Gençtik...
Günün yorgunluğunu atalım diye ilk akşamdan Gayfeye (kahvehaneye) giderdik.
Duvarları sigara dumanından sararmış, yanan lambada toz, ortada koca bir soba, masa örtülerinde kurşun yemiş gibi izmarit yanığı...
Ocakta fokur fokur kaynayan çay, ocaklığın camlarını üfler gibi boğar nefes aldırmazdı..
Ocakcının omuzunda havlu, her bardak yıkamada ellerini bir güzel siler boş anında bafrasını yakar yorgunluktan köşe minderine yayılır gibi sandalyesine otururdu.
Bir kişi, iki kişi derken masa dolardı.
Her masa ayrı hikaye(!); okey, domino taşlarının sesi, parmak uçlarını yalayarak çekilen iskambil kağıtlarının bir balyoz edasıyla masada çıkardığı ses, yüksek sesle atılan kahkahalar, meşhur argo kelimeler hiç kimseyi rahatsız etmezdi.
Zengini, fakiri, sınıf farkı yoktu. Herkesin konuşma dili, muhabbeti, mutluluğu, acısı, kederi ortaktı.
O masada neler konuşulmazdı ki...
Kimi pancar, kimi arpa buğday eker, kimi Ganak Boyuna gavak diker, kimi Peyik Pazarında istediği malı (sığırı)sattığını, sebzenin, meyvenin daha ucuz olduğunu...
Zamanın meşhur şoförlerinin, abilerimiz in bitmek bilmeyen Irak, İran maceralarını, Adana'nın Pozantı'sını, Ankara'nın Elmadağ'ını, yokuşlarını, inişlerini gözümüz kırpmadan dinlerdik.
Güllü, ince belli bardaklarda tavşan kanı çayların biri biter, diğeri gelirdi. Masa sürekli değişir her gelene çay söylendikçe ocakçı abimiz kızar; "Babanızın eşşeemi var lan, hep birden söylesenize!" der, bizleri azarladı.
Kırılmazdık, "Tamam Abi" der susardık.
*
Şimdi gayfe (Kahvehane) yerine "h" harfinin düşmesiyle oluşan yeni mekanlara kafeye gidiyor gençler...
Hepsi pırıl pırıl.
Bizim arazi yorgunu esmerliğimiz onlarda yok; el- yüz tertemiz, gömlekler , pantolonlar, ayakkabılar marka, olmayan da çakma markalar..
Bizim gençlik tıraşımızın aksine hepsinde buzz, doğal akışlı, undercut orta boy dalgalı, mohawk, perçemli, amerikan, uzun saç, subay saç traşı modelleri...
Gençliğimizdeki kuzine, saç sobalarda kaynayan güğümlerdeki suyla saç yıkayıp çıkmak artık mazide kalmış. Saat başı duş almak olağan bir fiiliyat haline gelmiş.
Bizim gibi toprak kokmuyorlar; losyonlar, spreyler, her türlü model marka ellerinin altında. Her bedende ayrı bir koku.
Konuşmaları sade, sadece kendi aralarında konuşuyorlar.
Daha çok marka içecekleri tercih ediyorlar. Çay, oralet, ayran, froko gazozlar, yedigünler unutulmuş yerinde yabancı etiketli içecekler.
Sigaralar kafe balkonlarında içiliyor, dumanı yok, isi yok.
Her şey daha bi güzel...
*
Amma velakin o sıcaklık , o naiflik, o cana yakınlık asla yok..
Farkımız sadece Kahfenin düşen "h" harfi değil, değişen Gayfe'ler, gayfelerde içilen kahveler, kahvelerdeki kırk yıllık hatıralar...
adamın biri
02.04.2023/Kayseri