TESBİH TANESİ
Koltuğun kenarında düşünceli gözlerle dışarı bakan yaşlı kadın, dudaklarının arasından dökülen her kelimeyle tesbih tanelerini parmaklarının arasından birer birer kaydırıyordu.Bu sırada okuldan gelen Cemile'nin kapıyı hızlıca örtmesiyle düşüncelerinden bir anda sıyrılıverdi yaşlı kadın. Bir an torunu Cemile'yle göz göze geldi. Bir ''merhaba'' beklediğini hissetti o an ya da küçük bir tebessüm belki... Ama ikisi de olmadı. Cemile ifadesiz yüzüne bir ''of ya!'' hoşnutsuzluğu ekleyerek odasına koştu.Odasına koşsa ne farK edecekti ki? Odasını da zaten onunla paylaşıyordu. Akşam yine geç saatlere kadar odasını kullanamayacak; babaannesi dokuzda uyuduğu için ışığı bile açamayacaktı.Artık öylesine bunalmıştı ki bu durumdan, bir gün patlamaktan korkuyordu. Neyse ki bugüne dek kendini tutmayı başarabilmiş, ona hiç bağırmamıştı. Ama memnuniyetsizliğini belli etmekten de geri kalmıyordu.
Tüm günün yorgunluğuyla Cemile kendini yatağa attı ve düşüncelere daldı.Bir insanı sevmiyorsam ona asla tahammül edemiyorum diye geçirdi içinden. Halbuki eskiden her şey ne kadar da güzeldi. Evin en küçüğü olması nedeniyle babaannesi Cemile'yi hep önde tutmuştu. Cemile de onu aileden biri olarak görüyor, sanki onsuz ailesinin yarım kalacağını düşünüyordu. Peki ya şimdi ne değişmişti? Artık onu yemek masasında fazla görüyor; yürürken koluna girmemek için hep önden gidiyordu. Sakarlıklarını görmezden gelemiyor, onun da anlayacağı şekilde homurdanmaktan kendini alamıyordu.Yıllar onu neden bu kadar değiştirmişti? Hiç sevmiyordu bu halini ama gerçek aşikardı: onu artık istemiyordu.
Tüm bu tavırlara rağmen yaşlı kadın ağzını açıp tek bir söz bile söylemezdi. Onu hala küçük bir kız çocuğu gibi görür ve her seferinde kalbi kırılmamış gibi davramaya çalışırdı.Sadece susardı. Zaten hayat ona karşı hep acımasız olmuştu bugüne kadar. Genç yaşta eşini ve delikanlı oğlunu kaybetmişti. Am o hep sözünü sükut etmiş, tüm bu zoruluklara karşı cesurca susmayı başarmıştı.
O akşam sofra Cemile için yine kalabalıktı..Neşesiz bir tavırla yemeğini yemeğe çalışıyordu. Sofrada konuşulanları duymuyordu bile...Ablası, annesi, babası kısaca herkes beraber olmanın mutluluğuyla o gün hakkında paylaşımda bulunuyorlardı. Bir ara babaannesinin '' ..artık çok yoruluyorum yavrum, dizlerimde derman kalmadı. Galiba yolun sonuna gelliyoruz...'' dediğini duyar gibi oldu. Bunun üzerine annesi ''Aman anne ne diyorsun Allah aşkına, Allah uzun ömür versin, öyle şeyler deme'' dedi. Ablası ve babası da buna benzer şeyler söylerken Cemile bir anda gülüverdi! İster istemez olmuştu bu gülüş fakat sofradaki sesleri kesmeye yetmişti. Babaannesi usulca kaşığını bıraktı ve ''elhamdülillah'' diyerek sofradan kalktı. Hiç yapmazdı böyle bir şeyi..Yemek masasına bir anda korkunç bir sessizlik düşmüştü.
O gece Cemile babaannesi uyumadan odaya girmedi. Karşılaşmaktan korkuyordu çünkü..Özür dilemek de istemiyordu, dilemeyecekti de...
Ertesi gün tatil olmasına rağmen babaanesini nerdeyse hiç görmedi. Yine kendi köşesindeydi yaşlı kadın ve Cemile onu ne zaman görse seccadesinin üstünde dua eder halde duruyordu. O gün de yine aynı şekilde babaanesi uyumadan odaya girmedi. Artık daha fazla nasıl kaçacağını düşünmeye başlamıştı.
O sabah annesi pazar kahvaltısı için herkesi sofraya çağırıyordu. Cemile kalktı. Hayret, babaannesi o kadar sese hala uyanmamıştı! Bir iki tereddüt etti fakat sonra babaannesini uyandırmaya karar verdi. Böylece vereceği tepkiden kendisini affedip affetmeyeceğini anlayabilirdi.Eğer affetmediyse kendini affettirmenin bir yolunu bulması gerektiğini düşündü.İki-üç defa çağırdı babaannesini fakat babaannesi mümkün değil uyanmıyordu. Bu sefer sarstı yaşlı kadını ve o anda evde büyük birçığlık koptu. Yaşlı kadın nefes almıyordu! Herkes telaşla Cemile'nin odasına toplanırken, Cemile'nin başından aşağı kaynar su boşaldı. Sonra ayaklarından başlayarak tüm vücudu birden soğudu. Tüyleri diken diken olmuştu, konuşamıyordu..
Aradan 1 hafta geçti. Tüm o cenaze merasimleri geride kalmıştı. Artık eve kocaman, ürkütücü bir sessizlik hakimdi. Pişmandı Cemile, hem de öylesine pişmandı ki...Yaptığı her hareketi, takındığı her tavrı yüzü kızarmış ve gözleri yaşarmış bir şekilde anımsıyordu.Artık gece istediği saatte yatabilir, istediği seste müzik dinleyebilir, sofrada ailesiyle olabilir veya evde dilediği gibi gezebilirdi öyle değil mi?! Ama şimdi tüm bunlar öylesine boş geliyordu ki...Hiçbirine de yapmak istemiyordu. Akşam dokuzda ışıkları kapatıp odasında saatlerce ağlıyordu.
Yine böyle bir akşam annesi Cemile'nin yanına geldi. Elinde küçük bir kese vardı. İçinden bir tesbih çıkardı ve ''Babaannen bunun sana verilmesini istemiş'' dedi ve gitti. Cemile elindeki tesbihe bakakaldı..Biraz daha dikkatle bakmak istedi ve tesbihi kendine doğru yaklaştırdı. Gözlerine inanamıyordu. Her bir tesbih tanesinin üzerinde ''Ya Sabur'' yazılıydı! Demek babaannesi kendisine böyle katlanıyordu; sabrederek.. Babaannesinin bu isimle ne kadar bütünleştiğini anladı o an..O, Cemile'de gördüğü her eksiğe yahut karşılaştığı her kötü muameleye sabırla susuyordu. Başına gelen her musibete göğsüne gererek Ya Sabur diyordu. Peki ya kendisi ne yapıyordu? Karşısındakinde gördüğü her noksanlıkta ondan biraz daha uzaklaşıyordu.Fakat şimdi anlamıştı, her insan noksanlıklarıyla vardı ve herkesi kendi noksanlarıyla kabul etmek gerekirdi. Musibetlerse ancak insanı olgunlaştırmak için vardı. Şimdi anlamıştı Cemile her şeyi...Bunu ona öğreten de babaannesi olmuştu üstelik, hem de öldükten sonra.Artık Cemile gördüğü her noksanda ve karşılaştığı her musibette tesbih tanelerini aklına getirecek ve babaannesinin diliyle söyleyecekti: Ya Sabur!