Zengin bir iş adamı, iş seyahati sırasında Meksikanın küçük bir kıyı kasabasına uğramış. Limanda gezerken, bakmış ağzına kadar balık dolu bir tekne ve içinde keyifli bir balıkçı.:
Merhaba balıkçı, bu balıkları ne kadar zamanda tuttun?
Bir iki saatimi aldı, demiş balıkçı.
Eee, niye biraz daha kalıp daha fazla tutmadın, diye sormuş.
Bu kadarı bize yetiyor da ondan, diye omuz silkmiş balıkçı.
Balıkçının bu kanaatkarlığına şaşırmış işadamı.
Kalan zamanını nasıl geçiriyorsun peki, diye üstelemiş.
Balıkçı, özetlemiş bir gününü:
Sabahları açılır, biraz balık tutarım. Sonra çocuklarımla oynarım. Öğleyin karımla biraz siesta yaparım. Akşamları amigolarla beraber gitar çalıp, geç vakte kadar eğleniriz. Oldukça meşgul sayılırım sinyor.
İşadamı:
Bak demiş, ben sana yardımcı olabilirim. Bu işe daha çok zaman ayırmalısın, daha büyük bir tekne bulup daha çok balık tutmalısın, oradan elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alırsın, doğrudan işletme tesislerine satarsın, hatta zamanla kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin. Kısa zamanda balıkçılık sektöründe bir numara olursun.
Balıkçı merakla:
Bunları yapmak kaç sene alır sinyor, demiş.
On beş yirmi yılda halledersin, ama sonrası daha parlak; zamanı gelince şirketini hisselerini iyi paraya satarsın, kısa zamanda zengin olup milyonlar kazanırsın.
Milyonlar ha.. diye tekrarlamış balıkçı, eee
sonra?
Sonra emekli olursun, küçük bir balıkçı kasabasına yerleşirsin, istersen zevk için balık tutarsın, çocuklarınla oynar, karınla keyfince siesta yaparsın, akşamları da arkadaşlarınla gece yarısına kadar gitar çalarsın. Nasıl mükemmel değil mi?
Balıkçı; O zaman yazık değimli yirmi yıla demiş. Bir an olsun durup düşünsenize; bütün bu telaş ne için? Arada denize açılıp, çocuklarınıza zaman ayırıp, dostlarınızla gitar çalıp, eğlenemedikten sonra, onca koşturmanın ne anlamı var? Hırsla örülü onca yılın vaat ettiği final, halen yanı başımızda duran mutluluksa, bu yarışa ne gerek var?