(TÜRKDİLİ DERGİSİNDEN)
Kimi Eğitim Sorunları
Anais Martin
Atamız, Paralar ve Saygı
"Acele edelim bekleyenler var."
Bu uyarıyı, fatura ödemek için gittiğim 'resmi' bir dairede görevli kişi yapıyor. Hızımı değiştirmeden (ya da eskilerin söylediği biçimde 'hiç istifimi bozmadan') elimdeki kâğıt paraları bir kez daha saymayı sürdürüyorum.
Aslında yaptığım para saymak değil, kendimi bildiğim gün bana öğretilen; Ata'ya saygı göstermek, bir biçimde...
İnsanın ilk eğitim yuvası kendi 'evi'. Dünyaya gözlerini açtığı ortam, bana göre. Doğal ki, bir deneme yazısı oluştururken kişinin kendinden söz etmesi pek doğru olmasa da, söz konusu olan Mustafa Kemal ise, akan sular durur.
Benim aile ortamımda, ilk yuvamda yani, aldığım eğitim "Ona, yapıtlarına sonsuza değin saygı göster. Buna ters davrananları uyar, eğit" biçimindeydi. Babam bizleri eğitirken sürekli bu tümceyi yineler ve hep şöyle sürdürürdü: "Mustafa Kemal, her açıdan birinci sınıf bir insandır. Birinci sınıf insanlar yanlarına birinci sınıf insanları alırlar. Yani Atamızın çevresinde toplananlar, onunla yazgı birliği edenler hep birinci sınıf insanlardı. Şimdi çok dikkat edin yavrularım, çünkü bu nokta önemli: İkinci sınıf insanlar yanlarına kendilerini önemsetmek için, üçüncü sınıf insanlar isterler. Kendinizi bu tiplerden sakınmalısınız. Bunlar, hem çevrelerine hem de ülkemize zarar verirler." Biz erkek kardeşimle şaşkın, suskun babamı dinler, sözlerinde gizlenen anlamı çözmeye çalışırdık.
Bizim kuşak bu bağlamda daha sonra, eğitimlerimizi sürdürdüğümüz okullarda da şanslıydı, şanslıydık...
Sözü neden buraya getirdiğimi açıklamak gerekirse, yazımı şöyle sürdürmek istiyorum:
O sabah resmi dairedeki görevli, Yani fatura ödemek için karşısına geldiğim delikanlı, yukarıda gündeme getirmeye çalıştığım saygı kurallarından habersizdi. Bunu benim önümde duran yaşlı amcanın delikanlıya uzattığı paraları 'teslim' alırken fark etmiştim. Şöyle: Amcanın elinden paraları kapar gibi alıp özensiz, dikkatsiz, kâğıt paraları iskambil destesi düzeltir gibi şöyle iki eliyle 'tap-tap'ladı ve önündeki çekmecenin içindeki kâğıt yığınına kattı.
Oysa bana kendi evimde öğretilen "kağıt paraları cüzdana yerleştirilirken Atatürk'ün başı yukarıda olmalı. Yüzü ise sana dönük. Böylece para kullanacağın zaman onunla için, yüreğin rahat göz göze gelip gelemediğini sınarsın." Babam bu sözleri bıkmadan, usanmadan yineler ve şöyle noktalardı: "Vatandaşlık görevimiz yapıtlarını (devrimlerini) uygulamak, uygulatmak ve sorgulamadan saygı göstermektir. O yüce insanın, onca işi hangi koşullarda başardığını nasılsa okulda öğreneceksiniz."
İşte ben de o sabah, elimdeki paraları, bir kez daha gözden geçirirken, aslında görevlinin gözüne sokmaya çalıştığım, Atanın başının yukarıda ve yüzünün yüzüme dönük olup olmadığını kontrol ediyor olduğumu duyumsatmaktı.
-Bayan, sana söyledim, elini çabuk tut. Sırada bekleyen var!
Kızgınlıkla gözümü gözüne diktim:
-Önce sen' değil, 'siz'! Sonrasına gelince, size saygı duymak gereksiz ama, benim Mustafa Kemal'e saygım çok büyük. Son bir sözcük daha ekleyeyim... Türk parasına da saygı duymak benim ve hepimizin görevi!
Anlaşılan sesimi epey yükseltmişim... Birden beklemediğim bir tepki oldu, kuyrukta bekleyenlerden bir alkış koptu.
Eteklerim uçuşarak çıktım oradan...
Demek hâlâ bir umut vardı...
10 Kasım ve Ata'ya Saygı
"Çocuğum! Hey Küçük! Oğlum dursana, nereye yürüyorsun öyle?"
Evimin karşısı bir ilköğretim kurumu. Bu küçük oğlan çocuğu da belli ki Ata'yı anma ve saygı duruşunda geç kalmış. Ancak bizlere öğretilen: "10 Kasım sabahı, saat 9 u 5 geçe nerede olursan ol, DUR! 19 Kasım 1938 günü aynı saatlerde, ülkende bir güneşin solduğunu, bir dünya önderinin öldüğünü ve yaşamın durduğunu anımsa!"
Bizler, bizim kuşak, öğrencilik yıllarımız boyunca hep bu saygı ve sevgi ile eğitildik. Bizlere bu vatanı armağan edeni nasıl unutabiliriz. Onu yılda bir kez beş dakika değil, ilkelerini bizlere çizdiği aydınlanma yolunu yılın her günü anmak gerek aslında. Toplum olarak konuksever ve sıcak kanlı oluşumuz yinelenir durur. Peki ya vefalı olmak?
Bizleri bugünlere taşımak için canlarını dişlerine takarak yaşamları uğruna savaşım verenleri bilmezden gelmek, yadsımak olanaklı mı?
Ben eğitimin aile yuvasında başladığını bir kez daha vurgulamak istiyorum. Okul öncesi eğitimin insanın kendi yuvasında ana - babasının yanında başladığına yürekten inanıyorum."Büyükleri saymak, küçükleri sevmek" nasıl benimsetiliyor ve uygulanıyorsa, Ata'yı anmak da o denli titizlikle öğretilmesi ve üzerinde yeniden durulması gereken çok önemli bir konu değil mi sizce?
İşte yukarıda anlatmaya çalıştığım aile içi eğitimin en önemli ve başta gelen noktası, Ata'ya saygıyı öğretmek bana göre...
Peki bu küçük öğrenci neden yürümeyi sürdürüyor?
Çünkü aile içi eğitim almamış / alamamış!
Bu düşünceler yıldırım hızıyla beynimden geçiyor, karar alıyor ve... İçgöçle gelenleri anımsıyorum:
İçgöç ! Evet... Ne yazık ki göçle gelenlerin büyük çoğunluğunun altyapıları yok. Altyapı sözcüğünün kapsamımın ne denli geniş olduğunu da işte o an ayrımsıyorum... Saygı, sevgi, ülkesini, dilini sevmek ve daha bu yazıya sığmayacak ölçüde çok olgu.
Her biri ayrı birer yazı oluşturabilecek bu incelikli konuların en başta gelen ikisi, saygı ve sevgi değil mi?
Balkonumdan tanıklık ettiğim olay, küçük öğrencinin Ata'sına saygı göstermeyi bilmemesinden kaynaklanmıyor mu?
Bu küçüğün, yarın, öbür gün, büyüdüğü zaman, hiç hak etmediği halde, önemli bir kurumun başına gelip 10 Kasımlara, 29 Ekimlere dil uzatmayacağını kim garanti edebilir? Söyler misiniz?
"Hey küçük, sana söylüyorum, çabuk olduğun yerde dur! Bu ülkende kimin sayesinde özgürce soluk alıp verdiğini de hiç aklından çıkarma!"
Birden ayrımına vardım! Arkasından yürüyen, başı sımsıkı örtülü, Sıkmabaşlı genç kadın, sanırım küçüğün annesiydi. Oğlunun ceketine yapıştı ve "Dur hele!" diye bağırdı. İşte o günün asıl etkileyici ve içimi yakan noktası, bu genç kadının "dur hele" diye yüksek sesle bağırmasıydı. Sesi, önce balkonuma ulaştı, sonra tüm sokak boyunca yankılandı...
Saygı duruşu bitti... Kadın başını yukarı kaldırdı. Göz göze geldik, güzel gözleriyle ve sıcak bir gülümsemeyle selamladı beni.
Ne dersiniz bu genç kadın bana duymayı umduğum sözleri bakışlarıyla söylemiş olabilir mi?
Dilerim öyledir...