Bir gece sohbet ederlerken kapı vurulmuş,
dışarıdan kalabalık bir güruh;
”Şeeeems dışarı çıkkk!” diye bağırmıştı.
Mevlana yaklaşan acı kaderi sezmişçesine:
... ”Çıkma” diye yalvardı.
Zat boyutundan, Hikmetten öte Kudretten bakan Şems gülümsedi:
”Telaşlanma, verdiğimiz sözü tutma vakti gelmiştir”
diyerek kapıya yöneldi.
Mevlana: “Ne sözü, nereye, niyeee?” diye yapıştı ellerine…
Şems, yıllardır sakladığı sırrı söyledi:
“Şam’da Rabbime yalvarmış,
aşkımı seyredeceğim bir ayna istemiştim.
Rabbim seni verdi, sende seyrettim…”
İyi işte, seyre devam edelim, dedi Mevlana.
Şems;
”Rabbim de bana demişti ki, o aynayı verirsem ne bağışlarsın?
Tereddütsüz şöyle demiştim; Başımı veririm!…”
Şems dışarı çıktı. Sadece bir “ALLAH” nidası duyuldu.
Ay ışığında yerde üç beş damla kan seçiliyor,
ama ne baş, ne ceset, ne de katiller gözükmüyordu!…
Aşkları sır olmuştu.
Mevlana’yı sahiplenenler,
Onu paylaşmak istemeyenler şehit etmişti Şems’i.
Aşkın doğasıydı en yakın çevrenin tahammülsüzlüğü!…
Aşkın doğasıydı Firkat!..