Batı Ve Doğu Toplumları Arasındaki Farklar Nelerdir?

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 20 Haz 2016 08:40:12
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

"Sosyalizmin uygulayıcıları, sermaye ve emeğin uzlaşmaz çelişkisinin iki sınıf arasında kim daha fazla pay alacak kavgasından ibaret olmadığını gözardı ettiler," dedi,
"Oysa, uzlaşmaz çelişki, iki değer arasında bir kavgadır: Eşyaların ve istifçiliğin dünyası ile hayatın ve onunla yapıcı bir biçimde bütünleşmenin dünyası.
Yabancılarla yerlilerin, ölü-sevicilerle yaşam severlerin dünyası. Sosyalistler, sosyalizme ağyar olanlara teslim oldular."

Neden kavga ettiğini bilmemek günümüzün MODASI :)

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 21 Haz 2016 07:26:56
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

Kapitalist dünyanın öyküsü özde aynı, ayrıntıda farklıydı.
"On dokuzuncu yüzyıl kapitalizmi kişisel kapitalizmdi, yirminci yüzyılda anonim oldu."

Kapitalizmin evrimi  :)

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 21 Haz 2016 07:28:28
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

Üretenin ürettiğine yabancı olmadığı bir dönemdi on dokuzuncu yüzyıl."
Yastığının yerini değiştirdi,
"Üretenin ürettiğine yabancılaşması," diye tekrarladı, "Yirminci yüzyılın patolojisi buydu."
Geçmiş zaman kullanıyor olması dikkatimi çekti, nedenini sordum,
"Artık yirmi birinci yüzyıldayız," dedi, "Bu yüzyılın patolojisi de farklı olacak. Neo-liberalizm geliyor ya!"

Alev Alatlı'nın "Neo-liberalizm geliyor ya!" sözüyle ne anlatmak istediğini tam anlamış değilim.
Daha doğrusu "Neo-liberalizm" in NET bir tanımını bulamadım.
Bir kaç tanımı paylaşmayı uygun görüyorum :

  • Özet olarak neo liberalizm ekonomiyi bir din olarak kabul eder ve en klasik şekliyle ekonomi işlerinin devletten ayrılması ve piyasayı serbest ekonominin, daha ötesi özel teşebbüs ekonomisinin yönetmesi gerektiğini savunur. ( [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] )
  • Yeni dönemle birlikte liberalizmin yeni bir formu ya da yeni bir yorumlanış şekli neoliberalizm adıyla ortaya çıktı. Modern liberalizmin devlet karşısında bireyi güçsüz bırakmasına eleştirel yaklaşan neoliberaller Adam Smith’in ulusların refahı konseptli kurucu prensiplerine geri döndü. Adam Smith piyasada ekonomik aktivitenin devlet tarafından değil de “görünmez bir el” tarafından sürdürülmesi gerektiğini öne sürmüştü. ( [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] )
  • Neoliberalizm, ekonominin devlet işlerinden ayrılmasını ve piyasayı özel teşebbüsün yönetmesi gerekliliğini savunan bir düşünce akımıdır. Rekabetin piyasayı yönetmesi gerektiğini söyler. Dengelenmiş bütçeyi, serbest piyasa kapitalizmini ve serbest ticareti savunur. Devletin sadece herhangi bir kriz anında acil ve keskin müdahaleler yapmasını, bunun dışında piyasadan tamamen çekilmesini savunur. Kişisel hürriyeti pozitif şekilde tanımlar ve sosyal reform için kanunların kullanımına karşı çıkar. Kişilerin topluma doğal bazı haklarla girdiklerini kabul eder. Özel mülkiyeti savunur ve bu savunusunu "kişisel hürriyet ve açık piyasalar en geniş kitleler için en büyük faydayı sağlar" şeklinde ifade eder. ( [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] )

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 21 Haz 2016 07:29:32
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

"Yirminci yüzyılda, üretim 'elden çıktı', üreteni yönetmeye başladı," dedi, Günay. "Pazar ekonomisinin kendisine özgü kuralları sermaye sahiplerini işlerini istemeseler de büyütmeye zorladı.
Her şeyin devleştiği bir dünyada durmak düşmek demek olduğundan, temettüler ertelenir, artı değer tüketilecek yerde yeniden sisteme gömülür oldu.
Atom bombasının başarısının hidrojen bombasını zorunlu kılması gibi bir girdaptı bu.
Sihirli kelime büyümeydi. Nihai ürünün TOPLUMSAL FAYDA sağlaması, insanın yaptığı işten haz alması gibi kavramlar ortadan kalktı.
Mesela, bak, Henry Ford, gerçekten de orta direğin satın alabileceği bir otomobil, ünlü Model-T, üretmeyi hedef edinmişti.
Para kazanmayacak mıydı? El-bette kazanacaktı, ama sağladığını düşündüğü toplumsal fayda da bir o kadar haz veriyordu. Bu anlayış kayboldu.
Batılı türdaşımız kendisini her an daha daha daha da büyüğe zorlayan bir Büyük Makine'nin KULU OLDU.
Şunu anlamalısın, Büyük Makine, bir amacı, kendisini aşan bir hedefi olmayan bir düzenlemedir."

"Afrika totemleri gibi... "
"Tabii. Büyük Makine'nin insanları daha mutlu, efendim, dünyayı daha temiz, daha yaşanılır bir yer kılmak, açları doyurmak, yoksulları kollamak filan gibi hedefleri yoktur.
Tersine, Büyük Makine deyiş yerindeyse, insanların arkasından iş çevirir; çünkü, teknoloji insanların emrine değil, insanlar teknolojinin hizmetine verilmiş, birey, Büyük Makine'nin her an ikame edilebilir bir parçasına indirgenmiştir."

Büyük Makine'nin KULU OLMAMAK için, ondan daha yüce bir varlığa KUL OLMAK kaçınılmazdır.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 22 Haz 2016 09:24:51
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

Aynı gazeteleri okuyan, aynı TV’yi, radyoyu izleyen, aynı filmi gören, BİRLİKTE üreten, tüketen ve gidişatı SORGULAMAYAN yığın!"
"Sorgulamayan?"
"Sorgulamayan. BİREYİ bu defa da Büyük Makine yok etti! Birkaç yüzyıl öncesinin feodal otoritesi gitti, yerine 'kamuoyu ve pazar' denilen isimsiz otorite konuldu.
İlkel klanların, 'ben, biziz'i kayboldu. 'Farklı' olmak demek, toplum düşmanı olmak demek oldu.

FARKLI olana tahammülsüzlük toplumumuzda halen yaygındır.
Hoşgörü sınırları, yaratanın kuralları çerçevesinde olmalıdır.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 22 Haz 2016 09:26:18
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

"Adlai Stevenson," dedi, Günay, "1950'lerin ABD başkan adaylarından birisiydi, 'Artık köle olmaktan korkmuyoruz ama robot olmaktan korkuyoruz,' demişti.
'Bireyler olarak somut bir otoriteye boyun eğmiyoruz, kimse ile boğuşmuyoruz ama kendimize özgü inançlarımız yok, kendimiz yokuz!'
Nedenini de, çağın toplumsal karakterini numune kabul edip ona uyarlanmak gerektiği şeklinde ortaya çıkan mutabakata bağlıyordu."

"Kendimize özgü inançlar" tanımlaması ile ne ifade edilmek istendiğini anlamadım.
Yaratıcıya boyun eğmeyen, başka güçlere boyun eğer. Bu güç kendi nefsi olur, alışkanlıklar olur,  devlet olur, terör örgütü olur vs. Yaratıcıya boyun eğmeyenin, hangi güce boyun eğdiği sonucu değiştirmez.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 22 Haz 2016 09:27:09
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

"Sanıyorum, Mareşal Von Moltke'nin hatıralarında vardı.
Anadolu'da, Ankara civarında bir yerde, otomobille seyahat ederlerken, tipi altında bir çuval odun taşıyan bir ihtiyara rastlarlar.
Nereye gittiğini sorarlar. Adam, kestiği odunları aşağıdaki köye, satmaya götürdüğünü söyler.
Haline acırlar, kaça satmayı plânlıyorduysa, ona o parayı vermeyi, yükünden kurtarmayı teklif ederler.
Adam, önce kabul eder. Parayı alır, yükünü karın ortasına bırakır. Ama, hemen sonra kendisine gelir.
'Yok,' der, 'Aşağıda insanlar soğuktan titreşirlerken, ben bu odunları buraya üç misli para da verseniz, bırakamam. Alın paranızı geri.'
Odunlarını gerisin geriye toplar, yürümeye devam eder. Üretimden amaçlanan tüketime sahip çıkmanın bildiğim en iyi örneğidir bu hikâye."

Günümüzde TÜKETİME SAHİP ÇIKAN ÜRETİCİ kaldı mı?
Üreticinin, ihtiyacı olana ulaşmak gibi bir çabası var mı?
Yoksa parayı veren düdüğü çalar anlayışı mı hakimdir?

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 23 Haz 2016 07:51:49
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

Bak, 'pazar ahlâkı'nı en iyi Mişonaçi hikâyesi anlatır. Mişonaçi ile Solomon ortaktırlar.
Sirkeci'de, kötü bir otel işletirlerken, birden işleri büyür, demeye kalmadan beş yıldızlı bir otel yaparlar, sonra bir tane daha, bir tane daha.
Zaman içinde çocukları da büyür, onlar da çocuklarını evlendirmeye, parayı aile içinde tutmaya karar verirler.
Düğün günü gelir çatar, iki baba nikâhtan önce çocuklarını çağırırlar, onlara nasihat ederler.
'Hayatta' der, Mişonaçi, 'en önemli mürşit, dürüstlüktür! BİRBİRİNİZE karşı her zaman dürüst olacaksınız ki, Allah da size verecek!'
'Evet,' diye onaylar Solomon, 'Biz, bu günümüzü, önce Allah'a, sonra da dürüstlüğümüze borçluyuz. Biz iki ortak, BİRBİRİMİZİ bir kez olsun aldatmadık,' der, Mişonaçi.
Solomon anlatır, 'Biz, Sirkeci'deki otelde, -bir gün ben yatakları düzeltiyorum, Mişonaçi, yerleri süpürüyor- bir çanta bulduk.
Müşteri unutmuş gitmiş. İçini açtık, bir de ne görelim, silme altın!
Hemen oturduk, bir altın bana, bir altın Mişonaçi'ye. Bir altın bana, bir altın Mişonaçi'ye! Ne bir altın fazla bana, ne bir altın fazla Mişonaçi'ye! İşte, gözüm, çocuklarım, DÜRÜSTLÜK BUDUR!'

Pazar ahlâkı, yalan söylememek, hile yapmamak, kaba kuvvet kullanmamak gibi geleneksel değerleri içerir gibi görünür.
Ancak, pazar ahlâkı insanın 'komşu'sunu -burada, çantasını unutan garibanı- 'sevmesi', onu kendisini duyumsadığı gibi duyumsaması, gerekirse dönüştürmesi, tinsel güçlerini arttırması anlamında bir ahlâk sistemi değildir.

İstisnasız herkese karşı olmadıkça, sadece birbirlerine yakın olan insanlar arasında olunca gerçek anlamıyla dürüstlük olmaz.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 23 Haz 2016 07:52:54
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

Pazar ahlâkında, 'sevgi' yoktur! Pazar ahlâkının hâkim olduğu toplumlarda, büyük aşklar, büyük nefretler de yoktur.
Bunların yerini 'dengeli' dostluklar, 'dengeli' aşklar, yüzeysel 'hakkaniyet' alır.
Dış politikanın maksimi olduğu söylenen 'uluslararası dostluklar değil ortak çıkarlar vardır' ilkesi, kişisel ilişkilerde de geçerli olur.
Aldığından fazlasını vermek 'enayilik' değilse, 'kişiliksizlik'tir, zaaftır, kariyerizmdir. 'Nefret' ayıp değilse, 'çocuksu' bir duygu!
Pazar ahlâkı, Müslümanlıkla uzlaşamaz.

Değerlerin değişmesi ile değerleri ifade eden kavramların anlamlarının değiştirilmesi arasında fark yoktur.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 23 Haz 2016 07:55:37
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

Robotlaşmak için pazar ekonomisinin, teknolojinin dayatması dışında da bir yol var!
Manipülasyon! Türkiyeli, son üç yüz yılını manipülasyonla geçirdi.
Devlet-i Osmaniye'yi ayakta tutmak için manipülasyon, halifeliği ayakta tutmak için manipülasyon, İslâmiyet'i ayakta tutmak için manipülasyon -on dokuzuncu yüzyılın 'mason' halifelerini unutmayalım!-
Cumhuriyeti ayakta tutmak için manipülasyon, demokrasiyi ayakta tutmak için manipülasyon!
Yani, maymunun yaptığı gibi, iki sopayı birbirine bağlayıp, muzu düşürmekten başka bir şey yapmadık biz!
Günümüz patolojisinin yeni bir şey olmadığını, üç yüz yıldan beri hasta olduğumuzu düşündüm!
Evet, koşullara inanılmaz bir uyarlanma yeteneği sergiliyormuş gibi, dünyanın dört bir tarafında başarı ile yaşıyormuş gibi görünüyoruz, ama sağlıklı toplum bireyin topluma 'uyarlandığı' toplum değil ki!
Tersine, toplumun insanın ihtiyaçlarına uyarlandığı, insanın merkez alındığı toplum!
Yoksa, kişi bir topluma köle olarak da uyarlanabiliyor,
rakı, daha doğrusu şnaps ya da şampanya mezesi olarak da uyarlanabiliyor!
Oysa, toplumların sağlığı, mensuplarının akıl sağlığını geliştirmek ya da engellemek yolunda aldıkları mesafe ile ölçülür.
Sağlıklı toplum, insanın insanı sevme, yaratıcı çalışma, aklını ve nesnelliğini geliştirme, yapıcı güçlerinin bilincinde olan bir benlik duygusuna sahip olma kapasitelerini geliştiren bir toplumdur.
Sağlıksız toplum karşılıklı düşmanlıkları körükleyen, insanı başkalarının kullandığı ve sömürdüğü bir eşyaya, bir otomata dönüştüren, inançsızlığı yaratan toplumdur!

İnsanı merkeze alan bir toplum.
İnsanlar, devlet (olmak / olabilmek) için vardır değil, devlet insanlar (ını yaşatmak) için vardır anlayışında bir toplum.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 24 Haz 2016 08:36:45
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

'Bak, bakalım,' diyorum kendi kendime, 'Osmanlıda 'insan' sistemin merkezinde midir?'
Cevabım, 'En azından son üç yüz yıldır, hayır! Belki de, padişahlar şiir yazmayı bıraktıktan sonra, hayır!

Emrah ya da Karacaoğlan, Der Saadet'te konser veremedikleri için, hayır!
Halk dili, saray dilinden koptuğu için, hayır! II Mahmut, çağdaşlaşacağım diye milletin başına Yunan fesini dayattığından beri, hayır!
Derken, Abdülhamid'i hatırladım.
Onun güncesinde, bakınız, 1 Mart 1323 (1917), 'Sonradan Batı takvimi benimsenmemiş olsaydı, bugün yeni bir yılımız başlardı.
Bizim iki tarihimiz var: Biri, Dinin ki, Muharrem’le, öteki Devleti'nki, Mart ile girer. Bundan sonra yılbaşımız 'Kanunsani' olacak.
Bilmem, ilgili daireler, Bakanlar Kurulu, Milletvekilleri, Senato ve muhterem biraderim hazretleri (yani, Sultan Mehmet Reşat) 'Kanunsani' deyimiyle yeni bir yıla girmenin, biraz manasız, biraz gülünç olacağını düşündüler mi?' diye bir bölüm vardır.
Bir de, 'Ben, 93 Savaşı ile bunun getirdiği bütün sonuçlardan ne şahıs ne de makam olarak sorumluyum,' dediği bir başka bölüm daha.

Şeyh Edebâli’nin Osman Gâzi’ye Nasihatindeki şu cümle meşhurdur :
- İnsanları yaşat ki, devlet yaşasın!
Osmanlı Devleti bu anlayışla kuruldu.
Zaman içinde bu anlayış kaybolunca devletin yıkılması da kaçınılmaz oldu.
Günümüzde "İnsanları yaşat ki, devlet yaşasın!" anlayışına tekrar dönülmesi yönünde bir çaba var.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 24 Haz 2016 08:38:28
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

Türkiyeli sistemin merkezine hiç oturmadı!
On dokuzuncu yüzyıl jön Türk'ü, kendisiyle halkı dediği birileri arasına bir çizgi çektiğinden, onları 'ıslah edilecek yerliler' halinde takdim edecek kadar ecnebileştiğinden beri, oturmadı!
Anadolu’nun altını üstüne tercih ettiğinden beri, oturmadı!
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye radyolarından, pırtık diye köylüleri Atatürk Bulvarı'na sokmadığı günden beri, oturmadı!
Adnan Menderes asıldığı günden beri, oturmadı!
Günümüzün toplumsal karakterini yaratan unsurlar bu engellenmeler!
Bireye toplumunu kurma özgürlüğü tanınmayınca, bu tipoloji egemen oluyor.
Ve bunlar, topluma iyi uyarlanmış, başarılı kişiler namı altında, yağmacıdırlar.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 24 Haz 2016 08:39:42
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

Kendi ismine bak, 'Diana'; nereden? Roma mitolojisinden.
Kocanınki, David, İbranice 'David'den. Oysa, benimki, Günay, Gün ve ay! Türkçe, Asya'dan.
Şunu söylemeye çalışıyorum:
Biz özgün isimlerimizi, işte, Teoman, Satılmış, Durdu, gibi isimlerimizi, Kuran'da bulamazken, siz kendinizinkileri hem Yunan'da hem Roma'da, hem Kutsal Kitap'ta, hem de Kuran'da bulabilirsiniz.
Bizdeki Süleymanlar, Meryemler, Yahyalar ASİMİLASYON sonucudur.
Bir başka türlü anlatayım sizin, Akdeniz havzası kökenlilerin, hiç yadırgamadığınız bir kitabınız, bir tarihiniz var.
Hint'in Upaşinadları var; Çin'in, 'Ağıtlar Kitabı' var.
Bu bağlamda bizim kültürümüzün kökenlerinin izini süreceğimiz kitabımız yok.
Biz, hep, daha üstün olduğunu kabullendiğimiz bir kalıba uymaya çabaladık. Uymaya çabalarken, olanı yok saymak yoluna gittik."

"Sen bunun önemli olduğunu mu düşünüyorsun?"
"Toplumsal karakterimizin yapılanmasında önemli bir unsur olduğunu düşünüyorum, evet.
Müslümanlığı bir devlet dini olarak kabul ettik biz. Devletten dayatılan başka şeyler gibi, onu da kabul ettik.
Ama, gerçekte, Araplar gibi Müslüman olmadık, Müslümanımsı olduk.
Yeni dinimize özgün dinimizden âdetler kattık, gerektiği gibi örtünmedik, başka başka yorumlar getirdik, filan. Atatürk altmışaltı tarikat kapattı.
Bu tarikatlar neden ortaya çıktılardı, dersin? Herkes Ortodoks yorumla, harfi yorumla yetinseydi, tarikatlar oluşur muydu?
Neden, bir Mevlâna, bir Hacı Bektaş Veli, bu toprakların ürünü de, mesela, Kahire'nin ya da Medine'nin değil?
Neden Sultan Süleyman 'Kanuni'dir? Kanun verendir?
Çünkü daha o zamandan 'şeriat'ın Türk toplumuna uyarlanması, Türk örfi kanunlarıyla bütünleştirilmesi gereği hissedilmişti.
Arap anlamında Müslüman olabilselerdi buna gerek duymazlardı.
Bu farklılaşmanın nedeninin de, Yakın Doğu şekillenirken, Sami - Aryan kültürel bütünleşmesi gerçekleşirken, bizim orada olmamamız olduğunu düşünüyorum.
Gelişmelerde katkımız yok. Doğal bir evrimle bu hale gelmedik.

- İnsanları yaşat ki, devlet yaşasın! ilkesi tarihin hangi dönemlerinde geçerli olmuştur?

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 25 Haz 2016 08:46:16
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

"Milletçe okuyor olsaydık, size benzeyecektik. Okumadık, benzemedik!" hayretle döndüm.
"Ha, ha, ha! Hiç okumayan en çok direnendir," diye sürdürdü Rodoplu, "Batı kültürüne bulaşmış olan aynı güçle direnemez!"
Benimle konuşuyordu, "O bakımdan, diyorum, örneğin, bir Ruhi Su'nun gayreti, halk türkülerini yaşatamaz, çünkü, yaşatılan halk türküsü değil, onun bambaşka bir kalıba, Batı kalıbına dökülmüş şeklidir.
Bir başka iletişime uyarlanmasıdır. Mesele bitmiştir yani."

Mehmet Ruhi Su (1912 - 20 Eylül 1985), Türk halk müziği sanatçısıdır.
Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’na seçildi, konservatuvarın opera bölümünde de okudu ve daha sonra da Devlet Operası'nda çalıştı.
Devlet Operası sanatçısı olarak, Bastien Bastienne, Satılmış Nişanlı, Madame Butterfly, Fidelio, Tosca, Yarasa, Aşk iksiri, Rigoletto, Figaro'nun Düğünü, Maskeli Balo ve Konsolos gibi operalarda rol aldı.
Türk Opera Sanatı'nın temelinde Ruhi Su'nun da katkısı büyüktür.

Yukarıdaki vasıflara sahip birinin  türkü derlemesi nasıl olur? Opera ile türkü birlikteliği... Ateşle barut yan yana...

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 25 Haz 2016 08:49:54
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

Bizim devlet politikamız hep olduğumuzdan başka bir şeye dönüşmemizi benimsemiştir.
Bu, her şeyden önce kitleyi kökenlerine yabancılaştırmak gerektirir. Yeni bir uygulama da değildir.
Osmanlı'yla başladı. Müslüman olununca, 'ümmet' olunmak gerektiğinden olacak, köklerden hiç bahsedilmez oldu.
Sessizlik yüzlerce yıl sürdü. Tuhaf bir, 'Samileştirme' hareketiydi, sanki. Arap-Fars kültürüne asimilasyon gayreti.
Bu fasıl, Cumhuriyetle bitti. Bu defa da, yeni bir asimilasyon başladı."
"Aryan?"
"Evet. Yalnız, haksızlık etmemek lâzım. Atatürk'ün sağken başlatılan Türk tarihi araştırmaları, zaman içinde kamuoyunun gündeminden kaldırıldı.
1970'lerde Asya'dan bahsetmek tabuydu. O kadar tabuydu ki, Orta Asya'dan halen şu kadar milyon Türk'ün yaşadığına kimse inanmaz oldu. Gorby geldi de bu insanların varlığı da ortaya çıktı!"
"Ama, neden? Anlayamıyorum?"
"Başlangıçta, 1940’larda Sovyetlerle iyi geçinmek kaygusuydu. Daha sonra, 'ilericilik' böyle gerektirdi."
"İlericilik?"
"Evet. 'İlericilik', 'solculukla eşanlamlıydı. 'Solcu' olununca, milliyetçi olunamıyordu.
Oysa, Türklerin kökenlerini araştırmak, bu tür şeyler üzerinde durmak milliyetçilik sayılıyordu.
Milliyetçilik, ırkçılıkla eşanlamlıydı. Her neyse, öylesine bir karmaşaydı ki, sonunda ne milliyetçilerin, ne de solcuların özde hoşlaşmadığı şey oldu.
Bir baktık, dile Arapça, Farsça yerine, önce Fransızca, sonra da İngilizce girdi. Aynı şey.
Eskiden halk, üç kelimesinden ikisi Farsça ya da Arapça olan aydınları anlamıyordu; şimdi de üç kelimesinden ikisi Fransızca ya da İngilizce olan 'aydınları' anlamıyor.
Başbakan'ı dinleyeceksin, 'bu territoryal armi konsepti' gibi laflar ediyor.
İş öyle hale geldi ki, biz yabancı dil öğretmiyoruz, 'yabancı dilde eğitim yapıyoruz,' yani bir başka kültürün kalıplarını, kavramlarını, değerlerini, patolojisini ithal ediyoruz.
Yabancı dilde öğretim yapamadıklarımıza da, yabancı çeviri yapıyoruz.
Bu defa asimilasyonu kimse durduramaz artık, çok geniş bir tabana yayıldı. Uydu antenlerimiz bile var."

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov ile Aralık 1991 yılında bir araya gelen Belarus, Ukrayna ve Rusya başkanları Sovyetler Birliğini fes ettiklerini ve bunun yerine Bağımsız Devletler Topluluğu'nun kurulduğunu karara bağladılar.
Bu kararla bugün Türk Cumhuriyetleri olarak bilinen ülkeler bağımsızlıklarını kazandılar.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği için "Demir Perde" tanımlaması yapılırdı ve ülkede neler olup bittiği konusunda dış dünyaya hiç bir bilgi sızmazdı.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK