Türkülerimiz, Türkü Hikayeleri...

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.895
  • 512.863
  • 32.895
  • 512.863
# 06 Mar 2010 02:35:29
ELİF BACI NİNNİSİ ( ANTALYA YÖRESİ )

Elif Bacı, Göktepe Yaylası'nın en güzel kadınıydı. Kocası askere gitmişti. Kundağındaki oğlu Ali ile obada yalnız başına kalıvermişti. Göktepe Yaylası'na güz geldimi, göç başlar. O yılın güzünde de, konu komşu hep beraber göçe hazırlanıyordu. Sabahın tez vaktinde yola çıkacaklardı. Elif'te gözü olan Çil Hacı, bunu fırsat bildi. Elif'e bir oyun etti. Kara bulutlara bakıp bakıp,

"Sağanak bastırsa, halimiz nice olur" diye obayı geceden göçürdü. Elif'i yaylanın başında yalnız koydu. Niyeti kötüydü. Elif'in sabah tez vakit, oğlunu alıp garip başına yollara düşeceğini biliyordu. "İşte o zaman.." diye, bıyık altından gülüyor, ellerini oluşturuyordu Çil Hacı.

Elif Bacı, sabah obanın göçtüğünü görünce şaşkına döndü. Başına bir iş geleceğini sezdi. Olsa olsa Çil Hacı'nın oyunuydu bu. Anlamakta gecikmedi.

Yükünü, sarı deveye vurdu. Ali'nin kundağını, beşiğini devenin üstüne sardı. Kendi önde, devesi arkada, bayırdan aşağı vurdu, yürüdü. Irz düşmanı Çil Hacı'nın eline düşmemek için gittiği yol, başka bir yoldu. Bir yandan gök gürlüyor, bir yandan da deli dolu yel savuruyor, bir yandan dizine koymayan çalı-çırpı, diken her yanını çizip kanatıyordu. Elif Bacı, Ali'nin beşiğine bir göz atıyor, "Dayan yavrum..." diyordu ama, onu can evinden vuran acı gerçeği nice sonra fark etti. Ali'nin sesi soluğu çıkmıyordu. "Acep nesi var?..." diye sarı deveyi çöktürünce bir de ne görsün?

Beşik boş...

Hemen yükünü derede, deveyi bayırda bıraktığı gibi, geldiği yollardan çılgın gibi geri dönüverdi. Kara bulutlar patladı. Yağmur boşandı. Elif Bacı dövüne dövüne Ali'yi arayıp buldu ama, nafile....

Kundağı bir dala asılmış, körpecik vücudunu akbabalar çoktan paylaşıvermişlerdi.

İşte Elif Bacı Ninnisi, bu acı olayın üzerine yakılmış bir ağıttır.

Sarı çizmem elimde kaldı
Iltarımı sorman belimde kaldı.
Allahım bebek Ali'mi aldı.
Ben Ali'mi dalda koydum da nenni...
Gözlerimi yolda koydum da nenni...
Allahından bul emi Çil Hacı,
Neme gerekti, o gün Pazarcı?
Oğlunu verdi de, namus vermedi Elif Bacı.
Ben Ali'mi dalda kodum nenni.
Gözlerimi yolda kodum da nenni...


Hüseyin ÇİMRİN'in Antalya Folkloru kitaptan alıntıdır.

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.895
  • 512.863
  • 32.895
  • 512.863
# 06 Mar 2010 02:36:24
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar hikayesi 

Bu öykü Malkara köylerinden alınmış olup belli bir kişinin dilinden yazıya geçirilmiş değildir. Çevrede herkes tarafından bilinen bir öyküdür. Söylentiye göre, çok eskiden köyün birinde Zeynep isimli çok güzel bir kız vardır. Onaltıya yeni bastığında Zeynep'i köylerindeki bir düğünde aşırı (yabancı) köylerden gelen Ali isimli bir genç görür. Ali Zeynep'i çok beğenir ve köyüne döndüğünde kızın babasına hemen görücü gönderir. Zeynep'i Ali'ye verirler. Kısa bir zaman sonra düğünleri olur. Ali, Zeynep'i alıp aşırı köyüne götürür.

Zeynep'in gelin gittiği köy ile kendi köyü arası üç Gün üç gece çeker. Bu kadar uzak olduğundan dolayı Zeynep, anasını babasını ve kardeşlerini tam yedi yıl göremez. Bu özlem Zeynep'in yüreğinde her gün biraz daha büyüyerek dayanılmaz bir hal alır. Köyün büyük bir tepesinde bulunan evinin bahçesine çıkarak kendi köyüne doğru dönüp için için kendi yaktığı türküyü mırıldanır ve gözleri uzaklarda sıla özlemini gidermeye çalışırmış.

Oysa kocası, Zeynep'in bu özlemine pek aldırış etmez. Kaldı ki eski sevgisi de pek kalmadığından kendini fazlaca horlamaya, eziyet etmeye başlar. Sonunda bu özlem ve kocasının horlaması Zeynep'i yataklara düşürür.

Gün geçtikçe hastalığı artan Zeynep'in düzelmesi için, köyden gelip gidenler de anasının babasının çağrılmasını salık verirler. Başka çare kalmadığını anlayan Zeynep'in kocası da anasına babasına haber vermeye gider. Altı gün altı gecelik bir yolculuktan sonra bir akşam üstü Zeynep'in anası babası köye gelirler, Zeynep'i yatakta bulurlar. Perişan bir halde Zeynep hala türküsünü mırıldanmaktadır. Aynı türküyü anasına babasına da söylemeye başlar. Çevresindeki bütün köy kadınları duygulanıp göz yaşı dökerler. Annesi fenalıklar geçirir ve bayılır.

Zeynep hasretini giderir, giderir ama artık çok geç kalınmıştır. Bir daha onmaz, sonu ölümle biter. Herkes Zeynep için göz yaşı döker. İşte o gün bu gündür bu türkü ayrılığın türküsü olarak söylenip durur.

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler

Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim

Babamın bir atı olsa binse de gelse
Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse
Kardeşlerim yolları bilse de gelse

Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim

Kaynak:
Türk Halk Müziği ve Oyunları

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.895
  • 512.863
  • 32.895
  • 512.863
# 06 Mar 2010 02:37:18
Karadeniz Ağıtı(hikaye ve şarkı sözü) 

Son yılların en soğuk mevsiminin yaşandığı bu gün de,gene hırçın,gene azgın,gene direnmek istemiyordu fırtınaya Karadeniz.mevsim en ağlamaklı anını yaşıyordu yine,bulutlar simsiyah çöktü karadenize,şimşekler haykırdı içindeki öfkesini ve fırtına yavaş yavaş arttırıyordu hızını,ağaçlar direnmeye çalışıyordu tüm gücüyle fırtınaya,sonra yağmur gösterdi kendini……..

Gitmeliydi koca reis,gene gitmeliyim dedi Fatma bacıya.Başını öne eğdi Fatma bacı,gitti hazırladı koca reisin yolluğunu.gitme diyemedi.diyemezdi.çocukları ağlamaklı baktı koca reisin gözlerine,sanki gitme baba der gibiydi.Koca reis kaçırmalıydı gözlerini çocuklarından.bir baksa çocuklarının bakışlarına gidemeyecekti sanki,ama gitmeliydi yine.

Aldı pılını pırtısını,giydi yağmurluğunu.Kapıya geldiğinde,yutkunarak hakkınızı helal edin diyebildi sadece.

Ve gitti….

Koştu Fatma bacı pencereye,araladı perdeyi,koca reis yağmura,fırtınaya aldırmadan hızlı adımlarla uzaklaştı sokak lambasından.sonra kayboldu karanlıkta.Hey gidi koca reis,gene gösterdin reisliğini,gitmesen olmazmıydı,diye düşündü içinden Fatma bacı.

Sabahın ilk ışıkları vurmadan pencereye,daha çocuklar uyurken,kalktı pencerenin kenarındaki somyadan Fatma bacı.koştu iskeleye,yağmur hafif hafif çiseliyordu.fırtına dinmişti.Derin bir ohh çekti beklemeye koyuldu koca reisini.Tüm mahalleli oradaydı,herkesin bir koca reisi vardı beklenecek.Çekildi bir köşeye,karadenizin sularında ışıklar gözükmeye başladı yavaş yavaş.

İlk gelen cemalın takası idi.Sonra beyazyelken geldi iskeleye.Karadeniz4 de geldi,bekledi koca reisi Fatma bacı,ama başka gelen yoktu,uzakta ışıkta yoktu.Sordu soruşturdu gelenlere,koca reisi gören yoktu o gece.Yıkıldı yere kadın,baktı karadenize,aklına bir yıl önce gidip de gelemeyen babası geldi,açtı ellerini havaya.yalvardı Allaha,ama koca reis dönmedi son seferinden.Fatma bacının dilinden dökülmeye başlamıştı Karadeniz ağıtı.

Karadeniz,Karadeniz
Her şeyimi alan deniz,
Ne verdinde neyi aldın.
Gençliğimi çalan deniz.

Karadeniz Karadeniz
Her şeyimi alan deniz.
Çocuklarım yetim kaldı.
Yalvarırım bul gel deniz.

Karadeniz,Karadeniz
Her şeyimi alan deniz,
Benide al git koynuna.
Yada bırak onu deniz.

(Karadeniz azgın suyun.
Sevin karadeniz sevin.
Çocuklarım yetim kaldı.
Övün karadeniz övün.)

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.895
  • 512.863
  • 32.895
  • 512.863
# 06 Mar 2010 18:46:34
Afyon Karahisar Kalesi Efsanesi 

3 bin 340 yıllık bir geçmişe sahip olan, defalarca el değiştirmiş, öyle sanıyoruz ki her defasında yeni bir efsane, yeni bir destana mekan olmuştur. Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi yerden 226 metre yükseklikteki trakit bir kaya kütlesi üzerinde kurulu bulunan Kale‘ yi fethetmenin öyle kolay bir iş olmadığı tartışmasız bir gerçektir. İşte bu nedenle Battal Gazi’ den, Hazreti Ali’ ye, Beyböğrek’ ten Çavuşbaşı’ na, Horoz Dede’ ye kadar pek çok efsane anlatılır Karahisar Kalesi için… İlginçtir ki, anlatılan bu efsanelerin izleri, günümüzde bile varlığını korumaktadır. Halk arasında anlatılan Hazreti Ali ya da Düldül’ün ayak izleri efsanesine göre, İslam halifelerinden Hazreti Ali, atı Düldül’ün üzerinde dağdan dağa uçarak sefer yapmaktadır. İşte böyle seferlerin birinde Afyonkarahisar‘ a gelen Hz. Ali, Hıdırlık Dağı’ nda konaklamak için sertçe yere basınca, buradaki bir kaya üzerinde ayağının izi kalır.

Daha sonra Hıdırlık’ tan kaleye atlayan Düldül, burada da dizginlenince bu kez ön ayağının izi bir kayanın üzerinde kalır. Hz. Ali, Düldül’ ü sulamak için su yalağına vardığında, atı bağlayacak bir yer bulamaz ve dört parmağı ile yalağın yanındaki bir taşa vurarak taşı deler ve atı buraya bağlar. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Afyonkarahisar Kalesi‘ nde bugün Düldül’ ün ayak izi ile atın bağlandığına inanılan kaya üzerinde delik, hala varlığını korumaktadır.


Karahisar Kalesi ile ilgili bir başka efsane ise Battal Gazi ile ilgilidir; Afyonkarahisar‘ da 740 yılında öldüğü konusunda tarihçilerin birleştiği Battal Gazi ile yakın arkadaşı Ahmet Tarhan kaleyi ele geçirmek için sıkı bir kuşatma yapar, içeridekilerin dışarısı ile bütün bağlantılarını keser. Kale komutanı, bunun üzerine Bizans İmparatoru’ na haber salar ve 100.000 kişilik bir ordu yardım için yola çıkar. Kalenin burçlarından Battal Gazi’ yi görerek aşık olan komutanın güzel kızı O’ na bir kötülük gelmemesi için çimler üzerinde uyumakta olan Battal Gazi’ ye bağırır, ancak duyuramaz. Sonra bir kağıt yazar, taşa sararak üzerine atar. Battal Gazi, bir iki kıpırdandıktan sonra hareketsiz kalır. Battal’ ın uyunmadığını gören kız telaşlanır, babasına Türk’ lerin komutanının çayırda uyuduğunu söyler ve güya O’ nu öldürmek için zehirli bir hançer ister. Battal Gazi’ nin yanına gelen kız onu ölmüş olarak bulur. Çünkü attığı taş, Battal’ ın kulağına gelmiş ve ölümüne neden olmuştur. Kız üzülür ve hançeri kendi kalbine saplayarak hayatına son verir. Bizans ordusu kalenin eteklerine geldiğinde amansız bir savaş başlar, Ahmet Tarhan askerleriyle birlikte şehit olur. Ahmet Tarhan Karahisar Kalesi‘ nin eteklerinde, şu anda Ulu Cami ‘nin karşısındaki mezarına gömülür.

Yenilgiden sonra çok şiddetli bir fırtına başlar ve Battal’ ın cesedini Eskişehir dolaylarına atar. Böylece Bizanslılar, Battal Gazi’ nin öldüğünü anlayamaz ve daha uzun süre onun korkusuyla yaşarlar. Şu andaki Olucak Çeşmesi’ nin, Çavuşbaşı mahallesinin ve Çavuş Dede mezarının doğuşu ile ilgili olarak anlatılan Çavuşbaşı ya da Çavuş Dede efsanesi ise şöyledir; Afyonkarahisar sancağı Türk egemenliğine girmeden önce burada valilik yapan kişiye Türk hükümdarı elçiler göndererek kalenin Türk’ lere teslimini ister. Her defasında ret cevabı alınması üzerine hükümdar en güçlü Çavuş Başını Karahisar Kalesi‘ nin alınması için görevlendirir. Çavuşbaşı askerleriyle birlikte birkaç gün içinde Muttalıp bağlarına gelir. Bunu haber alan kale komutanı, kaleye kapanarak savunma düzeni alır. Ertesi sabah Türk askerleri Karakuyu’ ya ulaşır. Su stoku tükenen askerler, Karakuyu’ da su içmek isterler ama su sağlığa zararlı olduğu için vazgeçerler. Bunun üzerine çevrede su aramaya başlarlar ancak bulamazlar.

Durum Çavuşbaşı’ na bildirilir. Çavuşbaşı, yanına birkaç kişi alarak Yağdan denilen kayalıklara doğru gider. Çok yüksek bir kayanın önünde bazı dualar mırıldanır ve “Burada bir su olacak” diye bağırıp kılıcını kayaya vurur. Kılıç darbesiyle yarılan kayadan su fışkırır. Çok güzel ve şifalı olan su askerlerin yorgunluğunu giderir. Dinlenen ordu bir Cuma günü kaleye saldırır ve kale zapt edilir. Şehitler arasında Çavuşbaşı da vardır. Bugün Afyonkarahisar‘ ın Çavuşbaş mahallesindeki Olucak suyu güzel bir memba suyu olarak vatandaşlarca içilmektedir. Olucak çeşmesinin karşısındaki Çavuş Dede mezarı dertlilerin derman aradıkları, adaklar adadıkları küçük bir türbe olarak varlığını korumaktadır.

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.895
  • 512.863
  • 32.895
  • 512.863
# 06 Mar 2010 18:48:18
Kütahyanın Pınarları 

Bundan 100-120 yıl önce Kütahya’da bir ailenin genç yakışıklı, sözü dinlenir, temiz kalpli bir oğulları varmış. Orta halli bir ailenin de güzel, boylu poslu uzun saçlı bir kızları varmış. Kız biraz hoppa olduğu, ele, avuca sığmadığı için arkadaşları ona “deli düve” ismini vermişlerdi (düve: buzağı doğurma zamanı gelmiş yeni ineklere bazı yerlerde düve denirmiş). İşte genç yakışıklı delikanlı deli düveye aşık olmuş. O zamanlar deli düve adı dillere destandır. Genç, deli düveyi ailesinden ister, fakat kızı vermezler. Kızla genç gizli gizli buluşurlar. Bunu duyan kızın ailesi razı olur ve kızla genci evlendirirler. Fakat gençlerin saadetleri uzun sürmez, bu kızın güzelliğini duyan gören zamanın delikanlıları kendilerini reddeden kızın kocasını hem kıskanır hem de ona kin bağlarlar.

Aradan hayli zaman geçer bu genç ve güzel gelin bazı delikanlılar tarafından tehdit edilmeye başlanmıştır. Delikanlılar “kocandan ayrılacaksın yoksa seni dağa kaldırırız, kocanın da gözlerini kör ederiz” diye kıza haber salmışlar. Genç kadın önceleri aldırmaz ve kocasından saklar, onu sevdiği için bir türlü kötülük etmelerine razı olamaz ve delikanlılara şöyle haber yollar ” Ne olur, kocamı rahat bırakın. Ona dokunmayın ne isterseniz yapayım” der. Bunu haber alan gençler kadını kaçırmaya karar verirler. Aracı kadına “biz istediğimizi çeşme başında söyleyeceğiz. Oraya kadar gelsin” derler. Bunu duyan gelin meraktan çatlayacak bir duruma geldiğinden çeşme başına gider. Çeşme başına giden delikanlılar tuzak kurarak kadını kaçırırlar. Kadın bu sırada çığlık atar o sırada kadının kocası olan Asalıoğlu sesi duyarak koşarak gelir. Kadının kocası ile diğer gençler arasında kanlı bir kavga olur ve Asalıoğlu ölür. Gençler kızı dağa kaldırmıştı öte yandan oğullarını kanlar içinde yattığını gören gencin ana ve babası saçlarını başını yolarlar.

Kütahyanın Pınarları

Kütahya'nın pınarları akışır
Devriyeler kol kol olmuş bakışır
Asalı'ya çuha şalvar yakışır
Aman aman Vehbim öyle böyle olur mu
Ah ben ölürsem dünya sana kalır mı

Salım geldi musallaya dayandı
Kar beyaz Vehbim(tenim) alkanlara boyandı
Seni vuran oğlan nasıl dayandı
Aman aman Vehbim öyle böyle olur mu
Ah ben ölürsem dünya sana kalır mı

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.895
  • 512.863
  • 32.895
  • 512.863
# 06 Mar 2010 22:28:02
Kul Olayım Kalem Tutan Ellere 

Vaktiyle, Hafik ilçesinin Sofular köyünde Hızır adında bir genç varmış.O zamanlar bu köyün halkı Alevi imiş.Zamanla yoldan çıkmışlar.Onların bu durumunu beğenmeyen Hızır, köyden ayrılmaya karar vermiş, çıkmış yola.Ha şurası, ha burası derken Banaz'a kadar gelmiş.Pir Sultan'ın yanına azap durmuş.Sonra da müridi olmuş.Aradan seneler geçmiş, bir gün Hızır:

"Pirim, demiş; Sen herkese himmet ediyorsun, herbiri çeşitli makamlara geçiyor, ne olur, bana da himmet et, büyük adam olayım, ben de bir makama geçeyim."

Pir Sultan şöyle bir düşündükten sonra gülümsemiş. "Ulan Hızır ben dua ederim, belki sen de büyük adam olursun; Hatta paşa, vezir de olursun ama, sonunda gelip beni astırırsın."

Yine de duasını eksik etmemiş.Hızır İstanbul'a gidip saraya girmiş.Ağa, Kapıcıbaşı, Paşa, Beylerbeyi derken vezir olup Sivas valiliğine atanmış.Pirini unutmamış, haber gönderip huzuruna getirtmiş.Hürmet, izzet, ikram derken bir hayli de sohbet etmişler.Yemekte mükellef bir sofra donanmış.Pir Sultan yiyeceklere şöyle bir bakıp hemen geriye çekilmiş.Paşa şaşırmış.

"Birşey mi oldu pirim?". Pir Sultan, "Hızır, demiş; Bu yemeklerde zina kokuyor.İçinde yetim hakkı var, sen bunları haram para ile yaptırmışsın." Hızır Paşa "Yok pirim" dediyse de dinletememiş.Ama bir hayli de içerlemiş.Pir Sultan biraz daha ileri gidip, "Bunları ben değil, köpeklerim bile yemez.İstersen çağırayım da gör" demiş.Hemen ünlemiş, köpekler anında gelmişler.Bir tepsiye haram yemek, bir tepsiye helal yemek konmuş.Önce haram yemekler getirilmiş.Köpekler şöyle bir koklayıp geri geri çekilmişler. Arkasından helal yemeklerle dolu tepsi gelmiş.Köpekler onu da kokladıktan sonra, kuyruklarını sallaya sallaya yemeye başlamışlar.Bu hakarete çok kızan Hızır Paşa, hırsını yenemeyip pirini Toprakkale'ye hapsettirmiş.

Eh... Ne de olsa piri.Hırsı geçince bir bahane ile affetmek istemiş.Zindandan çıkartıp demiş ki:

"Bana içinde Şah'ın adı geçmeyen üç deyiş söylersen seni affedeceğim.Yok, söylemezsen kendin bilirsin" Pir Sultan "Peki öyleyse" deyip tezeneye şöyle bir dokunmuş ve,

"Açılın Kapılar Şah'a Gidelim",
"Kul Olayım Kalem Tutan Ellere" ve
"Karşıda Görünen Ne Güzel Yayla" adlı değişleri okumuş.
(Tüm değişlerde Şah'ın adı defalarca geçiyor)

Pirini affetmeye hazırlanırken, onun hemen her fırsatta Şah'ı anması Hızır Paşa'yı çileden çıkarmış.Ne söylediğini, ne yaptığını bilemez hale gelmiş.Yanındakilere emretmiş:

"Asın bunu".

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.895
  • 512.863
  • 32.895
  • 512.863
# 06 Mar 2010 22:29:15
Hem Okudum Hem De Yazdım 

Yavru yitmeye görsün bir kez. Bulunmaz. Değil dağların koyağı, ırmakların kaynağı, yaylaların çimeni, ovaların çiçeği, hiç bir şey, hiç bir kişi geri getiremez onu. Ehh ana yüreği bu. Dayanması zor. Dağlara düşüp araması doğal; ne ki giden geri gelmez. Şundan ki, yiten candır. Alıp yerine koyamazsın. Nefesin sonu çıkmaya görsün boğazdan bir kez. Dönüşü olmaz. Ama, ağlamak, dövünmek, türkülere sığınmak da insanların kendi elinde.

Türkümüze öykü olan olay, 1930'larda Çorum'un Osmancık ilçesinin Hacıhamza kasabasında geçer. Kasabada köklü bir aile yaşar o yıllarda. Bu ailenin de Mehmet Bey adlı bir oğlu vardı. Mehmet Bey, geniş omuzlu, kaytan bıyıklı, iri kıyım bir delikanlıdır. Çevresindekilere yaptığı iyiliklerden ötürü de herkesin saygısını, sevgisini kazanmıştır. Yeni evlendiği eşiyle de çok iyi anlaşmaktadır. Hele eşi ona nur topu bir oğlan çocuğu doğurduktan sonra da daha mutlu olmuştur. Bir çocuk ki gözleri yumuk yumuk. Uzun, upuzun saçlar, tombiş bilekler. Anası bir yanını kendine benzetiyor; babası bir yanını. Bak Mehmet diyor karısı "çenesi, kafa yapısı, ağzı sana benziyor, gerisi bana" Mehmet Bey: "Ya parmakları" diyor. "Bak bak serçe parmaklarında eğrilik var. Tıpkı seninkiler gibi. Ama uzunluğu da bana benziyor parmakların". Çocuk daha bir mutlu ediyor aileyi. Evin havası birden değişiyor. Gelenler, gidenler çoğalıyor. Dosta ahbaba teller çekiliyor. "Bir oğlumuz oldu" diye. Uzaktan mektuplarla kutlayanlar. Sözün özü; evde bir şenlik, bir şölen. "Aaaa... İzmir'den Nurettin Amcalardan tel geldi. Kutluyorlar. Bu da Adana'dan Niyaz'lerden geliyor. Bu tel de Çorum'dan, ama tebrik teli değil. Bak hele Mehmet neymiş? "Şey Hükümet teli bu. Bir iş için çağırıyorlar. Gitmek gerek. Hükümet işi ihmale gelmez. Tez zamanda gitmeli' diyor Mehmet Bey. Vakit öğleyi geçkindir. Ama olsun Hükümetin çağrısı gecikmeye gelmez. Tez elden gitmeli. Varıp anlamalı işin aslını. Adamlarına seslenir. İki at eyerlemelerini söyler. Karısına da "İşim biter bitmez dönerim. Hem yavruma da ufak tefek bir şeyler alırım. Sana da giyecek gerekli. Elbiselerin bol geliyor üstüne. Gelen gidenimiz olur bu günlerde.

Ele güne karşı ayıp olur. Bir kaç elbiselik alırım. Anamı da unutmamak gerek. İlk torunu kadının. Nasıl da yoruldu gebeliğinde senin. Meraklanmana gerek yok. Çorum ne çeker ki. Akşam Osmancık'a varırız. Sabahın erinde oradan çıksak, karanlık çökmeden tutarız Çorum'u.

Mehmet Bey bir yandan bunları söylüyor; bir yandan da kucağına aldığı oğlunu seviyor. Kokluyor, öpüyor, bağrına basıyor. Bırakamıyor çocuğu kucağından. Ş aha kalkıyor, demeye kalmadan, silahlı iki kişi atlıyor yola. Saç-sakal birbirine karışmış, iki dağ adamı bunlar. Yolun dar boğazı. Yana yöne kaçacak yer yok. Ancak geri dönülebilir. Mehmet Bey de ona davranıyor. Ama, daha atını dönderir döndermez iki kişi de orada peydahlanıyor. "Canınızı seviyorsanız davranmayın. Kurşunu yersiniz yoksa. Boşaltın ceplerinizi, atlarınızı da bırakıp, koyulun yola" diye ünlüyorlar. Mehmet Bey bakıyor kaçış zor. Teslim olup, parasını silahını, atları vermek de işine gelmiyor. Gurur meselesi yapıyor. Bir anda atıyor kendini yere, silahına sarılıyor. Adamı da atıyor attan. Seyip kalan atlar, kişneyip tepiniyorlar. Aynı anda da kurşunlar vızılamaya başlıyor. Mehmet Bey bir ağacı siperlemiş kendine, basıyor tetiğe. Adamı da sol yanından ateşliyor silahını. Vuruşma epey sürüyor. Mehmet Bey'in de adamının da kurşunları azalıyor. Daha dikkatli kullanmak zorunda kalıyorlar kurşunlarını. Çok geçmeden onlarda bitiyor. Eşkıya azgın. Bir iki kez yine teslim çağrısını yapıp, basıyorlar kurşunu ardından. Mehmet Bey'den bir "Ah" sesi yükseliyor. Yığılıp kalıyor bir kenara. Adamı derseniz ağır yaralı yıkılıyor yere. Neden sonra ayıkıp bir bakıyor ki sağ yanında yatıyor Mehmet Bey. Cansız. Üstü başı kan içinde. Kendisi de yaralı. Cepleri boşaltılmış. Silahları da yok yanlarında.

Haber Hacıhamza kasabasına ulaşınca, anasını, karısını, hısım-akrabasını bir ağıt tutuyor. Kimi beşikte yatan üç günlük yavruya üzülüyor; kimi Mehmet Bey'in yiğitliğini dillendiriyor. Kişiliğini övüyor. Sonra tüm bu duygular, bir türküye dil oluyor. Hacıhamza kasabası da Osmancık ilçesi de dar geliyor Türküye. Yankılanıyor, yankılanıyor

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.895
  • 512.863
  • 32.895
  • 512.863
# 06 Mar 2010 22:30:56
Arda boyları türkü hikayesi 

Bir ömür boyu ayrılmamak üzere birbirlerine söz veren iki nişanlı olan Recep ve Zeynep’in huzurlarını köy ağasının oğlu İsmail bozmaktadır. İsmail de Zeynep’e âşık olmuştur ve ona sahip olabilmek için türlü yollara başvurmaktadır.

İsmail zenginliğinin verdiği cesaretle Zeynep’in annesine niyetini açıklar, o da İsmail’in elinde bulundurduğu mal varlığına aldanarak işbirliği yapar. Sevdiğine bir başkasının talip olmasına dayanamayan Recep, öfkeyle ağanın kapısına dayanır. Ancak ağa güçlüdür, kendisine karşı çıkan Recep’i ağır bir şekilde cezalandırır. Uğradığı zulmü dayanamayarak dağa kaçan Recep’in yokluğunda, Zeynep’in annesi ve Ağa’nın oğlu Zeynep’i evlilik için ikna etmeye çalışırlar. Recep’in bir başka sevdiği ve ona kaçtığı söylentileri köye yayılır. Ve düğün hazırlıkları başlar.

Recep ve can dostu Cemil ise dağda Ağa’nın adamlarıyla mücadele ederler. Ağa’nın adamlarında kurtulmayı başaran arkadaşlar, bu sefer kendilerine dost gibi yaklaşan düşmanlarla savaşmak zorunda kalırlar.

Düğün günü sevdiğini kaçırmaya çalışan Recep, sevdiğine bu dünyada kavuşamaz. Zeynep ve Recep’in dillere destan aşkları, “Arda boylarına ben kendim gittim
Dalgalar vurdukça can teslim ettim” dizelerini barındıran Arda Boyları türküsüyle dilden dile dolaşır.

Arda Boyları Türküsü

Arda boylarında kırmızı erik
Halime'nin ardında onyedi belik
Ah annecim ah annecim yaktın ya beni
Bu genc yasta denizlere attin ya beni

Aliverin feracemi annecim diksin
O gıymatlı İsmail'e kendisi gitsin
Uyan uyan Ereceb'im senin olayım
Ardalar aldı ya nerde bulayım

Arda Boylarına ben kendim gittim
Dalgalar vurdukça can teslim ettim
Ah annecim ah annecim yaktın ya beni
Bu genc yasta denizlere attin ya beni

Çevrimdışı Canur

  • Uzman Üye
  • *****
  • 372
  • 647
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 372
  • 647
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 06 Mar 2010 22:42:34
Rahmetli babamın en sevdiği türküydü...
paylaşmak istedim.
Türkülerimiz unutulmasın...

ACEM KIZI

Acem kızı görenleri kendine hayran bırakacak güzellikte biriydi..bembeyaz bir teni , simsiyah saçları , toprak rengi gözleri vardı..her zaman o iri gözlerini çekik çekik sürmeler süslerdi..her ne kadar çok hareketli gibi görünse de bir hüzün vardı gözlerinde..gülümserken bile gitmeyen bir hüzün....

 
Ali hep ovaya çalışmaya gittiğinde görürdü onu.öyle güzeldi ki bakmaktan alıkoyamazdı kendini..bir yandan işini yapar bir yandan da sessizce ovanın ortasında açan çiçeği izlerdi...
Acem kızı ara sıra başını kaldırır ve Ali'nin gözlerinin içine bakardı...dudaklarında anlık bir gülümseme olur , sonra başını öne eğerdi...bu bakış bu gülümseme Ali için dünyaya bedeldi..
Geceler boyu Ali acem kızı'nı göreceği sabahları bekler ve heyecandan uyuyamazdı..
Bir gün tüm cesaretini topladı artık onunla konuşmalıydı...uygun zamanı bekledi ve onu yalnız kaldığı bir an yakaladı ve dur acem kızı korkma dedi..seni her gün izliyorum gel benim sevdiğim ol...acem kızı'nın gözlerinden bir damla yaş aktı ve koşarak uzaklaştı Ali'nin yanından...Ali anlam verememişti bu gözyaşlarına...
O günden sonra acem kızı hiç gelmedi...Ali korktu ona bir şey mi oldu diye...ama çok zaman sonra öğrendi ki sevdiği kız başka bir köye ve üstelik yaşlı bir adama başlık parası için gelin verilmişti...artık tadı yoktu yaşamanın...Ali günlerce ovada dolaştı ve bu türkü döküldü dudaklarından her soluğunda acem kızı diye haykırdı...
Acem kızı bu türküyü duydu mu ya da Ali'nin bu türküyü kendisine yazdığını biliyor mu bilinmez ama bizler yıllardır söyler ve yaşarız bu yarım kalan sevdayı..

Türkü'nün Sözleri

Çırpınıp da Şanova'ya çıkınca
Eğlen Şanova'da kal Acem Kızı
Uğrun uğrun kaş altından bakınca
Can telef ediyor gül Acem Kızı

Seni seven oğlan neylesin canı
Yumdukça gözünden döker mercanı
Burnu fındık ağzı kahve fincanı
Şeker mi şerbet mi bal Acem Kızı

Çekiç Ali

Çevrimdışı no suga

  • Uzman Üye
  • *****
  • 646
  • 228
  • 646
  • 228
# 06 Mar 2010 22:44:53
Hikayesini bilerek dinlemek başka olacak :) teşekkürler...

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.895
  • 512.863
  • 32.895
  • 512.863
# 06 Mar 2010 22:57:48
Kalktı Göç Eyledi Avşar Elleri

Avşarlar, XIX. yüzyılda Güneyde yazın Zamantı Çayı kıyılarında, kışın da Çukurova'da Ceyhan nehrinin sol kıyısında yaşayan Türk oymağıdır. Bu yüzyılda Anadolu'yu gezen Avrupalılar, yoksul fakat asil ruhlu ve namuslu olarak vasıflandırdıkları Türk milletinin ölmekte, fena idareciler elinde mahvolmakta olduğunu söylüyorlardı. Yine bu seyyahlara göre, aynı ülkede yaşayan hıristiyanlar ise müreffeh bir hayat sürmekte, Türklerin nüfusunun azalmasına karşılık onlarınki gittikçe çoğalmakta idi. Bu şartlar birçok oymakların olduğu gibi Avşarların da kovgunlar yapıp, ticaret kafilelerini soymalarına sebeb oluyordu. Fakat Tomarza'daki Ermeni piskoposunun Moltke'ye söylediği gibi Avşarlar da baştan başa haydutlardan mürekkep bir oymak değil idi. Aralarındaki ipsiz ve sapsızlar kendi oymak halkının da düşmanı olup onlar tarafından da takip olunuyorlardı. Bu devir, Avşarlar'ın al vur devri olarak tanımlanır.



Bu sıralar birçok oymaklar gibi devletin iskan emirlerini dinlemezler. Kendilerinden yaylak yurtlarında devamlı olarak kalmaları istenir. Buna karşı çıkarlar. Bunun üzerine Çukurova'daki bütün yolsuzlukları ve aksaklıkları ortadan kaldırmak üzere Cevdet Paşa'nın kurup Derviş Paşa kumandasına verdiği Fırka-i İslahiyye 1865 yılında onları yaylak ve kışlaklardan birinde yerleşmeğe mecbur eder. Avşarlar Tecirli ve Cerit gibi oymakların aksine yaylakta yerleşmeyi kabül eder ve bu kararları Fırka-i İslahiyye'nin ileri gelenlerince de kabül edilir. Ne yazık ki o sıralar bunların kabül ettikleri yaylaklarına Kafkasya'dan muhacır olarak gelen Çerkesler yerleştirilirler. Avşarlar bu sebepten verimsiz ve dağlık dar topraklarda yerleşmek zorunda kalırlar. Yoksul Türk köyleri arasında katılırlar. (Ağıtlarındaki içlilik bu çaresizliğin ifadesidir) İşte bizim Dadaloğlu'ya ait bozlağımız Avşarların o al vur devrine ait güzel bir oymak türküsüdür.



Kalktı Göç Eyledi Avşar Elleri

- Muharrem Ertaş -



Bu Türkünün Yöresi Kırşehir



Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir

Belimizde kılıncımız Kirman'i
Taşa geçer mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir

Dadaloğlum yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir

(Yanlış okunan ikinci dörtlük)

Belimizde kılıncımız kirmani
Taşa geçer mızrağımın dermanı
Devlet hakkımızda vermiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.895
  • 512.863
  • 32.895
  • 512.863
# 06 Mar 2010 23:00:18
Ben Giderim Oduna (Yaşar) türküsünün hikayesi 

Pörnek Köyü Emirdağ’a yakın bir köyün adıdır. Yakın bir geçmişte, bu köyde Cemile adında fakat “Yaşar” diye anılan yedi sekiz yaşlarında oldukça güzel bir kız vardır. Cemile’nin anası babası ölmüş; yakın hısım, akrabasından kimse kalmamıştır. Yalnız, kendinden küçük Veyis adında bir kardeşi bulunmaktadır. Cemile, yaşının ve genç kızlığının gereğince, dünyayı başka türlü görmeye başlıyor. Yani sevmek çağına girmiştir. Ve Cemile birini sevmeye başlıyor. Köyün yakışıklı delikanlılarından Şahin (Şahan) adında birine aşık olmuştur. Şahin de onu sevmektedir. Bu sevgi devam edip gelişirken araya kara kedi girer. Cemile’nin köyde yakın birisi olmaması yüzünden onu zengin bir köylü, sonradan kendi oğluna almak düşüncesi ile himayesine alır. Aradan zaman geçer ve oğlan babasının önceden verdiği kararla nişan yapılır. Cemile Şahin’i sevdiği için nişana razı değildir. Ama baskı ağırdır ve kız sıkıntı içindedir. Hem Cemile hem de Şahin yanıp kavruluyor ve ateşleri günden güne artıyor. Bu nişan işi onları birbirinden uzaklaştıracağı yerde, aksine birbirine daha çok yaklaştırmış ve bağlamıştır. Nişanın önüne geçmek ve beraber evlenebilmek için çareler aramaya koyulurlar. Fakat oğlan tarafı buna meydan vermemekte ve mani olmaya çalışmaktadır. Aradan günler, haftalar, aylar geçiyor. Cemile erimeye başlıyor.

Zavallı şahin de aşk ateşiyle sayıklamalar, hülyalar içindedir, içini türkülere döküyor. Cemile ile sevgisini içli bir şekilde ifade ediyor. Cemile için için ağlar erirken; Şahin de türkü döküp dururken düğün zamanı gelivermiştir.

Oğlan tarafı çifte davullar çaldırarak, civardan pehlivanlar getirterek muhteşem bir düğün yapmış, Cemile’yi gelin almışlardır. Cemile düğünden çok etkilenmiştir, üzüntülü ve acılı bir durumdadır. Kendisi için her şey bitmiştir. Çünkü Anadolu’da kız bir kez gelin olur. Dünyada Şahin’den başka kimsesi olmayan Cemile artık istemediği bir ailenin gelinidir.

Gelinliği bir yıl sürer. Şahin’le Cemile’nin ateşlerinin söndüğü zannedilir. Halbuki aşk ateşi daha da artmış, yalımları yüreklerinin dışına taşmıştır. Şahin bu geçen bir yıl içinde evlenmemiş ve başkasıyla da evlenmeyi aklından geçirmemiş; Cemile de kocasına bir türlü ısınamamıştır. İkisi de sevgilerini iyice gizlemeye çalışıyor ve başarılı da oluyorlar. Şahin’le gizli gizli haberleşiyorlar. Bir gün bu ıstıraba son vermek gerektiği kanısına varırlar ve Şahin’in teklifi gelir. Cemile de aynı düşüncededir: tüm yollar birlikte kaçmak düşüncesine çıkmaktadır.

Köyün kıyısındaki evin önünde buluşmayı kararlaştırırlar. Şahin bir kır ata binip gelir. Vakit gecedir. Biraz sonra Cemile de aynı yere gelir. Hiç vakit kaybetmeden Cemile’yi atın terkisine alarak atı sürer, doğruca Şahin’in Emirdağ’daki ablasının evlerine...

Ertesi gün olay köyün dilindedir. Hem Şahin'de hem Cemile’nin kocası tarafında bir telaş başlar.

Şahin’le Cemile on, onbeş gün Emirdağ’da kaldıktan sonra Emirdağ’a dönerler. Cemile’nin kocası mahkemeye başvurur. Bu şekilde Cemile ile Şahin bir müddet daha birlikte kaldıktan sonra, Cemile Şahin’in yengesi tarafından kandırılır. Şahin’in yengesi Şahin’i sevmemektedir, zaten Cemile’nin kocasının akrabasıdır da. Ne yapıp edip Cemile’yi sevdiğinden ayırmak gerektiğini düşünür. Günlerce dil döküp Cemile’yi kandırmayı başarır. Cemile’nin küçük kardeşi Veyis de açıkta kaldığından, ablasının yine eski zengin kocasına dönmesini istemektedir.

Cemile bunun üzerine düşünüyor, düşünüyor ve kocasına dönmeye karar veriyor. Çünkü küçük kardeşi içliliği yüzünden amansız bir hastalığa yakalanmış bulunuyor. Kardeşine acıyan, başka düşüncelerle de sarsılan Cemile kocasının evine dönüyor. Fakat kocası Cemile’yi kabul etmiyor. Cemile ortada kalakalmıştır. Hem Şahin’den hem kocasından olmuştur. Sığınacağı kimsesiz kardeşi kalmıştır, başka da yeri yoktur artık. Veyis hasta olduğu için bakacak kimseleri yoktur. Her şekilde açıkta kalan Cemile düşünüp dururken köyün zenginlerinden biri Cemile’ye evlenme teklif eder. Cemile maddi olanaklarının artacağı düşüncesiyle adamla evlenmeye razı olur ve evlenirler. Sonrasında Veyis hastalığın pençesinden kurtulamayıp Afyonkarahisar Hastanesi’nde ölür.

Cemile derin bir yalnızlık içinde hissediyor kendini. Kardeşinin ölümünü kendinden biliyor ve büyük azap içinde kıvranıyor. Bu ağır elem içinde Cemile onulmaz bir derde düşüyor,garip, kimsesiz Cemile’yi ölüme götürüyor bu dert.

Tüm bu acı hikayenin üzerine Şahin Gürbüz içini türkülere, ağıtlara döküveriyor.

Ben Giderim Oduna Türküsü

Ben giderim oduna
Şahan derler adıma
Geleli üç ay oldu
Doyamadım tadına

Yalan mıydın Yaşar
Karakolda doğru söyler
Mahkemede şaşar

Mahkemenin yolunda
İstidası elinde
Kendi gidip adı var
Koca köyün dilinde

Yalan mıyım eller
Namımıza vardı geldi
Afiyon’a teller

Karşıdan gelen atlı
Altında kilim katlı
Anam babam sağ olsun
Hepisinden yar tatlı

Yalan mıyım işte
Ben yarimi görüyorum
Hayalimde düşte

Onyedi yarin yaşı
Karadır yarin kaşı
Üç senede sönmedi
Ciğerimin ateşi

Aldırdım eller
Burçağı mercimeği
Yoldurdum eller

Sarı yayımın bendi
Ne tez unuttun andı
Düşmanlar bile etmez
Bana ettiğin fendi

Yalan mıydın Yaşar
Karakolda doğru söyler
Mahkemede şaşar

Konakta duran kadı
Cemile gelsin dedi
Biz nasıl ayrılalım
Yaşlarımız onyedi

Yalan mıydın Yaşar
Karakolda doğru söyler
Mahkemede şaşar

Kınalı ellerine
İncecik bellerine
Pörnekliyi döküm ettin
Afiyon’un yollarına

Yalan mıydın Yaşar
Karakolda doğru söyler
Mahkemede şaşar

Kadir Üstündağ - Afyon

Kaynak: Osman Attila – Afyonkarahisar Türküleri (Genişletilmiş ikinci baskı), 1966Ankar

Çevrimdışı KASKAYA

  • Uzman Üye
  • *****
  • 586
  • 1.506
  • Okul Müdürü
  • 586
  • 1.506
  • Okul Müdürü
# 06 Mar 2010 23:02:59
SEBOCAN ÖĞRETMENİM İZNİNLE BİR TÜRKÜ HİKAYESİ DE BENDEN;


AL FADİMEM---- EVLERİNİN ÖNÜ
Bu hikaye, Emirdağ’da yaşanmış gerçek bir aşk öyküsüdür.
Yıllardır söylenir durur. Yıllardır da hikayesi anlatılır bu türkünün. Artık sadece Emirdağlılar’ın değil, türkü seven herkesin dilinde bayraklaşan Al Fadimem türküsünün kahramanları kimlerdir? Yaşadıkları olay nedir? Sonları ne olmuştur? Bu ve benzeri soruların cevapları farklı zamanlarda, farklı insanların açıklamaları, hikayeleri, anlatımları ile cevaplanmaya çalışılmış; özde türkü benimsenmiş ve önemsenmiştir.
Efe Kadir ile Al Fadime’nin aşkı geçmişte yaşanmış gerçek bir aşk öyküsüdür. Çünkü; onlar türkü dizeleriyle aşk destanlarını zaten yazmışlardır. Bu nev’i olayların illa da hikaye ya da roman şeklinde okuyucuya aktarılması şart olmadığı gibi Fadime ile Efe Kadir’in bizlere bıraktıkları türkü dizeleri, altmış yıldan beri, bu aşkın masumiyetini, güzelliğini ve unutulmazlığını muhafaza etmektedir. Morcalı Aşireti’nden bu iki gencin dudaklarından dökülen aşk dizeleri efsaneleşmiştir.
Al Fadime’nin Avustralya’da yaşayan kızı Leman Bostan’ın annesi hakkında ki açıklamaları şöyledir:
Bu aşk serüveni bundan altmış yıl önce yaşanmıştır. Al Fadime; Emirdağ’ın Sağırlı Köyü’ndendir. Emirdağ Cevizli köyü eski adıyla (Konara) Köyü’nden Efe Kadir namıyla, Kadir Kilci isimli delikanlı ile Al Fadime birbirlerini severler. Bu köyler o zaman Bayat’a bağlıdır. Her ikisi de Morcalı Aşireti’ne mensuplardır.
Efe Kadir, Al Fadime’yi ailesinden o günün törelerine uygun bir şekilde istetir. Fakat köyün en güzel kızı, al yanaklı, selvi boylu, ardı kırk belikli güzel Fadime'yi, Efe Kadir’e vermezler. Bunun üzerine Efe Kadir Fadime'yi kaçırmaya karar verir. Birbirini seven sevgililer kaçarlar. Ancak; Fadime’nin dayıları, o günün Morcalı Kolu’nda adı-sanı anılan, gözü kara, Babayiğit kişilerdir. İyi niyetle yola çıkan genç aşıkların bu küçücük aşk kervanını yakalamaya çıkarlar. Zira olayı hazmedemezler. Aşka, sevgiye, gönül sesine kulak veren yoktur. Sözde namuslarını kurtaracaklarını düşünürler. Oysa; Fadime, Efe Kadir’in helali olacaktır.
Çok geçmez sıkı takip sonucu genç aşıkları Emirdağ merkezinde yakalatırlar.
Sorgu hakimi, yaşının küçüklüğü nedeniyle Al Fadime’yi ailesine teslim eder. Efe Kadir de cezaevine gönderilir. Bir süre sonra Al Fadime de ailesinin baskısıyla kendi köyünden Musa Bostan, nam-ı diğer Kara Musa isimli şahıs ile evlendirilir. Fadimesi elinden alınan Efe Kadir dokuz ay mahkumiyetten sonra tahliye olur ve köyüne döner.
Güzün atılan tohumlar, hasata dönüşmüş, haşhaş çizimi, arpa buğday biçimi gelmiştir. Morcalı Aşireti tamamiyle arazide, doğadadır. Haşhaş kozasına atılan çizgi, bıçağının ağlattığı kozağı görenler, koyun güden çobanlar, koyundan süt sağan gelinler, Efe Kadir'in türkülerini mırıldanmaya başlamışlardır artık. Tırpancılar işe başlamış, rüzgarla kelle döğen ak buğday başakları, poşulu tırpancılara teslim olmuştur. Dönüm başı yapıp, tırpanını “bileği taşı”'yla bileyen tırpancılar, nefes buldukça Efe Kadir'in hapishanede dokuz ay boyunca Fadimesi'ne yaktığı türkülerini çığırmaktadırlar.
Türkünün sözlerinden de anlaşılacağı üzere; Efe Kadir, türkülerini Fadimesi elinden alındıktan sonraki dönemlerde yakmıştır. Türkülerinde Fadimesi'ne duyduğu sevda, ayrılığın acısı nakış nakış işlenmiştir.
Fadime'nin Kara Musa ile olan evliliğinden altı çocuğu olmuştur: Güleser-Şehriban isimli ikizleri, Mustafa, Leman, Rasime ve Ali Osman... Üçüncü çocuğu olan Mustafa, yıldırım düşmesi sonucu vefat etmiş olup, diğer beş kardeş hayattadır.
Yaşadıkları aşk türküye dökülen ve tüm sevdaları türkü sözleriyle anlatılan Fadime ile Efe Kadir’in yanan gönüllerinden dökülen sevgi sözcükleri sarışın, pembe yanaklı, sırma saçlı, uzunca boylu, ceylan bakışlı Fadime kıza, Al Fadime ünvanını kazandırmıştır.
Morcalı Aşireti'nde ata binme, cirit oynama, lacivert urba giyme, Ege'de Manisa Yöresi'nde olduğu gibi kasket üzerine poşu dolayıp Emirdağ'a, Yukarı Maçaklı, Aşağı Maçaklı köylerinden geçip, Özburun Değirmen deresinden Bolvadin'e inmek, vilayete gitmek disiplin gösterilen şeylerdir o zaman.
Gerek Köroğlu Beli'ne vardığımızda, gerek Bolvadin istikametinden seyir ederken Efe Kadir ve Al Fadime akla gelir. Alfadimem Türküsü her çalındığında sevdiğine kavuşamamış, sevdasını gönüllerine gömmüş yiğit Emirdağ Gençlerinin havas olduklarının fululaşmış hatıraları yaralı yüreklerini parçalar. Havası sert insanı mert, yiğidin harman olduğu, Emirdağ’larının Morcalı Aşireti'ne ait tüm köy ve obaları tabiat hali güzel ve bakirdir. Fadimeleri, Efe Kadirleri ve sevgileri yeni açan çiğdem çiçekleri, tabiat ana gibi güzeldir.
Evlerinin önü yoldur
Yoldan geçen karakoldur
Gurban olam sarı gelin
Gel testini bizden doldur

Al Fadimem bal Fadimem
Yanakları gül Fadimem
Uyan uyan sabah oldu
Namazını gıl Fadimem

Şu dağların burcu musun
Kız boynumun borcu musun
Gurban olam sarı gelin
Sen kötünün harcı mısın

Al Fadimem bal Fadimem
Yanakları gül Fadimem
Uyan uyan sabah oldu
Namazını gıl Fadimem

Evlerinin önü satır
Atlı geçer güpür güpür
Gurban olam sarı gelin
Gel de bizim evi süpür

Al Fadimem bal Fadimem
Yanakları gül Fadimem
Uyan uyan sabah oldu
Namazını gıl Fadimem

Koyun yola dizilirdi
Bağlı ipler çözülürdü
Ahranımış gavur oğlan
Buz olsaydı çözülürdü

Al Fadimem bal Fadimem
Yanakları gül Fadimem
Uyan uyan sabah oldu
Namazını gıl Fadimem

Al Fadimem suya gider
Su yolunda çalım eder
Çalım etme al Fadimem
Ben cahilim aklım gider

Al Fadimem bal Fadimem
Yanakları gül Fadimem
Uyan uyan sabah oldu
Namazını gıl Fadimem

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.895
  • 512.863
  • 32.895
  • 512.863
# 06 Mar 2010 23:07:30
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
SEBOCAN ÖĞRETMENİM İZNİNLE BİR TÜRKÜ HİKAYESİ DE BENDEN;

O nasıl söz öğretmenim :) İzin sizindir...

Türküler hepimizin, hep beraber yaşatalım; nesilden nesile doğru aktaralım...

Çevrimdışı KASKAYA

  • Uzman Üye
  • *****
  • 586
  • 1.506
  • Okul Müdürü
  • 586
  • 1.506
  • Okul Müdürü
# 06 Mar 2010 23:09:57
Aşan Bilir Karlı Dağın Ardını
Her biri bilinmez bir mezar şimdi.Mezar taşları ürpertir,ürkütür insanı.Ama beni,o hassas melteme bile dayanamayacak kadar hafif vücutları,yüreklerinin çektikleri,katlandıkları ve yaşadıkları dillere destan, ateş dolu, acı dolu hayatları daha çok ürpertmiştir hep.Mezar taşlarından daha fazla.“Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu’yu” demiş ozan.Demiş ya! Ne yürekten demiş,ne Doğru demiş.Anadolum benim.Günde bin güzellik görüp, birine vurulduğumuz.Gam ile dert ile yoğrulduğumuz.Gök gözlü,güneş yüzlü,derin sözlü,yarım özlü.Ekmek’ini el ile paylaşan, çarşambasını sel alan, sevdiklerini el alan.Kor yürekli, demir bilekli,başı bulutlarda yiğitlerin, vefalı, sadık,vefakar,örük saçlı, uzun boylu yapalakların,tuğ sunaların, toraşamların, gül yüzlü güzellerin, ceylanların,efsanelerin, lav gibi fişkıran yüreklerin, düğünlerin, halayların, türkülerin, ağaların, beylerin, ozanların, ve dillere destan aşıkların diyarı Anadolum. Anadolum benim.Kerem ile Aslı’sı var,Ferhat ile şirin’i var, Leyla ile Mecnun’u var,Elif ile Mahmut’u, Sürmeli bey’i, Şah İsmail’i, Sümmani’si var. Dil hangi birine döner,yürek hangi birine katlanır.Ve kalem hangi birini yazabilir. Yazıp ta başedebilir ki.

İşte Senem ile Yazıcıoğlu da bu yürek yangınlarını çekmiş binlerce kor yığınından sadece ikisi.

Tülü mayalar, kırk atlar koçlar, taylar kuzular, gökçe gelinler ve koç yiğitlerden kurulu yörük kervanı Binboğa dağlarının üstünden aşıp, güneş’in kızıla boyanıp battığı Tanır yaylasına doğru ince bir çizgi gibi, bir uçtan bir uca süzülüp geçti. Günlerdir at üstündeki aşiret mensupları yorulmuşlar, bunalmışlardı.Ama yol bitmiş sınırın hemen yanıbaşındaki konak yeri Yapalak görünmüştür. Akşamüstü yaylaya ulaşınca kervanın en önünde giden tülü mayadan yaşlı bir yörük beyi sıçrayıp indi.Arkasında uzanan kervana dur etti ve bağırdı. “Konak yerimiz buradır.Atlar bağlana, denkler çözüle tez elden çadırlar kurula Allah hayıra getire dedi”. Yiğitler atlarından, gelinler tülü mayalarından indiler.Birkaç genç kadın, yörük beyinin indiği devenin yedeğindeki al bir at’tan, genç bir kızı incitmekten korkar gibi tutup indirdiler yere.Altına kilim serildi.Üstüne gölgelik çekildi hemen. Bağdaş kurup oturdu genç yörük kızı yere.Omzunun bir ucundan bir ucuna fişeklik çevriliydi.Belinde gümüş saplı bir hançer takılıydı.İran ipeğindendi tüm giysileri. Samur saçları başındaki yeşil berenin içinde toplanmış, kenarlarından taşmıştı.Uzun boylu, beyaz tenli, simsiyah gözlü, ceylan bakışlı, bakanın bir daha baktığı, görenlerin yüreklerini yaktığı bir ahuydu bu. Ne Tanır, ne Binboğalar nede bu küçük Yapalak, böyle bir güzele çadır açmamış,böyle bir ceylana rastlamamışlardı.Yayla böyle bir güzel görmemişti.

Tez elden çadırlar kuruldu.Atlar kuzular koyunlar çayır’a salındı.Beyin siyah çadırından geniş obası kuruldu.Tüfekler, sazlar asıldı çadır direklerine.Ay orta yere gelip dolandı.Mehtap bir uçtan bir uca ışığıyla doldu yapalak’a.Yörükler meydan yerinde yaktıkları, gökyüzüne uzanan bir ateş yığınının başında, geceye teslim ettiler ilk günlerini.

Ertesi sabah hemen duyuldu Tanır’a yörüklerin gelip yerleştikleri.Adettendi, yerli halk gelip hoşgeldiniz derdi.Birkaç ay kalıp sonra gidecek olan bu göçebe yörükleriyle kardeş gibi geçinirlerdi.Hoşgeldine gitmek bölgenin ağasına düşerdi.Ağa yanına bölge büyüklerini toplar,kadın’ını yanına alır, gider yeni misafirleriyle tanış olurdu. Yine öyle oldu. Tanır’ın şanlı Bey’i Yazıcı oğlu köyünün büyüklerini çağırıp, başlarına da oğlu Osman’ı katıp hoşgeldine gönderdi yörük içine. Atlayıp atlarına, vardılar yörük yaylasına yerliler.Yörükler hürmetle yürekten karşıladılar gelenleri.Koşup ağaya haber verdiler.Kara çadırından önce ak saçlı yörük beyi,ardında o ahu gözlü, fidan boylu ceren çıktı.Bir hançer gibi dikildi karşılarına.Başı yularda iki eli böğründe Daha buyrun diyemeden, ziyaretçilerin başında atın üstünde bir kartal gibi duran yemyeşil gözlü, kartal bakışlı çınar gibi heybetli Osman'a takıldı gözleri. Bir yıl gibi sürdü ikisi içinde bu bakışlar. Bakıştılar.

Buyrun dedi yörük bey’i.Yanında hala,yere saplı bir hançer gibi duran kıza döndü.Senem dedi: Atı tut kızım.Koştu Senem adetleri gereğince, gelen kafilenin bey’i ile hanım ağasının atının yularına sarıldı.Kadın da Osman da indiler atlarından. Tam kafile yörük illeri gelenekleri gibi halka tutup oturdular.Hoş geldiniz edildi.Kahveler, katıklar içildi, konuşulup tanışıldı. Ama iki gencin aklı ve gözleri bir an bile ayrılmadı birbirlerinden. İşte diyordu Senem! Kendimi kollarına teslim edebileceğim, erim, erkeğim diyebileceğim çınar gibi bir yiğit.İşte diyordu Yazıcı oğlu Osman’a.Yazıcı oğlu Osman'da; Baba evine götürebileceğim, övünç duyup yaslanacağım, bir ahu diyordu kendi kendine.

Akşama kadar kalındı yörük yaylasında.Geniş sofralar yazıldı yere, koyunlar kızartıldı, katıklar yayıldı,yenildi içildi.Ama Senem le Osman bir kere düşen bir kor yığını gibi, bakıp durdular birbirlerine.Akşam yörüklerden ayrılıp Tanır’a doğru yola çıktıkları zaman,Osman yüreğinden bir parçanın yapalakta kaldığını hissetti.Senem yüreğinden bir parçanın kopartılıp alındığını, içinden bir şeylerin eksildiğini sandı. Günler akıp geçti.Ne Senem nede Osman unutamadılar birbirlerini.Bir bahane bulup yeniden gidemedi Osman yörük çadırına.Senem obadan dışarıya ayak atamadı.

Ama seven yürek neler etmez ki, her şeyin çaresi bulundu.Bir yörük kadını yardım etti bey kızına Bey oğlu atlayıp atına Seneme koştu.Ay ışığında her buluşup konuşmalarında daha çok yandı yürekleri,Daha çok sevdiler, daha çok bağlandılar birbirlerine.

Sevda bu. Çaresi olmazsa sarartıp soldurur, öldürür adamı.Senem de Osman da aynı ateşte kavruldular.Senem seviyordu ama çaresizdi.Biliyordu ki babası oba dan dışarı kız vermezdi.Töreler böyleydi.Osman düşündü, bir yörük kızını eve almazdı babası. Kaçalım dediler bir gün. Yok dedi Senem. Kaçalım dedi oğlan yok dedi Senem. Ben böyle bir ateşle yana yana ölürümde kaçmam.Kaçıp yere yıkmam başını babamın.Babamın başını yere yıkamam. Başka çare yok. Kaideleri yıkacak, iki sevdalıyı birbirine kavuşturacak, ağır kuvvetli Yörük beyine bir dünür kafilesi gerekti.

Bir yiğit sararıp solar erir giderde,bir bey kadını hatun ana’sı hissetmez mi.Gayrı sordular, Osman anlattı.Bir tek oğlanın derdine çare bulmak,onu bu dertten bu acıdan kurtarabilmek için kaideleri bir bir yıktı babası.Etraf çevrelerden ağalar toplandı.Dünür kafilesi ve hediyeler hazırlanıp vardı yörük ağasına. Bir sevinç bir umut düştü içine senemin,bir sevinç doldurdu içini Osman ağanın.Ne kaldı ki aha bugün olsa yarın kavuşuverirler.Birbirlerine yakışan nazarlık bir çift olular. Allah'ın emriyle dediler kızını istediler.Allah yazdıysa biz ne edek velakin obamızın kanunları vardır. İhtiyarlarımıza soralım, bir kaç gün izin verin düşünelim,iletiriz kararımızı.İsteriz ki kızımız oğlunuza kurban ola,böyle bir beyin gelini ola.Ama töreler dediler.

Umut içinde döndü dünür kafilesi.Bir yangın düştü içine yörük beyinin.Ama ölürde törelerini yıkmaz, aşiretin dışına kız vermezdi.Fakat bu çevrenin en güçlü adamı dünür geliyor.Vermezlerse basarlar obayı alır kaçırırlar kızı.Onlar basmadan biz kaçmalıyız dedi oba yaşlılarına. Hemen o gece çadırlar söküldü, sürü toplandı, kervan hazırlandı.Ve Senem içi kan ağlıyor.Bir ölüden farksız.Tüm oba yiğitlerinin arasında çekilip gittiler Yapalaktan.Bir gecede toplandılar gittiler.

Ertesi gün tüm Tanırlılar boş buldular yaylayı.Bin yerinden hançerlenmiş gibi inledi yıkıldı , bir ölüden farksız oldu Osman. Her yana haberler salındı, sözcüler gönderildi.Aylar yıllar sürdü bu arayış.Ama ne yörük kervanının izine rastlandı, nede Senemden bir haber alındı.

Yıllar geçti aradan yandı yıkıldı Osman, ama Senemden bir haber alamadı.Talih’i her gün biraz daha karardı.Bir düğünde bir gözünü kaybetti.Değen saçmalarla birlikte anası babası öldü.Günler yel gibi geldi geçti.Onun içindeki yangın geçmedi unutamadı Senem’i.On yıl, yirmi yıl, elli yıl, atmış yıl geçti, bir haber gelmedi Senemden.

Sonra bir yaz günü evinin önünde oturup çocuklarıyla oynarken; Köyün çerçicisi bir ermeni vardı.O geldi koşarak yanına. Ağam dedi! Ağam kurban olam haberler ne ki haberler.Desem yıkılır mısın yoksa sevinir misin. Eski bir yaraya tuz mu atarım. Anlat dedi Yazıcıoğlu.Anlat hele ne istersin.Haberin hayırlıysa tarla veririm, değilse çek git.

Kozan’daydım dedi ermeni çerçi, mal satardım. Açmış oturmuştum metamı, buğday almış kumaş verirdim.İki büklüm bir ihtiyar geldi yanıma.Saçları ak, gözlerinin feri sönmüş bir ihtiyar kadın.Oğul dedi nerelisin.Tanırlıyım ana dedim. Osman ağayı bilir misin dedi.Bilirim elbet dedim.İnsan köyünün ağasını bilmez mi?

Kuşağından bir çıkını çıkarttı.Aha bu lapatan’ı elime tutuşturup, Osman ağaya söyle Senem ananın selamı var, yüreği yüreğinle birdir.Kimseye yar olmamıştır.Bir yayla kızı gibi sevmiş bir yayla kızı gibi sadık kalmıştır de,Ama gayrı her şey geçti.gelip aramaya, arayıp sormaya de. Ağam selam yerde kalmazmış getirdim sana, Gayrı sen bilirsin dedi ermeni çerçi. Yüreğinde yetmiş yıl evvelin koru yeniden yandı.Osman Ağanın içinde kaynar bir şey aktı.Altınlar tarlalar verdi ermeni çerçiye.At hazırlattı, yanında iki adam düştü kozanın yoluna. Osman Ağa Senem'le buluştu mu bunu bilmiyoruz ama, Maraş'ta Tanır da. Toros'larda,Avşar illerinde ne zaman bir düğün kurulsa;Önce Osman ağanın aldığı haberden sonra söylediği türküyü söyler kadınlar erkekler.Yankıları Torosların Binboğaların ötesine doğru yanık bir ses, yanık bir yürek. Nerede bir gece toplantısı olsa, yaşlılar genç'lere Senem ile Yazıcıoğlu Osman'ın sevdalarını anlatırlar hep.
Aşan bilir karlı dağın ardını
Çeken bilir ayrılığın derdini
Bülbül kaça aldın gülün narhını
Gül alıp satmanın zamanı değil

Selvinin dalları boyundan uzun
Yavrular gözüme bir salkım üzüm
Ölmeden o yari görürse gözüm
Koyun kuzu kurban olur o zaman

Yaprak gazel olmuş durmuyor dalda
Vefasız güzelden bize ne fayda
Bu ayda olmazsa gelecek ayda
Ölürüm vazgeçmem sevdiğim senden

Nuri Üstünses - Divriği

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK