ne çok aradık kendimizi...ne çok bulmaya çalıştık...hatta anlamadık/anlayamadık çoğu zaman...herkesi anladık da kendimize gelince sıra çok da emek vermedik...kendimizi çok da dinlemedik...dinleseydik; kıyıya vuran suları hissetmenin anlamı: gider ve yeniden dönersindi...
denizin içinde bir kum tanesisin, kaybolabilirsindi...
hiçbir şeyi dert etme, hafifle; o zaman huzurlu bir şekilde yüzeye çıkabilirsindi...
“martı” ların anlamı özgürlüktü... jonathan’dan ve richard bach’dan selam getirdikleri için...
yolun iki yanındaki ağaçlar birbirine eğilip iki insan gibi sarılıp kucaklaştığında bir anlamı vardı bunun: birbirinize sımsıkı sarılın!..
sonbaharda ağaçlar yapraklarını dökerken bir anlamı vardı: “gönlüm sende kaldı yeryüzü... toprağına sar beni...”
dinleyin kendinizi...gözlerinizi kapayın, çocukluğunuzu çağırın yanınıza, önce o gelsin...
üç yaşındaki siz, beş yaşındaki siz, on beş yaşındaki siz... saçlarınıza gömün başınızı, öpün koklayın...sevginizi verin, bağışlayın ve özgür bırakın birer birer içinizdeki sizleri...
sonra bir kez de şimdiki size/kendinize sarılın...