Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.
Alev Alatlı'nın 'Nuke' Türkiye! Türkiye'ye nükleer bomba! kitabından alıntı :
- "Allak bullak oldum," diye anlattı David Pavloviç, "titriyordum! Buna inanabiliyor musun?"
- "Bir bira getireyim mi?"
- "No! No!
Henüz tazeyken, not etmeliyim!"Diana'nın Kuledibi'nden aldığı küçük yazı masasına yürüdü,
- "Teybimi her an üstümde bulundurmalıyım," dedi, "Böyle bir konuşmayla ne zaman karşılaşacağım belli olmuyor!
Ziyan edilemeyecek kadar öğretici!"- "Tarif ettiğin yapıda birisi teyp kullanmana izin vermez sanırım."
- "Verebilir de!
Narsisizmine hitap edebilirsem, izin verir sanırım."Diana'nın kaşlarını kaldırdığını gördü,
- "Yani, karşı beyanatta bulunmazsam, konuşmasının akışını kesmezsem, kendisini konuşurken dinlemek isteyebilir."
- "Ama," diye itiraz etti Diana, "bana anlattığın kadarıyla, zaten itiraz etmemişsin!"
- "Yani... Pek emin değilim!" dedi David, "Şimdi, düşündüğümde, adamı zorlamış olabilirim, sanıyorum."
- "Nasıl?"
- "Bir defa, terminolojide... Adamdan söylediklerini tanımlamasını istedim durdum. Bu onu rahatsız etmiş olabilir."
- "Niye etsin ki? Anlamaya çalışıyordun, öyle değil mi?"
- "Eeveet, ama! Türkler...
Türklerde, sanki ses, içerikten daha önemli!"- "Ne demek istiyorsun?" "Sir Lyall haklı olabilir mi?"
- "Balım, düşüncelerini takip edemiyorum," diye uyardı Diana.
David Pavloviç, yazı masasına oturmaktan vazgeçti, döndü, yemek masasına, küçük David'in bebek iskemlesinin yanındaki sandalyeye oturdu,
- "Affedersin," diye gülümsedi, "kesinlik meselesini düşünüyordum. Acaba,
Türkler, gerçekten, 'kesinlik'ten nefret ediyor olabilirler mi? Çünkü bak, Eren gibi -Eren'i hatırlıyorsun değil mi?- Profesör Çertek de,
kavramları tanımlamasını istediğim zaman öfkelendi! Hatta beni, ayrıntılarda boğulmakla suçladı! Bütününe baktığında, konuştu, konuştu ama bir şey söylemedi! YÖK'ün neden istenilir bir şey olmadığını öğrenmiş değilim! Ondan bütün öğrendiğim, bu Doğramacı denilen tipten nefret ediyor olması.
Bunda bile nedenleri açık değil! Eren'i hatırla! Etkili bir nutuktu! No? Ama, Türklerin anayurdunun neden Anadolu olması gerektiğine ilişkin hiçbir rasyonel gerekçe göstermedi! Anlıyor musun ne dediğimi?
Sadece söylüyorlar ve güzel söylüyorlar!"
- "Kendime bir bira alacağım," dedi Diana, "sen istemediğinden emin misin?" Mutfağa doğru yürürken seslendi,
"Henüz, yargılar geliştirecek kadar Türk tanımadığımızı düşünüyorum."- "Ah, tabii, tabii!" dedi Pavloviç, "Mutlaka öyle! Ama, tabii, evsahibi de var. Niye ısımız yok, sıcak su neden akmıyor? Anlaşılır bir cevap aldın mı? Sonra, tabii, sınıf da var!"
Diana, biralarla döndü,
- "Sınıfın nesi var?"
- "Beni sevmiyorlar," dedi David, Diana'nın beklemediği bir kırgınlıkla, "Beni sevmediklerini hissediyorum!"
- "Hadi, bebeğim!!! Bunun mümkün olmadığını sen de biliyorsun! Seni öğrencilerin hep sevmiştir! Hatırladın mı, ödül bile kazandın sen!"
- "O evdeydi," dedi David birasını başına dikerken, "Buradakiler, senin küçük kocanı sevmiyorlar!"
- "Söyle, peki neden?"
- "Nedenini henüz bilmiyorum," dedi David, "Ama benim sınıfımda olmak istemediklerini hissediyorum!
Tanrım, öyle neşesizler ki! Kesinlikle, ölümcül derecede sıkılıyorlar! Geçen gün, konuyu bölmemek için ders saatini biraz aştım, arka sıralardan birisi bağırdı, 'Süreniz doldu efendim!'
Onlara ders anlatmak için para verdiğimi sanırsın! Kırk dakika için para vermiştim, kırk beş dakikaya çıkınca, süremin dolduğunu hatırlattılar!"
- "Bu, absürd ama!"
- "Değil mi?"
- "Belki, bir başka dersleri vardı? Ona yetişeceklerdi? Olamaz mı?"
- "Olabilir, tabii," diyerek omuzlarını silkti David, "Ama başka şeyler de var!
Benimle sürekli pazarlık etmek ihtiyacını duyuyorlar!"- "Ne demek istiyorsun?"
- "Kaç konu anlatmalıyım, ders kitabının hangi bölümlerini atlamalıyım, sınavda, nereden nereye sormalıyım, hangi tür soruları sormalıyım! Bak, Mustafa beni uyarmıştı, Harvard'daki programımın üçte ikisini attım! Yine de beğenmiyorlar!"
- "Bunu yaptığını bilmiyordum," dedi Diana.
- "Yaptım," dedi David, mutsuz bir gülümsemeyle, "Yapmak zorunda kaldım."
- "İnsan, senin niteliklerindeki bir hocayı sağmak isteyeceklerini sanıyor," dedi Diana, düşünceli düşünceli, "Yani, ellerine her dakika bir Harvard profesörü geçmiyor, değil mi?"
- "Yani!.. Ama, bu tür meseleleri olduğunu sanmıyorum!"
- "Hadi! Bir noktada iş arayacaklar, değil mi?
Niteliklerini iyileştirmek istememeleri mümkün mü?"- "Bilmiyorum, balım!" dedi David Pavloviç, "Ama,
anladığım kadarıyla, Batı ülkelerinden farklı olarak, burada üniversitenin verdiği diploma, kişiye mesleğini doğrudan icra yetkisi veriyor. Birleşik Devletler'de olduğu gibi, mesleki kuruluşların açtığı sınavlarla belirlenmiyor. Hal böyle olunca, öğrenci diploma peşinde, ehliyet değil! Böyle düşününce, benim ya da başka bir meslektaşımın dersinde 'iyi' olmaları için bir neden yok? Değil mi?"
- "Ama bu,
kendini mağlup düşüren bir sistem değil mi?"- "Tabii! Çertek'le konuştuktan sonra biraz araştırdım, ortaya çıktı ki,
üniversitelerin mezun ettikleri elemanları istihdam eden kuruluşlar, üniversitelerde dereceye yönelik programların düzenlenmesinde istişari olarak dahi söz sahibi değiller! Mesela, vergi veren sanayici, hangi cins ve nitelikte ve kaç tane, örneğin, mühendise ihtiyacı olduğunu duyuramadığı gibi kurumlaşmış sınavlar da yok!"
- "Peki,
kime, neyin, ne kadar öğretileceğine kim karar veriyor?"
- "Öğretim üyelerinin kendileri! Ve bu iktidarlarını ellerinden almaya yönelik bütün hareketlere karşı var güçleriyle direniyorlar!"- "Peki, ya öğrenciler? Bu tuzağı görmüyorlar mı? Meslek edinmek istedikleri sahada işverenin taleplerine cevap verecek şekilde yetiştirilmek istemiyorlar mı?"
- "Anlaşana!
Kimse vermek istemiyor! Öğrenciler, eğitime para vermek istemiyor; öğretim üyeleri, sanayi ya da devletin ihtiyacına göre yeniden yapılanmak istemiyor! Rektörler, mezunlarını ehliyet sınavına sokup, kendi yeterliliklerinin afişe edilmesini istemiyor!"
- "Ne ziyan!"
- "Kimsenin umurunda değil! Benim anladığım kadarıyla, bir tek askeriye!"
- "Askeriyeye ne olmuş?"
- "Bilmiyorum! Öyle görünüyor ki bir tek onlar, belki de
bir tek onlar yerlerinden emin oldukları için Yüksek Öğretim Kurulu, Devlet Plânlama Teşkilatı gibi reformlara cesaret edebilmişler!"- "İsa Mesih!"
- "Ne kadar acayip, değil mi? Daha da ironik olanı,
Yüksek Öğretim Kurulu'na karşı olanlar, 'ilerici solcular'! Ve öğrenciler onları destekliyor!"- "Çılgın bir şey bu!"
- "Hiçbir şey göründüğü gibi değil, sevgilim!" diye içini çekti David Pavloviç, "Bu ülkede, bu duyguya sık sık kapıldığımı fark ediyorum!"
- "Hiç değilse bir şeyler öğreniyor musun? Zenginleştirici mi?"
- "Henüz bilmiyorum," dedi David, "Ama, benim uğraşacağımı sandığım problemler farklıydı. Burada yepyeni bir set sorunla karşılaştım!"
- "Anlatmak ister misin?"
kavramları tanımlamasını istediğim zaman öfkelendi! Hatta beni, ayrıntılarda boğulmakla suçladı! Bu davranış ve sözleri bir yerlerden hatırlıyorum
Forumdaşlarımdan kavramları tanımlamalarını istediğimde öfkeleniyorlar, yaptığım tanımlamaları okuduklarında öfkeleniyorlar, ayrıntıcı olmakla SUÇLUYORLAR.
Sanıyorum kanımda "Batılı" izleri var
Forumda bir çok tartışma yapılıyor. Düşüncelerini VERİLERE dayandıran forumdaşlarımın sayısı bir elin parmak sayısını geçmiyor.
O kadar takip etmeme rağmen 4+4+4 sisteminden (sınıf öğretmenlerinin ÇIKARINA uygun olmadığı dışında) neden memnun kalınmadığını anlayabilmiş değilim.
Bırakın memnun kalınmama sebebini anlamayı,
4+4+4 sistemine neden geçildiğinin bile anlaşılmadığı izlenimi ediniyorum.4+4+4 sistemine neden geçildiğini biliyorum ve anlıyorum.
Ama 4+4+4 sisteminin artılarını / eksilerini maddeler halinde YAZABİLECEK bir tek forumdaşım olduğunu sanmıyorum.
(sınıf öğretmenlerinin ÇIKARINA uygun olmadığı maddesi hariç)