sabah akşam O'nu tesbih edesiniz.

10 - Herhalde sana bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.

11 - yakında a'râbilerden geri kalmış olanlar sana diyecekler ki, "Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile." Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Hayır! Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

12 - Aslında siz Peygamber ve müminlerin, ailelerine geri dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve helâki hak etmiş bir topluluk oldunuz.

13 - Kim Allah'a ve Rasulüne iman etmezse şüphesiz biz, kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır.

14 - Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar dilediğini azaplandırır. Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir.

15 - Siz ganimetleri almak için gittiğinizde geri kalanlar: "Bırakın biz de arkanıza düşelim." diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: Siz bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur. Onlar size: "Bizi kıskanıyorsunuz." diyeceklerdir. Bilakis onlar, pek az anlayan kimselerdir.

16 - A'rabilerin geri bırakılmış olanlarına de ki: Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağırılacaksınız. Onlarla savaşırsınız veya müslüman olurlar. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi acıklı bir azaba uğratır.

17 - Köre vebal yoktur, topala da vebal yoktur, hastaya da vebal yoktur. Bununla beraber kim Allah'a ve peygamberine itâat ederse, Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de geri kalırsa, onu acı bir azaba uğratır.

18 - Andolsun o ağacın altında (Hudeybiye'de) sana bey'at ederlerken Allah, müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş onlara güven indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ile mükâfatlandırmıştır.

19 - Allah onları elde edecekleri birçok ganimetlerle de mükâfatlandırdı. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

20 - Allah size, elde edeceğiniz birçok ganimetler vaad etmiştir. Bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir ki bu, müminlere bir işaret olsun ve Allah sizi doğru yola iletsin.

21 - Bundan başka sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah'ın sizin için kuşattığı ganimetler de vardır. Allah herşeye kâdirdir.

22 - Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı arkalarına dönüp kaçarlardı. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı.

23 - Allah'ın öteden beri gelen kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.

24 - O sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin göbeğinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı görendir.

25 - Onlar inkâr eden ve sizin Mescid-i Haram'ı ziyaretinizi ve bekletilen kurbanların yerlerine ulaşmasını men edenlerdir. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız mümin erkeklerle, mümin kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle bir vebalin altında kalmanız ihtimali olmasaydı, Allah savaşı önlemezdi. Dilediklerine rahmet etmek için Allah böyle yapmıştır. Eğer onlar birbirinden ayrılmış olsalardı elbette onlardan inkâr edenleri elemli bir azaba çarptırırdık.

26 - O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, câhiliyet taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi. Onları takva sözü üzerinde durdurdu. Zaten onlar buna pek layık ve ehil kimselerdi. Allah herşeyi bilendir.

27 - Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinzi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi.

28 - Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter.

29 - Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 24 Mar 2013 17:55:29
Cuma Hutbesi alıntıdır


Allah ın emri örtünmek (hutbe)ALLAH’IN EMRİ TESETTÜR

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُل لِّأَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاء الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ
عَلَيْهِنَّ مِن جَلَابِيبِهِنَّ ذَلِكَ أَدْنَى أَن يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَ وَكَانَ
اللَّهُ غَفُوراً رَّحِيماً {59}
“Ey Nebi! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, (kendilerini baştan aşağı örten) elbiselerinden giyip örtsünler. İşte böyle giyinmeleri iffetli tanınıp da, eziyet edilmemelerine daha elverişlidir. Allah (c.c.) çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir”
(Ahzab / 59)

MUHTEREM KARDEŞLERİM!
Bütün insanlığı dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştıracak olan ilahi din İslam’dır. Müslüman, Allah (cc)’ın lütfü ile yüce İslam dinine inanmış şerefli insandır.
İslam, sadece Allah (cc) ile kulu arasındaki vicdani bağlardan ibaret değil, fertlerin ve toplumların bütün ihtiyaçlarını içine alan eşsiz nizamdır. Zaman ve mekân ne olursa olsun Müslüman, hayat programını İslam’a göre çizecektir.
Samimi, iman sahibi olan her Müslüman bilir ve kesin olarak inanır ki yüce dinimizin verdiği emir insan fıtratına ve ruhuna uygun, insanın mutluluğuna ve kurtuluşuna vesiledir.
İşte hayat nizamımız olan İslam’ın emirlerinden bir tanesi de Müslüman hanımların, kızlarımızın örtünmesidir, tesettürüdür.
Tesettür, Allah (cc)’ın kesin emridir. Allah (cc)’a itaat ölçüsüdür. Tesettür (örtünme) şereftir. Evet, örtünmek Allah (cc)’a, Peygambere, Kuran’a ve İslam’a inanan mümin hanımlar için mukaddes bir emir, açıklık ise bu emre bir isyandır.
Her emrinde mutlak hikmet sahibi olan Rabbimiz (cc) Kuran-ı Kerim’de şöyle buyuruyor; “Habibim! Kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısmı (yüz ve eller) müstesna. Başörtülerini yakalarının üstünü kaplayacak şekilde örtsünler” (Nur / 31)
DEĞERLİ MÜMİNLER!
Ayet-i Kerimeler açıkça gösteriyor ki, Müslüman hanımların yüzleri, elleri ve bir rivayete göre ayakları hariç bütün uzuvlarını, bütün bedenini örtmeleri farzdır. Açmaları ise haramdır.
Bunların dışında bir Müslüman hanımın sokağa, çarşıya ve yabancı erkeklerin görebileceği bir yere gitmek zorunda olduğu zaman, saçlarını, kollarını, ziynet ve süslerini taktığı boyun, kulak gibi yerlerini kapatarak çıkmaya yani tesettüre riayet etmeye mecburdur.
Rabbimiz (cc) Peygamberimiz (sav)’in hanımlarının şahsında, bütün Müslüman hanımlara şöyle emrediyor;





“Evlerinizde oturun! (İhtiyacınız için dışarı çıkmanız gerekiyorsa) evvelki cahiliyet zamanında süslenerek, ince elbiseler giyerek, açılıp saçılarak sokağa çıkan kadınların çıkışı gibi çıkmayın! Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin! Allah (cc)’a ve Rasulüne itaat edin” (Ahzab / 33)
Hz. Aişe validemiz ve Ümmü Seleme validemizin bildirdiğine göre biraz önce okuduğum Ayet-i Kerime nazil olunca Müslüman hanımlar derhal vücutlarını örtmüşler, tereddüt göstermeden Allah (cc)’ın emrine itaat etmişlerdir.
MUHTEREM KARDEŞLERİM!
Bu derece hassasiyet nereden geliyor? O zamanın Müslüman hanımları Ayet-i Kerimeyi duyar duymaz hemen niçin örtünüyor da bugünküler defalarca bildirildiği halde örtünme emriyle alay edercesine açılıyorlar? Hiç çekinmeden, hiç utanma duygusu göstermeden, en mahrem yerlerini açıyorlar?
Bütün bunların sebebi, bizim birer anne, birer baba olarak üzerimize düşen vazifelerimizi yapamadığımız, kızımıza, gelinimize İslam’ın iffet ve yüceliğini öğretmediğimiz içindir. Daha doğrusu kendimiz İslami şuura eremediğimiz gibi bu hususta hiç bir gayretimizin olmamasından dolayıdır.
Halbuki ilk devirlerde yediden yetmişe, kadın erkek, büyük küçük herkes İslam’ın şuuruna ermiş, ruhuna vakıf olmuş ve İslam’ın emirlerini harfiyen yerine getirmek için can atmaktadır. Dünün Müslümanları ile bugünün Müslümanları arasındaki korkunç fark da buradan gelmektedir. Onların teslimiyeti, samimiyeti, bizim ise vurdumduymazlığımız.
MUHTEREM KARDEŞLERİM!
Diğer yönden Müslümanım dediği halde İslam’ın tesettürüne uymayan, moda akımlarının esiri olup cahiliye devri kadınları gibi yarı açık, insanlar içine çıkan, eşitlik bahaneleriyle kadın-erkek elbisesini birbirine karıştırarak giyinenlere hem Allah (cc) hem de Peygamberimiz (sav) lanet etmiştir.
Peygamberimiz (sav) bir hadisi şeriflerinde; “Allahu Teala kendilerini (söz, davranış ve kıyafetleriyle) erkeklere benzeten kadınlara, kadınlara benzeten erkeklere lanet etmiştir”
Eğer bütünüyle İslami bir hayat istiyorsak ailenin ve toplumun temeli olan hanımlarımıza ve yarının anaları olacak kızlarımıza İslam’ın edep ve adabını öğretmeliyiz. Örtünmenin büyük bir şeref ve onur olduğunu kavratmalıyız.
Her Müslüman Hanım ve kız bilmelidir ki asalet ve onur, kurtuluş ve mutluluk, Allah (cc)’ın emrettiği gibi yaşamakla mümkündür. Dönüş Allah’adır.
Hutbemizi Allah Resulünün (sav) bir hadisi şerifiyle bitiriyorum; “Allah (cc)’a isyan olan yerde kula itaat yoktur”
Ne mutlu Allah ve Resulüne tabi olanlara!

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK