:)OKUTTUĞUM-BÜYÜTTÜĞÜM BÜTÜN ÇOCUKLARIMA...
BÜTÜN ÇOCUKLARIM
İyi bir eş mi, iyi bir öğretmen mi? Yoksa iyi bir anne mi?
Her şey mükemmel olsun diye çalışıp en iyisi hangisi olabilirsin ya da en iyi hangisini becerebilirsin?
“İyi bir anne olmalıyım.” Diyorum önce. Anne ve babasıyla biraz daha zaman geçirmek için yataklarına gitmeyip yanımda ve göğsümde uyuyup kalan yavrularımı izlerken, içim cızz ediyor bir an! Vicdanım sızlıyor, bulaşığı yıkarken paçalarımdan asılan, bacaklarıma sarılan oğlumu: “Git artık başımdan.” diye kovaladığım için. Sonra, yüzü dolaba dönük kaçamak bakışları geliyor gözümün önüne. Kapının yanında, dolaba yapışmış bir halde, bir saklanıp bir görünüyor:” Acaba yanına gitsem kızar mı annem?” tavrında biraz mahzun, biraz buruk bebeğim.
Sabah telaşı başlıyor her gün. Neşeli, telaşlı bir kahvaltı sofrası… Alelacele atıştırılan birkaç parça peynir ve birkaç zeytin… Boğazımızı yakarcasına içilen bir bardak çay… Her gün söylenen klişe, belki çocuklar tarafından dikkate bile alınmayan sözler… Hadi oğlum kahvaltını yap, hadi çocuğum sütünü iç! Servise yetişme telaşı; küçük, hüzünlü bir ayrılık faslı…
Servisimiz okulun kapısına yanaşıp da gözleri, öğretmenimiz geldi, diye parıldayan öğrencilerimi görünce evdekiler kalbimin bir köşesine bir süreliğine dinlenmeye çekiliyorlar. Şimdi öğretmenlik görevim başladı. Okula geldim ya hani, öğrencilerim karşıladı ya beni, minik oğlum gibi bacaklarıma sarılarak, ellerimi tutarak! Evin telaşı bitti şimdi. Evdeki oğullarım kalbimin bir köşesinde, okuldaki oğullarım, kızlarım hep peşimde. Gözlerimin içine umutla bakan, ellerimi tüm sıcaklığıyla yakalayan “Ne olur beni de sev !” diyen ve öğretmenine yakın olmak için birbirini iteleyen çocuklarım…
Bütün sıkıntılarım gidiyor sizleri görünce. Bir kapı kapanıyor bir kapı açılıyor sanki. Sonra akşama kadar bir telaş derslerde :“Güzel yazdım mı öğretmenim, çıkartma verecek misin öğretmenim?” Teneffüslerde çevremi sararak adım bile attırmayışınız, “Fatma düştü, Ayşe’nin eli kanadı, Ahmet’in ateşi çıktı! Feryatlarınız ve hepinize yetişmeye çalışan, akşama doğru sesi soluğu kalmayan öğretmeniniz… Ve okul zamanı bitiyor. İşte son ders, son teneffüs bir sonraki güne kadar… Ama bir kadın olarak işimiz, çilemiz bitmiyor. Yine akşam, yine sabah… Her şey ayarlanmış tıkır tıkır işleyen bir masa saati gibi.
Günün yorgunluğu yüzüme yansıyor, yüzümden gözlerime. Ne olur artık uyusalar da ben de biraz dinlensem, diye geçiyor aklımdan. Oysa bütün gün görmediğim çocuklarımın hiç uykusu yok. Belki uykusu var da küçüğümün “Ya uyursam annem gider mi?” korkusu var. Uykusuzluktan kapanan gözkapaklarını zorla aralamaya çalışıyor, ”Anne!” diyerek. Ben çileden çıkmış bir anne, yorgunluğunu öğrencilerine göstermemek için çabalayan bir öğretmen, toplumda sevilen bir kişi olmak için çabalayan bir insan, ideal bir eş, kardeş, arkadaş, evlat… Kaç parçayım, kaç parçaya bölünmüşüm? Nasıl bütünleşmiş, nasıl toparlanmışım ya da toparlanıyorum? Ben bile anlayamıyorum.
Ve birden bir şimşek çakıyor kafamda .”Ben tüm bunlarla mutluyum.” diyorum. Biri eksilse hayatımdan ben de eksilirim hemen. Hayatımın anlamı çocuklarım, olmazsa olmazlarım… Anadolu’mun türküsü gibi neşeli, kıvrak; Anadolu’mun ağıtı gibi yakıcı, hüzünlü çocuklarım…
Ben çocuklarımla varım, çocuklarımla yaşarım. Evde, okulda sizler olmazsanız ben yarım kalırım.