SABIRLI OLMAK, O'NUNLA OLMAK
Allah'ın sevgisini, her dem O'nunla birlikte olmayı kim istemez?
“Allah sabredenleri sever”, “Allah, sabredenlerle beraberdir” ayetlerinin muhatabı olmak ne büyük lütuf!
Öyleyse bu acelemiz, telaşımız, saldırganlığımız niye?
Yüce Mevlâ, rızasına ulaşabilmemiz için kendimizi kontrol etmemizi, aceleciliğimizi, öfkemizi dizginlememizi emrediyor. Yeri gelince bizim olandan, hakkımız olandan -öyle olduğunu zannettiğimizden- bile hiç çekinmeden vazgeçmemizi istiyor. Sabırlı olanları seviyor, onların yanında oluyor, rahmetini onlardan eksik etmiyor.
Gerçek böyle, ama insanın bozuk gözü, sabredenlerin kaybedip acelecilerin, saldırganların, haksızlık yapanların kazandığını zannediyor.
Elbette ki bu yanlış bir kanaat. İnsanın kendisi dahil her şey Allahu Tealâ'nın mülkünde iken, kim O'nun mülkünden bir şeyi sahiplenebilir, ün sahibi olabilir, varlık iddiasında bulunabilir ki? Bu sadece bir yanılgıdır. İnsanın tek kazancı Rabbi'nin yakınlığı, rızasıdır. Rabbi'ne yönelen için de sabır kolaydır.
Haksızlığa sabırla karşılık
Gavs-ı Bilvanisî k.s. Hazretleri, bir sohbetlerinde şöyle buyuruyorlar:
“Odunculukla geçimini sağlayan, fakir, kendi halinde bir köylü, omuzunda bir ip, gecenin son vaktinde evinden ayrılıyor. Köyün yakınındaki köprüyü geçip suyun başında abdestini alıyor. Vakit girdiğinde önce sabah namazının sünnetini kılıyor, şafak iyice sökünce de farzını eda ediyor. Namazdan sonra oturup zikriyle meşgul oluyor. Güneş doğduktan sonra ormana girip odun toplamaya başlıyor.
Bir müddet sonra topladığı odunları sırtlayıp yola koyuluyor. Tam köprünün üzerine geldiğinde, öbür taraftan da bir atlı çıkıveriyor. At, odun yüklü adamdan ürkerek sırtındaki süvariyi yere düşürüyor. Yere düşen süvari çok sinirleniyor, atını ürküttüğü için oduncuya hakaret ediyor, saldırıyor. Odunlar bir tarafa, oduncu bir tarafa yığılıveriyor.
Süvari atına atlayıp gideceği esnada oduncu koşarak atın dizginlerini yakalıyor ve:
- Benim yüzümden attan düştün. Üstün başın toz toprak oldu. Özür dilerim, beni affet, diyor ve hakkını helal etmezsen vallahi atını bırakmam, diyerek sıkı sıkıya dizginlere yapışıyor.
Süvari şaşırıyor, adamın ısrarı üzerine de:
- Bırak atımı! Tamam helal ettim. Allah müstehakını versin, deyince oduncu atı salıyor. Atlı yoluna devam ederken, oduncu da odunlarını toplamaya koyuluyor.”
Gavs k.s. Hazretleri, fakir oduncunun hikayesini anlattıktan sonra şöyle buyuruyorlar:
“İşte Allah yolu böyledir. İnsan sabırlı olmalı. Kendisine zulmeden olursa onu Allah'a havale etmesi daha makbuldür. Allah'ın kuvveti insanınki gibi değildir. Affetmek çok büyük bir meziyettir. Bakın Alemlerin Rabbi, affedici davrananları nasıl methediyor: ‘O takva sahipleri, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.' (Bakara 134)”
Seven sabreder ve sevilir
Oduncuyu böyle sabırlı yapan şey neydi peki?
Fakir oduncu, rızkını temin etmek için geceden yola çıktı, abdest aldı, namaz kıldı. Ama nasıl?
Karanlıkta abdest aldı, göreni yalnız Rabbi idi.
Namaza durdu, karşısında Allah vardı. Yani onu yaratanı, yoktan var edeni, onu seveni, ihsanlarda bulunanı, en yakını, en dostu, en sevgilisi...
O'nunla konuşuyordu. Her bir zerresinde O'nun yaratmasını hissediyordu. Huzurunda rukûya eğiliyor, secdelere yüz sürüyordu. Ellerini açtığında her şeyin ve herkesin sahibine dokunuyordu ve yalnız O'ndan istiyordu.
Oturup zikrini yaptığında, adını söylediği uzakta değildi. Kendinden bile yakın olanı kalbinden zikrediyordu. Her “Allah” dediğinde, o ezeli ve ebedi sevgilinin bütün rahmet ve şefkatini benliğinde hissediyordu.
Böyle bir kula sabırlı olmak zor değil.
Peki bizi hikayedeki oduncu gibi olmaktan alıkoyan nedir? Namazımızı oduncu gibi kılmaya, secdelere kapanmaya, zikretmeye engel olan şey... Kılmakta olduğumuz namazın son namazımız, vardığımız secdenin son secdemiz olabileceği idraki ile namazımızı kılmaya engel nedir ki, kendimizde bir varlık, bir büyüklük iddiası olsun da haksızlık edelim, haksızlık karşısında sabırsız olalım?
Gaye Allah... O, hepimize sesleniyor:
“(Rasulüm) kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin çağrısına karşılık veririm. O halde (kullarım ) karşılık vermem için bana yönelsinler ve bana inansınlar ki doğru yolda gitmiş olsunlar.” (Bakara, 186)
O'na inanmak, O'na yönelmek, O'na seslenmek... Oduncunun emsalsiz sabrının ardında bu vardı. İbadetlerini böyle bir ruhla yapıyordu. Hayatını bu ruhla yaşıyordu.
Uzakta değil, çare kendimizde, içimizde...