Ayakkabıcı, o gün gelen malları vitrine koyarken, sokaktaki bir çocuk, onu büyük bir dikkatle izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkân için yeterliydi.
Ayakkabıcı, bir çift ayakkabıyı, en görünür yere yerleştirirken, küçük çocuk vitrine iyice yanaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanıyordu. Hem de güçlükle... Ayakkabıcı, vitrinin yansımasından yararlanarak, çocuğu tepeden aşağı süzdü. Ufaklığın üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir kaç dakika boyunca öylece durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam hemen dükkândan dışarı fırlayıp:
Küçükk! diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika.
Çocuk, mahcup bir tavırla ona dönerek:
Gerçekten çok güzeller, diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.
Bence hiç önemli değil, diye atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da imanı. Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
Keşke imanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
Anlayamadım, dedi. Neden öyle olsun ki?
Çok basit, dedi, adam. Eğer imanımız yoksa Cennet'e giremeyiz. Ama ayaklarımız eksikse önemli değil. Zaten Cennet'te, hiç kimsede hiç bir eksik bulunmayacak. Hatta dünyadayken sakat kalmış olanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler.
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, sanki biraz daha hafiflemiş gibiydi.
Adam, vitrine işaret ederek: Baktığın o ayakkabı sana yakışır, dedi. Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki. İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım, dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.
Çocuk biraz düşünüp:
Diğer teki işe yaramaz, dedi. O tek ayakkabıyı kim alır ki? Amma yaptın ha! diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Zaten üç gün önce de, tek ayaklı başka bir çocuğa rastlamış, hatta onunla biraz konuşmuştu. Fakat hangi ayağının eksik olduğuna hiç dikkat etmemişti. Adam, devam ederek: Üstelik de öğrencisin, değil mi? diye sordu. İkiye gidiyorum, dedi ufaklık. Üçe geçtim sayılır.
Tamam işte! diye atıldı adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti.
Ayakkabıcı, çocuğa bir "bekle" işareti yaptıktan sonra dükkâna girdi. İçerideki raflarda, onun beğendiği modeller duruyordu. Ama adam vitrindekileri çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu ona oturtup yeni ayakkabısını giydirdi.
Küçük çocuk, sanki donmuş gibiydi. Ne kımıldıyor, ne de tek bir kelime ediyordu. Adam, onun eski ayakkabısını gösterip:
Benim satış işlemim bitti, dedi. Sen de bana bunu satarsan sevinirim.
Her halde şaka yaptınız, dedi ufaklık. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı satılır mı? Sen çok cahil kalmışsın be arkadaş, dedi adam. "Antika" denilen şeyden haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder.
Küçük çocuk konuşmakta zorlansa bile, bir rüya görmediğinden kesinlikle emindi. Çünkü rüyalar, bir insanı bu kadar mutlu edemezdi.
Adam onun eline birkaç tane kâğıt para sıkıştırınca, çocuk ne diyeceğini şaşırdı. Heyecandan terleyen avucunda, gıcır gıcır dört tane onluk duruyordu.
Onlardan bir tanesini adama uzatırken: Bana göre 30 lira yeterli, dedi. "İndirim mevsimi başladı" dediniz ya... Adam, küçük çocuğu kırmak istemedi ve uzattığı 10 lirayı kabul ederken, bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, hatta milyarlar kazansa, böyle bir mutluluk yaşayamazdı. Çocuk, yeni ayakkabısını giyince, büyük bir sevinle ayağa kalktı. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu.
Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
Babam haklıymış, dedi. Sakat olduğun için, üzülmene hiç gerek yok demişti.