Emile Ya Da Eğitim Üzerine

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
12 Eyl 2016 08:47:08
Emile ya da Eğitim Üzerine

Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU'nun "EMILE YA DA EĞİTİM ÜZERİNE" isimli eseri Milli Eğitim Bakanlığının 2016 yaz semineri için öğretmenlere tavsiye ettiği kitaplardan biridir.

Kitap 1762 yılında yayınlanmıştır.
Emile, görünüşte bir çocuk terbiye kitabıdır.
Anne ve babalara çocuklarını eğitirken karşılaştıkları problemleri sunan bir kitaptır.
Emile J. J. Rousseau’nun evlat edindiği hayali bir çocuktur.
Yazar bu kitapta; nasıl iyi anne ve baba olunur,
sağlıklı bir çocuk yetiştirmek için nelere dikkat etmek gerekir,
çocuk için önemli olanlar ne, gibi konuları işlemiştir.
Çocuğun yetiştirilme evrelerini beş bölüme ayırmış ve her çağda yapılması gerekenleri ayrıntılı bir şekilde ele almıştır.
Kitabın kahramanı olan Emile, tamamen doğal yetiştirilen bir çocuk; beslenmesinden, yaşadığı yere, oyuncaklarından aldığı eğitime ve hastalandığı zaman tedavisinin bile doğal bir şekilde karşılandığı doğayla uyum içinde yetiştirilen bir çocuktur.

1. Kitap (Bölüm):
Doğuştan İlk Çocukluk Çağına Kadar
Bu dönemde çocuk aile ve çevreyle etkileşim içindedir bu nedenle bu iki eğitim öğesi vurgulanacaktır.
2. Kitap (Bölüm):
Çocukluğun İkinci Devresi (Konuşan Çocuk Çağı)
3. Kitap (Bölüm):
İlk gençlik çağı
4. Kitap (Bölüm):
Büluğ: İnsanın gerçek kişiliği bu çağda başlar.
5. Kitap (Bölüm):
Büluğ sonrası dönemi.

Kitap hakkında daha ayrıntılı bilgi [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] linkinde yayınlanan
"Meb'in Öğretmenlere Tavsiye Ettiği Eserlerin Tanıtım Bilgileri" çalışmasında mevcuttur.

Not:
Milli Eğitim Bakanlığının 2016 yaz semineri için öğretmenlere tavsiye ettiği kitap ve filmler ile ilgili yaptığım paylaşımların linkleri :

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 13 Eyl 2016 08:44:38
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU'nun "EMILE YA DA EĞİTİM ÜZERİNE" isimli eserinden alıntı :

BİRİNCİ KİTAP

Her şey, Yaratıcı’nın elinden çıktığında iyidir; insanoğlunun elinde bozulur.
İnsanoğlu bir toprağı başka bir toprağın ürünlerini beslemeye, bir ağacı başka bir ağacın meyvelerini taşımaya zorlar; iklimleri, elementleri, mevsimleri birbirine karıştırır, karmakarışık yapar; köpeğini, atını, tutsağını sakatlar; her şeyi altüst eder, her şeyin biçimini değiştirir, biçimsizliği, aykırı yaratıkları sever; hiçbir şeyi, hatta insanı bile, doğanın yaptığı şekliyle istemez.
İnsanın, eğitim yerinde eğitilen bir at gibi, kendisi için eğitilmesi gerekir; onu, bahçesindeki bir ağaç gibi, kendi tarzında yetiştirmelidir.
...
Doğduğumuzda sahip olmadığımız ve büyüdüğümüzde gereksinim duyduğumuz her şey bize eğitimle verilir.
Bu eğitim bize doğadan ya da insanlardan ve şeylerden gelir.
Yetilerimizin ve organlarımızın içsel gelişmesi doğanın eğitimidir;
bu gelişmenin bize öğretilen kullanımı da insanların eğitimi,
bizi etkileyen nesneler hakkında kendi deneyimimizle edindiğimiz bilgi de şeylerin eğitimidir.
Dolayısıyla her birimiz ÜÇ TÜRLÜ öğretmen tarafından yetiştiriliyoruz.
Bu öğretmenlerin verdikleri çeşitli dersleri bir öğrenci birbirine karşıt olarak kullanmışsa bu öğrenci iyi yetişmemiştir ve hiçbir zaman kendisiyle uyuşmayacaktır.
Tüm bu dersler bir öğrencide AYNI NOKTALARDA buluşur ve AYNI AMAÇLARA yönelirse, bu öğrenci tek başına amacına ulaşır ve buna göre yaşar; yalnızca o, iyi yetişmiş olur.
...
Tüm yerlerin belirlenmiş olduğu toplumsal düzende herkes kendi yerine göre yetiştirilmelidir.
Eğer belli bir yer için yetiştirilmiş bir kimse yerinden çıkarsa artık hiçbir işe yaramaz.
...
Güçsüz bir vücut ruhu güçsüzleştirir.
İnsanlar için, iyileştirdiğini öne sürdüğü tüm hastalıklardan daha zararlı olan tıbbın gücü buradan geliyor.
Kendi adıma, hekimlerin hangi hastalıklarımızı iyileştirdiklerini bilmiyorum, ama bize çok daha kötü hastalıklar verdiklerini biliyorum:  Korkaklık, ödleklik, saflık, ölüm korkusu.
Hekimler vücudu iyileştirse de, cesareti öldürüyorlar.
Cesetleri yürütseler, bundan bize ne?
Bize insanlar gerek, ellerinden insanların çıktığı da hiç görülmüyor.

"Güçsüz bir vücut ruhu güçsüzleştirir." tespiti yanıltıcıdır.
Ruhen güçlü insanların (özellikle tasavvuf erbabının) önemli bir kısmı hastalıklı / güçsüz bir bedene sahiptir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 14 Eyl 2016 09:12:02
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU'nun "EMILE YA DA EĞİTİM ÜZERİNE" isimli eserinden alıntı :

Dolayısıyla tıbbın kimseye yararlı olmadığını tartışmıyorum, ama insanlık için zararlı olduğunu söylüyorum.
...
Çocuk, kendini iyi etmeyi bilmediği için hasta olmasını bilsin: Bu sanat ötekinin yerine geçer ve çoğu zaman daha başarılı olur; burada söz konusu olan doğa sanatıdır.
...
Tıbbın tek yararlı yanı hijyendir; bununla birlikte, hijyen bir bilim olmaktan çok bir erdemdir.
...
Çocuğun kazanmasına izin verilmesi gereken tek alışkanlık, hiçbir alışkanlık edinmemesidir; bir kolda ötekinden daha çok taşınmamalı; bir elini öteki elinden daha çok uzatmaya, onu daha sık kullanmaya, aynı saatlerde yemeye, uyumaya, davranmaya, ne gece ne gündüz tek başına kalamamaya alıştırılmamalı.
Vücudunu doğal alışkanlığına bırakarak, onu her zaman kendisine egemen olacak ve her konuda, bir isteği olduğunda, bu isteği gerçekleştirecek duruma getirerek, özgürlüğünün saltanatını yaşamaya ve gücünü kullanmaya şimdiden hazırlayınız.
Çocuk nesneleri ayırt etmeye başlar başlamaz, kendisine gösterilenler içinde bir seçim yapması önemlidir.
Tüm yeni nesneler doğal olarak insanın ilgisini çeker.
İnsan kendisini o kadar zayıf hisseder ki tanımadığı her şeyden korkar:
Yeni nesneleri, onlardan etkilenmeden görme alışkanlığı bu korkuyu giderir.

Örümcek derdi olmayan temiz evlerde yetiştirilmiş çocuklar örümcekten korkarlar ve bu korku çoğu zaman büyüdüklerinde de geçmez.
Ben örümcekten korkan, ne erkek, ne kadın ne de çocuk, hiç köylü görmedim.
...
Çocuk, hiçbir şey söylemeden, çaba sarf ederek elini uzattığında, mesafesini kestiremediği için nesneye eriştiğini sanır ama yanılmaktadır.
Elini uzatarak yakınıp bağırdığında ise artık mesafe konusunda yanılmaz, ya nesneye yaklaştırılmasını ya da size onu getirmenizi BUYURMAKTADIR.
Birinci durumda, onu yavaş yavaş, küçük adımlarla, nesneye götürün.

İkinci durumda onu duymuyormuş gibi yapın; ne kadar çok bağırırsa o ölçüde az işitmelisiniz.
Onu ne insanlara –çünkü onların efendisi değildir– ne de kendisini hiç duymayan nesnelere buyurmamaya erkenden alıştırmak önemlidir.
Örneğin çocuk gördüğü bir şeyi istiyorsa ve bu da ona verilebilir bir şeyse, o zaman bu şeyi çocuğa getirmektense çocuğu ona götürmek daha doğru olur: O, bu uygulamadan yaşına göre bir sonuç çıkarır ve bu sonucu ona esinlemenin başka hiçbir yolu yoktur.
...
Bu kuralların asıl amacı, çocuklara daha çok gerçek özgürlük ve daha az egemenlik tanımak, kendi kendilerine daha çok şey yapmalarını ve başkasından daha az şey istemelerini sağlamaktır.
Böylece, arzularını güçleriyle sınırlandırmaya erkenden alışarak, güçlerinin yetmediği şeyin yoksunluğunu daha az hissedeceklerdir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 15 Eyl 2016 09:40:07
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU'nun "EMILE YA DA EĞİTİM ÜZERİNE" isimli eserinden alıntı :

İKİNCİ KİTAP
...
Eğer çocuk narin, duyarlı ise, doğası gereği yararsız ve sonuçsuz çığlıklar atarak yok yere bağırmaya başlarsa, ben az sonra bunun kaynağını kuruturum.
Ağladığı sürece yanına gitmem; susar susmaz da koşa koşa giderim. Kısa bir süre sonra beni çağırma biçimi susmak ya da en çok tek bir çığlık atmak olacaktır.
Çocuklar duygularını işaretlerin gözle görülür sonucuna göre değerlendirirler, onlar için hiçbir başka uzlaşım yoktur:
Bir çocuk bir yerini acıttığında, yalnız ise, duyulmak umudu olmadıkça, çok ender olarak ağlar.
Düşse, başı şişse, burnu kanasa, parmaklarını kesse, çevresinde telaşlı bir halle dört dönecek yerde, hiç olmazsa az bir süre dingin kalırım.
Olan olmuştur, buna katlanması zorunludur; benim tüm telaşım onu daha çok ürkütmekten ve duyarlılığını artırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.
Aslında, insan yaralandığında onu üzen, yaradan çok korkudur.
Ben hiç olmazsa onu bu korkudan kurtaracağım; çünkü çok kesin olarak, acısını benim bu acıyı nasıl DEĞERLENDİRDİĞİMİ görerek değerlendirecektir; benim kaygıyla yanına koştuğumu, kendisini avuttuğumu, kendisine acıdığımı görürse, kendisini mahvolmuş hissedecektir; benim soğukkanlılığımı koruduğumu görürse, o da hemen yeniden soğukkanlılığına kavuşacak, acıyı artık hissetmeyince de geçtiğini sanacaktır.
İşte bu yaşta ilk cesaret dersleri alınır ve hafif acılara korkmadan dayanarak, yavaş yavaş büyük acılara dayanmak öğrenilir.
Emile yaralanmasın diye dikkat etmek şöyle dursun, hiçbir zaman yaralanmaması, acıyı tanımadan büyümesi beni çok üzerdi.
Acı çekmek onun öğrenmesi gereken ve bilmesi son derece gerekli ilk şeydir.

...
İradesini gerçekleştiren tek insan, bunun için başkasının yardımına gereksinimi olmayan insandır:
Buradan, tüm iyiliklerin en başta geleninin otorite değil, özgürlük olduğu sonucu çıkar.
Gerçekten özgür olan insan yalnızca yapabileceğini ister ve hoşuna gideni yapar.
İşte bu benim temel özdeyişim. Yeter ki bunu çocuklara uygulayalım, o zaman tüm eğitim kuralları bundan doğacaktır.
Toplum, insanı yalnızca kendi gücü üstündeki haklarını elinden alarak değil, özellikle bu gücü onun için yetersiz kılarak daha zayıf kıldı.
İşte bu yüzden insanın arzuları, zayıflığı arttıkça artar; çocukluk çağı erişkinlik çağına kıyasla bu yüzden daha zayıftır.
Eğer büyük insan güçlü bir varlık, çocuk da zayıf bir varlıksa, bunun nedeni büyük insanın çocuktan daha çok mutlak güce sahip olması değil, büyük insanın doğal olarak kendi kendine yetmesi, çocuğun ise kendi kendine yetmemesidir.
Büyük insanın dolayısıyla daha çok istekleri, çocuğun da daha çok hayalleri olmalıdır; hayal sözcüğüyle, gerçek gereksinimler olmayıp, ancak başkasının yardımıyla giderilebilen arzuları kastediyorum.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 16 Eyl 2016 11:21:19
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU'nun "EMILE YA DA EĞİTİM ÜZERİNE" isimli eserinden alıntı :

İşte çocuklara verilen ve verilebilen tüm ahlak dersleri aşağı yukarı şu ifadelere indirgenebilir:
Öğretmen:
- Bunu yapmamak gerekir.
Çocuk:
- Peki, neden yapmamak gerekir?
Öğretmen:
- Çünkü bu kötü.
Çocuk:
- Kötü ha! Kötü olan şey nedir?
Öğretmen:
- Size yasaklanan şey.
Çocuk:
- Bana yasaklanan şeyi yapmamda ne sakınca var?
Öğretmen:
- Karşı geldiğiniz için cezalandırılırsınız.
Çocuk:
- Ben de öyle yaparım ki hiç kimse farkına varmaz.
Öğretmen:
- Gözetlerler sizi.
Çocuk:
- Ben de saklanırım.
Öğretmen:
- Sizi sorguya çekerler.
Çocuk:
- Yalan söylerim.
Öğretmen:
- Yalan söylememeli.
Çocuk:
- Neden yalan söylememeli?
Öğretmen:
- Çünkü kötüdür de ondan vb.

İşte kaçınılmaz fasit daire.
Dışına çıkın, o zaman çocuk artık sizi duymaz.
Bunlar çok yararlı bilgiler değil mi?
Bu diyaloğun yerine ne konulabileceğini doğrusu çok merak ediyorum.
Locke da bu konuda çok sıkıntı çekmiş olmalı.
İyilikle kötülüğü tanımak, insanlık görevlerinin nedenini sezmek bir çocuğun işi değildir.
...
Görev mantığı yaşlarına uygun olmadığı için dünyada hiç kimse onlara bunu gerçekten hissettirmeyi başaramaz:
Ancak cezalandırılma korkusu,
bağışlanma umudu,
usandırma,
yanıt verme sıkıntısıyla,
kendilerinden istenen her itirafa hazırdırlar ve
canlarını sıktığımızda ya da gözlerini korkuttuğumuzda, onları inandırmış olduğumuzu sanırız.

Bundan ne çıkıyor?
Önce, bilincinde olmadıkları bir görevi onlara zorla benimseterek, zorbalığınızla onları tedirgin ediyor ve sizi sevmekten uzaklaştırıyorsunuz; ayrıca onlara, ödül koparmak ya da cezalardan kurtulmak için sinsi, sahteci, yalancı olmalarını öğretiyorsunuz; son olarak da, onları gizli bir nedeni her zaman apaçık bir nedenle örtmeye alıştırarak, onlara durmadan sizi aldatma, gerçek karakterleri hakkında bilgi edinmenizi engelleme, kendinize ve başkalarına da fırsat düştüğünde boş laflarla avunma olanağı sağlıyorsunuz.
Diyeceksiniz ki, yasalar vicdan için zorunlu olsa bile, yetişkin insanlara da birtakım zorlamalar getirir.
Bunu kabul ediyorum; ama bu insanlar eğitimin şımarttığı çocuklardan başka nedir ki?
Tam olarak önlenmesi gereken de işte budur.
Gücü çocuklar,
aklı da yetişkinler için kullanın;
doğal düzen böyledir:
Akıllı insanın yasalara gereksinimi yoktur.

...
Öğrencinize hiçbir şekilde sözlü ders (nasihat) vermeyin; o, derslerin yalnızca deneyimini almalıdır; ona hiçbir türlü ceza da vermeyin, çünkü kabahatli olmanın ne olduğunu bilmez; ona hiçbir zaman af diletmeyin, çünkü o sizi kırmayı beceremez.
Eylemlerinde her türlü AHLAK ANLAYIŞINDAN YOKSUN olduğundan, ahlak açısından kötü olan ve ne cezayı ne de azarlanmayı gerektiren hiçbir şey yapamaz.


Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 17 Eyl 2016 07:47:03
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU'nun "EMILE YA DA EĞİTİM ÜZERİNE" isimli eserinden alıntı :

Ruh, tüm yetilerine sahip oluncaya kadar, çocuklar onu hiç kullanmamalı;
çünkü kör olduğu halde ona uzattığınız meşaleyi görmesi ve düşüncelerin o uçsuz bucaksız ovasında çok iyi gören gözler için aklın henüz belli belirsiz çizdiği yolu izlemesi olanaksızdır.
Dolayısıyla ilk eğitim tümüyle olumsuz olmalıdır.
Erdemi ve gerçeği öğretmek değil, yüreği kötülüğe karşı, zihni yanlışa karşı korumak üzerinde yoğunlaşmalıdır.

...
İlk görevlerimiz kendimize karşıdır; ilk duygularımız da kendi içimizde yoğunlaşır; tüm doğal hareketlerimiz önce yaşamımızı sürdürmemize ve rahatımıza yöneliktir; böylece ilk adalet duygusu borçlu olduğumuz değil, bize borçlu olunan adaletten gelir ve çocuklara önce görevlerinden söz edip, hiçbir zaman haklarından söz etmeyerek onlara gerekenin tersini, anlayamayacakları ve onları ilgilendirmeyen şeyi söylemekle işe başlamak verilen genel eğitimin yanlışlarından biridir yine.
...
Genç öğretmenler, rica ederim, bu örneği düşünün ve derslerinizin her konuda sözden çok eylem içermesi gerektiğini aklınızdan çıkarmayın:
Çünkü çocuklar söylemiş olduklarını ve kendilerine söylenmiş olanları kolayca unuturlar, ama yapmış olduklarını ve kendilerine yaptırılmış olanları unutmazlar.
...
Dahası var; çocukların tüm verdikleri sözler kendiliklerinden geçersizdir, çünkü onların sınırlı görüşleri şimdiki zamanın ötesine uzanamaz, söz vermekle ne yaptıklarını bilmezler.
Çocuk söz verdiğinde ancak yalan söyleyebilir; çünkü yalnızca şimdiki zamanda işin içinden sıyrılmayı düşündüğünden, bu zamanda etkili olmayan her yol ona vız gelir.
Gelecek zaman için söz verirken, hiçbir şeye söz vermiş olmaz ve henüz uykuda olan hayal gücü varlığını iki farklı zaman üzerine yaymayı bilemez.
...
Çocukların usavurma yetisi olmadığından gerçek belleği de yoktur.
Çocuklar sesleri, şekilleri, ender olarak da düşünceleri, daha ender olarak da bunların bağlantılarını unutmazlar.
...
Hayır, eğer doğa bir çocuğun beynine her çeşit izlenimi edinmesini sağlayacak esnekliği veriyorsa, bunu bu esneklik o beyne kral adları, tarihler, arma, dünya, coğrafya terimleri ve yaşına göre hiçbir anlamı olmayan ve hangi yaş için olursa olsun hiçbir yarar sağlamayan, onun o üzücü ve verimsiz çocukluğunu bunaltan tüm sözcükler kazınsın diye değil, anlayabildiği ve onun için yararlı, onun mutluluğunu ilgilendiren ve onu bir gün görevleri konusunda aydınlatması gereken tüm düşünceler oraya erkenden silinmez harflerle yazılsın ve onun ömrü boyunca varlığına ve yetilerine uygun bir biçimde davranmasına yarasın diye veriyor.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 18 Eyl 2016 08:23:07
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU'nun "EMILE YA DA EĞİTİM ÜZERİNE" isimli eserinden alıntı :

Emile hiçbir şeyi hiçbir zaman ezbere öğrenmeyecektir; masalları, o ne kadar hoş, ne kadar doğal olan La Fontaine masallarını bile ezberlemeyecektir; çünkü tarihteki sözcükler nasıl tarih değilse, masallardaki sözcükler de masal değildir.
Masallara çocukların alacağı ders diyecek kadar nasıl da kör olunabilir?
Hem de ahlak dersinin onları eğlendirirken yanılttığı, onların yalana kapılıp gerçeği kaçırdıkları ve verilen bilgi hoşlarına gitsin diye yapılanın onların bundan yararlanmasını engellediği nasıl görülmez?
Masallar büyük insanlara ders verebilir, ama ÇOCUKLARA GERÇEĞİ AÇIKCA SÖYLEMEK GEREKİR; gerçeğin üstünü bir örtüyle kapatırsanız, çocuklar artık bu örtüyü kaldırmak zahmetine katlanmazlar.
La Fontaine’in masalları tüm çocuklara öğretiliyor, ama içlerinde bunları anlayan bir teki bile yoktur; anlasalardı, bu daha beter olurdu, çünkü masaldan çıkan ahlak dersi o kadar karışık ve yaşlarına göre o kadar oransızdır ki onları erdemden çok kötülüğü itecek gibidir.
Bunlar yine aykırı düşünceler diyeceksiniz; öyle olsun; ama bunların gerçek olup olmadıklarını görelim bakalım.
Çocukların kendilerine belletilen masallardan hiçbir şey anlamadıklarını söyledim, çünkü bunları basitleştirmek için ne kadar çok çaba harcansa da, bunlardan alınması istenen ders, çocuğun kafasına anlayamayacağı düşünceleri zorla sokmaya çalışıyor; hatta masalın şiir yanı bu düşünceleri çocuk için akılda tutulması daha kolay, ama anlaşılması daha güç duruma getiriyor.
Öyle ki açıklık yerine süse bakılıyor.
Çocuklar için anlaşılabilir ve yararlı hiçbir yanı olmayan ve onlara başka masallarla karıştıkları için hiç gereği yokken diğerleriyle birlikte öğretilen bir sürü masalı saymayarak, yazarın özellikle çocuklar için yazılmış gibi görünen masallarıyla yetinelim.
La Fontaine’in tüm masalları içinde yalnızca beş ya da altısını biliyorum ki bunlarda çocuklara özgü doğallığın, saflığın gözetildiği adamakıllı göze çarpmaktadır:
Bu beş ya da altı masaldan ilkini örnek olarak alıyorum, çünkü bu, verdiği ahlak dersi her yaşa göre en uygun olan, çocukların en iyi anladıkları, en çok keyif alarak öğrendikleri, kısacası, yazarın da bu nedenle tercihen kitabının başına koyduğu masaldır.
Gerçekten çocuklar tarafından anlaşılmak, onların hoşuna gitmek ve onlara bir şeyler öğretmek amacıyla yazıldığını varsayarsak, bu masal kesinlikle yazarın başyapıtıdır.
Öyleyse izin verin de bu masalı izleyip kısaca bir inceleyeyim.
Karga ile Tilki –Masal–

Karga Efendi konmuştu bir dala
Efendi! Aslında ne anlama geliyor bu sözcük? Bir özel adın arkasında ne anlam taşıyor? Burada ne gibi bir anlamı var?
Nedir bir karga?
Konmuştu bir dala denir mi? Denmez, bir dala konmuştu denir.
Dolayısıyla burada şiir diline özgü bir devrik söyleyiş biçiminden söz etmek gerekir; düzyazı ile koşuğun ne olduğunu söylemek gerekir.
Ağzında bir parça peynir tutuyordu
Ne peyniri? İsviçre, Brie ya da Hollanda peyniri mi? Eğer çocuk hiç karga görmemişse, ona kargadan söz etmekle ne elde ediyorsunuz?
Gördüyse, kargaların gagalarında peynir tuttuklarını nasıl tasarlayacak? Her zaman doğal görüntüler verelim.
Tilki Efendi kokuyla iştahı kabarınca
Bir Efendi daha! Ama burada sözcük yerinde kullanılmış.
Tilki hilede, kurnazlıkta usta, efendi olarak bilinir. Ne var ki onun nasıl bir hayvan olduğunu söylemek ve gerçek doğal özelliğini masallardaki saymaca özelliğinden ayırmak gerekir.
Peynir kokusuyla iştahı kabarınca!
Bir ağaca konmuş bir karganın tuttuğu bu peynirin bir koruluk ya da bir in içindeki tilki tarafından hissedilmesi için kokusunun çok kuvvetli olması gerekirdi!
Öğrencinizi yalnızca güvenilir olan ilkeleri benimseyen ve başkalarının söylediklerinde gerçeği yalandan ayırt eden mantıklı ve eleştirel anlayışa böyle mi alıştırıyorsunuz?
Ona şöyle dil dökmeye başladı
Şöyle dil! Demek tilkiler konuşuyor ha? Demek kargalarla aynı dili konuşuyorlar ha?
Bilge eğitici, dikkat et: Yanıt vermeden önce söyleyeceğini iyi tart! Bu, senin düşündüğünden daha önemlidir.
Hey! Merhaba, Karga Beyefendi!
Beyefendi! Çocuk bunun bir şeref unvanı olduğunu öğrenmeden önce, alay için kullanıldığını öğreniyor.
Ne kadar hoşsunuz! Bana ne kadar güzel görünüyorsunuz!
Şişirme, gereksiz yineleme. Aynı şeyin başka sözcüklerle yinelendiğini gören çocuk konuşmayı korkakça öğrenir.
Bu yinelemenin yazarın bir ustalığı olduğunu ve övgülerini sözlerle çoğaltır gibi görünmek isteyen tilkinin niyetini gösterdiğini söylüyorsanız, bu özür benim için geçerli olur, ama öğrencim için olmaz.
Yalanım yok! Eğer sesiniz de,
Yalanım yok! Demek kimi zaman yalan söyleniyor, öyle mi? Eğer çocuğa tilkinin yalan söylediği için yalnızca yalanım yok dediğini öğretirseniz, çocuk bundan ne anlayacak?
Tüylerinize benziyorsa,
Benziyorsa! Ne demek oluyor bu? Çocuğa ses ve tüy gibi farklı nitelikleri olan iki şeyi kıyaslamasını öğretin; sizi nasıl anlayacağını göreceksiniz!
Bu ormanın sakinlerinin Anka’sı olursunuz.
Anka! Nedir bir Anka? İşte ansızın o yalancı antikçağın içine atılmış oluyoruz. Neredeyse mitolojinin içine.
Bu ormanın sakinleri! Ne kadar mecazlı bir söylem! Dalkavuk, dilini soylulaştırıp daha çekici kılmak için, ona daha çok saygınlık kazandırıyor.
Çocuk bu inceliği kavrayabilecek midir? Soylu üslupla sade üslubun ne olduğunu acaba biliyor mu, bilebilir mi?
Sevincine diyecek yoktu karganın, bu sözleri duyunca
Bu pek bilinen deyimi anlamak için daha önce çok güçlü duygular yaşanmış olması gerekir.
Göstermek için güzel sesini
Unutmayın ki çocuğun bu dizeyi ve tüm masalı anlaması için karganın güzel sesinin ne olduğunu bilmesi gerekir.
Açtı koca ağzını, düşürdü peynirini.
Bu dize çok güzel; yalnızca ahengi bile görüntüyü yaratıyor. Açılmış kocaman çirkin bir gaga görüyorum; dallar arasından peynirin düştüğünü görüyorum, ama bu tür güzelliklerden çocuklar yararlanamaz.
Tilki kapıp peyniri dedi ki: Beyefendiciğim,
Bakın iyilik hemen budalalığa dönüşüyor: Çocuklara bir şeyler öğretmek için zaman yitirilmiyor.
Bilin ki her dalkavuk
Genel bir özdeyiş. Artık bir şey anlatmıyor.
Kendisini dinleyen kişinin sırtından geçinir.
On yaşında bir çocuk bu dizeyi kesinlikle anlayamaz.
Bu ders de bir peynire değer, kuşkusuz.
Bu anlaşılıyor ve düşünce çok iyi. Bununla birlikte, dersle peyniri kıyaslayabilecek ve peyniri derse yeğlemeyecek pek az çocuk bulunacaktır.
Öyleyse çocuklara bunun bir şaka olduğunu anlatmak gerekir. Onlara göre de ne incelik bu ya!
Karga, utanmış ve şaşkın,
Bir başka gereksiz laf uzatma; ama bağışlanabilir gibi değil.
Yemin etti, ama biraz geç, bir daha faka basmayacağına.
Yemin etti! Hangi budala öğretmen çocuğa yeminin ne demek olduğunu açıklamak cesaretini gösterir?
İşte size birçok ayrıntı; ama yine de bu masaldaki tüm düşünceleri incelemek ve bu düşüncelerin her birini oluşturan basit, kolay anlaşılır düşüncelere indirgemek için gerekenden çok az bu ayrıntılar.
Ama bunları gençlere anlatmak için bu incelemeye gereksinimi olduğuna inanan kim vardır?
İçimizden hiçbiri kendisini bir çocuğun yerine koymasını bilecek kadar filozof değildir. Şimdi ahlak dersine geçelim.
Soruyorum, acaba çıkarları için dalkavukluk eden ve yalan söyleyen insanlar olduğunu altı yaşındaki çocuklara mı öğretmek gerekir?
Olsa olsa, onlara küçük çocuklarla alay eden ve gizlice onların o budalaca gururunu alaya alan kimselerin bulunduğu öğretilebilir; ama peynir her şeyi bozuyor; onlara peyniri ağızlarından düşürmemekten çok başkasının ağzından düşürtmek öğretiliyor.
Bu benim ikinci aykırı düşüncem, ama hiç de önemsiz değil.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 19 Eyl 2016 10:57:53
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU'nun "EMILE YA DA EĞİTİM ÜZERİNE" isimli eserinden alıntı :

Okuma çocukların belasıdır ve neredeyse ona vermeyi bildiğimiz tek uğraştır.
Emile, ancak on iki yaşında, bir kitabın ne olduğunu bilebilecektir.

Ama diyeceksiniz ki elbette en azından okumayı bilmesi gerekir.
Kabul ediyorum; okuma onun için yararlı olduğunda okumayı bilmelidir; o zamana kadar okuma onun canını sıkmaktan başka bir işe yaramaz.
...
Okuma öğretmenin en iyi yöntemlerini aramak için büyük çaba gösteriliyor.
Yazı masaları, kartlar icat ediliyor, bir çocuğun odası basımevine dönüştürülüyor:
Locke çocuğun okumayı zarlarla öğrenmesini istiyor. Güzel bir buluş değil mi? Yazık!
Tüm bunlardan daha güvenilir olan, ama her zaman unutulan bir yol vardır ki bu, öğrenme isteğidir.
Çocukta bu isteği uyandırın, sonra yazı masalarınızı, zarlarınızı bir yana bırakın; o zaman her yöntem ona uygun olacaktır.

İlginin varlığı; işte en emin şekilde ilerletecek olan en büyük ve tek devindirici güç.
Emile kimi zaman babasından, annesinden, akrabalarından, dostlarından bir akşam yemeği, bir gezinti, gölde bir eğlence, bir bayram davetiyesi alır.
Bu davetiyeler kısadır, açıktır, iyi yazılmıştır.
...
Önemli bir özdeyiş değerinde olan şu sözü ekleyeceğim yalnızca:
Genellikle elde etmek için acele edilmeyen bir şey çok kesin biçimde ve çabuk elde edilir.
Emile’in on yaşına gelmeden okumayı ve yazmayı çok güzel öğreneceğinden neredeyse eminim, ama on beş yaşından önce öğrenmesinin benim için pek bir önemi yok.
Ne var ki, bu okuma bilimini onu yararlı kılacak her şey pahasına öğreneceğine, okumayı hiç öğrenmemesini yeğlerim: Sonsuza dek nefret edecekse, okumanın ona ne yararı olacak?
...
Çocukların ilk özen gösterdikleri şeylerden biri de, daha önce belirttiğim gibi, kendilerini yönetenlerin zayıf yanını keşfetmektir.
Bu eğilim kötülüğe götürür, ama kötülükten doğmaz. Onları tedirgin eden bir otoriteden sıyrılma gereksiniminden doğar.
Onlar, kendilerine vurulan boyunduruğun aşırı yükü altında kaldıkları için, bu boyunduruktan kurtulmaya çabalarlar ve öğretmenlerinde buldukları yanlışlar onlara bu konuda çok güzel olanaklar sağlar.
Bununla birlikte, insanları yanlışlarıyla ele almak ve onlarda yanlışlar bulmak alışkanlığı kazanılır
...
İnsanın ilk doğal etkinliği, çevresindeki her şeyle boy ölçüşmek ve gördüğü her nesnede kendisiyle ilgili olabilen gözle görülür tüm nitelikleri saptamak olduğuna göre, ilk incelemesi, kendi yaşamını korumasına ilişkin bir tür deneysel fiziktir; ama insan daha bu dünyadaki yerini tanımadan spekülatif incelemelerle bu fizikten uzaklaştırılıyor.
Nazik ve esnek organları, üstlerinde etkili olmaları gereken vücutlara uyum sağlayabilirken, henüz arı olan duyguları yanılsamalardan uzakken, bunları kendilerine özgü işlevleri görmeye alıştırmanın tam zamanıdır; şeylerin bizimle olan algılanabilir ilişkilerini tanımayı öğrenmenin tam zamanıdır.
İnsanın anlama yetisi içine giren her şey buraya duyularla geldiği için, insanın ilk düşünme yetisi duyusal bir düşünme yetisidir; zihinsel düşünme yetisine temel oluşturan da bu yetidir.
İlk felsefe öğretmenlerimiz ayaklarımız, ellerimiz, gözlerimizdir. Tüm bunların yerine kitapları koymak bize düşünce yürütmeyi öğretmek değil, başkasının düşünme yetisini kullanmayı öğretmek demektir; bu, çok inanmayı ve kesinlikle hiçbir şey bilmemeyi öğretmek demektir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 20 Eyl 2016 11:52:44
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU'nun "EMILE YA DA EĞİTİM ÜZERİNE" isimli eserinden alıntı :

Çocuğu uyutmanın asıl çaresi onun kendi kendine canını sıkmasını sağlamaktır. Siz öylesine konuşun ki o susmak zorunda kalsın; az sonra uyuyacaktır: Vaazlar, uzun ve can sıkıcı öğütler her zaman işe yarar; ona vaaz vermek onu beşikte ya da kucakta sallamak yerine geçer.
...
İnsanın üç çeşit sesi vardır: Konuşma sesi ya da eklemlemeli ses, uyumlu ya da kulağa hoş gelen ses ve tutkuları dillendiren, şarkıya ve söze canlılık veren dokunaklı ya da vurgulu ses.
Yetişkin insan gibi çocuk da bu üç tür sese sahiptir, ancak bunları yetişkin insan kadar kaynaştırmayı bilemeden kullanır.
O, bizim gibi güler, bağırır, yakınır, haykırır, inler, ama bunlardaki ton değişikliklerini öteki iki sesle karıştırmayı bilmez.
Kusursuz bir müzik bu üç sesi en iyi şekilde bir araya getiren müziktir.
Çocuklar bu müziği beceremezler ve şarkılarında hiçbir zaman ruh yoktur.
Aynı şekilde konuşma sesinde, dillerinde de vurgu yoktur.
Bağırırlar, ama vurgulamazlar; söylemlerinde pek az enerji bulunduğu için seslerinde de pek az vurgu vardır.
Bizim öğrencimizin daha düz, daha da sade bir konuşma biçimi olacaktır, çünkü tutkuları uyanmadığı için, bunların dili kendi diline karışmayacaktır.
Öyleyse ona ezberlemek üzere tragedya ya da komedya rolleri vermeyin, hani yüksek sesle jestler yaparak söz söyleme derler ya, bunu öğretmeye kalkışmayın.
Anlayamayacağı şeylere ton vermeyi ve hiç yaşamadığı duyguları dile getirmeyi bilemeyecektir.
...
Ona okumayı öğretmekte pek acele etmediğim bilindiği için nota öğretmekte de pek acele etmeyeceğim pekâlâ düşünülür.
Onun kafasını güç ve yorucu her türlü ilgiden uzak tutalım ve zihnini saymaca işaretlere odaklamakta hiç acele etmeyelim.
İtiraf edeyim ki bunun güç bir yanı var sanki; çünkü şarkı söylemek için nota bilmek, konuşmak için harfleri tanımaya kıyasla başlangıçta daha gerekli görünmese de yine de aralarında şu fark vardır:
Konuşurken kendi düşüncelerimizi, şarkı söylerken de başkasının düşüncelerini yansıtıyoruz.
Oysa şarkı söylerken düşünceleri yansıtmak için notaları okumak gerekir.
...
Kısacası zevklerimiz ne kadar basitse o ölçüde evrenseldir; hepimizin tiksindiği şeyler karmaşık yemeklerdir.
Sudan ya da ekmekten tiksinen biri hiç görülür mü?
İşte doğanın izlediği yol budur, dolayısıyla bizim kuralımız da budur.
Çocuğun ilk zevkini olabildiğince korumasını sağlayalım; aldığı besin alışılagelen ve basit bir besin olsun, damağı az baharatlı tatlara alışsın, asla ayrıcalıklı bir tada alışmasın.
...
Etten zevk almanın insanlar için doğal bir şey olmadığının kanıtlarından biri şudur:
Çocuklar bu besine karşı ilgisizler ve tümü süt ve süt ürünleri, pasta, meyve vb. bitkisel besinleri yeğliyorlar.
Çocuklardaki bu ilk zevki bozmamak ve onları çok et yiyen kişiler durumuna getirmemek, sağlıkları açısından olmasa bile, karakterleri açısından özellikle önemlidir, çünkü bu sonuç nasıl açıklanırsa açıklansın, çok et yiyenlerin genellikle öteki insanlara kıyasla daha acımasız ve yırtıcı oldukları kesindir; bu gözlem her yer ve her zaman için geçerlidir:
İngilizlerin barbarlığı ünlüdür. Mecusilerse, tersine, insanların en yumuşak huylu olanlarıdır.
Tüm vahşiler acımasızdır, ama töreleri onları hiç de böyle olmaya itmez, bu acımasızlık besinlerinden ileri gelir.
Savaşa ava gider gibi giderler ve insanlara ayı gibi davranırlar. İngiltere’de kasapların bile tanıklığı kabul edilmez, cerrahlarınki de kabul edilmez; en büyük caniler kan içerek adam öldürmeye alışırlar.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 21 Eyl 2016 07:45:10
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU'nun "EMILE YA DA EĞİTİM ÜZERİNE" isimli eserinden alıntı :

ÜÇÜNCÜ KİTAP
...
İnsanın güçsüzlüğü nereden ileri geliyor? Gücüyle arzuları arasındaki eşitsizlikten.
Bizi güçsüz kılan tutkularımızdır, çünkü onları tatmin etmek için doğanın bize verdiğinden daha çok güç gerekiyor.
Öyleyse arzularınızı azaltırsanız, gücünüzü artırmış gibi olursunuz; arzu ettiğinden daha fazlasını yapabilen bir insan gereğinden çok güce sahiptir; kuşkusuz çok güçlü biridir.
İşte, çocukluğun üçüncü durumu budur; şimdi bundan söz edeceğim.
Bu duruma çocukluk demeye devam ediyorum, çünkü dile getirmek için başka bir sözcük bulamadım; hem bu durum henüz ergenlik çağı olmasa da, yetişkinlik çağına yaklaşmaktadır.
...
Her insan mutlu olmak ister, ama mutlu olabilmek için mutluluğun ne olduğunu bilmekle işe başlamak gerekir.
Doğal insanın mutluluğu yaşamı kadar basittir ve mutluluk acı çekmemeyi bilmekte toplanır; onu oluşturan sağlıktır, özgürlüktür, zorunlu olandır.
Ahlak insanının mutluluğu başka bir şeydir;
ama burada söz konusu olan bu değildir; çocukların, özellikle de kibri uyandırılmamış ve genel kanıların zehriyle önceden bozulmamış çocukların ilgisini yalnızca tümüyle maddi nesnelerin çekebildiğini yinelemekten kendimi alamayacağım.
...
Söylev şeklindeki açıklamalardan hiç hoşlanmam; gençler de bunlara pek ilgi göstermezler, bunları akıllarında da tutmazlar.
Bir yığın ıvır zıvır! Sözcüklere fazla güç atfettiğimizi ne kadar yinelesem azdır: Gevezeliğe dayalı eğitimimizle gevezeler yetiştirmekten başka bir şey yapmıyoruz.
...
Mutlu çocuk, zamanı onun kölesi olmadan kullanır; ondan değerini bilmeden yararlanır.
Zamanın art arda gelişini hep aynı değişmezlikte karşılamasını sağlayan dingin tutkuları, gerektiğinde zamanı ölçmekte kullanacağı alet yerine geçer.
...
Bütün bu insanların ustalığı budalaca. Sanki kollarının ve parmaklarının bir işe yaramasından korkuyorlar da bunlardan yararlanmaktan vazgeçip bunca alet icat etmişler.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 22 Eyl 2016 07:57:22
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU'nun "EMILE YA DA EĞİTİM ÜZERİNE" isimli eserinden alıntı :

Vücudunu ve duyularını çalıştırmakla işe başladıktan sonra, zihnini ve düşünme yetisini çalıştırdık.
Sonunda, organlarının kullanımını yetilerinin kullanımı ile birleştirdik.
Onu etkin ve düşünen bir varlık yaptık; geriye insan yanını tamamlamak için onu seven ve duyarlı bir varlık yapmamız, başka bir deyişle, duyguları aracılığıyla aklını geliştirmemiz kalıyor.
Ancak bu yeni düzene girmeden önce gözlerimizi çıktığımız eski düzene çevirip, olduğunca doğru bir biçimde, nereye kadar geldiğimizi görelim.
Öğrencimizin başlangıçta yalnızca duyumları vardı, şimdi fikirleri var.
Eskiden yalnızca hissediyordu, şimdi fikir yürütüyor.
Çünkü art arda ya da eşzamanlı birçok duyumun ve bunlar hakkındaki yargının kıyaslanmasından benim fikir diye adlandırdığım bir tür karma ya da karmaşık duyum ortaya çıkıyor.
Fikirleri oluşturma biçimi insan zekâsına bir nitelik kazandırır.
Fikirlerini yalnızca gerçek ilişkilere göre oluşturan zekâ, güçlü bir zekâdır;
görünüşte kalan ilişkilerle yetinen zekâ yüzeysel bir zekâdır;
ilişkileri oldukları gibi gören zekâ, doğru düşünen bir zekâdır;
bu ilişkileri kötü değerlendiren zekâ, yanlış düşünen bir zekâdır;
ne gerçekliği ne de görünüşü olan düşsel ilişkiler uyduran, delidir; hiçbir kıyaslama yapmayan da budaladır.
Fikirleri kıyaslayıp ilişkiler bulmakta ortaya çıkan az çok güçlü bir yetenek, insanları çok zeki ya da az zeki yapan şeydir.
...
Tüm yanlışlarımız yargılarımızdan ileri geldiğine göre, hiçbir zaman bir yargıya varmaya gereksinimimiz olmasaydı, öğrenmeye de gereksinimiz olmazdı; hiçbir zaman da aldanmazdık; bilgimizden mutlu olabilmekten çok cahilliğimizden mutlu olurduk.
Cahillerin hiçbir zaman bilemeyecekleri binlerce gerçek şeyi bilginlerin bildiklerini kim yadsıyabilir?
Bilginler bu yüzden gerçeğe daha mı yakınlar? Tam tersine, ilerledikçe gerçekten uzaklaşırlar, çünkü yargıya varma gururu bilgiden daha da çok geliştiği için bunların öğrendikleri her gerçek ancak yüzlerce yanlış yargıyla birlikte ortaya çıkar.
Avrupa’nın bilimsel toplulukları yalan öğreten birer halk okuludur.


Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 23 Eyl 2016 10:32:06
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU'nun "EMILE YA DA EĞİTİM ÜZERİNE" isimli eserinden alıntı :

İnsanlar ne kadar çok bilirlerse o kadar yanıldıkları için yanlışı engellemenin tek çaresi cahilliktir.
Yargı yürütmedikçe hiçbir zaman yanılmazsınız.
Bu, hem doğanın hem de aklın verdiği derstir.
Şeylerin bizimle olan çok az sayıda ve çok az duyumsanabilir ilişkileri dışında, geriye kalanlara karşı doğal olarak yalnızca derin bir kayıtsızlık içindeyizdir.
Bir vahşi en güzel makinenin nasıl çalıştığını ve elektriğin harikalarını görmeye gitmek için ayağını bile kımıldatmaz.
Neme gerek? cahilin en çok alışık olduğu, bilgeye de çok uygun düşen bir sözdür.
Ama ne yazık ki bu söz artık bize uygun değil.
Her şeye bağımlı olduğumuzdan bu yana her şey bizim için önemlidir, hem merakımız da zorunlu olarak gereksinimlerimizle birlikte artıyor.
İşte ben bu yüzden filozofta çok büyük merak olmalı, vahşide ise hiç olmamalı diyorum.
Vahşinin kimseye gereksinimi yoktur, filozofun ise herkese gereksinimi vardır, özellikle de ona hayranlık duyanlara.
...
Ona bir gerçeği öğretmekten daha çok, her zaman gerçeği bulmak için nasıl davranması gerektiğini öğretmek daha önemlidir.
Çocuğu daha iyi eğitmek için, onu yanılgıdan bu kadar erken kurtarmamak gerekir.
...
Yargıda bulunma sanatı ile düşünce yürütme sanatı tümüyle aynıdır.
Emile hiçbir zaman fizikteki ışığın kırılma konusunu bilemeyecektir, ama ben bunu baston olayı dolayısıyla öğrenmesini isterim.
Emile’im hiç böceklerin içlerini açıp incelemeyecek, güneşteki lekeleri hiç saymayacak, bir mikroskobun, bir teleskopun ne olduğunu hiç bilmeyecektir.
Sizin bilgiç öğrencileriniz onun cahilliğiyle alay edeceklerdir.
Haklı da olurlar: Çünkü bu aygıtları kendisinin icat edip kullanmasını isterim, ama elbette bu işin hemen gerçekleşmeyeceğini anlayabilirsiniz.
Bu bölümdeki tüm yöntemimin özü işte budur.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 24 Eyl 2016 08:11:09
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU'nun "EMILE YA DA EĞİTİM ÜZERİNE" isimli eserinden alıntı :

Her yaptığı şeyin neye yaradığını, her inandığı şeye neden inandığını bulmayı bilmesi benim için yeterlidir.
Bir kez daha söyleyeyim, benim amacım ona bilim öğretmek değil, gerektiğinde bilimi öğrenmeyi ve buna hak ettiği değeri vermeyi ve her şeyin üstünde, gerçeği sevmeyi öğretmektir.
Bu yöntemle yavaş ilerlenir, ama hiçbir zaman gereksiz bir adım atılmaz ve gerilemek zorunda kalınmaz.
  • Emile’imin doğa bilgisi vardır ve tamamen fizikseldir.
  • Tarihin adını bile bilmez, hatta ne metafiziğin ne de ahlakın ne olduğunu bilir.
  • İnsanla şeyler arasındaki temel ilişkileri bilir, ama insanla insan arasındaki tinsel ilişkilerin hiçbirini bilmez.
  • Fikirleri genelleştirmeyi, soyutlamalar yapmayı pek az bilir.
  • Kimi cisimlerin ortak niteliklerini görür, ama bu nitelikler üzerine düşünce yürütmez.
  • Geometrik şekiller sayesinde soyut alanları, cebir işaretleri sayesinde soyut nicelikleri bilir; bu şekiller ve işaretler bu soyutlamaların destekleridir; onun duyuları bu desteklere dayanmaktadır.
  • Şeyleri nitelikleri açısından değil, yalnızca onu ilgilendiren ilişkileri açısından tanımaya çalışır; kendisine yabancı olan şeyi ancak kendisiyle ilişkisi açısından değerlendirir; ama bu değerlendirme doğru ve kesindir; içine fantezi ve saymaca şeyler hiç girmez.
  • Kendisine yararlı olan şeye daha çok önem verir ve bu değerlendirme biçiminden hiç ayrılmayarak, genel geçer fikirlere pabuç bırakmaz.
  • Emile çalışkandır, ılımlıdır, sabırlıdır, metindir, cesaret doludur.
  • Hiç alevlenmemiş olan hayal gücü tehlikeleri hiçbir zaman büyütmez; pek az kötülüğe karşı duyarlıdır ve acıya sabırla katlanmayı bilir, çünkü yazgıya karşı savaşmayı hiç öğrenmemiştir.
  • Ölüme gelince, henüz onun ne olduğunu iyice bilmez, ama zorunluluk yasasına karşı koymadan uymaya alışık olduğu için, ölmek gerektiğinde, inlemeden, çırpınmadan ölecektir; herkesin uzak durduğu bu anda doğa ancak buna izin verir.
  • Özgür yaşamak ve insanlarla ilgili şeylere pek az bağlanmak, ölmeyi öğrenmenin en iyi yolu budur.
  • Kısacası, Emile’im KENDİSİNE İLİŞKİN her konuda erdem sahibidir.
  • TOPLUMSAL  ERDEMLERE sahip olması için yalnızca bu erdemlerin gerektirdiği ilişkileri tanıması eksik kalmıştır, onda eksik olan bilgileri almaya zihni hazırdır.
  • Kendisini başkalarını düşünmeden değerlendirir, başkalarının kendisini hiç düşünmemelerini doğru bulur.
  • Hiç kimseden bir şey istemez ve hiç kimseye de herhangi bir şey borçlu olduğunu sanmaz: İnsan toplumunda tektir, yalnızca kendine güvenir.
  • Ayrıca, kendine güvenmeye bir başkasından daha çok hakkı vardır; çünkü o, yaşının insanıdır.
  • Hiç yanlışı yoktur ya da yalnızca bizler için de kaçınılmaz olan yanlışları vardır.
  • Hiç kötülüğü yoktur ya da hiçbir insanın kaçınamayacağı kötülükleri vardır.
  • Vücudu sağlamdır, organları çeviktir, zihni iyi çalışır, önyargıları yoktur; yüreği özgürdür, tutkuları yoktur.
  • Tutkuların ilki ve en doğalı olan özsaygı yüreğinde henüz uyanmıştır.
  • Hiç kimsenin huzurunu bozmadan, doğanın izin vermiş olduğu ölçüde, hoşnut, mutlu ve özgür yaşamıştır.
Böylece on beş yaşına gelmiş bir çocuğun geçmiş yıllarını boşuna harcadığını düşünebilir misiniz?

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 25 Eyl 2016 08:06:59
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU'nun "EMILE YA DA EĞİTİM ÜZERİNE" isimli eserinden alıntı :

DÖRDÜNCÜ KİTAP
...
Tutkularımız kendimizi korumanın başlıca araçlarıdır; öyleyse, bunları ortadan kaldırmak istemek boş olduğu kadar gülünç de bir girişimdir.
Bu, doğayı kontrol etmek, Tanrı’nın yapıtını yeni bir şekle sokmak olur.
Eğer Tanrı insana verdiği tutkuları insanın yok etmesini söyleseydi, ister istemez kendisiyle çelişkiye düşmüş olurdu.
Hiçbir zaman böyle saçma bir buyruk vermemiştir; insanın yüreğinde de benzer bir şey yazılı değildir ve Tanrı, bir insandan yapmasını istediği şeyi ona başka bir insan aracılığıyla söylemez, kendisi söyler, kendisi bunu onun yüreğinin derinliklerine yazar.
...
Ama eğer insanın doğasında tutkular olduğu düşüncesinden yola çıkarak, içimizde hissedip başkalarında da gördüğümüz tüm tutkuların doğal oldukları sonucuna varılsaydı, bu iyi bir düşünme biçimi olur muydu?
Bu tutkuların kaynağının doğal olduğu doğrudur, ama binlerce yabancı ırmağın suları bunları kabartmıştır: İçindeki ilk sulardan artık ancak birkaç damla kalmış, durmadan büyüyen bir ırmaktır bu.
Doğal tutkularımız çok sınırlıdır, bunlar bizim özgürlüğümüzün araçlarıdır, amaçları yaşamımızı korumaktır; bizi boyunduruğu altına alıp yıkan tüm tutkular bize başka yerlerden gelir; bunları bize veren doğa değildir; biz bunları doğanın zararına özümseriz.
Bizim tutkularımızın kaynağı, tüm öteki tutkuların kökeni ve ilkesi, insanla birlikte doğup onu hiç bırakmayan tek kaynak, özsevgidir.
İlkel, doğuştan, her şeyden önce gelen bir tutkudur bu.
Tüm ötekiler, bir anlamda, olsa olsa bunun değişikliğe uğramış şekilleridir.
Bu anlamda da tümü doğaldır denilebilir.
Ancak bu değişikliklerin çoğunun yabancı nedenleri vardır ki bu nedenler olmasa meydana gelemezlerdi.
Bu değişiklikler bize yarar sağlamadıkları gibi, zararlıdır da; asıl amaçlarından sapıp ilkelerine aykırı davranırlar; işte o zaman da insan kendini doğa dışında bulur ve kendisiyle çelişkiye düşer.
Özsevgi her zaman iyidir ve her zaman düzene uygundur.
Herkes özellikle kendi varlığını korumakla yükümlü olduğundan, yapılacak işlerin ilki ve en önemlisi bu varlığı korumaya hep dikkat etmektir ve dikkat etmek olmalıdır; hem buna en büyük ilgiyi göstermeden nasıl dikkat edilebilir?

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 26 Eyl 2016 07:53:33
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU'nun "EMILE YA DA EĞİTİM ÜZERİNE" isimli eserinden alıntı :

Çocukluktan ergenlik dönemine geçiş pek doğa tarafından belirlenmez; bireylerde mizaçlara, topluluklarda iklimlere göre değişir.
Herkes bu konuda sıcak ülkelerle soğuk ülkeler arasında yapılan ayrımları bilir ve herkes ateşli mizaçların öteki mizaçlardan daha önce oluştuğunu görür; ancak nedenler üzerinde yanılgıya düşebilir ve çoğu zaman tinsel yana mal edilmesi gerekeni, fiziksel yana mal ederiz: Bu, yüzyılımız felsefesinin en çok yaptığı aşırılıklardan biridir.
Doğanın verdiği eğitim geç gelir ve yavaştır. İnsanların verdiği eğitim ise neredeyse her zaman vakitsizdir.
Doğanın eğitiminde, duyular hayal gücünü uyandırır, insanların eğitiminde ise hayal gücü duyuları uyandırır ve onları erkenden etkin kılar.

Bu durum, önce bireyleri, sonra da hatta tüm insan soyunu sinirlendirip zayıflatmaktan geri kalmaz.
İklimlerin etkisini göz önünde tutan görüşten daha genel ve daha kesin bir görüşe göre, ergenlik ve cinsel güç, bilgili ve uygar uluslarda cahil ve barbar uluslara kıyasla daha erken doğuyor.
...
İnsan soyu için edep doğal bir şey olsa da, çocuklarda bu duygu elbette hiç yoktur.
Edep duygusu ancak kötülüğü tanımakla birlikte doğar ve kötülüğü tanımayan ve de tanımak zorunda olmayan çocuklar bunun sonucu olan bir duyguyu nasıl bilebilirler?
Onlara edep ve dürüstlük dersleri vermek, utanılacak ve dürüstlükten uzak şeyler olduğunu öğretmek demektir; bu, onlarda bu şeyleri öğrenmek için gizli bir arzu uyandırmak demektir.
Bunu öğrenmeyi er geç başarırlar ve hayal gücüne sıçrayan ilk kıvılcım kuşkusuz duyuların tutuşmasını hızlandırır.
Yüzü kızaran herkes zaten suçlu durumundadır: Gerçek suçsuzluk hiçbir şeyden utanmaz.


 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK