…………… Sırılsıklam oldum yağmur altında yürürken ve sana ve bize dair söylediğim şarkıları, şiirleri belleğimde yoklayıp yinelerken sesli sesli, yanağımdan akan damlalar içlerime doğru gelişigüzel yol alıyor, süzülüyor, değdiği dokunduğu her yerimde sevda kokan sözcüklerin, bakışların titriyor yine damlalarının huzur veren meltemliğinde…
…………… Eflatun renkli müzikler ekliyorum sözcüklerime, şarkılar daha bir güzel, şiirler daha aşkla okunulası oluyor ve yağmur karışınca sesime gökkuşağından köprü oluşturuyor, üzerinde yürüyorum düşlerimde seni çizdiğim resmin koynumda… Resmini çıkarıp elime alıyorum, büyütüyorum resmini ıslanmışlığımda ve ellerimiz kenetleniyor anında… Seninle yağmurda el ele yürümenin dayanılmaz mutluluğu yansırken gözlerime yanağımdaki damlayı siliyorsun narin ellerinle, ardından yine damlalar çoğalıyor aynı yerde, bu kez öpüyorsun ardından o çok sevdiğim sesi çıkararak… Sen öpüyorsun yağmur çoğalıyor, sen öpüyorsun dünya duruyor, yağmur çoğaldıkça ikimiz kalıyoruz caddelerde, yol boyunca ve iliklerimize kadar ıslanmışlığımızda ıslıklar çalışıyorsun, sevdiğim şarkılar dudaklarına ıslık oluyor ve çıkarken ıslanıyor yağmurda, yağmur sesli ıslıklar çalışıyorsun şimdi…
…………… Veda edip uzaklaşıyorsun dönüş yolumun yağmursuzluğunda, ıslıkların büyükten küçüğe azalıp yok olmaya hazırlanırken, bakınca asılı kaldığım uzak kırların bahar kokan çimenlerine benzeyen gözlerin küçülüyor ufuk çizgisinde kayboluyor…Çıktığım uzun yürüyüşlerde eşliğin maratona hazırlanan atlet gibi bana antrene olmakta, o yolda gördüğüm her ağaca, tüm çiçeklere, loşluğunda adrenallerini yükselten pasta hane'deki aşıklara şarkılar mırıldanıp, dilimden kağıtlara dökülmeyen sıcak lavaş ekmek kıvamında şiirler biriktiriyorum usumda…. Ki daha sonra paketinden çıkarıp bozulmadan ilk güne özel tazeliğinde, ıtır kokuları yayarken mısralara dökmek için… Attığım her adım, soluduğum her havanın dip notlarını tutuyor, biriktiriyor, saklıyorum ertesi gün papatyalarla kaplı, bakanların aşksızlığına isyan ettiren, her yerinden su fışkıran parkın çimenleri üzerine yayılıyorum… Saymaya başlıyorum adımlarıma, nefeslerime kaç kere kaydettiğimi, kaç geceler yıldız yıldız dizip biriktirip, sakladığım bugün sayacağım sevda sözcüklerimi… Her şey, her not, her sayı birbirine karışıp girift bir hal alırken sayamıyorum, unutuyorum, unutuyorum, unutuyorum… Çünkü ''Seni Kaç Kere Sevdiğimi Unuttum ''…
…………… Televizyon'un ülkeye yeni girdiği günlerde yayınlar, açılış, kapanış ve hatta İstiklal Marşı'nın başlangıç ve bitişine dair tüm anekdotlar aklımda ve hala unutmamışken, siyah beyaz ve yabancı dizilerin fragmanı aklımdayken dahi bu unutmuşluğuma kuytularda gülümsüyor ve kendimle kavga ediyorum gece kent uykuya çekilmiş ve son sigaramı içerken karanlık apartmanlara bakarak, sonra bir tane daha… Bir tane daha derken yarılıyorum geceyi, birkaç saat kala uyanmışlığıma ve uyumak gelmiyor içimden, her akşam, her gece olduğu gibi… Uykuda olmak, uykuda kalmak verimsiz tarlaya ürün ekmektir çünkü; sana, sevdama, sevgime, aşkıma dair sözcüklerin duraklama anıdır, bu anları sevmiyor, yirmi dört saat üretmek istiyorum Seni Kaç Kere Sevdiğimi…
…………… Alışkanlığım yıllar öncesi öğrencilik dönemime uzanırken, şimdilerde sanadır uyuyamamışlığım, uyanışlarımın yarı baygınlığı, kalkışımdaki o mahur esrikliğim sanadır… Hemen açtığım pencereden içime dolan oksijen, yüzüme çarptığım su, traştan sonra kesiklerim dahil sürdüğüm losyon oluyor güne seninle başlıyorum yine henüz işine ulaşmaya çalışan durakta biriken insanların kalabalıklığında… Günlerden hangi gün, aylardan hangi ay, hangi mevsim bilmeden kıyafet seçmek istiyor vazgeçiyorum balkonda sabah esintisinde sigara molası verirken seninle tamamı taş yapı ile mimar edilmiş restauranttta rakımıza eşlik edecek mezeler yemek düşüncesiyle dumanımda boğuluyorum… Gelir miydin verilmemiş sözlerin randevusunda, oturur muydun karşıma kuğu zarafeti, tahtının sahibine erkek çocuk verememenin hüznü içerinde yüklü prensesin mahmurluğunda… Düşüncelerimi mavi küçük bir bulutun ardına gizlerken sana gelmenin acısı yakıyor göğüs kafesimi ve sigarayı yere atıp söndürüyorum ayağımla akşam yıkadığım balkonda… Acı… Sana gelmek o kadar acı ki sensizliğe gömüldüğüm dönüş uzantısında hissediyor, içime çöken tarifsiz sancıların girdabı gözlerimi görmez, kulaklarımı duymaz yaparken aklıma dahi gelmeyen nereye, ne için gittiğim düşüyor yolların kesik çizgilerine bakarken usuma…
…………… Pratik yalnızlıklar çiziyorum analitik geometrinin çizim aletlerini elim varsayarak ve gökyüzü ile ilerlemekte olduğum yollarda anlamsız şekiller beliriyor içeriği sevda ile yüklü, çizenin yüreğinde özlemler çoğaltan… Seni Kaç Kere Sevdiğimi düşünürken şekillerin karmaşası mı azalıyor sevdamın büyüklüğünden bana mı öyle geliyor her şeyin öyle geldiği gibi… Neden sayamıyorum, neden notlarım belirginsiz ve sevda sayısı sayılır mı diye kütüphanemdeki tüm ansiklopedileri karıştırıyorum sabahın ilk ışıklarına dek tek tek ama bulamıyorum hiçbirinde sevdaya dair en küçük bir sözcük, kaldı ki aradığım mı olacaktı yıllardır açılmadan kapakları tozlanan bilgi hazinelerinde… Sayılmıyor, sayamıyor vazgeçiyorum ve bildiğim tek sözcüğe dönüyor, tamamı büyük harf ve italik karakterli ve her bir harfi ayrı renk ve tonlarda müzikli bir çıktı alıyorum yazıcıdan… Seni Kaç Kere Sevdiğimi Unuttum… Seni Kaç Kere Sevdiğimi Unuttum…