İlk görev yerim Bingöl merkeze bağlı ama merkezden 40 km öte bir mezra idi. (Yaygınçayır köyü ÜSKÜDAR mezrası
yani Kız Kulesi'ni seyredalardım birkaç dağ sinsilesi arkasında olduğunun hayalli ile ) İlk gittiğimde donmuş olan musluklar yüzünden çeşmelerden su çekerken, gelip giden elektriği "acaba bir oyun mu oynuyor?" diye düşünürken, yalnızlığı müdürümle yani yine ben'le gidermeye çalışırken hep izlediğim filmlerde "hadi canım şimdi böyle şey olmaz" demelerimi düşünüp olur olur diye tebesüüm ederken, en yakınımda mezarlıkta yatanlara Fatiha okurken yine de mutluydum. Çünkü biliyordum ki kaderimi yani Ankara'da doğmayı ben istememiştim. Yani o mezradaki öğrencilerimden biride olabilirdim. O yüzden önyargısız gittiğim için atomu parçalamaya gerek duymadan alıştım yalnızlığa, öğrendim tek öğretmende olsa Zümre, ŞÖK hazırlamayı, gelen evraklarda kaybolmayı giden evrakları yazmak için kafa patlatmayı, sobayı bir başıma yakmayı ve en güzeli doğan güneşi sevdiklerimden önce selamlamayı...
Doğu'da öğretmen olmak herşeye rağmen yaşanmışlıklara rağmen güzel. Öyleki öğretmenlik bir meslekten çok öte benim için. Ve şimdiki okulumda (askerlikten sonra görev yeri değişikliği olduğu için) tebessümler daha bir içten, paylaşımlar daha bir yaşanılası geliyor. Çünkü yokluklarda anladım ki isteklerimden ödün verebildiğim kadar mutluluklarım artıyor...
Saygılarımla...