Türkülerimiz, Türkü Hikayeleri...

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 06 Mar 2010 02:07:47
KARADIR KAŞLARIN FERMAN YAZDIRIR.

Karadır kaşların ferman yazdırır
Bu aşk beni diyar diyar gezdirir
Lokman Hekim gelse yaram azdırır
Yaramı sarmaya yar kendi gelsin.

Ormanlardan aşağı aşar geçerim
Nazlı yari kaybettim ağlar gezerim
Ormanların gümbürtüsü başıma vurur
Nazlı yarin hayali karşımda durur.

Karadır kaşların benzer kömüre
Yardan ayrılması zarar ömüre
Kollarımdan bağlasalar demire
Kırarım demiri giderim yare.

Ormanlardan aşağı aşar giderim
Nazlı yari kaybettimağlar gezerim
Ormanların gümbürtüsü başıma vurur
Nazlı yarin hayali karşımda durur.

Uzaklara gittimgelirimdiye
Tabancamı doldurdum vururum
Hiç aklıma gelmez ölürüm diye
Ölüm ver Allahım ayrılık verme.

Ormanlardan aşağı aşar giderim
Nazlı yari kaybettimağlar gezerim
Ormanların gümbürtüsü başıma vurur
Nazlı yarin hayali karşımda durur.

Üç güzel oturmuş karaya bakmaz
İnsan sevdiğini dilden bırakmaz
Hey Allahtan korkmaz kuldan utanmaz
Gönül defterinden sildin mi beni.

Ormanlardan aşağı aşar giderim
Nazlı yari kaybettimağlar gezerim
Ormanların gümbürtüsü başıma vurur
Nazlı yarin hayali karşımda durur.


-Sayın Mustafa Tuna yıl 1944...Siz Seyitgazi’lisiniz komşu kızına tutuluyorsunuz. Ama babanız evlenmenize karşı çıkıyor. Neden?

-Kızın babası Rum dan dönme idi Babam ‘Ben soyuma Rum kanı katmam’ diye itiraz etti. Kanımıza karışmasın dedi. Belki de isabetliydi. Düşüncesi öyleydi. Ama gönül ferman dinlemediği için biz kızı kaçırmak zorunda kaldık.

-Nasıl ve kiminle kaçırdınız?

-Arabacı Raşit vardı. Arkadaşımdı. Kız nişanlanınca biz Raşit’in arabasıyla kaçırmaya karar verdik. Benim aracı kadınlarım vardı. Haber getirip götüren... Onlardan kızın ertesi gün çeşmeye geleceğini öğrendim. Bir yandan da kızın kına hazırlığı var. Bu iş bitiyor biz bunu önleyelim dedik. Kızın eviyle Kuruçeşme arasında dar bir sokak var. Arabayı sokağın başına çektik. Birgün önceden de atları nallatmışız. Herşey hazır. Kız testileri su doldurup omuzuna almış. Sokak dar kaçacak-göçecek yer yok. Sabahın da körü... Saat 7-8 gibi. Kızı yakaladım. Duvara çarptım. Omuzundaki su testileri kırıldı. Kucaklayıp arabaya attım. Atları kırbaçladık. Yola koyulduk. Kalabalık bir gündü. Arabacı yolu şaşırdı. Planladığımız yola gitmedi. Eskişehir yoluna saptı. Zaten arabacı Raşit saralıydı. Nöbeti tuttu titriyor. Kız bağırıyor. Bir elimle kızın ağzını kapatıyor ötekiyle Raşit’i tutuyorum. Yuları kavrayıp atların sırtına bineceğim ama bu defa ötekiler arabadan düşecekler. Atlar başı boş koşuyorlar. Aniden bir de karşıdan kamyon çıktı. Eskişehir tarafından geliyor. Kamyonu gören atlar ürktü anayoldan çıkıp orman yoluna saptı araba.

-Ve ormanların gümbürtüsü başladı. Hangi ormandı bu?

-KIZILTEPE ORMANI diyoruz. Şu karşıdaki orman Eskişehir yolunda. Atlar ormanın içine daldı. O arada millet de peşimize düşmüş... Jandarma süvarisi bir yandan çevirdi; kızın nişanlısının akrabaları öte yandan. Üstümüze geldiler. Nihayet arabayı çevirdiler. Teslim olmak zorunda kaldık.

-Alıp götürdüler sizi...

-Götürdüler tevkif ettiler..27 gün yattım. Sorgu hakimi samimi bir arkadaşımdı. Ben o zamanlar Halkevi çalışmalarına katılıyorum. Oradan tanışıyoruz. Beni hapishane bahçesinde volta atarken görmüş işaret etti bana. ‘Hayrola n’apıyorsun orada?’ diye sordu. Ben de ellerimi üstüste çaprazlayıp tevkif edildim dedim. Gardiyanı gönderdi ‘yaz tahliyemi istiyorum de’ dedi. Yazdım imzaladım. ‘Sen aşağı in. Şimdi seni bırakacaklar’ dedi. Aşağı indim beni tahliye ettiler. O zaman sorgu hakiminin yetkisi vardı. Ben tahliye oldum. Ama mahkeme devam ediyor. Dosya ağır cezaya Eskişehir‘e gönderildi. Duruşmaya çağırdılar. Mahkemeye gittim. İlk duruşmada beni tevkif ettiler.

-Suç kız kaçırma tabii ki ?

-Evet evet. 431’e 62 inci madde gereğince dava açıldı. Mahkeme devam ediyor. İkinci duruşmaya kardeşimle babam RAZİYE’yi de getirdiler.

-Babanız araya girdi yani?

-Evet babam araya giriyor kızın ifade vermesini istiyor. Alıp mahkemeye kızı getiriyorlar. ‘Ben gönlümle gittim. Beni kaçıran olmadı. Yaşım küçüktübeni zorla evermek istediler ben de Mustafa’ya rızamla kaçtım. Zorla filan götürülmedim.’ Bunlar zapta geçti. Savcı itiraz etti: ‘Kızın yaşı küçük tanıklığı geçerli değil‘ dedi. Ben de ‘Sayın yargıç akit kişiyi reşit kılar. O zaman küçüktü ama olay olmuş. Kişi reşit sayılır ‘ dedim. Beraatimi ve tahliyemi istedim. İçeri girdiler bir saat kadar kaldılar. Sonra kararı açıkladılar. Bir seneye mahkum edildim. Yalnız bu arada bir şey anlatmam gerek KARAKULAK diye biri var Seyitgazi’de... Varsıl. Benim onunla bir meselem var. Ben ilk 27 gün yatıp çıktığımda peşime adam takıyor...Beni vurdurtmak istiyor. Adamın birine yüz lira veriyor. O da benim arkadaşımdı. Gelip bana durumu anlattı. Biz o yüz liraylagidip güzel bir rakı içtik. Sonra Karakulak’ı yolda çevirip rezil ettim. Beni vurdurtmak için verdiği yüz lirayla içki içtiğimizi söyledim. Boynuma sarıldı gönlümü aldı. Dayı yeğen olduk. Aramız iyileşti. Ama sonradan öğrendim ki bir senelik tevkifatımda onun parmağı var. Benim ceza almam için mahkemeyi etkilemiş. Yıl 1944 tek parti dönemi...Bu tür şeyler kolay oluyordu. Velhasıl biz bir yıl yatacağız. Ben temyiz ettim fakat savcının kızı da mahkeme kaleminde memur olarak çalışıyor. Kayıttan geçirdiğim dilekçeyi temyize göndermiyor. Ama dilekçenin tarih ve numarası elimde var. Bana karar tebliğ ediliyor bakıyorum temyiz isteğim yok...Yazmamışlar. İtiraz ettim. Elimdeki tarih-numarayı gösterdim. Zaten tahliyeme iki ay kalmış. Gardiyana on lira verdim yeni yazdığım dilekçeyi bakanlığa gönderdim. Tahkikat açıldı müfettiş geldi. Haklı çıktım ama bir sene yattım.

-Siz bu arada olayı türküye mi döktünüz?

-Ben Seyitgazi’deki ilk yirmi yedi günlük hapisliğimde sazla türküyü söylemeye başlamıştım. Hapishaneden dışarıya taştı türkü... Bütün Eskişehir’in dilinde. Öyle meşhur oldu ki türkü Eskişehir yıkılıyor. Hapishanede berber Gazi vardı idamlık. Seyitgazi’den. O beni koruyor. Kimse bana dokunamıyor hapishanede. Tatarlar var. "Leylalar" diye bir türkü söylüyorlar. Cümbüşün bini bir para. Bizim türkü de her tarafa yayıldı. Ben günümü tamamlayıp çıkacağım sırada Hakkı Efendi yani kızın babası haber gönderiyor "tahliye olduğunda doğruca bizim eve gelsin görüşelim" diyor. Ama babam kabul etmiyor. Ben babamı karşıma alıp da onlara gitmedim.

-Yani görüşmediniz...

-Ben kızla görüşüyorum ama babasına gitmedim. Hatta hiç unutmuyorum aracılar vasıtasıyla kız bana bir çevre göndermişti. Baktım olmayacak babam reddediyor 1948‘de terk-i diyar eyleyip Ankara’ya gittim. Orada iş bulup çalıştım. İnşaatlarda çalıştım taşeronluk yaptım.

-Eşiniz Hikmet Hanımla nasıl tanıştınız?

-Benim çalıştığım insanların akrabası idi. Her zaman görüyordum. Kısmetmiş istettim evlendik.

-Şimdi şunu öğrenmek istiyorum Karadır Kaşların Ferman Yazdırır Türküsü bu anlattığınız yaşam öykünüzün yansıması mı? Yani size ait değil mi?

-Bestesi de güftesi de bana ait.

-Başka türkü yaktınız mı?

-Şiirlerim çok ama başka türküm yok.

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 06 Mar 2010 02:08:44
Ela gözlerine kurban olduğum - Aydın yöresi

Aşık Ömer 17. yüzyılın en on de gelen adlarından biridir. Kendi şiirlerinden yola çıkan araştırıcılar onu gerçek bir mekana bağlayamamışlardır. En eski divanındaki

Vatan-ı aslimiz Aydın ilidir
ve
Tehi sanman Ömer Gözlevelidir

gibi mısralar onun gerçek doğum yerini ortaya koymamıza engel teşkil etmektedir. Aydın Kırım ve Konya'da üç ayrı Gözleve'nin var olması araştırıcıları
sık sık fikir değiştirmeye yöneltmiştir. Bu konudaki son eserin sahibi Ş. Elçin
çok eski bazı kaynaklardan yola çıkarak şu hükme varmaktadır: " Aşık
Ömer'in vatanın Kırım Gözleve'si olduğu kuvvetle tahmin edilebilir" (Aşık Ömer3).

Elçin'in kaynak olarak ele aldığı Dr. Bayçura'nın bilgilerine göre babası kürk ticaretiyle uğraşan Abdullah adlı bir zattır; annesinin adı ise Şerife'dir. Doğum tarihini 1619 ve 1621 olarak veren kaynaklar tahminden öte gidememektedir. Bize göre bütün bu bilgiler Kırım rivayetinin gayet güzel süslenmesiyle ilgilidir.

Adı Ömer olup bir ara Adli mahlasını da kullanmıştır. Medreseye devam
eden Ömer burada sarf nahiv mantık maani Arapça Farsça tefsir ve Dürer
okumuştur. Hafız'ı Sadi'yi burada öğrenmiş şiirinin bilgi dağarcığını burada
zenginleştirmiştir.

Pek çok yerler dolaşan Ömer'in Divan'ında "Hafız Aşık Ömer" ibaresinin
yer alması çeşitli kaynaklarda saz çaldığının kayıtlı olması onun değişik cephelerini ortaya koymaktadır.

1707'de öldüğüne dair söylenen tarihi ihtiyatla karşılayan EIçin bu tarihin
daha sonraki bir YIL olması gerektiği görüşündedir.

Şairname'sinde Şerifi adlı şairden bahsederken kullandığı şu ifadeler bu
zatın Ömer'in hocası olduğu şeklindeki görüşleri kuvvetlendirmektedir:

Şerifi değil mi cümleye üstad
Ol değil mi bizi eyleyen irşad

Safayi tezkiresinde Şerifi'nin Kırımlı olduğu İstanbul'da tahsilini tamamladıktan sonra Rumeli'ye gittiği söylenmektedir.

O aynı yüzyılın aşıklarından Kul Mustafa Katibi Bursalı ****** Gayri Hayri ve Sadık'ı beğenmektedir; birincisine söylediği nazireler bunun güzel örnekleridir. Onun nazire söylediği diğer şairler arasında Karacaoğlan Kuloğlu Yazıcı gibi adlar da yer almaktadır.

Klasik şairlerimizden Ahmed Paşa Fuzuli ve Atai'nin şiirlerine nazireler yazması; gazel murabba kalenderi satranç müstezad gibi şekillere örnekler vermesi Ömer'deki yüzyıla hakim olan klasik şiire yönelme arzusunun en güzel örneğidir.

Zamanında ve daha sonraki yüzyılda oldukça şöhretli bir şair olan Ömer'e; Abu Hasan Levni Ruhi Siyahi Şevkat gibi şairler nazire yazmışlar Aşık Nihani de bir medhiye söylemiştir.

Ayvansaraylı Hafız Hüseyin tarafından 1782'de Aşık Ömer Divanı adıyla bir araya getirilen şiirler arasında; koşma destan semai ve varsağı şeklinde söylenen heceli örnekler daha azdır; Ömer'in en çok bilinen şiiri 38 dörtlükten meydana gelen ve 105 şairin adının sayıldığı Şairname'sidir. Burada sadece 17 saz şairinin adının zikredilmesi Arap ve Acem şairlerinin yanında klasik şiirimizle tekke şiirimizin ünlü adlarına daha fazla yer verilmesi düşündürücüdür.

Aşık Ömer'den Gubari ve Hızri'nin Şairname'lerinde sadece ad olarak söz edilmiştir. On dokuzuncu yüzyılda yazılan Şairname'lerden Ruhsati'nin ki ile yirminci yüzyılın şairname yazarlarından Feryadi Emsali İsmeti Kangallı Noksani ve Talip Kılıç'ın eserlerinde de Ömer'e yer verilmiştir.



ELA GÖZLERİNE KURBAN OLDUĞUM

Hicâz Bestekâr : Sadettin

Güftekâr : Aşık Ömer

Elâ gözlerine kurban oldugum
Yüzüne bakmaya doyamadım ben
İbret için gelmiş derler cihana
Noktadır benlerin savamadım ben
Ayamadım ben doyamadım ben
Noktadır benlerin sayamadım ben
Aşkın ateşidir sînemi yakan
Lûtfuna erer mi cevrini çeken
Kollarını boynuma dolamış iken
Seni öpmelere kıyamadım ben
Ayamadım ben doyamadım ben
Seni öpmelere kıyamadım ben

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 06 Mar 2010 02:09:55
HEY ON BEŞLİ

Taş döşeli yollardan şakırtılı at arabalarının gelip geçtiği demlerde Tokat bir dağ içindeyken gülü bardağı içindeyken yüzü kaleye bakan ahşap evlerden birinin şenliğiydi Hediye üç eteği sırma işleme başı Tokat işi yazmalı yazmasının ucu pembe oyalı. Endamı fidandan narince boyu gül ağacı misali küçücük alımlı edalı bir kızcağız.

Kınalı Kazova üzümlerinin toplanıp pekmez yapıldığı aylarda Tahtaoba Köyü'nün saygın ailelerinden birinin oğlu Hüseyin görüverdi onu. Tenhada buluştular iki gencin yüreği birbirine ısındı.
Çok geçmedi aradan Tahtaoba'dan dünürcüler geldi Hediye kızın evine. Köy ağası babanın biricik oğlu Hüseyine'e istediler onu. ''Yaşı küçücük ''dedi anası ''Baba ekmeği yemedi doyuncaya dek''. Ekleyeceklerini söyledi oğlan tarafı. ''Bizim oğlumuzda yeni yetme...Söz edelim aht verelim bakleyelim. Gül yanaklı Hediye bu yaz gelinimiz olur.''
Tez büyür kuzu misali kız kısmının da yuvadan kuş misali kanatlanıp tez uçanı makbuldür. Hele talibi Tahtaoba'nın efendilerindense bol haneye geln gidecekse anasının babasının adını saydıracaksa fırsat kaçırılmaz. ''oldu'' dedi büyükleri. Hediyenin ak ellerini bu bahar kınalayacaklardı. Madem insan evladıydı isteyen hayır işte acele etmek en güzeliydi. Verdiler Hediye'yi bıyıkları yeni terlemiş Hüseyin'e. Şerbetini içtiler sözünü kestiler. Tahtaoba'nın ağası koçlar kurban etti. Hüseyin endazesi on yedi kuruşa mor kadifeden fistanlık kumaş aldı Hediye'ye. İpek bürüğe bürüdüler genç kızı boynuna gümüş hamaylılar alnına Hamidiye paralar taktılar. Bakır tepsilerin arkasını tıkırdatarak oynadı kadınlar.
Kış geçmeden yaprak küpleri basıldı. Erik ezmeleri tarhanalar sebze kuruları bulgurlar setikler yarmalar hazırlandı. Bahar başında toplanıp yazıda kurutulmuş madımaklar çıkınlandı. Kasım yağmurları Yeşilırmak'ı coşturmadan tahtaları kararmış ahşap evlerin dış kapıları kapatıldı. Baba evinde artık misafir muamelesi gören Hediye çeyiz teleşına düştü. Kafesli pencerenin önündeki sedirde oturup yoldan geçen herkesi ''Belki Hüseyin'dir'' ümidiyle süzerek küçücük ellerinin ak parmaklarındaki iğne ile al yazmaları kara yazmaları renk renk çiçek çiçek oya ile çevirdi. Ayvalar toplanırken ayıldı haber. Ateş düşmedik ocak bırakmayan seferberlik memleketin her köşesinden yine delikanlıları istiyordu. Bu kez yaşı on sekize değmiş delikanlılarda... Şehirden şehire köyden köye haber uçuruldu. Sırtını kayalara dayamış Tokat'da titredi bu havadisle. Bin üç yüz on beş doğumlular kışlada toplanacaklar. Karayağız Türkmen delikanlıları kalktı geldi zıpkalı Karadeniz uşakları beşer onar gruplar halinde akın etti çevre köylerden kimini Çanakkele'ye yazdılarkimini Filistin'e kimini Yemen'e. Gözü yaşlı duacı analarla sabırlı yavuklular kaldı geride. Ardından bir maşrapa şu döktükleri delikanlıları için yanaklarından süzülen yaşlarını yazmalarının ucundaki gül oyalarına sildiler. Geride kalan kalbi kırık yavuklular içlerindeki yangını türkü yaptı. On sekizlik yiğitlerin ardından ağlayarak söylediler.

Hey onbeşli onbeşli
Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı.

Tahtaoba Köyü'nden bölüğe çağırılan gençlerin arasında Bey Hüseyin'de vardı. Al atını topuklayıp ayrıldı köyünden yaşıtlarıyla birlikte. Tokat'ta Örtmeliönü'ndeki kararmış tahtalarla kaplı evciğinin kapısını çaldı önce. Sözlüsünün ana babsının elini öptü. Göz ucuyla baktı utançtan yüzü kızaran Hediye'ye. ''Vatan borcu ödeme zamanı sağlıcakla kalın. Dua edin çocuklarınız için. Döner gelirsem ahtımdayım. Çift davullar çaldırıp toy yaparım.'' dedi onalra. Sonra helallik dileyip ayrıldı Hediye'nin evinden. Başını çevirip tekrar tekrar ardına bakarak sürdü atını.

Gidiyom gidemiyom
Seni terk edemiyom
Sevdiğim pek küçücük
Koyupta gidemiyom.

Boynunu büküp asker yolu bekleyen bir sürü genç kızdan biriydi artık Hediye. Her gece dua ederek baş koyduğu yastığını sabaha kadar gözyaşlarıyla ıslattı. Günleri saya saya aylar sonra yerine varabilen sarı zarfların içinden bir hayır haber alma ümidiyle bekleyerek geçirdi mevsimleri. Hasretini nakış nakış döktü iğne oyalarına dantel perdelere kilim tezgahlarında dokunan cecimlere. Tokat'ın çıplak dağlarını bembeyaz karlar örttü önce sonra karlar çağıl çağıl eridi kuru ağaçlar canlandı tomurcuklandı yapraklandı. Asmalar gözyaşı gibi salkım üzümlendi. Kah Batmantaş Köyü'ne bir ateş koru gibi kara haber düştü kah Yatmış'a kah Hampınar'a Salavatlarla uğurladıkları delikanlılarının toprağa düştüğü haberini alan kara bahtlı analar kara çatkılı yavuklular dul kalan tazeler maşrapalarla su döküp ıslattıkları kapı önlerini gözyaşlarıyla suladılar. Memlekette yangın düşmedik ocak kalmadı. Eli yüreğinde uyandı her sabah Hediye. Komşu kadınlara rüyalarını tabir ettirdi. Mahsun mahsun yollara bakıp bir haber bekledi karayağız Hüseyin'inden uçup giden turnalardan haber umdu. Sabah esen serin rüzgara selam asıp yolladı. Çok mu uzktı Yemen dedikleri yer şu çıplak dağların ardına gitse bulurmuydu yarini? Buluverse al kanlı yarelerini sarar mıydı pembe çevirmeli ipek mendiliyle? Bekleyiş derde dönüştü. Gelen her şehadet haberiyle kavuşma ümidi biraz daha kırıldı. Analar askere gitmiş babalarını soran bebelere ''Az kaldı dönecek.'' derken ciğerleri sızım sızım sızlar oldu. Seneler geçiverdi yüzlerde çizgi bırakarak. Yiğitsiz kalmış evleri bekleyen köpekler yabancıya ürkmez olmuştu artık. Dağlarda eşkıyalar peydahlandı. Asker kaçakları arsızlar hırsızlar kol gezmeye başladı ortalıkta. Bir gün falanca köyden baskın haberi geldi bir gün filancı köyden. Para eder herşeyi toplamışlar yiğidinin yasını tutan taze gelinleri dağa kaldırmışlar ıssıza çökertmişler. Hükümet başedemiyormuş artık onlarla. Şehirlerde kasabalarda kimse kimsenin selamını almaz olmuş. Güven diye birşey kalmamış. Hediye'nin anasıyla babası yanlarına çağırdı. Utana sıkıla açtılar endişelerini ona. ''Kara yazgılı kızım dört yaz bitti bir haber yok Tahtaobalı'lı Hüseyin'den. Böyle susup beklemekle olmaz. Haberini alıyoruz nice yiğitlerde şehit olduğu halde evine haber uçurulmazmış. Kim gitti de geri geldi ki bu Yemen denen ilden? Devletimiz her gün il il geri çekilirmiş. Biz artık kocadık. Namusundan endişeliyiz. Yama ustası Emin sana talip oluyor. Erkeğin yaşlısı olmaz Emin Efendi zengin bir tüccardır. Oğlu uşağı yok koca evde bir fidai başın olacak. Biz gitmenden yanayız. Git evini ocağını kur. Yuvanı bil sende. Dönüp dönmeyeceği bilinmeyen bir sözlüyü beklemekle olmaz.'' Bahtsız Hediye yaşın yaşın ağlayarak çıkardı parmağındaki söz yüzüğünü. Ana babasının isteğine olmaz diyebilecek bir kız yok o zamanlar kötü yazgısını kabullenip oturdu. Birkaç hafta sonra sessiz bir törenle Dimorta hanı'nda yazmacılık yapan altmışına gelmiş Emin Efendi'ye nikahladılar onu. Son güne kadar Hüseyin'in döndü haberini alma ümidiyle bekledi kızcağız türküler mırıldanıp pencere kafeslerinin önünde ağladı ağladı.

Gidiyom işte bende
Bir arzum kaldı sende
Ayva olup sarardım
Din iman yok mu sende

Çifte davullu hayallerine yandı Hediye. Gelin kınası görmemiş küçücük elleriyle sildi göz yaşlarını. Bir kaç kez görüp yüreğine nakşettiği Hüseyin'in yasını tutmasına fırsat olmadan kızıl işlemeli bindallı giymeden gelin olup Emin Efendi'nin evine girdi.
Tokat bezlerine tahta kapılarla desen vuran yazma ustalarındandı Emin Efendi. Uzun beyaz sakallı yün papaklı vaktinden önce çökmüş bir koca esnaftı. Yamru yumru elleriyle yazma desenledikten sonra Meydan Cami'sinde namazını eda etmeden evine gelmeyen bir yalnız adam... Önceki evliliğinden olan çocuklarının her birinin şehitlik haberi gelmişti çeşitli cephelerden. Değil Hediye kızın tazeliğini dünyayı hediye verseler içinde ölen yaşama sevinci dirilesi değildi. Hediye kız bu kocamış erin vakitsiz ayazlarla çiçekleri dökülmüş bir kiraz ağacı gibi mahsun kederli Hediye kadın olup çıkıverdi.
''Hayalde gör düşte gör hele bir de düş de gör'' demiş ya eskiler insanın işi bir kez ters gitmeye görsün nasıl da yağar başına belalar yağmur misali. Yüzünü güzel yaratmıştı Mevla ama talihi kötüydü Hediye kızın. Yaşlı olsada kadrini kıymetini bilen başına kapak olan namusuna sahip çıkan erini Azrail alıp götürdü çok geçmeden. Daha evleneli bir yıl olmadan dul kaldı Hediyecik. Aniden uçuverdi Emin Efendi.Bir öğle üzeri kapıyı çalan çırağı ''Yenge Emin emmi öldü'' diye haber getirdiği zaman felaketi ir çığlıkla karşıladı. Tokat'ın örfüydü ya cenazeyi hemen hazırlayıp bekletmeden defnettiler. Vakitsiz açılan güllere döndü Hediye. Tazecik yüzünü zamansız soldurdu kötü kaderi. Şad olup gülmeden yas bağladı gelinlik giymeden dul kaldı çiçek açmadan hazan olmuş dallar misali yeşillerden allardan soyunup karalara büründü. Tokat'ın orta yerinde Yeşilırmak çağıl çağıl akarken Hediye kadın akıtıp oturdu köşesinde.
Ölüm acısı geçip yasını unutmadan yalnızlıkla baş başa kaldı bahtsız kız. Emin Efendi'nin malının mülkünün idare edilmesi gerekliydi. Yaşlı adamın bıraktığı çarkı tek başına çevirmeliydi. Yuvasını bırakıp baba evine dönse evini ocağını ne yapacak? İyi kötü benimsemişti yeni hayatını hem baba evine sığamadığı için evlendirmemişler miydi onu. Kocasından kalan malın mülkün icarıyla geçinip giderdi. İbadet edip ölümü beklemekti bundan sonra ona düşen.
Ne Hak'tan ne hükümetten korkusu kalmamıştı azgın çeteler komadı Hediye'yi yasıyla başbaşa. Şehrin kıyısında koskoca konakta tek başına yaşayan bu taze dulda çokça para olmalıydı. Hem kimi kimsesi yok. Koruyanı sahip çıkanı bulunmayan bu kadıncağızın malına mülküne el koymak kolaydı. Ay karanlık bir gecede koca evin çift kanatlı kapısının önüne vardılar. Bakır tokmağını tıklattılar yavaşça. Masum kadın kapıyı açmaya korkunca omuzladılar hep beraber. İçeri daldılar azgın kurt sürüsü misali sepet sandık dağıttılar feryadına çığlığına kulak vermeyip sırladılar Hediye'yi.Hoyrat eller dağdan dağa dolaştırdılar onu. Zorla sahip oldular kirli elleriyle birbirine sundular kalaylı siniler üzerine çıkartıp el çırparak oynattılar. Nice zaman sonra gönülleri geçti kızdan bastıkları başka köylerden başka talihsiz tazeleri görünce bir sabah atın arkasına atıp Tokat'a getirdiler onu. Tan yeri kırmızı bir utanç içindeyken sabah namazında dönen yaşlılar kaldırıma düşmüş bir kız buldular. Üstü başı yırtılmış ağlayan biçarenin başına toplanıp konuştular da bir el uzatıp ''Kalk'' demediler.

Tokat yolu kaldırım
Düştüm beni kaldırın
Sevdiğimin uğruna
Vurun beni öldürün

Hediye'nin adı kötü kadına çıktı gayri.

Yemen'den Çanakkale'ye nice kez ciğer delici kurşunlara uğrayıp ihaneti zulumeti açlığı hastalığı yaşayıp da geri dönen olur mu?... Hak Teala kulun alnına ölümü yazmayınca olur işte. Gözü yaşlı Anadolu'nun ''Giden gelmiyor'' diye türküler yaktığı cephelerde kah vuruşarak kah esir düşerek seneler geçiren Hüseyin dağın taşın çiçeğe büründüğü bir bahar başında çıkıp geliverdi memleketine. Tahtaoba'dan savaşa yollanmış bin üç yüz on beş doğumlu yirmi delikanlıdan bir o sağ kalmıştı. Yüzü yaylaya bakan içinden boz bulanık seller akan köyün girişinde madımak toplamaya koyulmuş tazaler tanıyamadı bu hırpani kılıklı adamı köpekler seğirtti üzerine. ''Benim ben! Memleket aşırı diyarlara gönderdiğiniz Hüseyin'im ben. Hak alnıma yaşa yazmış kaderde size kavuşmak varmış döndüm... Emmi dayı kızları yad el değil bu gelen. Bey oğlu Hüseyin'im ben.'' Köyün genci yaşlısı kuşattı çevresini boynuna boğazına sarıldılar. Ardına düşüp evine götürdüler onu. Yolun otu çiçeği sarıldı yorgun ayaklarına. Ağsıvayla sıvanmış bahçe duvarının önünde yabancı bir erkeği görünce yaşmaklanacak oldu... Hüseyin'in anası. Sonra sekiz yıldır ağlaya ağlaya ferifi tükettiği gözlerinden çok yüreğiyle tanıdı oğlunu. Kollarını açıp ''Oğlum'' diye inledi. Tahtaoba Köyü şenliği durdu o gün. Savaşa yolladıkları yirmi civanın yerine geriye dönen bu bitkin genç için toy vuruldu düğün kuruldu kurbanlar kesildi. Anası başındaki kahır kasnağını çıkardı. Seferberliğe giden de geri gelirmiş demek...

Bekledi Hüseyin. Susup bekledi birilerinin Hediye'den bahsetmesini. Ne anası ne bacısı adını anmadı gelinlerinin. ''Yoksa ahtını bozup kocaya mı verdiler sözlümü ? diye bir kuruntu zihnini yakıp geçti. Olamazdı ama aht vardı ortada. Hem ailesi verecek olsa da yavuklusu çiğnemezdi yar hatırını. Dayanamadı töreyi bozup sordu sonunda.

-Ana Hediye'm nasıl?

Gözlerini oğlundan kaçırıp başını iki yana salladı anası. Birilerine
ilenerek döğündü.

-Hediye'yi sorma oğul kız kısmı bunca sene duru mu? Uçurdular yuvadan
alıcı kuşlar kaptı onu.

Anlayamadı Hüseyin. Söz vermişti ana babası nasıl uçururlardı yuvadan. Anasının ağzından daha fazlaca gidemedi ama bin bir türlü kuruntuyla geçirdi geceyi. Sabah Tokat'a giden at arabasına binip Örtmeliönü'ndeki ahşap evin önüne geldi. Kalbi pıtır pıtır atarak sekiz yıldır kavuşmayı düşlediği yavuklusunun evini seğirtti uzaktan. İşte çoğu şey bıraktığı gibi duruyor. Gözeler şırıldıyor yol ortasındaki arktan. Hediye'nin bahçesinde kirazlarda çiçek açmış. Evin kafesli penceresinden yavuklusu onu seğrediyor belkide. Siyah perçemleri lal yanağını gölgeliyordur. Öyleyse ne demek istemişti anası. Bakır kapı halkasını vurdu elleri titreyerek. İçeride ses soluk yok bir daha denedi yine cevap veren olmadı. Geri çekilip pencerelere baktı kimsecikler görünmüyordu. Karşı evin önünde kendisini seğreden bir adama sordu
- Evdekiler nerede?
- O evdekiler buradan ayrılalı çok oluyor.
- Nereye gittiler ki?
- Geyras'ta bir çiftliğe.
- Ya Hediye
- Hediye'ye ne olduğunu bilmeyen mi var Tokat'ta. Kötü yola düştüydü yosma.
El elinde eğlence olduydu. Laf söz ettiler çevreden. Gözümle görmedim ama
birileri alıp götürüyormuş bazan. Ana babası utancından terk etti buraları
zaten. Hediye'de alıp başını gitti. Dedikoduya dayanamadı dediler. Hatta
giderken söylediği mani kızların dilinde.

Gidiyom elinizden
Kurtulam dilinizden
Yeşil baş ördek olsam
Su içmem gölünüzden

Can alıcı kurşunlara uğradığında bu kadar yıkılmamıştı Hüseyin. Er başına iş gelir demiş ya atalar böylesi işte gelirmiş demek. Eli ayağı kesiliverirmiş insanın yıldırım çarpmışçasına yanarmış demek. Karşısındaki adamın anlattıklarını duymuyordu artık. Sekiz yıldır yüreğinde muhabbetini sakladığı uğrun uğrun hasret çektiği yavuklusunun sesi kulaklarında çınlıyordu. Vedalaşmaya geldiğinde pencerede beliren gölgeyle hatırlıyordu onu. Cephede üzerine top mermisi düşüp parçalanan dostları geldi gözlerinin önüne. O mahşerin içindeyken bile ölümü istemeyen delikanlı bir haberle ölüden beter hale gelirmiş demek.

Ah dönmez olaydım sılaya. Başımın üzerinde vızıldayan kurşunlardan biri yüreğimi parçalasaydı keşke. Canlı canlı kumlara gömülen dostlarımın içinde bende olsaydım. Geri dönmeye sevinmek ne gafletmiş meğer diye inledi. Ardını döndü konuştuğu adama. Yedi düvel düşmanın yıkamadığı yiğit omuzları düşmüş bir şekilde döndü köyüne.

Aslan yarim kız senin adın Hediye
Ben dolandım sende dolan gel beriye
Fistan aldım endazesi on yediye
Az mı geldi gönderdiğim hediye

Bundan böyle Hüseyin'e bahtsız yiğit dediler.''Sevdiceği hoyrat ellerde dolaşırmış yarine haram olmuş.'' dediler. Örtmeliönü'nün nazlı güzeli yüzü hiç gülmeyen bir kadın olmuş. Sekiz yıldır hasretini çeken yavuklusu kan kusar olmuş da yabanın destursuzu safasını sürermiş. Aldı başını gitti Hüseyin. Hediye gibi onun nereye gittiğini bilen çıkmadı.

Bereketli elleriyle kızgın sac üzerinde çökelekli gözleme yapan reyhan kokulu Türkmen kadınları bir türkü mırıldanır ki nağmesini duyan mutlu kızın türküsü sanır onu. Bilinmez ki dünyanın yedi köşesinde gök esin misali tutam tutam biçilen Anadolu evlatlarının yasıdır anlatılan. Çok değil iki nesil önce al fistanlı bir yosma çakır gözlerinden akan yaşı kına görmemiş elinin tersiyle silip söylerdi bu türküyü. Irmaklar gibi çağıl çağıl ağlardı söylerken. O da kayıplara karıştı Tokat'ın yitirdiği yağız yiğitlerle beraber. Hac Dağı'nda yatan kırk kızlar kadar meçhul artık.

Üfleme ateşi sönmüş külleri oğul. Kabuk bağlamış yaraları kakşatma. Sus bilen olmasın Hediye'nin hikayesini. İçleri kıpır kıpır olarak ünlesin kızlar. Varsın onu bir cilveli yosmanın türküsü sansınlar. Hangi yarayı sarmadı zaman hangi gözyaşı kurumadı toprağa düşünce? Yitirdiğimiz hangi canın yası bizle kaldı ki? Kapat bu bahsi balam ört kimsenin bilmediği ayıbı. Hediye namuslu bir kadındı.

Cepheden dönen Hüseyin bir daha yavuklusunun yüzünü gördü mü bilmiyoruz. Yahut bildiklerimizi söylememek belki en iyisi. Şuarası kesin ki onların kara bahtını Tokat'ın ipek bürüklere bürünmüş fidanlara benzeyen kızlar türkü yapıp söyledi. Tarihler yazmadı savaşa giden gençlerin geride bıraktığı yüreği yaralı kızların acısını. Onların hatırasını yaşatacak anıtlar dikilmedi hiçbir yere. kara sevdalı gençlerin her biri yaşadı kocadı dünyayı terk etti ama halkın hafızası o felaket günlerinde solup gitmiş gülleri canlı tuttu. O gün bu gündür Tokatlı bir güzele vurulana derler ki;

Tokat bir dağ içinde
Gülü bardağ içinde
Tokat'tan yar sevenin
Yüreği yağ içinde.



Kaynak:
Hulusi ÜSTÜN
Tokat Reşadiyem Dergisi 2002

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 06 Mar 2010 02:12:23
Gesi bağları türküsününn 100 beyit olduğunu biliyordum ama hala devam ediyor sanıyorum halkın ezgileri eklenerek.

GESİ BAĞLARI TÜRKÜSÜ:

Eski zamanlarda bir yerden bir yere gidip gelmenin zorluğu malûm. Öyle bir zamanda Gesi`ye uzaktan getirilen bir gelinin ruh halini dramını yansıtıyor bu türkü. Türkünün hikâyesinin birçok varyantları olmakla birlikte biz müşterekliklerin ortaya koyduğunu toparladığımız kadarıyla hikâyesiyle berâber Gesi Bağları Türküsü'nü sizlere sunmaya çalışacağız:

Aşk sevgi ölüm ayrılık gurbet sıla özlemi yalnızlık haber gönderememe ve haber alamama; tabiatın yeşillenmesi güllerin renk renk açılması gül ve çiçeklerin devşirilmesi; bülbüllerin feryat ve figanı; inişli çıkışlı merdivenler tarlalar bağlar bahçeler ve buralarda çalışanların duygularını gönüllerinde barındıran Kayseri ve Gesi Sâkinleri bu türküye kendi özünden bir şeyler katıyor kendinden sonrakilere yolluyor... Böyle olduğu için türkünün sonu yok; devam ediyor yeni ve orjinal katkılarla zenginleşiyor belki daha da güzelleşiyor...

Uzaktan bir kız Gesi`ye gelin gelir. Anne ve basından bir türlü haber alamaz. Haber de gönderemez. Zâten küçük bir kız iken babasını kaybeden gelin annesinden başkasına yanamaz; çünkü bilse bilse onu ancak annesi bilir annesi anlar. Bu hasret onu kızgın bir çölde susuz kalmış ceylana çevirir. Eğrim eğrim katar katar sıra sıra uçan kuşlardan anasından yâren ve dostlarından haber bekler. Onlara sorar onlarla konuşur.

Bağırışan kurbağalar çalışan ırgatlar dereden akan boz bulanık sular bağ ve bahçeler kırmızı mâvi güller saç üstünde pişirilen fısır fısır kabaran bazlamalar küçücük çocuklar; bağlara gelen Frenk turistler; yazın sıcağında yanıp kaynayan kumlar; kalaylanan bakır sofra tasları; kokulu iğde dalları Gesi bağlarında çeşit çeşit ötüşen kuşlar şakıyan bülbüller; yürekte dinmeyen acılar sıla ve gurbet acılar ve buna bağlı olarak göz pınarlarından süzülen yaşlar; kılınan namazlar edilen niyazlar; dokunan halılar salıncak yapmak için urgan atılan dallar; Gesi bağlarında eğlenen gülüp oynayan sarhoşlardan bile medet uman bir gelin. İşte bu hasretlik onu yanık yanık dertli dertli söyletir. Kızın hikâyesi de böyle başlamış olur.


GESİ BAĞLARI TÜRKÜSÜ

Offf... off... offf...

1-Gesi bağlarından gelsin geçilsin
Kurulsun masalar yensin içilsin
Herkes sevdiğini alsın çekilsin
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yâri neyleyim

2-Gesi bağlarında bir top gülüm var
Hey Allah'tan korkmaz sana bana ölüm var
Ölüm var da şu gençlikte zulüm var
Atma anam atma beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

3-Gesi bağlarında tokaçtım taşa
Gardaş ekmeğini kakarlar başa
Çalışıp yeldiğim emeğin boşa
Örtün pencereyi değmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

4-Gül koymuşlar menekşenin adını
Dünyada almadım ben muradımı
Ben ölürsem dertli koyun adımı
Yas tutsun ellerim kına yakmayım
Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim.

5-Gesi bağlarında üç ırgat işler
Anamdan mı gelir şu uçan kuşlar?
Analar doğurur ele bağışlar
El kadar alnımda kara yazım var
Evvel başım idi bir de kuzum var


6-Gesi bağlarının gülleri mavi
Ayrıldım anamdan gülemem gayrı
Alımı yeşili giymeyim gayrı.
Gel otur yanıma başımın tâcı
Ayrılık günleri ölümden acı

7-Gesi bağlarında dolanıyorum
Yitirdim yârimi aranıyorum
Bir çift selâmına güveniyorum
Ben gülsem oynasam yasak diyorlar
Varın yoğun elinden alsak diyorlar.

8-Saç üstünde fısır fısır bazlama
Ana yâralıyım ciğer közleme
Ben ölüyom gelir diye gözleme
Ölüm olmasın da ayrılık olsun
Bize sebep olan içten vurulsun.

9-Şu görünen bahçe m`ola bağ m`ola?
Şu dağın ardında anam var m`ola?
Anam da benim gibi yanar m`ola?
Ne deyim ağlayım bu böyle kalmaz
Kulların başına gelmedik olmaz.

10-Gesi bağlarında kaynar serince
İçerim kan ağlar anam seni anınca
İflah olmam ben bu dertten ölünce
Yaz yaz mektubunu postaya bırak
Varamam yanına yollarım ırak.

11-Şu dereden akan bulanık seller
Derdi ben içerim ne bilsin eller
Oturup ağlasam delisin derler
''Gayri dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalmadı....''

12-Ocağa et koydum yiyesim geldi
Ciğerim anamı göresim geldi
Açıp mezarım giresim geldi
Ne deyip ağlayım alın yazısı
Kader böyle imiş onmaz bazısı

13-Gesi bağlarında şıvga dalım yok
Derdimi söylesem dinleyenim yok
Herkes güler oynar sorgu sual yok
Devşirdim çiçeğim elimde kaldı
Gidiyom gurbete benim nem kaldı?

14-Gesi bağlarında bülbüller öter
Ateşim yanmadan tütünüm tüter
Bana bir hal oldu ölümden beter.
Ne deyim ağlayım ah alnımın yazısı
Böyle olur anam gelinlerin bazısı

15-Gesi bağlarında kılarım namaz
Kılarım kılarım Hakk`a yâramaz
Dostun ettiğini düşman yapamaz.
Meğer taşa biber ekilmez imiş
Kötüler'in kahrı çekilmezimiş

16-Bir yüzük yaptırdım dar mı geliyor?
Gurbet eller sana zor mu geliyor?
Yalınız yatması ar mı geliyor?
Gel otur yanıma başımın tacı
Ayrılık günleri ölümden acı

17-Dağdan yuvarlandı kayalarımız
Gam ile yuğrulmuş mayalarımız
N`ola taş doğuraydı analarımız.
Yaz yaz mektubunu postaya bırak
Varamam yanına yollarım ırak.

18-Bu yıl meyve çoktur dallar götürmez
Dağlar diken olmuş kervan oturmaz
Benim bağrım yufka sitem götürmez
Örtün pencereyi değmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

19-Gesi bağlarında pişirdim nohut
Yârim ben ölüyom sen beni unut
El kadar yavrumu yerime büyüt
Yas tutsun ellerim kına yakmayım
Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim.

20-Gesi bağlarına indi bir Frenk
Ah çeker ağlarım dayanmaz yürek
Gönderin yârimi o bana gerek
El kadar alnımda kara yazım var
Evvel başım idi bir de kuzum var

21-Gesi bağlarında kaynar kum idim
Fener gibi yanan anam mum idim
Evvel Allah sonra sensin ümidim
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yâri neyleyim

22-Gesi bağlarında bir top gül idim
Yağdı yağmur güneş vurdu eridim
Ezel yârin sevgilisi ben idim
Ben gülsem oynasam yasak diyorlar
Varın yoğun elinden alsak diyorlar.

23-Gesi bağlarında geçilmez yastan
Her yanım ıslandı yağmurdan yaştan
Sağ yanın ağrırsa sol yana yaslan
Ölüm olmasın da ayrılık olsun
Bize sebep olan içten vurulsun.

24-Gene kalaylandı sofranın tası
Silerim durulmaz gözümün yaşı
Şu benim çektiğim soysuzun işi
Ne deyim ağlayım bu böyle kalmaz
Kulların başına gelmedik olmaz.

25-Yüceye kaldırın gelin ölüsü
Elmalar donatın söğüt dolusu
Bana derler kadersizin birisi
Yaz yaz mektubunu postaya bırak
Varamam yanına yollarım ırak.

26-Gesi bağlarında ötüşür kuşlar
Kalmadı başıma değmeyen taşlar
Anam bana kıydı ele bağışlar
Gayri dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalmadı....

27-Gesi bağlarında üç ağaç iğde
Ciğerim tutuşur gözlerim yerde
Çârem yok tutuldum amansız derde
Ne deyim ağlayım alnım yazısı
Böyle olur gelinlerin bazısı

28- Ah çeker ağlarım dinmiyor acım
Ne yapsam silinmez şu alın yazım
Böyle m`olur gelin iken şu yüzüm?
Devşirdim çiçeğim elimde kaldı
Gidiyom gurbete benim nem kaldı?

29-Gesi bağlarının erimez karı
Ciğerim sızılar ağlarım zâri
Evvel benim iken şimdi el yâri
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yâri neyleyim

30-Halımı dokuyup bağ mı tutayım?
Issız gecelerde nasıl yatayım?
Kendimi ben ırmağa mı atayım?
El kadar alnımda kara yazım var
Evvel bir başımdı şimdi kızım var

31-Urganım atmadık dallar mı kaldı?
Başıma gelmedik hallar mı kaldı?
Bende söylemedik diller mi kaldı?
Meğer taşa biber ekilmez imiş
Kötüler'in kahrı çekilmezimiş

32-Gesi bağlarında üç oylum kaya
Yatamam yıldızı hep saya saya
Tan vakti arkadaş olurum aya
Atma anam atma beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

33-Gesi yamacında öten gumrular
Ötüp de yuvada yatan gumrular
Halimi görüp de utan gumrular
Örtün pencereyi değmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

34-Kurbağalar sağ yanımda ötüşür
Ötüşür de zıp zıp zıplar sekişir
Yazıda yatanın üstü pek üşür
Yas tutsun ellerim kına yakmayım
Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim.

35-Katar katar gökyüzünde uçan kaz
Köşe bucak avcılardan kaçan kaz
Söyleşip yâr ile bana açan kaz
El kadar alnımda kara yazım var
Evvel başım idi bir de kuzum var

36-Gesinin bahçeleri yoncalıklar
Tatlı suda oynar ala balıklar
Gelin saçlarında ince belikler
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yâri neyleyim

37- Gesiye giderken yollar ayrılır
Bindim arabaya başım devrilir
Bize kısmet gurbet elde verilir.
Ben gülsem oynasam yasak diyorlar
Varın yoğun elinden alsak diyorlar.

38-Ne deyim ağlayım alnım yazısı
Gütmezimiş anaların kuzusu
Gütmezimiş anaların yavrusu
Ölüm olmasın da ayrılık olsun
Bize sebep olan içten vurulsun.

39-Tıkır tıkır merdivenden inmedim
Güle güle yâr koynuna girmedim
Cahilidim kıymetini bilmedim
Ne deyim ağlayım bu böyle kalmaz
Kulların başına gelmedik olmaz.

40-Kuruldu kazanım herenim yoktur
Söküldü sim saçım örenim yoktur
Kapıdan içeri girenim yoktur
Yaz yaz mektubunu postaya bırak
Varamam yanına yollarım ırak.

41-Gesi bağ bahçe mola bağ m'ola?
Şu dağın ardında anam var m'ola?
Oturur da beni yadeder mo'ola?
Gayri dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalmadı....

42-Gesi bağlarında bulanık seller
Derdim içerimde ne bilsin eller
Oturup ağlaşam divâne derler
Ne deyip ağlayım alın yazısı
Kader böyle imiş onmaz bazısı

43-Ateş alıp ısınmladım korunda
Güle güle yâr gezmedim kolunda
Methim gezer elalemin dilinde
Devşirdim çiçeğim elimde kaldı
Gidiyom gurbete benim nem kaldı?

44-Yüce dağ başında kamber tay olur
Anamı andıkça aklım zay olur
Ayrılık dediğin birkaç ay olur
Ne deyim ağlayım alnımın yazısı
Böyle olur gelinlerin bazısı

45-Bülbül gelmiş gül dalına konuyor
Hangi dala yuva yapsa kuruyor
Herkesin yâri yanında duruyor
Meğer taşa biber ekilmez imiş
Kötülerin kahrı çekilmezimiş

46-Bülbülüm uçtu da kafesi durur
Ne güzel ellerin baban da görür
Babasız yuvada evlât mı büyür
Meğer taşa biber ekilmez imiş
Kötülerin kahrı çekilmezimiş

47-Gesi Bağlarında takıldım taşa
Kardeş ekmeğini kakarlar başa
Yelip çalıştığım emeğim boşa
Atma anam atma beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

48-Dolup dolup taşar gözüm pınarı
Arayıp bulayım özüm o yâri
Ne etsin durdursun bendeki zarı
Örtün pencereyi değmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

49- Gesi bağlarında kumrular olur
Zayıf kalan yavru yuvada kalır
Erken tüleyenler ömürlü olur
Yas tutsun ellerim kına yakmayım
Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim.

50-Gesi bağlarında bade içerler
İçerler de hep kendinden geçerler
Şafakla birlikte yonca biçerler
El kadar alnımda kara yazım var
Evvel başım idi bir de kuzum var

Çevrimdışı delimit35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.471
  • 4.980
  • Müdür Yardımcısı
  • 7.471
  • 4.980
  • Müdür Yardımcısı
# 06 Mar 2010 02:12:29
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Kiziroğlu Mustafa Bey 

( delimit35 öğretmenime :) )

Kizir, Kars'ın Susuz kazasına bağlı bir köydür. Bu köy Kısır dağlarının geniş eteklerine kurulmuştur. Köyün dört bir yanından ise soğuk pınarlar akar. Köy düz toprak damlı evlerden oluşmaktadır ve köyün hakim bir yerinde de bir kale kalıntısı vardır. Köylüler Kiziroğlu'nun kalesi derler buraya. Kiziroğlu bu köyde yaşamış ve burada efsaneleşmiştir derler.


Söylentiye göre Küçükken at binip kılıç kuşanır
Kiziroğlu Köyünün yerinde bir birinden uzak yirmi yirmibeş kadar ev bulunmaktaymış. Bölge dağlık ve ormanlık olduğu için insanları da bu nedenle olacak ki çok serttir. O zamanlar burada yaşayan insanların başında bulunan kişiye "Kizir" derlermiş. Kizir Muhtar demektir. Gün gelmiş zamanın kizirinin ünü tüm Anadolu'ya yayılmış. Tüm kötüler ondan korkar olmuş. Gel zaman git zaman Kizirin bir oğlu olmuş. Daha küçükken iyi at biner, kılıç kuşanır olmuş. İşte Kiziroğlu Mustafa Bey bu çocuk. Bütün çocukluğu Kısır Dağında at binip avlanmakla geçmiş Mustafa'nın. O da babası gibi büyüyünce namlı bir yiğit olmuş, haksızlık ve adaletsizliklerle savaşmaya başlamış. Zaten onun bulunduğu çevrede kimse haksızlık etmeye cesaret edemezmiş ya .

Köroğlu doğuya gelir
O sırada doğuya gelen Köroğlu Kısır Dağlarında Ferro deresine yerleşir, amacı doğudaki haksızlıkları yok etmek. Bir gün Köroğlu bir at gezisinde Kizir Köyünü görür, "Burada ki adaletsizlikler de benden sorulur" der ve gider orada bir kale kurar. İşlerinden dolayı bir müddet köyünden ayrı kalan Kiziroğlu köye döndüğünde Köroğlunun kalesini görür. Sinirlenir. Köroğlunun yanına gider, sertçe çıkışır "Sen kim olasın ki benim yurdumda saltanat süresin" Her ikisi de bir birlerini kötü insan olarak bilirlermiş. Köylülerin söylemesi böyle.

Yiğitlerin kavgası
O zamanın adaletine göre iki yiğit dövüşür, galip gelen diğerini öldürüp savaşı kazanırmış. Köroğlu ve Kiziroğlu günlerce at üstünde kavga etmişlerse de yenişememişler. Kılıç kavgasında ve güreşte de yenişememişler. Mustafa Beyin atı Ala Paça da Köroğlu'nun atı Kıratla güreş-mekte. Mustafa Bey şöyle bir geri bakmış ki ne görsün atı Ala Paça Köroğlunun atını alt etmiş duruyor. "Ola benim atım Köroğlu'nun atını alt etmiş, ben Köroğlu'nu alt etmezsem halim nic' olur" deyip gayrete gelmiş Köroğlu'nu yere vurmuş. Tam kamasını çekmiş vuracağı sırada Köroğlu "Dur yiğit, bana biraz mühlet ver yiğitlerimi göreyim karımla helalaşayım" demiş. Mustafa Bey bırakmış. Köroğlu eve gidip olanları karısına sazıyla sözüyle anlatmaya başlamış.

Bir atı var Ala Paça peh peh peh
Mecal vermez Kırat kaça hey hey hey
Az kaldı ortamdan biçe
Ağam kim, Paşam kim, Nigar kim,
Hanım kim
Kiziroğlu Mustafa Bey
Bir beyin oğlu
Zor beyin oğlu

diye...Köroğlu geciktiği için evine kadar gelen Kiziroğlu kapı aralığından türküyü duyunca duygulanır ve utanır. Kapıyı çalıp içeri girer. Mustafa Beyi karşısın da gören Köroğlu her şeyin bittiğini düşünürken Mustafa Bey sarılıp onu öper. "Sen benden daha yiğitsin Köroğlu" der. Köroğlu da "Ben artık buradan gideyim burada senin gibi mert ve yiğit biri varken kalmak olmaz" der ve köyü terk edip batıya gider.

Anadolu insanının takdiri
Köroğlu'nun Bolu Dağlarından çıkıp ta Kars'a gelmesi o zamanın koşullarında olanaksız gibi. Ama halk düşüncesi iki yiğidi Doğu Anadolu da önce çarpıştırıyor sonra barıştırıyor. Bu, Anadolu insanının kahramanlarına, haksızlıklara direnenlere verdiği değeri gösterir. Kiziroğlu öyküsü tepeden inmemiştir, böyle bir yiğit yaşamış ün almıştır. Halk da bu söylenceyle Kiziroğlu'nu saygı ve sevgi gösterisinde bulunmaktadır..
şu an ben bu köyde görev yapmaktayım gerçekten yaşamış biri kiziroğlu mustafa bey ve kalesi okuluma çok yakın teşekkür ederim sebocan öğretmenim ...

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 06 Mar 2010 02:14:00
51-Yazmam gül yaprağı düremem gayrı
Yalınız evlere giremem gayrı
Bana bir hal oldu giremem gayrı
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yâri neyleyim

52-Gesi bağlarının gülü olayım
Arayı arayı yâri bulayım
Gülbülbülden başkasına sorayım
Ben gülsem oynasam yasak diyorlar
Varın yoğun elinden alsak diyorlar.

53-Gesi bağlarında kamber tay olur
Anamı andıkça anam aklım zay olur
Ayrılık dediğin bir kaç ay olur
Ölüm olmasın da ayrılık olsun
Bize sebep olan içten vurulsun.

54-Sandıktan basmamı giyesim geldi
Ciğerim anamı göresim geldi
Varıp iki elin öpesim geldi
Ne deyim ağlayım bu böyle kalmaz
Kulların başına gelmedik olmaz.

55-Sofraya oturdum gelin kız gibi
Yüzüme bakarlar imkansız gibi
Ortadaki yemek acı tuz gibi
Yaz yaz mektubunu postaya bırak
Varamam yanına yollarım ırak.

56-Güğümlere su doldurdum ılımış
Benim kader ilk akşamdan uymuş
Ne yapayım dostlar yazgım buyumuş
Gayri dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalmadı....

57-Gesi bağlarını belleyen olsa
Şu cahil gönlümü eyleyen olsa
Beni de anama yollayan olsa
Ne deyip ağlayım anam alın yazısı
Kader böyle imiş anam onmaz bazısı

58-Merdiveni tıkır ıkır inerken
Yazması boynunda yâri överken
Uyumuşum ak gerdandan severken
Devşirdim çiçeğim elimde kaldı
Gidiyom gurbete benim nem kaldı?

59-Gesi bağlarında has nâne biter
Bana bir hal oldu ölümden beter
Sevdiğim ettiğin canıma yeter
Ne deyim ağlayım alnımın yazısı
Böyle olur gelinlerin bazısı

60-Bu nasıl tecelli bu nasıl kader
Derdim içimdedir ne bilsin eller
Otursam ağlasam deli mi derler
Meğer taşa biber ekilmez imiş
Kötüler'in kahrı çekilmezimiş

61-Gesi bağlarında gülünen çayır
Ana ben ölüyom başını çevir
Kaynanam imansız güveği gavur
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yâri neyleyim

62-Elimi atmadık dallar mı kaldı?
Başıma gelmedik haller mi kaldı?
Beni söylemedik diller mi kaldı?
Atma anam atma beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

63-Gesi bağlarının yılanı olsam
Dolanı dolanı yanına varsam
Yattığın yaztığa başımı koysam
Örtün pencereyi anam değmesin yeller
Dertli olduğumu anam bilmesin eller

64-Gesi bağlarında gülünen süsen
Hiç iflah olmuyor yârine küsen
Candan kimsen yok ki derdini disen
Yas tutsun ellerim kına yakmayım
Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim.

65-Anam yok ki baş ucumda ağlasın
Babasıza kız kuşağı kim bağlasın?
Kardeş yok ki dönüp dönüp çağlasın
El kadar alnımda kara yazım var
Evvel başım idi bir de kuzum var

66-Bülbüle su verdim altın tasınan
Yolunu beklerm anam bir hevesinen
Günlerim geçiyor çığlık sesinen
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yâri neyleyim

67-Çıra yanmayınca ceviz kavlamaz
Ciğer yanmayınca gözler ağlamaz
Ben derdimi desem kimse dinlmz
Ben gülsem oynasam yasak diyorlar
Varın yoğun elinden alsak diyorlar.

68-Gesi bağlarında bir tarla nohut
Ben ölüyom anam bir Yasin okut
Küçük kardeşimi yerime büyüt
Ölüm olmasın da ayrılık olsun
Bize sebep olan içten vurulsun.

69-Bana gül diyorlar nasıl güleyim
Yürekte ayrılık kime söyleyim
Yaz mektup gönder de gönlüm eyleyim
Ne deyim ağlayım bu böyle kalmaz
Kulların başına gelmedik olmaz.

70-Bulamadım kır atımın gemini
Süremedim gençliğimin demini
Ben sürmedim eller sürsün demini
Yaz yaz mektubunu postaya bırak
Varamam yanına yollarım ırak.

71-Çattım ocağıma hürmetim yoktur
Döktüm zülfü saçı örenim yoktur
Anamdan babamdan gelenim yoktur
Gayri dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalmadı....

72-Ekin ektim orak alıp biçmeye
Ayran yaptım testi ile içmeye
Gavli karar kıldım burdan göçmeye
Ne deyip ağlayım anam alın yazısı
Kader böyle imiş anam onmaz bazısı

73-İçesiğe ben salınıp gezmedim
Haram lokma yeyip uçkur çözmedim
Gesi bağlarını anam sensiz gezmedim
Devşirdim çiçeğim elimde kaldı
Gidiyom gurbete benim nem kaldı?

74-Gesi yokuşunda kumrular uçar
Uçar da haberi ellere saçar
Herkes sevdiğine kucaklar açar
Ne deyim ağlayım ah alnımın yazısı
Böyle olur anam gelinlerin bazısı

75-Düzlüğünde harman edip savurdum
Eleyip ısıttım toprak kavurdum
Koç yiğidi yazılara koyurdum
Meğer taşa biber ekilmez imiş
Kötüler'in kahrı çekilmezimiş

76-Engine yüksekli kayalarımız
Gam ile yoğrulu mayalarımız.
Doğurmaz olsaydı analarımız
Neyleyim neyleyim hep anlımın yazısı
Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu

77- Mezarımı geniş açın dar olsun
Etrafı mor sümbüllü bağ olsun
Ben ölüyom ahbablarım sağ olsun
El kaldır anlımda türlü yazım var
Evvel bir başımdı şimdi körpe kuzum var.

78- Sandıktan basmamı giyesim geldi
Ayırdı şu dağlar da ölesim geldi
Anam seni artık göresim geldi
Örtün pencereyi esmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

79-Gesi bağlarında da açılmış güller
Derdimi söylesem de deli olmuş derler
Şu gizli sevdamı da bilmesin eller
Gel otur yanıma da boyu posu güzelim
Gülerim ağlarım da ah çekerek gezerim

80-Gesi bağlarında kaynar karınca
İçim kan ağlar anam yaşıtım görünce
Ben bu dertten iflâh olmam ölünce
Hep yalan mı oldu anam o geçen günler?
Bahçemizde ötmez oldu anam bülbüller.

81-Gesi bağlarında yiğitler gezer
Eller ne bilsin anam yüreğim ezer
Yârim gitti gurbete de hasreti üzer
Ben gülsem oynasam anam yasak diyorlar
Varını eliniden anam alsak diyorlar.

82-Gesi bağlarının köpeği olsam
Koklayı koklayı da anamı bulsam
Bulduğum yerde de öpüp koklasam
Ama garip anam yazılara ayabana
Keşke verseyidin köyümüzde çobana

83-Gesi bağlarında da bülbüller öter
Anamın ekmeğide burnuma tüter
El kadar verseler de o bana yeter
El kadar alnımda türlü türlü yazım var
Evvel bir başımdı bir de körpe kuzum var

84-Gesi bağlarında yolun sağında
Güller çiçek mi açar yavru bağında
Yavrusu koynunda elin yanında
Yas tutsun ellerim kına yakmayım
Kör olsun gözlerim de sürme çekmeyim

85-Gesi bağlarına attım urganı
Üstüme örttüler gurbet yorganı
Benim anam çifte kessin kurbanı
Ne deyim ağlayım hep anlımın yazısı
Kader böyle imiş onmaz bazısı

86-Gesi bağlarında dikili taşlar
Benden selâm söylen gökteki kuşlar
Gurbetelde kaldı yâren yoldaşlar
Örtün pencereyi esmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

87-Her boyadan bir boyalı taşım var
Yaşım küçük ne belalı başım var
Feleğinen döğüşecek işim var
El kadar alnımda türlü türlü yazım var
Evvel bir başımdı bir de körpe kuzum var

88-Anam kirmenini alsın eline
Tarasın yününü taksın beline
Gelsin baksın yavrusunun haline
Ben gülsem oynasam yasak diyorlar
Varını elinden alsak diyorlar

89-Başına bürünmüş el kadar astar
Asker babasını yavrusu ister
Bir suretin sal da yavruya göster
Neyleyim dünyayı yâr olmayınca
Tomurcuk gül iken koklamayınca

90-Gesi bağlarında salkım söğütler
Oynaşırlar gölgesinde yiğitler
Anam yok ki versin bana öğütler
Neyleyim neyleyim hep anlımın yazısı
Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu

91-Ocağımı çattım harenim yoktur
Söküldü zülüfüm örenim yoktur
Kapımdan içeri girenim yoktur
Gel otur yanıma başımın tacı
Ayrılık ekmeği zehirden acı

92- Gesi bağlarında açıldı güller
Sevdiği yanında sefada eller
Hep bize dokanır yâramaz diller
Ben gülsem oynasam yasak diyorlar
Varını elinden alsak diyorlar

93-Arı olsam her çiçeğe konarım
Yâr yitirdim yana yana ararım
Var mı benim şu Gesi'ye zararım
Atma anam atma beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

94-Gesi dedikleri bir çatal dere
Ahbablar içinde yüreğim yâra
Çok emekler verdim vefasız yâra
Örtün pencereyi esmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

95-Yine suyla doldu sokunun taşı
Silerim de dinmez gözümün yaşı
Benim çekdiklerim bir soysuz yası
Meğer taşa biber ekilmezimiş
Kötülerin kahrı çekilmezimiş

96-Anam beni ne hal ile doğurdu
Çok kapıda hamur edip yoğurdu
Gücüm yeter yetmez işler buyurdu
Gurbet elde neler geldi başıma
Anam yokki şu derdime katıla

97-Anam mendilimi düremiyorum
Yalnızım evlere giremiyorum
Anasız babasız duramıyorum
Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu

98-Anam yok ki ağıdımı dinlesin
Babam yok ki şikâyetim inlesin
Şu cahil gönlümü kimler eğlesin
El kadar alnımda türlü türlü yazım var
Evvel bi bsaşımdı şimdi körpe kuzum var

99-Gesi bağlarında gülüm duruyor
Hangi dala yuva yapsam kuruyor
Bülbül bile kadersizi biliyor
Ne deyip ağlayım hep alnımın yazısı
Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu

100-Yazmam gül yaprağı düremiyorum
Yalnızım eşikten giremiyorum
Sökük sim saçımı öremiyorum
Devşirdim çiçeği aman dalda nem kaldı?
Gidiyom gurbete benim burda nem kaldı?

101-Belletim bağımı yemedim üzüm
Kaynattım pekmezi gelirim güzün
Garibe vermezler bir salkım üzüm
Neyleyim ağylayım anam alın yazısı
Kader böylye imiş anam onmaz bazısı

102-Bu yıl çiçek çoktur dallar götürmez
Dağlar diken olmuş kervan götürmez
Benim bağrım yaz olmuş sitem götürmez
Eğil dağlar eğil yârim göresim geldi
Siyah zülfüm yüzüne süresim geldi

103-Yazmam gül yaprağı karanfil irenk
Aksine vuruyor devranı felek
Gesi bağlarında Leylâ diyerek
Ah neyleyim anam şu alnımın yazısı
Kader böyle imiş anam onmaz bazısı

104-Çırpını çırpını yuvadan uçtum
Ağlayı ağlayı bu hale düştüm
Getirin anamı babamdan geçtim
Neyleyim neyleyim hep anlımın yazısı
Gülmemiş dünyada anamın kuzusu

105-Gesi bağlarını gördün mü bilmem?
Bahçesinde bağdaş kurdun mu bilmem
Gizli sırlarıma erdin mi bilmem
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmeyen ben o yâri neyleyim

106-Vakit gelmeyince söğüt mü kavlar?
Ciğer yanmayınca gözler mi ağlar?
Oturup ağlasam gözyaşım çağlar?
Gel otur yanıma hallerim söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yâri neyleyim

107-Gesi bağlarında geçemiyorum
Az doldur kadehi içemiyorum
Anamdan babamdan geçemiyorum
Ölüm olmasın da ayrılık olsun
Bize sebep olan içten vurulsun

108-Gesi'ye giderken yolun sağında
Güller açmış nazlı yârin bağında
Yeni değmiş on üç ondört çağında
Gel otur yanıma boyu posu güzelim
Dost düşman yanında güler oynar gezerim

109-Eşik arasında fenerim yitti
Feleğin ettiği gücüme gitti
Bana ettiğini kimlere etti
Atma garip anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

110-Ellerin mektubu gelir okunur
Benim yüreğime hançer sokulur
Bugün posta günü canım sıkılır
Atma anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

111-Everek'in bayırına düzüne
Döndüm baktım karlar yağmış izime
Uyma dedim uydun eller sözüne
Sağ olanlr bir olur kavuşur
Küs olanlar bir gün gelir barışır

112-Gesi'nin etrafı tozlu yol m'ola?
Salını salını gelen yâr m'ola?
Urgan atıp ölsem ölüm zor m'ola?
Şimdi ben anladım onmadığımı
Daha çilelerim dolmadığını'

113-Gesi'nin evleri kemer kemerdir
Derdim içerimde küme kümedir
Ağlamak dururken gülmek nemedir?
Örtün pencereyi esmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

114-Söktüm sim saçımı örenim yoktur
Kapıdan içeri girenim yoktur
Ağlasam sızlasam görenim yoktur
Doğurmaz olsaydın anam başım belalı
Bur murat almadım anam doğdum doğalı

115-Salkım söğüt gibi dallarım yerde
Gözlerim o yâri gözlerim yolda
Götürün anama evleri nerde?
Gurbet elde neler geldi başıma
Anam yok ki şu derdime katalana


116-Şu dağlara çıksam yolu arasam
Mendilim elimde döne döne ağlasam
Anam yok ki ben derdimi söylesem
Ne deyim ağlayım anam alın yazısı
Kader böyle imiş anam onmaz bazısı

117-Tel tel olur Kayseri'nin Ovası
Yüzüne bakmadım karın doyası
Taze olur evlilerin boyası
Ne deyim de ağlayayım alın yazısı
Gülüp oynamıyor gelinler bazısı

118-Yüce dağ başına gelmesin eller
Bugün efkarlıyım açmasın güller
Diz dize gelip de döktüğüm diller
Ne deyim de ağlayayım bu böyle olmaz
Kulların başına gelmedik olmaz

119-Gesiye gidenin bağrı taş gerek
Altı saltanatlı bir gardaş gerek
Ağlamak dururken gülmek ne gerek
Yas tutsun ellerim kına yakmayım
Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim

120-Bülbüle su verdim altın tasınan
Yolunu beklerim bir hevesinen
Ocağın başında altın fesinen
Ölüm olmasın da ayrılık olsun
Bize sebep olan Allah'tan bulsun

121-Gesi bağlarında gül ile nergis
Sabahlar olmuyor sevdiğim sensiz
Cennetin köşkün de olamam sensiz
Yas tutsun ellerim kına yakmayım
Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim


122-Kırıldı kanadım kefenem yoktur
Kapıdan içeri girenim yoktur
Gurbette anamın haberi yoktur
Beklerim yolunu gelene kadar
Çekerim derdini ölene kadar

123-Kütür kütür kırdın felek dalımı
Kimselere diyemiyom halimi
Ben sana ne yaptım Allah zalimi
Neyleyim neyleyim hep alnımı yazısı
Gülmemiş bu dünyada anam kuzusu

124-Gesi bağlarında dolyanıyorum
Yitirdim yârimi aranıyorum
Bir çift selâmına güveniyorum
Eğil dağlar eğil gülleriniz açtı mı?
Benim sevdiceğim burdan geçti mi?

125-Yağmur yağar ince elek tülbentten
Kurtar Allah beni gayri gurbetten
Ölmeyince kurtuluş yok bu dertten
Yol ver dağlar ben gideyem sılâma
Sılâm zümrüt beni sakın kınama

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 06 Mar 2010 02:16:34
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
şu an ben bu köyde görev yapmaktayım gerçekten yaşamış biri kiziroğlu mustafa bey ve kalesi okuluma çok yakın teşekkür ederim sebocan öğretmenim ...

Rica ederim öğretmenim... Kiziroğlu benim de çok sevdiğim bir türküdür... Söylenişi insana heyecan veriyor...

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 06 Mar 2010 02:16:59
Yozgat Sürmelisi


Yozgat şehri 1760 yılı başlarında Bozok Yaylasının yeşillik etrafı ormanlarla çevrili içinde binbir çeşit kuşun ötüştüğü bir sahada kurulurken; Yozgat halkı o zaman yarı göçebe ve sürülerini besleyerek hayvancılıkla uğraşır hayatlarını bu yoldan sağlarlardı.

Bozok yaylasında otlayan bu sürülerin birini de Sürmeli Bey adında bir Türkmen Yörüğü otlatırdı. Halk tarafından sevilen bu yanık sesli halk ozanı elinde kavalı sırtında sazı Yozgat'tan Akdağmadeni'ne uzanan ormanların içinde sürüsünün içinde dolaşırdı. Bazen bir çamın dibine rastlanır. Sazının tellerini konuşturur bazen bir derenin kenarında kavalını çalar aşık olduğu gönlünün sevgilisini düşünürdü.

O sevgili ki güzelliği Bozok yayla'sına yayılmış ahu gözlü sürmeli kaşlı ayyüzlü bir dilberdi. Babası bir Türkmen beyi idi ve çok sert bir adamdı. Sürmeli Bey ailesini salarak babasından sevdiğini istetir mağrur adam kızını bir çobana vermeye yanaşmaz. Araya beyler ağalar girer ama boşuna bir türlü gönlü olmaz kızın babasının ve iki sevgili birleşemezler.

Üzüntüsünden sürüsünü bırakan Sürmeli Bey alır sazını eline beş çamlar mevkiinde kendine bir dergah kurar. Aşkını yanık türküleriyle dağlara ağaçlara anlatır. Küser otağına obasına ve Akdağlar'a kadar uzanan çamların arkasında onu bir daha gören olmaz. Dertli kavalına üflediğ işli sazına söylettiği nameler kalır geriye. O gün bu gündür dillerde yankılanır Sürmeli Bey'in türküleri.



SÜRMELİ KIZIN ÖYKÜSÜ

Sürmeli Yozgat'ta yaşanmış Türk Halk Edebiyatının en güzel örneklerinden birisidir. Yozgat Sürmelilerinin ortaya çıkışı 19. yy. sonlarında İkinci Cihan Harbinin sona erdiği dönemdir. Hepsi 96 beyittir.

Sürmeli güzel gözlü sevgiliye bir hitaptır. Eskiden genç kızlar dışarıya çıkarken gözlerine sürme çekerlerdi ve gözleri daha alımlı olurdu. Bol feracelerinin içinde sadece gözleri görünürdü kızların.

Yozgat Sürmelileri yaşanmış öykülerin getirdiği birer sevda hatta karasevda türküleridir. Bu bir anlık sürmeli gözlere bakış yüreklerde büyük aşklara kara sevdalara başlanmış olur kor düşen yürekler sessiz sessiz yanar ateşini genişletir ve ağızlardan sürmelinin sözleri olarak dökülür. Söylenen sözlerde acı vardır hasret vardır gurbet vardır. Sürmelileri dinlerken bu kadar duygulanmamızın sebebi bu sürmeli öykülerinde yakaladığımız duyguların kendimizde de bir yeri bir acısının olmasındandır. Kısaca kendi aşklarımızı hasretimizi buluruz Yozgat Sürmelilerinde.

Sürmeli Beyin en tanınmış türküsü ;

Of ooof !
Yozgat seni delik delik anam delerim
Kalbur olur toprağını anam elerim
Vay vay anam sürmelim

Eğer sürmelini yitirirsen anam
Koyun olur peşin sıra melerim
Vay vay anam sürmelim

Of oof ! Çamlığın ardında bir yuva yaptım
Yuvamın içinde sürü otlattım
Ben sürmelimi gurbete attım
Vay vay anam sürmelim

Yozgat türkülerinde hasret sevda ve hepsinden daha çok yayla ve yayla ile ilgili konular işlenmiştir. Yozgat’ı en iyi anlatan “Türkü Yozgat Sürmelisi”dir. Sürmeli Türküsünden bir dörtlük şöyledir.

Dersini almış da ediyor ezber
Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler
Bu dert beni iflah etmez del eyler
Benim dert çekmeye dermanım mı var

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 06 Mar 2010 02:17:46
Zahide Türküsü

Halk arasında "Zahidem" adıyla ün yapan türkünün şairi Aşık Arap Mustafa 1901 yılında Çiçekdağı'na bağlı Orta Hacı Ahmetli köyünde dünyaya gelmiştir. Babasını annesini çok küçük yaşlarda yitirdi. İlk önce bir akrabasının himayesinde daha sonraları da onun bunun yanında büyüdü.

Arap Mustafa'nın babası düğünlerde toplantılarda "Koca Oyunu" adı verilen oyunda "Arap" rölünü üstlenirdi. Bu nedenle Mustafa'ya da "Arap" lakabı takılmıştır. Kimsesiz kalan Arap Mustafa 10 yaşına gelince Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Hacı Bürozadeler'den Mehmet'e çiftçi durdu. Zaman içinde çalışkan babayiğit giyimine özen gösteren yakışıklı bir delikanlı olan Arap Mustafa Ağasının yeni yetişen Zahide'ye gönlünü kaptırdı. Fakir ve kimsesiz olduğundan bu sırrını bir türlü açığa vuramadı.

20'sinde askere giden Mustafa'nın aklı deliler gibi sevdiği Zahide'de kalmıştı. Köydeki dostlarına mektuplar göndererek Zahide'den haber almaya çalışan Arap Mustafa Zahide'nin başka biriyle evlendirildiğini ve düğünün'ün de bir hafta sonra olacağını duyunca üzüntüsünü aşağıda içli mısralara dökmüştür. Türküyü Neşet Ertaş plağa okuyup tanıtmıştır.

Zahide Kurbanım n'olacak Halim
Gene bir laf duydum kırıldı belim
Gelenden gidenden haber sorarım
Zahidem bu hafta oluyor gelin

Hezeli de deli gönül hezeli
Çiçekdağı döktü m'ola gazeli
Dolaştım alemi gurbet gezeli
Bulamadım Zahidem'den güzeli

Ay ile doğar da gün ile aşar
Zahide'mi görenin tebdili şaşar
İyinin kaderi kötüye düşer
Diken arasında kalmış gül gibi.

Zahide'm kurbanım kurtar bu dardan
Baban anlamadı bizim bu haldan
Kekiline sürmüş kokulu yağdan
Derdin beni del'ediyor Zahide'm.

Ziyaret'ten çıktım Cender'in özü
Kum gibi kaynıyor Zahide'm gözü
Aslını sorarsan esalet yerden
Hacı Bürolardan Mehmet'in kızı.

Gurbet ellerinde esinim esir
Zahide'm kurbanım hep bende kusur
Eğer baban seni bana verirse
Nemize yetmiyor el kadar hasır.

Çiçekdağı'nda da hiç gitmez duman
Zahide'rn kurbanım hallarım yaman
Yapamadım şu babayın gönlünü
Fakir diye bana vermedi baban.

Anamdan doğalı çok çektim cefa
Şu yalan dünyada sürmedim sefa
Adımı namımı soran olursa
Orta Hacı Ahmetli Arap Mustafa.

Çevrimdışı delimit35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.471
  • 4.980
  • Müdür Yardımcısı
  • 7.471
  • 4.980
  • Müdür Yardımcısı
# 06 Mar 2010 02:19:34
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Rica ederim öğretmenim... Kiziroğlu benim de çok sevdiğim bir türküdür... Söylenişi insana heyecan veriyor...
24 saat engeli sebocan öğretmenim biz öğrencilerimizle baharları bu kaleye gider piknik yaparız .efsane gerçekmidir bilinmez ama Kiziroğlunun kalesi gerçek ...

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 06 Mar 2010 02:25:41
Ah Bir Ataş Ver

Çanakkale Boğazı.. Narburnu açıkları...
4 Nisan 1953...Saat 02:15

Jülide Gülizar anlatıyor:

"Uzun ve yorgun bir seferden dönen Dumlupınar denizaltısı, Naraburnu açıklarında, İsveç bandralı Nabold şilebiyle çarpıştı...

Sessiz, soğuk ve karanlıktı gece...

Dumlupınar başından aldığı şiddetli darbeyle birkaç saniye içinde sulara gömüldü...

Gemideki 81 kişilik mürettebattan sağ kalan 22 kişi, geminin arka bölümündeki torpido dariresine sığındı. Mahsur kalanların su yüzüne fırlattıkları telefon şamadırasıyla denizaltıyla temas kuruldu... Sağ kalan 22 kişiyi kurtarmak için herkes seferber oldu... Bu arada oksijeni idareli kullanmaları için aşağıdakilere gerekmedikçe konuşmamları, şarkı-türkü söylememeleri, sigara içmememleri söylendi... Ancak, saatler süren kurtarma çalışmalarının sonunda, umutların tükendiği anda, karanlıkta bekleyen 22 kişiye herşeyyine aynı sözcüklerle anlatıldı: Konuşabilirler, türkü söyleyebilirler, hatta cigara bile içebilirlerdi..."

Şamandradaki telefon hattının öbür ucundan tüm Türkiye, denizaltıda tevekkülle ölüme yatmanın hüzünlü ama başı dik türküsünü dinledi:

Ah bir ataş ver cigaramı yakayım
Sen sallan gel ben boyuna bakayım

Uzun olur gemilerin direği
Ah çatal olur efelerin yüreği
Yanık olur anaların yüreği

Vur ataşı gavur sinem ko yansın
Arkadaşlar uykulardan uyansın

Uzun olur gemilerin direği
Ah çatal olur efelerin yüreği
Yanık olur anaların yüreği

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 06 Mar 2010 02:29:19
Cemilem (Gaydırı Gubbah)

Türkünün bağlantı bölümü: "Gaydırı gubbak Cemile'm nasıl nasıl edelim bu işe / Nikahımızı gıysın ünnen gelin Hoca Memiş'e" şeklinde okunmaktadır. Burdur ve yöresinde "guddak" Muğla'da "gubbak" şeklinde söylenen sözcüklerin oldukça müstehcen olduğu İzmir Radyosundan emekli Ege Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarında öğretim görevlisi olarak çalışan Hamit Çine tarafından ifade edilmişti. Repertuvar kayıtlarında bu dizeler: "Haydi de hopbak Cemilem nasıl nasıl edelim bu işe / Nikahımızı gıysın ünnen gelin Hoca Memiş'e" olmasına rağmen ısrarla "gaydırı gubbak" şeklinde okunmaya devam edilmektedir.


Cemilem (Gaydırı Gubbah) (Söz)

Cemilemin gezdiği dağlar meşeli
Üç gün oldu Cemilem ben bu derde düşeli

Gaydır gubbah Cemilem
Nasıl nasıl edelim biz bu işi
Nikamızı kıysın ünden gelin Hoca Memiş'e

Cemilem kız ne gezersin hayakta
Basma fistan parlak potin ayakta

Gaydır gubbah Cemilem
Nasıl nasıl edelim biz bu işi
Nikamızı kıysın ünden gelin Hoca Memiş'e

Cemilenin fistanı saman sarısı
Gören sancak Cemilem kızı memur karısı

Gaydır gubbah Cemilem
Nasıl nasıl edelim biz bu işi
Nikamızı kıysın ünden gelin Hoca Memiş'e

Kaynak: Talip Özkan
Yöre: Acıpayam

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 06 Mar 2010 02:30:17
Çanakkale İçinde

Anadolu halkının kahramanlığını destanlaştırdığı savaşlardan biri de Çanakkale cephelerinde olur. Büyük imkansızlık içinde verdiği bu çetin mücadelede bağımsızlığı için gerektiğinde çok şeyler yaratabileceğini bütün Dünyaya bir kez daha anlatmıştır.

Birinci Dünya Savaşı İtilaf Devletleri dediğimiz İngiltere Fransa ve Rusya ile İttifak Devletleri dediğimiz Almanya Avusturya ve İtalya'nın birbirleriyle savaşmasıyla başlar. Almanya'ya saldırabilmesi için Rusya'nın silah ve cephane ihtiyacı vardı. Bunun için Boğazlar yoluyla Rusya'nın İngiliz ve Fransız kuvvetleriyle birleşmesi gerekiyordu. Oysa ki Osmanlı Devletinin harbe girmesi üzerine Çanakkale boğazını geçmek için Osmanlı Devletine Çanakkale'de cephe açmaları gerekti. İtilaf Devletlerine ait bir donanma 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazı'nı geçmeye kalkıştı. Burada kahramanca çarpışan Türk kuvvetleri karşısında büyük kayıplar vererek geri çekildi. Bu sefer Gelibolu yarımadası'nın çeşitli yerlerine kuvvetler çıkararak karadan İstanbul'a yürümeyi denediler. Ne yazık ki yapılan sayısız hücumlar Türk süngüsü karşısında eriyip gidiyordu. Son olarak büyük bir taarruzla Gelibolu yarımadası üzerinden Marmara'ya ulaşmayı denediler. Ansızın yaptıkları bu taarruz da Anafartalar ve Arıburnu bölgelerinde benzeri görülmemiş bir müdafaa ile durduruldu. Türkleri bu cephelerde yenemeyeceklerini anlayan düşman buraları terk ederek çekilmek mecburiyetinde kaldı.

Yüzbinlerce şehit verdiğimiz bu savaşın bütün Anadolu'da heyecan uyandırması bu savaşa doğudan batıdan kuzeyden güneyden hasılı yurdun dört bucağından gönüllü asker gitmesindendir.

Kaynak: Öyküleriyle Halk Türküleri (Notalı) - Hamdi Tanses

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 06 Mar 2010 02:31:39
Bitlis'te Beş Minare

Rus işgali sırasında Bitlis bir harabe şehir görüntüsü alır. Düşmanın çekilmesinden sonra savaş esnasında Bitlis'ten kaçan bir baba ve oğul Bitlis'e dönmek üzere yola çıkarak şehre hakim konumdaki Dideban Dağı eteğine varırlar. Baba şehirde canlı kalıp kalmadığını öğrenmek için oğlunu şehre gönderir. Bir süre sonra oğul geri döner ve uzaktan babasına şöyle seslenir:

"Şehirde yaşama dair hiçbir iz yok; sadece beş tane minare ayakta kalmış."

Bunu duyan baba yıkılır diz çöker ve şöyle bir ağıt yakarak oğlunu yanına çağırır.

Bitlis'te beş minare beri gel oğlan beri gel.

Yüreğim dolu yare beri gel oğlan beri gel.


Bu ağıt zamanla türkü ve manilere konu olarak günümüze kadar gelir.

Nazmi Zülfikar - Bitlis

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 06 Mar 2010 02:34:23
Muhtar mı Oldun Kezban Yenge

Bilindiği üzere bundan yıllarca önce halkımız hayırlı bir şey yapacakları zaman, ya oranın eşref kişilerine veya muhtarlara başvurur onların prestijlerinden faydalanma yollarına giderlerdi tabii olarak böyle kişilere yapılacak işlerin olasılığı daha fazla olduğundan her konuda bu yola başvurulurdu. Yani böyle kişiler genelde ÇÖP ÇATANLIK ta başarılı idiler.

İşte KEZİBAN YENGEMİZ de muhtar olmadığı halde muhtarın görevini yapmaya kalkmış, iki sevgilinin arasını açmıştır. İki kişinin arası açılınca da bir türkü meydana gelmiş. MUHTAR MI OLDUN KEZBAN YENGE türkümüzde böyle bir konudan kaynaklanmış.

Bu türkümüz değerli Cura üstadımız Kadir TÜREN ’e göre 1963 yılında bestelenmiş, bestesi de KADİR TÜREN ilimize ait diğer bir kaynak ise yüz yıl öncesindendir. Kadir TURAN ’ın anlattığı doğru çünkü bu türkü 1963 yıllarında ortaya çıktı. Çünkü KEZBAN YENGE Türküsü Kadir TÜREN inde içinde bulunduğu bir olay.

Olayın aslı, Kadir TÜREN’in (DİRMİL YILLIĞINDA) anlattığına göre şöyledir. Bir delikanlı, aile bireylerini Dirmil’ de bir kızı istemeye gönderir. Kızın komşusu olan KEZBAN YENGE, bu oğlana kızın verilmemesi için araya nifak sokar .Defalarca kız oğlana verildiği halde KEZBAN YENGE defalarca araya girer yani nifak sokar oğlanın işi bozulur. Velhasıl kız Kezban yengenin sayesinde başka bir yere verilir. Bu işin bozulmaması için Dirmil’ in ne kadar eşrafı ya da muhtarı varsa önleyemez. Kızın anası babası KEZBAN YENGENİN sözünü tutarak başka bir yere verilir. Kezban yenge muhtarın yapamadığı işi yapmış olur.oğlanın akrabası olan sevgili Ozanımız KADİR TURAN ağabeyimiz alır curasını eline bir türkü besteler. Kadir TÜREN ağabeyimizin ülkeye mal olmuş bir çok bestesi eseri mevcuttur. Maalesef ölünce kıymeti bilinmiştir.

KADİR TÜREN ALMIŞ CURASINI ELİNE BAKALIM NELER DEMİŞ?

İnip gelir inmeden

Penceresi dilmeden

Gelip geçtin gülmeden



Dörttür curamın telleri

Yanık öter dilleri

Açmış Kezban’ ın gülleri

Hasır sepet kolunda

Çantası var elinde

Bütün alem dilinde

Şu Dirmilin dağında

Bülbül öter bağında

Hasır sepet elinde

Köçek mi oldun Kezban yenge

Muhtar mı oldun Kezban yenge

Azamı oldun Kezban yenge

Yenge, yenge Kezban Yenge


KADİR TURAN

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK