Oysa içimdeki duygular, yıllar geçtikçe değişti. Eskiden baharı severdim, bahar canlandırırdı beni. İçim kıpır kıpır olur, coşardı adeta. Yazları da huzur dolardı. Bir başka bakardım canlılara. Güzellikleri içime çeker; dolu dolu yaşardım, kendimle, kendime rağmen. En önemlisi de yalnızlık çekmezdim, hep yalnız olduğum halde.
Neler değişti acaba?
Yaşantım mı?
Hayır...
Bakış açım mı?
Hayır...
Evet, baharı yine seviyorum. Yazları da. Ama sonbaharı dört gözle bekler oldum. Hüzünle, kaygıyla, bazen de endişeyle...
Oysa, benim ve benim kuşağımın hala dans etmekten, eğlenmekten, yüksek sesle gülmekten, kendini dışa vurmaktan çekindiği bu günlerde; sokaklarda istediği gibi giyinmiş, istediği müziği dinleyen, istediğini, okuyan, istediği yere giden gençleri gördükçe mutlu olmam gerek değil mi?
Sonbaharı beklemek niye?
Sevmediğim sonbaharda sonsuzluğu yaşamak niye?
Baharda tek dostum, tek sırdaşım, yaşantım, güzelliğim olan o yüce insanın; o iyilik meleğinin hastalığıyla tanıştım.
Yazın onu sonsuzluk yolculuğuna uğurladım.
Ve bir başka kış; ailemizin direği, o; dertlilerin dostu, o; eşsiz insana güle güle dedik hep birlikte…
Şimdi yalnızım işte. Sonbaharları bekliyorum, ömrümün son demlerini. Hüzünleri, kaygıları, endişeleri kucaklıyorum sanki.
Ama bitmeyen, içimde tükenmeyen bir şey var:
PAYLAŞMAK... Paylaşmak; yaşadığım güzellikleri, hüzünleri, endişeleri paylaşmak. Daha doğrusu ömrümün son demlerini paylaşmak istiyorum.
Çok şey mi istiyorum acaba dostlarımdan ne dersiniz?..