uzaktan uzağa gözlemlediğim kadarıyla tanımlamaya çalışıyorum naim öğretmen'i, övgüden uzak, övgülere yakın,, =)
hayat denilen şey, uzun soluklu bir koşturmadan başka bir şey değildi aslında. insanoğluna düşen, onu süslemekti yalnızca
kimi sahte bakışlarıyla bezetiyordu hayallerini, kimiyse gözlerindeki gülümsemesiyle
hiçbir yaşam sıradan değildi elbette
her biri kendince gizemini barındırıyordu derinliğinde. ancak bazısı vardı ki tüm yaşanmışlığı okunabiliyordu gözlerinden.
yüzündeki her ince çizgi kimliğe bürünmüştü beyinlerinde. onlar ki unutulmuşluktu, yaşanılmamış hayatları ve kayboluşlarıydı
onlar için yere düşen her yağmur damlasının bir öyküsü vardı. acılarını omuzlarına gizlemiş, dik durmaya çalışırken içselleştiriyorlardı ertelenmiş umutlarını. dinlemek, beyinlerini yormuyordu, oysa konuşmak, paylaşmak ne de ağır geliyordu bedenlerine
yalnızlık en iyi dostları, şarkılarsa duygularının yansımasıydı. unutulmuşluklar çoğaltıyordu yalnızlıklarını. kimi zaman en büyük huzuru sağlayan yalnızlık, derinleştikçe kayıp kimliklere bürünüyordu yaşamları.
her zaman böyle miydi acaba?
mutluluğu bulduğumuz yalnızlığımız, yeri zamanı geldiğinde acısıyla da bütünleşebiliyor muydu hayatımızda
değer verdiğimiz, belirlediğimiz, kendimizce önemsediğimiz bireyler ne oluyordu da sıradan bir benlik kazanabiliyordu? ikilemler beynimizde çoğaldıkça silik yüzlerle mi dolduruyorduk bilincimizi
hiç beklemediğin anlarda rastlarsın bazı hayatlara. tesadüfi yansımalar dahil edersin yüreğindeki okyanuslara. artık yakamozların farklı anlamlarıyla selamlar ay ışığını, ve suların daha serin akar bakışlarında
o saatten sonra gözlerini indirgersin kalbine ve tanımlama gereği hissedersin. bazen sıradan gelir düşüncelerin, kabullenmeye gerek görmezsin. oysa bazıları vardır ki derinlere sürükler seni, günlerce düşünsen de nitelendiremezsin...
ama düşündüğün her kavram yeni boyutlarıyla yerleşir bilincine. artık yalnızca kendi anlamlarını ifade etmiyorlardır senin için. onlarla yeni bir hayat kurarsın beyninin derinliklerinde. paylaşabildiğin tek yer kendi mahremiyetindir. dışa vuramazsın. hayat her zaman olduğu gibi, çeperlerini sunar düşüncelerine. öyle anlar olur ki, kendin de korkuverirsin kabullenmekten. ve yapabildiğin en kolay şeydir çoğu zaman düşlerini mantığınla örtmen
tanımadığım birini tanımlamaya çalışırken başlıyordu serüvenim
sebepsiz mutluluğunu istediğim bir yaşam duruyordu karşımda. bakışları derinlerde ince bir ufuk çizgisi üzerinde seyrediyordu. o farkında olmasa da dokunduğu her yeri beslediği yıldızların aksiyle kamaştırıyordu
onca insan içinden neden seçilen oydu anlamamıştım ilk zamanlar. sonra fark ediyordum nedenini. eğer biri için bir şeyler yazılacaksa anlamlı olmalıydı, ait olmalıydı sahibine
derin bakışları olmalıydı, ya da yaşanmışlıkları olmalıydı yüreğinde
kahırları ile mutlu olmayı başarmalı, dolu dolu bakabilmeliydi hayata
rüzgarın esişinde şiirler düşlemeliydi zihninde. her mısrasında yaşamı anlatmalıydı, anlaşılmaya zorlamadan kendini. anlamak isteyenin onu bulacağını bilerek koyulmalıydı seyrine
toprağı nasıl soluyacağını bilmeliydi mesela
ama bunları önce kendi yaşamına sağlamalıydı ve övgüsünü ilk kendisi yapmalıydı gözlerine
oysa övgüden öylesine uzaktı ki
gözlerinde kocaman bir gökyüzü barındırıyor olsa da yer bulamıyordu kendine. böyleleri vardı hala, yılmadan durabiliyorlardu amaçları doğrultusunda. öyleyse,
değer vermek için tanıyor olmak gerekmiyordu. menfaatler ile donatılmış dünyada çıkarsız da mutluluk sağlanabilir olmalıydı. o zaman daha yaşanılası olmaz mıydı dünya, ve o zaman farkına varmaz miydik sevginin bize yüklediği karmaşanın, aslında kendimizi bulmamızı sağlayan bulmacasında rol aldığımızı? çıkarların taştığı evrende bir kez olsun karşılık beklemeden vermek gerekirdi hak edilen değeri. ufak bir tebessümü, fırtına sonrası dalında kalmayı başarabilen çiçeğin zaferine eşdeğerdi çünkü
o, benim için sıradan değildi biliyordum. bunu ifşa etmeden yaşam şeklini anlamayı deniyordum. ama her seferinde biraz daha uzaklaşıyordum... ve kimseyi onunla bağdaştıramıyordum.
onu var edenler; duruşundan, tavrından ya da konuşmasından ibaret değildi; nefes alıyordu, gülebiliyordu ve yaşamayı deniyordu. hala düşleyebiliyordu. arzularını yitirmeden veriyordu mücadelesini.
ince bir melodinin tınısında saklıydı serzenişleri. her duyduğunda ayrı bir kapı açılıyordu yüreğinde. bugününü geçmişi ile kıyaslama olanağı sunuyordu adeta, bazen mutluluklar çevreliyordu gözlerini, bazen ise umarsızlıklarla yürüyordu sonsuzluğuna..
yüklenmiştik umutsuzlukları, kurşundan ağır geliyordu bazen omuzlarımıza
öyle bir an gelirdi ki son verirdik olası tüm mutluluklara. yağmurdan önce gökyüzündeki bulutların valsi dahi anlamsız gelirdi o anda. oysa her şey tekdüze değildi yaşamda
farkına varıldığında, yücelikler en güzel başlangıçlarıyla gelecekti gözlerin dokunduğu tüm ücralıklara.
paylaşmak güzeldi
nedenleri âyan ederdi insanlığa. ancak bazıları vardı ki, gözlerine bakıldığında anlaşılırdı yaşanmışlıkları. isteseler de öteleyemezlerdi düşüncelerini. aşkları iz bırakarak terk etmişti öylelerini. paylaşamayışları, kendilerine itiraf etmekten çekinmelerindendi. umursamadan yaşayışları ve farkında olmadan göz kaçırışlarıysa, sorgulayamadıklarındandı belki de
bir zaman sonra anlayacaktı zamanın niceliğini yitireceğini, ve her geçen gün biraz daha sona erdiğini
her yer ışıl ışıl tüm parlaklığını sunarken gözlerine, içindeki karanlık nitelendiriyordu yaşamın sıradanlığını. o yüzdendi belki, bu denli gizemli olması. her insan uzaklaşırken hayatından, o biraz daha yaklaşıyordu gökyüzüne.
o an görünür bir hal alacaktı işte tüm soyut kavramlar. ve anlamını bulacaktı eski zamanda yitirilen en karmaşık yaşamlar
artık sadece dilemek geliyordu elimden; kendi sonuna gelmeden kabul etmeliydi değerini ve içtenlikle benimsemeliydi eşsizliğini
çok uzun zamanlar ona ihtiyaç var,, geleceğin öğretmenlerine feyz olması dileği ile..