TAŞ YÜREKLİ O DEĞİL BENİM
Bütün halkın başını yarmış da tutmuş, hastayım diye başını bağlamış.
Feleğin sırtından, çekmiş, hırkasını almış da çıplağım diye bir laftır ortaya atmış.
Ah o taş yüreğinden, o rengarenk, çeşitli işvelerinden.
Fakat hayır, taşyürekli o değil, benim.
Çünkü asıl bu fitneleri karıştıran, bu esrikliği ortaya atan benim.
Kan deryasının ta dibindeyim. Kan içmeden sarhoş olmuşum.
Fakat bir görsen, hani dersin ki bu kan içmiyor da üzüm suyuna gark olmuş.
Ey aşk, yüceliğinden göklere bile sığmıyorsun. Böyle olduğu halde nasıl oldu da gizlice şu gönlüme sığdın sen?
Gönül evine sıçrayıp girdin, kapıyı da içerden sürmeledin.
Bense ya ışık konan yerle sırça kandilim, yahut da nur içinde nur.
Beden, gebe bir zenci kadın, gönül onun karnındaki beyaz saçlı çocuk.
Şu halde benim yarım miskten, yarım kafurdan.
Gönlümü sen aldın da ben onu mahsustan başkalarında arıyorum.
Görmediğime el atmadayım amma bu çeşit körlerden değilim ben.
Şu sapsarı yüzüm, bir gün olurda toprağa girerse baş uçumdaki topraktan sarı gül bitecektir cancağızım.
Nihayet Süleyman’da bir karıncanın derdini dinlemedi mi?
Sen de Süleymansın ya, farz et, bir karıncayım ben.
Ne diye ağlarsın yüzlerce kovan balın var dedin.
Ben hem ağlarım, hem petek yaparım. Bal arısıyla aynı hırkaya bürünmüşüm ben.
Bu dertten ağlamadayım amma yüzlerce devlete erişmişim de zevkimden ağlamadayım.
Bu dert yüzünden çektiğim eziyetin bir zerresini bile ellere satmam.
Çenk gibi ağlarım çünkü gül bahçesinin bülbülüyüm.
Yılan gibi kıvranırım çünkü definenin başındayım.
Kibirle, benlikle eşsin, ben deyip durmadasın diyorsun.
Canım, ben benlikten uzağım amma o benlik, senin aksindir.
Ben hem hamım, hem kavrulmuş kebap olmuşum. Hem gülmedeyim, hem ağlıyorum. Alemi de hayretlere salmışım, kendim de hayretteyim.
Vuslat içinde ayrılığa düşmüşüm ben.