Süleyman ÖZIŞIK'ın köşe yazısı...
Öğretmenlerle ilgili yazdığımız son yazıyı, "Bu ülkede 28 Şubat döneminde İmam Hatip Okulları'na ne yapıldıysa, bugün normal okullara da aynısı yapılıyor. Niyet aynı değil ama kıyım şekli çok benzeşiyor.. Nimet Çubukçu ile başlayan işkence Ömer Dinçer ile zirve yolunda ilerliyor.Anlayacağınız ızdırap aynı, çektirenler farklı..." diyerek bağlamıştık..
Sayısız mesaj geldi.
Meğer kabuklaşmış bir yarayı kaşımışız.
Öncelikle toplumda yaygın olan bir kanaati çürütmek gerekiyor. Bu hataya ben de düştüm ve öğretmenlerin 3 ay yıllık izin yaptığını yazdım. Bu yanlıştan dolayı özür dilemem gerekiyor çünkü "Bari siz yapmayın Süleyman kardeşim" diyen isyan sözleri bir hayli fazla oldu..
Tabii öğrenci okuldan kopunca zannediyoruz ki öğretmenler de eli cebinde tatile çıkıyor. Halbuki, her şey süt liman giderse 2 ay, sıkıntılı geçerse 1 buçuk ay izin dönemleri var bu meslek grubunun personelinin.
Halk arasında öğretmenlik mesleği "kebap iş" diye tarif edilir nedense... Yazı tatilde, kışı tatilde geçirir. Kar yağsa tatildir, güneş olsa tatildir. Hepi topu 5-6 saat çalışır. Hele bir de ilkokul öğretmeniyse oooooh yeme de yanında yat! Çocuklara toplama çıkarmayı öğretmek dışında ne işleri var ki?..
Bunu hepimiz yapabiliriz değil mi?
Değil işte, değil!
Bir defa öğretmenlik mesleğine adım atmak, Sırat köprüsünden geçmek kadar zordur. Öyle "Üniversiteyi bitirdim, öğretmenlik belgemi elime aldım. Hangi okula kapak atsam acaba" demiyor bu meslek grubuna adım atanlar..
Bir KPSS sınavları var..
Burayı iyi kötü geçmeniz lazım.
İngilizce öğretmenine matematik, matematik öğretmenine İngilizce sorulur. Böyle saçmasapan bir sistem!
O sınavı geçenler kendilerini şanslı hisseder.
Ta ki devletin onlar için hazırladığı görkemli karşılama partisine katılıncaya kadar!..
Pek çok memur gibi kendi ülkelerinde sürgünü yaşarlar önce. "Adına şark hizmeti" denilen sürgünü...
Sen misin memurluk için, hele hele öğretmenlik için tırım tırım tırmalayan?
Ya Allah, Bismillah!..
Seni falanca falanca ilçenin, falanca köyünün falanca merrasına göreve gönderiyoruz. O köy tamamen Kürt köyüdür.
Git o Kürt çocukları eğit!
Sen onlardan Kürtçeyi, onlar senden Türkçe'yi öğrensin.. Kaynaşın gidin işte..
Kömür-odun yok. Okula tezek getirtmek, hatta sobayı yakmak senin işin.
Tamam tamam!.
Ddramatize etmeden farklı bir yerden gireyim konuya..
İstanbul'da bir okula atandın..
35-50 arası mevcudu bulunan bir sınıfta öğrencileri yetiştireceksin, eğiteceksin, topluma kazandıracaksın..
Yapacaksın da, çocuk okumuyor. 8 yıllık mecburi eğitim sistemi var. O çocuk senin tepene de çıksa sınıfta bırakamazsın.
Şimdi aynı sistem liseler için de uygulamaya konuyor.
Size yemin ediyorum.
Yazılarını okuduğunuz bu adam kulaklarıyla duydu aşağıda yazan diyalogları..
Öğretmen öğrenciye sesleniyor:
Sertaç oğlum gelir misin?
- Gelen yerlerim ağırıyor!
Oğlum bi gel sana söyleyeceklerim var, gel!
-Duyan yerlerim de ağırıyor!
Oğlum gelsene buraya!
-Kolaysa sen gel yaaa uşağına mı sesleniyorsun!?
Hadi gel eğit bu çocuğu...
Kolundan tutup, "Gel yavrum buraya" dediğin an velisi okula geliyor. Olmadık sözler duyuyorsun..
Yapılan araştırmalara göre Türkiye'de sigara ve alkol alan öğrencilerin oranı yüzde 60..
Hadi buyur buradan yak!
Annesi babası boşanan sorunlu çocuğun sıkıntısı öğretmene, küçük yaşta sigaraya veya alkole başlayan öğrencinin sıkıntısı öğretmene, sınıfın disiplini öğretmene, okulun temizliği öğretmene...
Özel bir şirkette patronunun iki fırçasını kaldıramayan asistan bunalırsa hak, yeni fidanları hayata kazandırmaya çabalayan, bu uğurda her çileyi çeken, fırça yiyen, saygısızlık gören, dayak yiyen öğretmenler isyan edince tu-kaka!..
Veli döver, öğrenci trip atar, Bakan egolarını şişirmek için ağzına geleni sayar. Bırakın mukaddes meslek denmesini, kapı uşağına çevirdik bunları yahu..
Çünkü sahipleri yok!
Bir öğretmen arkadaş yazmış..
19 Mayıs törenlerinde iki veli yanyana oturmuş gösteriyi izliyor. Velinin biri diğerine, "Aha bizim öğrencinin hocası da şu karşıdaki tipi kayık olan" diyor.
Böyle velinin çocuğunun okuyup Evliya Çelebi olmasını bekleyebilir misiniz?
Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri hocasına ders çalışmaya giderken elinde bir sopayla giderdi. O sopayı Fatih'e veren de bizzat babasıydı.. "Hani olur da emrinin dışına çıkarsan seni bu sopayla dövecek" diye verirdi o sopayı...
Şimdi öğretmen öğrencisine "Höt" dese, çocukcağızın hemen psikolojisi bozuluyor. hani öğrenciyi es kaza iterse, Falakaya çekmiş" sayılıyor o öğretmen! Çocuk sınıfta kalmışsa öğretmen bırakmıştır, yok sınıfı geçmişse öğretmenin hiç bir katkısı yoktur. Çocuk süper zekalıdır ondan geçmiştir..
Efendiler!..
Her meslek grubunun içinde hatalı, yanlış, kusurları olanlar çıkabilir. Şunu unutmayın ki, devlet memurları arasında eve iş götüren tek meslek grubu da öğretmenlerdir.
Kusura bakmayın ama bizler belli bir saatten sonra TV karşısında kıçını yayıp uzanırken, birileri evlerinde çocuklarımıza ertesi gün öğreteceği dersin ön çalışmasını yapıyor.
Bizler Sorvovior izlerken onlar öğrencilerin girdiği sınavdan aldıkları notları hesaplıyor. Bir dönemde yaklaşık 3 bin sınav kağıdı okumak ve ona göre notlar hazırlamak öyle kıçını koltuğa yaymakla yapılacak iş değil..
Eleştirebilirsiniz, kızabilirsiniz..
Ama Atatürk'e "Başöğretmen" dediğiniz bir yerde onun meslektaşları hiç mi saygıyı haketmiyor..
Hazreti Ali, "Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum" demişti hani..
Kimse köle olmanızı istemiyor. Mukaddes bir mesleğe saygı duyulmasından başka dertleri yok ki bunların...
İçtiği hatır kahvesine 40 yıl ömür biçenlerin, o kahvenin tadına varıncaya kadar kendisine herşeyi öğreten öğretmenlere bir saygı, bir hürmet borcu var..
Bu ülkenin bakanı onlara fırça atıyor, azarlıyor hakir görüyor diye.. Bazı veliler onlara hakaretler, haksızlıklar ediyor ve hatta dövüyor diye.. Öğrenciler onların kadrini bilmiyor diye..
Değersiz olmuyorlar onlar...
Öğretmenler bu ülkenin şerefi ve onurudur.
Onurunuzu ve şerefinizi ayaklar altına almayın, aldırmayın