Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.
LOCKE Bölümü : (Doğum: 29 Ağustos 1632 - Ölüm: 28 Ekim 1704)
17. yüzyılın en önde gelen Usçu filozofları ise Fransız Descartes, Hollandalı Spinoza ve Alman Leibniz idi.
Empirist bir tutumun klasik tanımlaması Aristoteles'e dayanır. O, "zihinde bulunan hiç bir şey yoktur ki daha önce duyularda bulunmuş olmasın" demiştir.
HUME Bölümü : (Doğum: 7 Mayıs 1711 - Ölüm: 25 Ağustos 1776)
- "Yasama gücü" veya bir başka deyişle Millet Meclisi. "Yargı gücü" ya da mahkemeler. Ve "yürütme gücü" ya da hükümet.
- Gücün bu şekilde üçe ayrılışı Fransız aydınlanma filozofu Montesquieu'den kaynaklanır.
Buda'nın müritlerine ölmeden önce söylediği son söz ne oldu biliyor musun?
- Hayır, nereden bileyim.
- "Bileşik her şey yokolmaya mahkûmdur," demiştir.
Hume, buna ek olarak bebeğin henüz alışkanlıktan doğan beklentilerin bir kölesi olmadığını, yani bebeğin senden çok daha önyargısız olduğunu da söylerdi.
En büyük filozoflar çocuklardır belki de. Çocuklar her konuya tarafsız yaklaşırlar. Ve bu, sevgili Sofi, bir filozofun en önemli özelliğidir.
Çocuklar dünyayı ne eksik ne de fazla, tam olduğu gibi algılarlar.
"Doğa yasaları" ya da "neden ve etki" dediğimiz şeyler "mantıkla değil, alışkanlıkla ilgili şeylerdir.
Doğa yasaları yalnızca vardırlar; onların mantıklı ya da mantıksız olduğu söylenemez.
- Zaman içinde bir şeyin bir başka şeyi izlemesi, bunların arasında mutlaka bir "nedensellik ilişkisi" olduğu anlamına gelmez.
- Yoldan geçen bir kara kedi görürsün. Aynı gün bir süre sonra düşer kolunu kırarsın.
Bu, bu iki olay arasında bir nedensellik ilişkisi olduğu anlamına gelmez. Aynı şekilde bilimde de hızlı sonuçlara varmamak son derece önemlidir.
Pek çok kişinin belli bir ilacı aldıktan sonra iyileşmesi, onları bu ilacın iyileştirdiği anlamına gelmez.
Bu yüzden, gerçek ilacı alanların yanısıra, bu ilacı aldığını sanan oysa gerçekte suyla karıştırılmış undan oluşan haplar verilen büyük bir kontrol grubu oluşturulmalıdır.
Gerçek ilacı almayan kişiler de iyileşiyorsa, bir üçüncü etmen, örneğin "ilacın iyi geleceğine olan inançları" onları iyileştirmiş demektir.
Yardıma ihtiyacı olan birine yardım etmemek ne mantıklı, ne de mantıksız bir şeydir. Buna olsa olsa iyilik ya da kötülük denebilir.
- Şu an senin yaptığın şeye, betimleyici bir cümleden ("Çünkü o insan da yaşamaktan memnundur.") kural belirten bir cümleye ("Bu yüzden öldürülmemelidir.") varmak denir.
Akıl açısından tümüyle mantıksız bir şeydir bu. O zaman insan "Vergi kaçıran bir sürü insan var.
Bu yüzden ben de vergi kaçırmalıyım." diyebilir. Hume hiçbir zaman "-dir"li cümlelerden "-meli"li cümlelere varmamak gerektiğini ileri sürer.
Oysa gazete makalelerinde, parti programlarında, meclis konuşmalarında tam da buna öyle çok rastlanır ki... Birkaç örnek vermemi ister misin?
- Memnuniyetle.
- "Giderek çok daha fazla sayıda insan uçakla yolculuk etmeyi seçiyor. Bu yüzden daha fazla hava alanı yapılmalı." Sence bu mantıklı bir çıkarım mı?
- Hayır, bence oldukça saçma. Çevreyi de düşünmemiz gerek. Bana kalırsa daha çok tren yolu yapılmalı.
- Neyi nasıl yapacağımızı akıl yoluyla kanıtlayamayacağımız konusunu ele almış olduk.
Sorumlu bir biçimde davranmak akılla değil, diğer insanların iyiliğini isteyen duygularla mümkün olur.
'Tüm dünyanın mahvolmasını parmağının birazcık acımasına tercih etmek akıl dışı bir şey değildir," der Hume.
Örneğin bir sel afeti olsa, zarara uğrayanlara yardım etmemizi duygularımız söyler.
Tamamen duygusuz olup kararı "soğuk aklımıza" bıraksaydık, aklımız bize, dünyanın nüfusunun tehlike verici oranda arttığını, bu yüzden bu sel afetinde birkaç milyon kişinin ölmesinin iyi olacağını bile söyleyebilirdi.
- Böyle düşünmenin mümkün olması bile beni sinirlendiriyor!
- Ve sinirlenen yanın aklın değil!