Efendimiz (sav) Uyarıyor! Ahir Zaman Belki Bu Zaman ?

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 27 Mar 2013 22:10:04
"Mü'min kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Yüz ve el gibi görünen kısımlar müstesna, zînet yerlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine kadar örtsünler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar! Ey mü'minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz."

Nur Sûresi 31. Âyet

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 04 Nis 2013 14:32:01
Cuma Hutbesinden alıntı

TÜRKİYE GENELİ
TARİH  : 05/04/2013
 
MÜKERREM BİR VARLIK OLARAK İNSAN
Kıymetli Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda şöyle buyuruyor: “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.”  Bu âyeti kerime, insanın mükerrem, yani onurlu bir varlık olduğunu ne de güzel ifade ediyor.
Fahr-i kâinat Efendimiz de “Mümin onurlu ve kerem sahibidir…”  sözüyle bu hakikati dile getiriyor.
Kardeşlerim!
Onur, Rabbimizin bize yaratılıştan lütfettiği büyük bir nimettir. İnancımızda insan, hem bedeniyle hem de ruhuyla onurlu bir varlıktır.
İnsanın mükerrem oluşu, yaratan ve yaratılanlarla ilişkisinde mükemmel olmayı gaye edinmesidir. Mükerrem insan, her daim Rahmân’ın nazargâhı olan bir gönül taşıdığının bilincinde olandır. Dolayısıyla o, bütün varlıklara rahmet nazarıyla bakar. Onun tutum ve davranışları bu rahmetin izlerini taşır. Mükerrem insanın gönlünde herkese yer vardır. O, yaratılanı yaratandan ötürü sever, sevgisine karşılık beklemez. 
Mükerrem insan olmak güçlü-zayıf, alim-câhil, zengin-fakir, büyük-küçük demeden herkesi saygın, onurlu ve değerli görebilmektir. Onurlu insan olmak, kırık ve mahzun gönüllerin yaralarını sarmaktır. Onlara sahip çıkmaktır, zedelenen onurlarını onarmak için el uzatmaktır, gönül açmaktır. Mükerrem ve onurlu olmak, güzel ahlaka, fazilet ve erdeme kanat çırpmaktır. Hayatı paylaşırken insanlara karşı hoşgörülü olmaktır, hüsnü zan beslemektir.
Değerli Kardeşlerim!
Mükerrem olmak ırk, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin bütün insanlarla iyi geçinmektir, herkese güzel söz söylemektir. Sevgi ve kardeşlik duygularıyla insanlarla kaynaşmak, kırgınlık, dargınlık ve düşmanlıkları sona erdirmektir. Onurlu olmak, yerine göre kardeşlerimizin olumsuz tutum ve davranışları karşısında sabırlı olabilmektir.
Onurlu insan, diğer insanların onurunu da kendi onuru gibi kabul edendir. O, başkalarının onurunu yücelttiğinde kendi onurunun yüceleceğini, zedelediğinde ise kendi onurunun zedeleneceğini bilir.
İman ve sevgiden beslenen insan onurunu koruma anlayışı, bütün soğuklukları ısıtacak, karanlıkları ışıtacak, uzakları yakın edecek bir güçtür. Bu meziyet, sözleri anlamlı kılacak, varlık âlemindeki her canlı ve cansıza şefkat ve ibret nazarıyla bakmayı sağlayacak ulvi bir değerdir. Bu değere ise, ancak Kur’an’a ve sünnete sarılarak, Kutlu Nebi’nin ahlakıyla bezenerek ulaşabiliriz. 
Muhterem Kardeşlerim!
Gönülleri aydınlatan hiç şüphesiz Allah ve Resûlü’dür. Allah’ın kelâmı ile Resûlü’nün bizâtihi nûr olan yolu ve sözü, gönül dünyamızı nurlandırmış ve bizleri onurlandırmıştır.
Efendimizin nûruyla onurlanan ecdadımız, onurları zedelenmiş ve gönülleri yıkılmış nice kimseleri ihyâ için muhteşem bir medeniyet inşa etmişlerdir. Yoksullar için aşevi; hastalar için şifahane; kimsesiz çocuklar için yurtlar yapmışlardır. Yuva kurmak isteyen yoksul genç kızlara çeyiz temini ve ihtiyaç sahipleri için yardım sandıkları, fakirler için ise sadaka taşları oluşturmuşlardır. O medeniyette yaşlılar, “Kendilerine öf bile denmeyen”, duâsı istenen, eli öpülesi saygın kişilerdir.
İşte bütün bunlar gönül merkezli medeniyetin insan onuruna sunduğu güzelliklerdir. Bizler de ecdadımızdan miras kalan bu güzellikleri hayatımıza hakim kılma ve sonraki nesillere aktarma azim ve gayretimizi asla yitirmemeliyiz.
Kardeşlerim!
Ne hazindir ki, dünyamızda insanlık onuruyla asla bağdaşmayan cinayet, işkence, şiddet, dışlama, aşağılama, zulüm, haksızlık gibi birçok yanlışa hemen her gün şahit olmaktayız. Oysa bireysel ve toplumsal huzurumuz gerek kendi onurumuz gerekse başkalarının onuruna sahip çıkmakla yakından ilgilidir. Diyanet İşleri Başkanlığımız, insan onurunu hiçe sayan söz konusu uygulamalara dikkat çekmek, insan onurunun önemine vurgu yapmak ve bu konuda toplumsal bilinç oluşturmak amacıyla bu sene Kutlu Doğum Haftasında “Hz. Peygamber ve İnsan Onuru” temasını gündeme taşımıştır. Hafta boyunca gerçekleştirilecek etkinliklerde, insan onuru konusu bütün yönleriyle ele alınacaktır.
14-20 Nisan tarihleri arasında kutlanacak olan Kutlu Doğum Haftasının, toplumumuzda  Peygamber Efendimize duyulan sevgi ve bağlılığın perçinleşmesine, insan onurunun gönüllerde ve hayatımızda hak ettiği yere ulaşmasına vesile olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyoruz.


  el-İsrâ, 17/70.
  Ebû Dâvûd, Edeb,5

Hazırlayan: Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ
Redaksiyon: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 10 Nis 2013 03:58:40
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 15 Nis 2013 19:54:23
Hz. Selmân (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Rabbiniz hayiydir, kerimdir. Kulu dua ederek kendisine elini kaldırdığı zaman, O, ellerini boş çevirmekten istihya eder." (Tirmizî, Daavât 118, (3551); Ebû Dâvud, Salât 358, (1488).

Hayiy, çok haya eden, fazlaca utanan demektir. Haya vasfını Allah hakkında lügat manasında kullanmak uygun değildir. Çünkü, lügat olarak haya, kişide ayıplanma ve kınanma korkusu gibi bir şey sebebiyle hâsıl olan değişme ve inkisâr mânasına gelir. Böyle bir hâl Zât-ı Zülcelâl hakkında muhaldir. Öyle ise lügat yönüyle "çok utanan" mânasına gelen hayiy kelimesi Allah hakkında kullanılınca, bundaki gaye maksuddur.

Hayadan maksad ve gaye ayıplanacak şeyin yâni hoş olmayan şeyin terki olduğuna göre, ulemâ, Allah hakkında şu mânada anlamıştır:

Allah'ın "hayiy" olması, kulu memnun edecek şeyi yapması, ona zarar verecek şeyi terketmesi demektir. Öyle ise sadedinde olduğumuz hadisi, "Cenab-ı Hakk, dua eden kuluna, kulun hayrına olan şeyi mutlaka verir, duasını sevapsız, boş bırakmaz" diye anlayacağız. Bu "verme" işinin Cenab-ı Hakk'ın hikmeti muktezasınca, ya "istediğine aynen kavuşması" yahut "daha iyisinin verilmesi" yahut da "sevap verilmesi, günahlarının azaltılması" şeklinde tecelli edeceği şeklinde anlamak gerekir...

Hz. İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) duayı üç kere yapmaktan, istiğfarı üç kere yapmaktan hoşlanırdı." (Ebû Dâvud, Salât 361, (1524).

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ısrar ve tekrar tavsiye etmektedir. Bu rivâyet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, dua veya istiğfar ettiği zaman üçer sefer tekrarladığını göstermektedir.

Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Acele etmediği müddetçe herbirinizin duasına icâbet olunur. Ancak şöyle diyerek acele eden var: "Ben Rabbime dua ettim duamı kabul etmedi." (Buhârî, Daavât 22; Müslim, Zikr 92, (2735); Muvatta, Kur'an 29 (1, 213); Tirmizî, Daavât 145, (3602, 3603); Ebû Dâvud, Salât 358, (1484).

Müslim'in diğer bir rivâyeti şöyledir:

"Kul, günah talebetmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasını istemedikçe duası icâbet görmeye (kabul edilmeye) devam eder."

Tirmizî'nin bir diğer rivâyetinde şöyledir:

"Allah'a dua eden herkese Allah icâbet eder. Bu icâbet, ya dünyada peşin olur, ya da ahirete saklanır, yahut da dua ettiği miktarca günahından hafifletilmek sûretiyle olur; yeter ki günah taleb etmemiş veya sıla-ı rahmin kopmasını istememiş olsun, ya da acele etmemiş olsun."

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu hadislerinde dua eden insanların bir zaafına dikkat çekmektedir: "İsti'cal" yani acelecilik. Bir başka ifâde ile duanın hemen karşılığını görme arzusu, Müslim'in bir rivâyetinde "Ya Rasulallah İsti'cal nedir?" diye sorulunca şu açıklamayı yapar:

"Dua ettim, ettim de hiçbir neticesini görmedim" der ve o anda duayı terkeder."

Şu halde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), duanın terkine sevkedecek bir aceleciliği hoş görmüyor. Bu sebeple, her hâlukârda dua etmeye devam edilmesi için, duanın mutlaka netice vereceğini kesin bir dille ifâde ettikten sonra bu kabulün şu sûretlerden biriyle olcağını belirtir:

"1. Ya isteğe uygun olarak dünyada görülecek bir şekilde makbul olur.

2. Ya âhirette verilmek üzere sevap takdir edilir.

3. Yahut günahları affedilir."

Şu halde, bu hadis, neticeye hiç aldırmadan dua etmeye, Allah'tan hayırlı şeyler istemeye devam etmeye teşvik etmektedir. Duayı ibadetin, kulluğun bir gereği bilip, ara vermeden devam etmelidir. Mü'min ibadetten usanmaz, zaten hayatının gayesi ibadet ve kulluktur. Zîra Allah insanları sadece ve sadece ibâdet için yaratmış bulunmaktadır (Zâriyat, 51/56). İcâbetin gecikmesi, henüz vakti gelmediğinden, yahut daha çok ibadet edip mübâlağa göstermesi gereğindendir. Zîra, Cenâb-ı Hakk duada mübâlağa ve ısrarı sevmekte, çok dua edenlerin duasını kabul buyurmaktadır.

(İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/545.)

Selam ve dua ile...

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 15 Nis 2013 21:44:22
1) Ukbe bin Amir el-Cuheni (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e on kişilik bir topluluk (heyet) geldi. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dokuzu ile beyatleşti ve birinden el çekti.

Dediler ki:

−Ya Rasulallah! Dokuzu ile beyatleştin, bunu neden terk ettin?

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−‘Şüphesiz ki onun üzerinde temime (muska) var!’ dedi.

Sonra Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onu eliyle kopardı ve onunla da beyat etti ve:

−‘Kim, temime (muska) takarsa, kuşkusuz ki Allah’a şirk koşmuştur!’ buyurdu.”

Ahmed 17427, Albânî Silsiletu’l-Ehadisi’s-Sahiha 1/492

2) Zeynep (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:

“Abdullah ibni Mesud (Radiyallahu Anh) (çarşıda) ihtiyacını gördükten sonra evin kapısına geldiği (eve gireceği) zaman, yanımızda kendisinin hoşlanmayacağı bir şeyle ansızın karşılaşmamak için öksürüp tükürürdü. Nitekim bir gün Abdullah aynı şekilde geldi ve kapının önünde öksürdü. Bu sırada yanımda yaşlı bir kadın vardı, bana humra (denilen bir veba çeşidine) karşı rukye yapardı. Yaşlı kadın Abdullah’ın sesini işitince korkusundan sedirin altına gizlendi.

Abdullah gelip yanıma oturdu. Bu sırada boynumdaki ipi görünce, bana:

−Bu ip nedir? dedi.

Ben de dedim ki:

−Humreden dolayı onunla bana rukye yapılan bir iptir.

Abdullah hemen onu çekip koparıp attı ve şöyle dedi:

−Andolsun ki, Abdullah’ın ailesi şirkten uzaktır! Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i şöyle buyururken işittim:

−‘Şüphesiz temaim ve tivele şirktir!’

Zeynep (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:

−Allah’a yemin ederim ki, bir gün dışarı çıktım, biri bana baktı ve gözümden yaş aktı. Gözümü Yahudi bir kadına okuduğum vakit yaş akması kesildi! Okumayı terk ettiğim vakit ise gözümden yine yaş aktı!

Abdullah ibni Mesud (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

−O ancak şeytanın işidir! Yahudi sana rukye yapıp sen şeytana itaat ettiğin vakit seni bırakıyor. Sen ona asi olduğun vakit parmağını gözüne sokuyor! Eğer sen, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yaptığı gibi yapsaydın daha hayırlı ve şifa bulmaya daha layık olurdun! Gözün ağrıdığı zaman, gözüne suyu serpersin ve şöyle dersin dedi.”

أَذْهِبِ الْبَاسَ، رَبَّ النَّاسِ، اِشْفِ، أَنْتَ الشَّافِي، لاَشِفَاءَ إِلاَّ شِفَاؤُكَ، شِفَاءً لاَيُغَادِرُ سَقَماً
Duanın Manası “Ey İnsanların Rabbi! Hastalığını giderip, şifa ver. Sen şifa verensin. Senin şifandan başka hiçbir şifa yoktur. Hiçbir hastalık bırakmayacak şekilde şifa ver!”

Ahmed 3615, İbni Mace 3530, Ebu Davud 3883

Temaim: Temimenin çoğuludur.

Temime: Nazar boncuğu ve muska demektir. Çocukların veya büyüklerin boyunlarına asılan veya kötülüğü özellikle de göz değmesini gidermesi veyahut da fayda vermesi için ev ve arabaların üzerine asılan boncuk ve kemiktir.

Temime; kulun, istenen ve arzulanan hayırlı işini tamamlanması veya zararı kendisinden savması için boynuna astığı veya edindiği, onda sebep olduğuna inandığı şeydir. Çünkü Allah-u Teâlâ o şeyi ne şer’î, ne de kaderi bir sebep kılmıştır.

O halde temime (muska ve nazarlık), deriden, kâğıttan, boncuklardan veya ip gibi şeylerden edinilen ve göğüs, pazu ve bileğe veya evin kapısına veya arabaya veyahut da herhangi bir yere asılan içerisinde zikir ve dualar olan muskalardır.

Bu, bazı kimselerin ishal ve kusma gibi iç hastalıkları gidermesi için karın bölgesine astıkları ve zamanımızda çokça gördüğümüz şeylerdir. Bazı kimseler arabasına ayı veya tavşanın başını koymakta veya arabasının dikiz aynasına boncuklar ve ağaçtan yapılmış tesbihler asmakta veya siyah kayışlar ve iplikler koymakta ve bunların trafik kazalarını savdıklarına, kötülük ve afetlere engel olduklarına inanmaktadırlar.

Bazıları da nazardan korunmak için içerisine küçük göz şeklinde zincir takmaktadırlar. Bütün bunlar, muska ve nazarlıkların tür ve şekilleridir ve hepsi de, eğer bu gibi şeylerin iyiliği sağlama ve zararı savmanın bir sebebi olduklarına inanıyorlarsa, şirktir!

Temime’nin anlamları:

a) Göz değmesini engellemek için boyna takılan bir nesne.

b) Sırma yahut ipe dizilen alacalı, beyazlı, siyahlı boyuna asılan boncuktur.

c) İçerisine sure veya koruma duaları yazılan kolyedir.

d) Çocukların boyunlarına asılan muskadır.

Tivele: Kadını kocasına, kocasını da karısına sevdirdiğini idda ettikleri şeydir. Bu, bir tür sihirdir ve halk arasında muhabbet muskaları diye bilinir. Gerçekte bu, muskanın bir türüdür ve sihirbaz onunla şirki rukye ile rukye yapar. Böylelikle kadını, kocasına, kocasını da karısına sevdirir.

 

3) Ruveyfia bin Sabit (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Ya Ruveyfia! Her halde benden sonra hayat senin için uzun olacak. İnsanlara haber ver ki; herkim, sakalına düğüm atarsa yahut boynuna göz değmemesi için boncuk vs. takarsa yahut hayvan dışkısıyla veya kemikle istinca ederse, Muhammed o kimseden uzaktır!’ buyurdu.”

İstinca: Tuvalet temizliği.

Nesei 5082, Ebu Davud 36, Ahmed 4/108

4) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Kim, nazar boncuğu veya muska takarsa Allah’a şirk koşmuştur!”

Ebu Davud 3910, Tirmizi 1614, İbni Mace 3538, Albânî Sahiha 430, 492, Ahmed Müsned 4/156

5) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Efsun yapmak, muska takmak ve muhabbet için okuyup üflemek şirktir!”

Ebu Davud 3883, İbni Mace 3530, İbni Hibban 1412, Ahmed bin Hanbel Müsned 1/381, Albânî Sahiha 331

6) Hamza (Rahmetullahi Aleyh) şöyle dedi:

“Ben, Abdullah bin Ukeym (Radiyallahu Anh)’ın yanına girdiğimde yüzünde bir kızıllık vardı.

Bunun üzerine kendisine:

−Temime (muska) takmaz mısın? dedim.

Bunun üzerine Abdullah bin Ukeym (Radiyallahu Anh) bana:

−Temimeden (muskadan) Allah’a sığınırız! dedi.

Çünkü Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Kim, (kendisine fayda verdiğine veya kendisinden zararı giderdiğine inanarak muska, nazarlık ve buna benzer) bir şey takarsa, Allah onu o taktığı şeyle başbaşa bırakır!’ buyurdu.”

Ahmed bin Hanbel Müsned, Tirmizi 2152, Hakim

Allâme Muhammed Nâsıruddin el-Albânî (Rahmetullahi Aleyh) şöyle demiştir:

“Bu dalalet yani sapıklık, günümüzde bedeviler, çiftçiler ve bazı şehirli insanlar arasında hâlâ yaygın bir durumdadır. Bunun bir benzeri de, bazı şoförlerin arabalarının önlerine ve aynanın üzerine astıkları boncuklardır. Bazıları ise arabasının önüne veya arkasına eski bir at nalı asmaktadırlar.

Yine başkaları evinin veya dükkânının önüne at nalı asmaktadırlar. Bütün bunları, göz değmesini nazarı kovmak için yaptıklarını idda etmektedirler. Bunun dışında daha büyük bela ve musibetler de vardır ki bunların da sebebi, tevhidi bilmemek ve tevhide aykırı olan şirki amellerdir.

Zira Nebilerin gönderilmesi ve kitapların indirilmesindeki gaye, putperestlerin amellerinden olan bu gibi şeyleri ortadan kaldırıp yok etmektir. Günümüzde Müslümanların cahil kalmalarını ve dinden uzaklaşmalarını, Allah-u Teâlâ’ya şikayet ederiz!”

Albânî Silsiletu’l-Ehadisi’s-Sahiha 1/490, 492

Cevşen Takmak Haramdır!!!

Cevşen diye bilinen ve insanların boynuna astığı, Kur’an ve Sahih Sünnette yeri olmayan uydurma bir şeydir. Cevşen, sözlükte “bir tür zırh, savaş elbisesi” anlamına gelmektedir.

Terim olarak ise Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e isnad edilip Cevşen-i Kebir ve Cevşen-i Sagir diye bilinen, birbirinden farklı uzun Kur’an ve Sahih Sünnette yeri olmayan bir duanın adıdır. Bu, Kur’an ve Sahih Sünnette yeri olmayan cevşeni şöyle açıklıyorlar.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Cebrail geldi ve bana dedi ki; Ya Muhammed! Sana birkaç kelime getirdim. Bunları senden önce hiçbir Nebiye getirmedim!”

Bu hadis dedikleri şey tamamen uydurma olup asılsızdır! Güya diyorlar ki, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) savaşta zırhını çıkartıp, cevşeni boynuna asmıştır. Allah (Azze ve Celle)’den biraz olsun korkan böyle bir şey söyleye bilir mi?

Cevşenle muskanın arasında hiçbir farkı yoktur! Çünkü insanlar her ikisinide kendilerini kötü şeylerden koruduğuna inanarak takıyorlar. Yoksa neden taksınlar ki? Kişi vücudunun her hangi bir yerine kendini koruması için her hangi bir şeyi takması şirktir!!!

alıntı

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.340
  • 28.795
  • 227.340
# 16 Nis 2013 06:32:43
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyorlar ki :
* Birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun.*
* Başkalarının kusurlarından bahsetmek istediğin vakit, kendi kusurlarını hatırla. o zaman başkalarının kusurlarıyla alakadar olmaya hakkın olmadığını hatırlarsın.*
______Ey Rabbimiz! Biz zayıf ve kusurlu kullar, nefislerimizi dizginlemekten aciz kaldık. Bizi nezdinden bahşedeceğin tam bir azm ü ikdamla ve ''Lâ havle velâ kuvvete illâ billah - Gerçek havl ve kuvvet sadece Allah'tandır'' hazinesinden lütfedeceğin kuvvetle rızıklandır.. nefislerimizin kirlerinden, lekelerinden arındır ve günahlarla âlûde şu kullarını şekâvete götüren yollara düşmekten muhafaza eyle.. bizi, sürekli kötülüğü emreden nefislerimizin merhametsizliğine ve insî, cinnî şeytanların acımasızlığına terk etme.. ilahî güç ve sıyanetinle teyid edip masivaya el açmaktan müstağni kıl.. işlediğimiz kötü amellerden ve kendi dar anlayışımız yüzünden teferruata dair hususları da sayıp dökerek mübalağa ettiğimiz isteklerimizden dolayı rahmetinden mahrum eyleme!
______Efendiler Efendisi'ne, O’nun nezih aile fertlerine, seçkin arkadaşlarına salât ü selam ederek bunları Senden dileniyoruz, Rabbimiz! Amin

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.429
  • 177.419
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.429
  • 177.419
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 15 Tem 2014 15:51:14
“Öyle bir zaman gelecek ki o zaman şu üç şeyden daha kıymetli birşey olmayacaktır: Helal para, can u gönülden arkadaşlık yapılacak bir kardeş ve kendisiyle amel edilecek bir sünnet.” (Heysemî, I, 172)

“Öyle bir zaman gelecek ki, kişi helâlden mi haramdan mı kazandığına aldırmayacak!” (Buharî, Büyû; 7)

Çevrimdışı yurtiçi45

  • Aktif Üye
  • **
  • 813
  • 836
  • 813
  • 836
# 19 Tem 2014 04:46:43
Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (aleyhissalâtü vesselâm) şöyle buyurmuştur:
 
“Üç sınıf insan vardır ki, hesap gününde Allah Teâlâ onlarla konuşmayacak, onları temize çıkarmayacak ve onların yüzlerine bile bakmayacaktır. Onlar için korkunç bir azap vardır. İşte bunlar; zina eden yaşlı, yalan söyleyen hükümdar ve kibirli olan fakirdir.” (Müslim, imân 172)
 


 
 
 

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.429
  • 177.419
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.429
  • 177.419
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 05 Nis 2015 16:12:11
“Öyle bir zaman gelecek ki doğru söyleyenler yalanlanacak, yalancılar ise doğrulanacak. Güvenilir kimseler hain sayılacak, hâinlere güvenilecek. İnsanlardan şâhidlik etmeleri istenmediği halde şâhidlik edecekler, yemin etmeleri istenmediği halde yemin edecekler,” (Taberâni, XXIII, 314)

Öyle bir zamanın geleceği, insanların kalblerinin dünya sevgisi ile dolacağı, cihadı zarar olarak görüp zekat vermeyi altından kalkılması zor bir borç olarak görecekleri bildirilir. (Ali el-Müttaki, Kenz, III, 236/6322)

Çevrimdışı toprak

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.569
  • 1.597
  • 1.569
  • 1.597
# 03 May 2015 00:33:16
Allah cümlemize haramlardan kaçmayı nasip etsin. Ahir zamanda imtihan zor.

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.429
  • 177.419
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.429
  • 177.419
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 17 May 2015 23:29:23
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Allah cümlemize haramlardan kaçmayı nasip etsin. Ahir zamanda imtihan zor.
Amin ecmain...

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.429
  • 177.419
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.429
  • 177.419
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 22 Ara 2015 20:17:22
EFENDİM
 "Ruhum sana aşık, Sana hayrandır Efendim,
 Bir ben değil alem sana kurbandır Efendim.
 Ta arşa çıkar her gece aşıkların ahı,
Didarına aşık Ulu Yezdan'dır Efendim.
 Aşkınla Buhurdan gibi tütmekte bu kalbim,
 Sensiz bana Cennet bile hicrandır Efendim.
 Kıtmirinim ey Şah-ı Rusül, kovma kapından,
 Asilere, lütfun yüce fermandır Efendim..

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK