Şehit canazeleri bölge farkı gözetmeden bağrımıza kor gibi düşüp yüreğimizi yakarken, Cenazelerimizde birlikte yas tutup, düğünlerimizde kolkola halay çekerken, biz ne zaman ayrıldık?
Aynı müjdelerle sevinip aynı felaketlere üzülürken bunca benzerliğimiz varken neden yollarımızı ayırdık.
Kızdığımız, öfkelendiğimiz kişilerin çocuklarını askere gönderdiğinden şüphelenmez, asgari müştereklerimize güvenirdik. Şimdi ne oldu ki insanımızı ihanetle suçluyoruz.
Ukraynalı bir kızın Osman Sarı’nın “Önden Giden Atlılar” şiirini, Müşerref Akay’dan “Türkiyem, Türkiyem cennetim” şarkısını yahut Mahsun Kırmızıgül’den “Kardeşlik” türküsünü dinlerken söyleyenlerin ırkını araştırmak ne kadar anlamsızdır?
Mevlitlerde, taziyelerde acılarımızı paylaşır, düğünlerde hep birlikte aynı türkülerle neşelenir, aynı şarkıyı mırıldanırken aynı ezanın sedası gönüllerimizi huşuyla doldurmuyor mu?
Kaybedersek yahut yenilirsek aynı bahaneleri farklı lehçe ve ağızlarda söylemekte birbirimizle adeta yarışırız. “Dış güçler bizi bozdu, yabancılar şehrimizi bu hale getirdi” bahanemiz aynı şivemiz farklıdır. Dinimiz bir, peygamberimiz bir, kitabımız bir, vatanımız bir, milletimiz bir ve “bunca bir bir... var iken” nedendir ayrılık? İzmir’den Van’a yahut Edirne’den Kars’a insanımız aynı dertten muzdarip. İstanbul’daki patlamanın sesinin Ağrı’da duyulmadığını mı sanırsız? Bursa, Trabzon ve Diyarbakır’da şehrin eşrafı, siyasetçileri ve kanaat önderleri hep aynı şeyi söylüyor ve soruyor: Böyle değildik, bize ne oldu?
Soru makul olsa da cevabın dayanılmaz ağırlığını kaldıramayanlar psikolojide yansıtma denilen dürtüyle haykırıyor: Bizi dışardan gelenler bozdu.
Cevap böylesine basitleşince, özeleştiri, nefis muhasebesi yahut otokritik denilen iç denetim mekanizmasını devreye sokmak da gerekmiyor! Biz kendimizi değiştirmeden, Allah bizi değiştirmez ki...
Hayatı şablonlarla tanımlar, akıl tutulmasına mahkûm olursak her şey zihin kapasitemiz ölçüsünde basitleşir. Partimiz kaybeder, takımımız yenilirse; her zaman devler, cinler, gulyabaniler devrededir, rüşvet ve ihanet sözkonusudur. Biz pir-ü pak, karşımızdakiler hain ve satılmıştır...
Bir göz hatırına yüz göz sevilirmiş. Eşimizi dostumuzu bütün çevresiyle evimizde ağırlarken, sevdiğimiz arkadaşların hatırına olsun niye arkadaşlarımızın inançlarına hakaret eder, sevip saydıklarına söveriz.
Yoksa sadece benliğimizi mi önplana alıyoruz. İdeolojik körlüğe müptela olarak akıl tutulmasına kapıldık da basiretimiz mi gölgede kaldı.
Dünyayı bir ideolojinin penceresinden seyredenler zamanla renkkörlüğü yaşar. Ya bütün manzarayı siyah beyaz netliğinde(!) görür yahut az önce kardeşimizin kanını akıttıktan sonra elini silip üzerimize attığı kanlı mendili bize uzatılan gülgonca sanacak kadar bakışımız bulanır.
Yumruğunun gücüne yahut belindeki tabancaya güvenenler akıllarını kullanmaya pek gerek görmez. Hele karşısındakini anlayacak kadar zaman ayıramıyorsa en kestirme yoldan sorunu sorununu kaba kuvvetle ve silahla çözer.
Mihenk vicdandır, faydalı söz kendini gösterir. Çenesi düşmüş, aklı bulanmış, vicdanı kararmış olanı konuşmasından ve yazısından tanırsınız. İfadelerinde hiç ümit yoktur, başkasının başını görmekten rahatsızdır, cenazesini bile çene altından bağlı görmek hevesindedir. Güzeli anlamak, doğruyu görmek hiç de zor değil...