Sarıkamış'ta da saat dört dedi mi hava karanlık. Ağustosta geliyoruz kaloriferi yakıyoruz temmuzda İzmir'e dönene kadar kesintisiz kış. Hele kar yağdı mı okula emekleyerek gidiyorum yokuş yukarı. Düşmeden geçirdiğimiz her günü kâr sayıyoruz. Kızım bazen "ben artık kısa kollu giymek istiyorum" diye ağlıyor. Hergün içinde yaşadığımız, şahidi olduğumuz yokluk, yoksulluk, yoksunluk ayrı bir dert. Çıkıp ailecek dolaşalım desek hepsi hepsi bir cadde. Okulda öğrencilerin hali zaten içler acısı. Şikayet etmeye başlarsak o kadar çok şey buluruz ki. Söyleyelim söyleyelim ağlayalım hep beraber. Sonra da ver elini bunalım, depresyon. Elbet yaşlanıyoruz hepimiz aksi mümkün mü? Elbet yorulacağız. Yorulmadan, yıpranmadan helal kazanç olur mu? Ne mutlu bize ki çalışıp da yorulabiliyoruz.
Ben burada dokuz yılda şunu öğrendim. Mutlu olmak istersen elindeki koşulları gözden geçireceksin. Düzeltebildiğini düzelteceksin. Düzeltemediğine sen kendini uyduracaksın. Elindekiyle yapabileceğinin en iyisi neyse onu yapacaksın. Ama asla şikayet etmeyeceksin. Çözüm bulacaksın. Bulamıyorsan kabul edeceksin. Mutlu olmak da aksi de insanın kendi tercihidir. Hiç kimsenin yaşamı kolay değil. Kolay olsa ne anlamı olur ki zaten. Önemli olan o zorluklarla nasıl baş ettiğidir insanın. Bizi biz yapan budur. Gözde iki çizgi, saçta üç beş beyazın lafı olmaz. Yaşanmışlık sembolüdür onlar. Çok şikayetçi olursan kurtulmanın yolu da var. Mühim olan yaşlanmamız değil nasıl yaşlandığımız.
Ben de yaşlanıyorum her sene, herkes gibi. Bazen acılarla boğuşuyorum bazen neşeyle coşuyorum. Yani çok şükür yaşıyorum. Her gün üreterek, öğrenerek, yaşayarak yaşlanıyorum. Ama daha gencim sadece 33. Yaşlıyım demem için en az 70 olmam gerek önce
inşallah o günleri de görürüm.