Eğitim Konuşmaları

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 06 Ara 2015 13:21:47
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Uzun açıklamalarınız için teşekkür ederim.

Dikkat edilmesi gereken hususları koyulaştırmış olsaydınız daha rahat bir okuma olabilirdi.
Yazdıklarınızı bir kaç kez okudum. İnşallah yanlış anladığım veya gözümden kaçan hususlar olmamıştır.

“kral öldü, yaşasın yeni kral” ifadesini şöyle değiştirmek sizin için bir anlam ifade eder mi?
- İdeoloji(ler) öldü yaşasın bilim. :)
Birileri ideolojileri kutsarken, başkaları da bilimi kutsuyor.

Bilim mutlak bir kavram değildir.
Bilim, dün doğru dediğine bugün yanlış der.
Özellikle sosyal bilimlerde yaşanan zamana göre doğru değerlendirmesi sürekli değişmektedir.

Her sistem kendini korumak zorundadır.
Bir sistemden kendini korumamasını bekleyemezsiniz.
Sistemin kendisine hizmet edecek bireyler yetiştirmemesi beklentisinde olmak hayalciliktir.

Alıntı
Eğitim sisteminiz bir tane de olabilir; önemli olan içeriğin “her bireyin ihtiyacına göre düzenlenmiş olması”, “sınıf, okul ortamlarının buna uygun düzenlenmesi”, en önemlisi de “uygulayıcıların bunu benimsemesi”, bireyin kendini tanıma, keşfetme, kapasitesine ulaşmasına rehberlik düzeyinde rol edinmesi...
Bir bireyin ihtiyacının sınırlarını söyleyebilir misiniz?
Bu gün koyduğunuz sınırın, yarının ihtiyacını karşılayacağını söyleyebilir misiniz?
Her bireyin ihtiyacına göre düzenlenmiş bir içerik hayalcilik değil midir?
Dünkü sistemle yetişmiş uygulayıcıların yarının insanının ihtiyaçlarını nereden bilecek / bu ihtiyaçları benimseyecek?
Kendini tanımaktan aciz bir insanın, başkalarının kendini tanıma, keşfetme, kapasitesine ulaşmasına rehberlik düzeyinde rol edinmesi mümkün mü?
Bırakın toplumu, Egitimhane üyeleri içinde "kendimi tanıyorum" diyebilecek kaç kişi çıkar?
(Son beş yıldır "kendimi -insanı- tanımak" için araştırmalar yapan biri olarak söylüyorum.)
Alıntı
Çünkü herhangi bir ideoloji dayandığı fikri kutsar, enin de sonunda hesaplaşma eğilimine girer. “Onu alma, beni al” der dururlar. “En doğru, ideali benim” iddiası hepsi için de geçerli hale gelir. Rakip elemek gücün doğasında var. İnsancıl mı? değil mi? işte sorgulamak gereği duyacağımız nokta bu olabilir.
İnsancıl olanı belirlemek için hangi kriterleri kullanacağız?
Bilim (gücünün) belirlediği kriterleri mi?
En doğru, ideal olanı bilimin dediği midir?

Bilimin bir rakibi yok mu? :)

Alıntı
Benim gibi düşünmeyenle, benim gibi anlamayanla, benim gibi sevmeyenle, benim gibi hissetmeyenle... ANLAŞABİLMEMİ nasıl beklersiniz?

Kendi olabilen, kendini bilen insanla mümkün. (Edilgen bireyle zor)
Kendi olabilmek etkin olmak ise, edilgene ihtiyaç ortaya  çıkar.
Diğer bir deyişle, "benim gibi düşünmeyenler, benim gibi anlamayanlar, benim gibi sevmeyenler, benim gibi hissetmeyenler" edilgen olmalıdır.
İki etkinin anlaşabilmesi zıt kutupların bir araya gelmesi olur.

Alıntı
İdeolojilerden kurtulan bireyleri insani vasıflarda, erdemlerde buluşturur. Bakteriden aslana geniş bir yelpazede, herhangi bir yaratım eseri için “gereksiz olmuş” deme hakkımız olabilir mi?
İnsani vasıflar, erdemler için kriterleri nasıl belirlediğinizi anlayamıyorum.

Alıntı
Misal; Ana okulunda “onunla oynama o yaramaz”, ilk okulda “bu ezik, pis uzak dur”, ortaokulda “şu haylaz, bu çalışkan, öteki tembel”, lise de “bu efendi, o serseri”, üniversitede “o şucu, bu ocu, şu da öcü” nihayette iş hayatında da; “o Acı, bu Beci, şu da Cici, şurada duran da, hani bana hani bana diyen yağcı” diye başlayan etiketleme (barkotlama) sistemimizin nasıl çalıştığını (yetişkinlerden; anne, baba, arkadaş, çevre ile çocuklarımıza) sirayet ettiğini gören bilen için örnek gırla…
İyi de "ETİKET" olmazsa kimin ne olduğunu nasıl bileceğiz?

Alıntı
Korkuyla çocuklarımızı eğitemeyiz. Zorlama da bir yere kadar… Sonra bakarız ki aslında hiç eğitilmemiş ve eğitmemişiz.
Aynaya bakmamız yeterli, çünkü toplum hepimizin toplamı.
Neden korkuyla çocukları eğitemiyoruz?
Korku insanları harekete geçiren iki unsurdan biridir. (İnsanları harekete geçiren diğer unsur umuttur.)
İnsanların korkacakları bir güç olmazsa, (fıtratları gereği) kötülükte sınır tanımazlar.
(Bazılarının insanı en tehlikeli canlı türü olarak tanımlamalarının sebebi budur.)

Zorlama, kapsamı çok geniş bir kavramdır.
Teşvik, zorlama kavramı içerisinde yer alan, en güzel uygulamadır.
Aynaya baktığımız zaman, sizin GÖRDÜĞÜNÜZ ile benim gördüğüm arasında farklar olabiliyor. :)

Alıntı
İnansanız iyi olur hocam. Bazen hayatın altı ile üstü birbirine karışır. Kurt ile kuzu yer değiştirir. Aslan aslanı yer, bakteriler de aslanı.
Kurta dönüşeceksem (kurt olacaksam) gruptan neden ayrılayım ki? Ben grubun içinde insan kalmayı tercih ederim. :)

Alıntı
Klasik davranış “olmaz”a, yeni davranış “olabilir”liğe odaklanınca “sadece bakarak ampulleri söndürmek” örneğini “ihtiyaç olunca doğa çözüm sunar” tespiti ile bizimle paylaştığınız için ayrıca teşekkür ederim.
Ampul örneğini “ihtiyaç olunca doğa çözüm sunar” tespiti olarak değerlendirmek hatalı olur.

Risale-i Nur Külliyatının Mektubat isimli eserinin Hakikat çekirdekleri bölümünde şu örnekler mevcuttur :

15. Fıtrat yalan söylemez. Bir çekirdekteki meyelân-ı nümüvv der: "Ben sümbülleneceğim, meyve vereceğim."
Doğru söyler. Yumurtada bir meyelân-ı hayat var. Der: "Piliç olacağım." Biiznillâh olur, doğru söyler.
Bir avuç su, meyelân-ı incimad ile der: "Fazla yer tutacağım." Metin demir onu yalan çıkaramaz; sözünün doğruluğu demiri parçalar. (Su donduğu zaman daha fazla yer kaplar. İçinde bulunduğu kap demirden bile olsa sığmıyorsa demiri parçalar.)
Şu meyelânlar, iradeden gelen evâmir-i tekviniyenin tecellîleridir, cilveleridir.

Risale-i Nur Külliyatının Sözler isimli eserinin Birinci sözünde şu örnek mevcuttur:
Herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları "Bismillâh" der, sert taş ve toprağı deler, geçer. "Allah namına, Rahmân namına" der; herşey ona musahhar olur.

Kainatın çalışma sistemi "Bismillâh"'tır. İnsan "Allah namına, Rahmân namına" derse; herşey ona musahhar olur. (emri altına girer)
Marifet "Allah namına, Rahmân namına" diyebilmektir.
Su bunu diyebiliyor, ot bunu diyebiliyor...
İnsan  -aklı olduğu için- bunu demekte zorlanıyor.
Aklımızı çıkarıp atabilsek her şey daha güzel olacak :)

Çevrimdışı sndeniz

  • Uzman Üye
  • *****
  • 723
  • 1.163
  • 723
  • 1.163
# 06 Ara 2015 17:51:17
Arkadaşlar Düşüncelerinizi ifade biçiminiz çok hoşuma gitti. Nasreddin Hoca yı anmadan geçemeyeceğim. Düşüncesinde haksız olanı bulamadım. Turgut Kuzan Bey'i uzun zamandır görememiştim. Onun paylaşımlarına düşüncelerine çok değer veririm. Hepinize selamlar saygılar...

Çevrimdışı gülümseyinnn

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.382
  • 12.029
  • 5.382
  • 12.029
# 06 Ara 2015 20:40:57
Başlığı görünce Ted Konuşmaları'ndan mı esinlendin diye geçirmedim değil içimden :) Güzel başlık,teşekkür ederiz.
Başka bir zaman için başlık önerim eğitim ve güven üzerine. Somutlarsak, çocuklar öğrendiklerine ne kadar guveniyor ve işe yarar görüyor. Politeknik olmayan bir eğitim tam mıdır , ne kadar güven verir ve sahada gerçekten işe yarar mı? Socar'ın Ceosu bizim üniversitelerimizden mezun olanların ( 4 yıllık ) cvlerini çöpe attığını falan söylemiş YÖK ten ara eleman yetiştirmelerini talep etmişti bir iki ay önce. Neden mesela neden ??


Bu konuya gelirsek sayılanlar arasında kültür diyorum başka bir şey demiyorum. O işte aileyi de çevreyi de okulu ve hatta okuldaki öğretmeni de belirleyen o. Vezir yapan da rezil eden de o.
Budur :)

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 07 Ara 2015 10:58:28
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
... Düşüncesinde haksız olanı bulamadım. Turgut Kuzan Bey'i uzun zamandır görememiştim. Onun paylaşımlarına düşüncelerine çok değer veririm. Hepinize selamlar saygılar...
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

İyice baktınız mı? Gözünüzden kaçmış olmasın :)
Arada sırada ortadan kabolup, kendimi özletiyorum.
Bir hayranımın (muhtemelen bir hacker) sıkı takibi nedeniyle web sitemi yenilemek zorunda kaldım ve yavru bir web site sahibi olmam gerekti.
Başka görevlerde eklenince egitimhane forumuna yazmayı ertelemek zorunda kaldım.
Güzel düşünceleriniz için teşekkür ederim.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 07 Ara 2015 11:01:51
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
...
Başka bir zaman için başlık önerim eğitim ve güven üzerine.
Somutlarsak, çocuklar öğrendiklerine ne kadar guveniyor ve işe yarar görüyor.
Politeknik olmayan bir eğitim tam mıdır , ne kadar güven verir ve sahada gerçekten işe yarar mı?
Socar'ın Ceosu bizim üniversitelerimizden mezun olanların ( 4 yıllık ) cvlerini çöpe attığını falan söylemiş YÖK ten ara eleman yetiştirmelerini talep etmişti bir iki ay önce. Neden mesela neden ??
...
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Güzel bir öneri...
Bu konuda Melih Arat beyin bir yazısı vardı. Konu açılırsa yazıdan bölümler paylaşabilirim.

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 08 Ara 2015 23:38:49
...

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 09 Ara 2015 22:32:47
ANNE: Oğlum ocağın altını kıstın mı?
ÇOCUK: Hayır anne, geç kaldım yumurtanın hızlı pişmesini istiyorum.
ANNE: Çocuğum bak geçen hafta sana termodinamiğin sıfırıncı yasasını anlatmıştım. Hatırladın mı?
ÇOCUK: Evet, artık taşa oturmuyorum smile ifade simgesi
ANNE: Peki neydi sıfırıncı yasa?
ÇOCUK: Taşa oturma cırcır olursun :)))
ANNE: smile ifade simgesi
ÇOCUK: iki maddede üçüncü bir maddeyle ısısal temastaysa aynı sıcaklıkta oluyorlardı.
ANNE: Evet, unutmamışsın. Peki su kaç derecede kaynar?
ÇOCUK: 100 derecede.
ANNE: Evet ve kaynadığı sürece 100 derecede kalmak zorundadır. Tüm maddeler hal değişimi sırasında sabit sıcaklıkta kalır. Bu nedenle tüm su buharlaşana kadar ne yaparsan yap 100 derecenin üstüne çıkamaz. Ayrıca bir maddeye verilen ısı miktarı o maddeyle arasındaki sıcaklık farkına bağlıdır. Peki bununla sıfırıncı yasayı birleştirip yumurtanın altını neden kısman gerektiğini bana açıklayabilir misin?
ÇOCUK: Hımmm...
ANNE: smile ifade simgesi
ÇOCUK: Ocağın suya verdiği ısı miktarı kısık yada açık olmasına bağlı olarak değişecek. Bu kaynamadan önceki zamanın kısalmasını sağlar. Ama kaynamaya başlayınca ne kadar ısı versek de 100 dereceyi geçemeyecek. Yumurtanın pişmesi de direk suyun sıcaklığına bağlıysa, ve suyun sıcaklığı kaynamaya başladıktan sonra ocağın verdiği ısıya bağlı değilse, o zaman ocağın altının su kaynamaya başladıktan sonra açık olması sadece enerji kaybı gibi görünüyor.
ANNE: Aferin sana.
ÇOCUK: Bu bilim hoşuma gitmeye başladı. Hayatın her yerinde ve öğrendiğimiz bilgiler hayatımızı kolaylaştırıyor. Derslerde öğrenirken sanki gereksiz şeylermiş gibi duruyor. Ama sanırım çok önemli. Keşke okulda da testler ve saçma sorular yerine bize böyle anlatsalar...
| Ali ÇETİNKAYA

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.799
  • 1.346
  • 2.799
# 10 Ara 2015 23:29:31
Güzel yorumlarınız için teşekkürler hocam.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
“kral öldü, yaşasın yeni kral” ifadesini şöyle değiştirmek sizin için bir anlam ifade eder mi?
- İdeoloji(ler) öldü yaşasın bilim. :)
Birileri ideolojileri kutsarken, başkaları da bilimi kutsuyor.

Bu yeni olmaz ve bir şey de ifade etmez. İnsan gelişimi (yeni davranış kazanma) anlamında; “Kral öldü, yerine geçen kral da öldü, ne yapalım o zaman yaşasın en yeni kral” olur.
“İdeoloji(ler) öldü yaşasın bilim” de bizi aynı sonuca götürür. Bu sefer bilimle başka alanların çatışması başlar (geçmişte olduğu gibi). “Bilim mutlak bir kavram değildir” cümlenize katılıyorum.

İnsanı, doğayı ve evreni anlamak için bilim bugün için çok yetersiz kalıyor. Örneğin; Fen bilimleri, fizik (ötesini henüz çözemiyor) bilim. Belki, “ilim” de işin içine girerse bir anlam bulacak bilim.

Bu nedenle beşeri anlamda "insan ürünü hiçbir şeyin kutsanacak bir tarafı yok". İster ideoloji olsun ister bilim. Sosyal bilimler “ilkelerini henüz oturtmuş değil” çağdan çağa, toplumdan topluma değişkenlik göstermesi” Fizik, matematik, kimya ve biyoloji gibi uygulanabilir olmadığının da nedeni sayılabilir. Buna dayanılarak geliştirilen çeşitli düşünce sistemlerinin (ideolojilerin) zamane insanın sorunlarına çözüm bulmakta başarısızlığa uğradığını ve yavaş yavaş etkilerini yitireceklerini düşünüyorum.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Her sistem kendini korumak zorundadır.
Bir sistemden kendini korumamasını bekleyemezsiniz.

Sistemlerin kendini koruması doğaldır. Ancak bir sistem hiçbir zaman mükemmel kabul edilmez. Zamanla insan ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde revize olması gerekir. Bir tek insan dahi zarar görüyorsa sistemin hatalarını ele almak, onarmak sistem sağlığı için de gerekir. Sistem dokunulmazdır demek; sistemin zamana (gelişen insan ihtiyaçlarına) karşı cevap veremez hale gelmesinin temel nedenidir.

“Beslenemeyen bir organizma basitçe ölür”. “Kapalı sistemler zamanla iç enerjilerini tüketirler”. Takviye almazlarsa kendi içlerine çöküşleri kaçınılmaz olur. Soru(n) sistemi yaşatan girdilerin sağlıklı işleyip işlemediğini kontrol ve gerekirse revize edip etmemekte uygun zamanda uygun müdahale. İdeolojileri nedeniyle insanlar bu zamanı ve yeni girdi miktarı konusunda kolay kolay anlaşamıyor.

Anlaşamayan ideoloji mensupları sistemi (gücü) elde etmek için çatışmayı çözüm görüyor. Bu da sistemler için çürümenin başlangıcı. Kutsanan ideolojiler sistemlerin kurulmasında da, bozulmasında da başlıca aktör olabiliyor. Çünkü herkesin kutsalı kendine.

Sistemi revize etmek, çağa uydurmak, bünyesindeki tüm insanların maximum faydasına işlerlik kazandırmak sistemin de kalitesini, güvenirlik, yararlılık derecesini ve ömrünü artırır. Eğitim, yönetim, hukuk, sağlık v.s hepsi için de geçerli.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bir bireyin ihtiyacının sınırlarını söyleyebilir misiniz?

Zamana ve şartlara göre değişir. Refah düzeyi yüksel toplumlardaki birey ile açlık sınırındaki bireyin ihtiyaçlarının farklı olması, ayrıca kendini yetiştirebilmiş (Kendini ve sınırlarını bilen) insanın ihtiyaçları da farklılık gösterebilir. Eğitimin hedeflerinden biri de ölçü gözeten (tutarlı, dengeli, isteklerinin bilincinde olan) makul insanı yetiştirmektir aynı zamanda. Makul insan, imkanlarının az veya çok olması dışında ne isteyip ne istemeyeceğinin de bilincindedir.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bu gün koyduğunuz sınırın, yarının ihtiyacını karşılayacağını söyleyebilir misiniz?

Hayat değişimin bizzat kendisi. Değişmeyen tek şeyin “değişim” olduğu gerçeğinden hareketle eğitimde neden sabitlerimiz olsun ki? Teknolojik ve maddi imkanlar sınır dahilinde olabilir, bunun dışında bireyin öğrenmesine (kendini gerçekleştirmesine) sınır getirilmesine neden gerek duyulsun ki?

Henry Ford seri üretim bandı fikri için bankalardan “kredi” istediğinde neredeyse tüm banka müdürleri ya alay etmiş, ya da kapıdan çevirmişti. Hatta “insanlar neden otomobile binme gereği duysun ki?” diyenler de olmuştu. Fakat o inandı ve kendi gibi uçuk kaçık düşünen bir banka müdürü ile karşılaştı. Bugün kullandığımız ürünlerin neredeyse tamamı bu seri üretim tekniğinin geliştirilmesi sayesinde üretim maliyetinin düşmesi ile alışveriş alışkanlıklarımız dahil, sosyal ve ekonomik hayatta beklenmedik birçok değişimlere yol açtı. İş türü ve hizmet çeşitliliği arttı.

Toplumların ekonomisine, hayat tarzına yön verecek insan profillerinin nasıl olması gerektiği henüz belli değilken, şimdiden bilemeyeceğimiz için muhtemel potansiyelleri neden sınırlayalım ki?

Kısaca, şunu demeye çalışıyorum; sınır konulacak alanlar var, konulmaması gereken alanlar var. İnsan zihni, gelişimi ve bilim sınır konulmayacak bu tür alanlardandır. Yeni bir ürünü ortaya koyan herşeyden önce fikirdir. Fikir olmadan mühendis, fabrika, ekipman hiçbir şeydir.

İhtiyaç olduğu halde fikir oluşmuyorsa, bunun önündeki engelleri ortadan kaldırmak için bireylerin ihtiyacına (zeka, yetenek, ilgi alanına) göre yetişmesi hayalden de öte gerekliliktir. Eğitim ortamının buna göre düzenlenmesi kendi insan (kaynağımızı) “potansiyelimizi doğru yerde kullanmak” (toplum yararına) daha mantıklı bir tercih olmaz mı?

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Her bireyin ihtiyacına göre düzenlenmiş bir içerik hayalcilik değil midir?

Bundan kasıt “pilot” olmak isteyen çocuğa hevesini gidermesi için sınıfın ortasına “uçak pisti ve filosu” getirecek halimiz yok elbette. Ama onun o hayalini, resimle, maketle, kompozisyonla, şiirle, müzikle canlandırmak, yeri geldiğinde bir gezi ile o sahaları gezdirmek, o işi yapan insanlarla tanıştırmak, buna dair fikirlerini olgunlaştırmak. Seçimlerine seçenekler sunmak, kısaca hayallerini öldürmeden onu oraya ulaştırmanın bir sürü yolu mümkündür.

İlginçtir ki çocuklarda iz bırakan iş, uğraşlar yetişkinlikte de o yönde bir meslek tercihinde etkili olduğu bir çok hayat öyküsünde rastlanmış bir gerçektir. Hayallerimiz kadar varız bu evrende. Çocukların hayallerini beslemek neden hayalcilik olsun ki?

Bütün büyük kaşifler her şeyden önce kendilerini keşfetmişlerdir. Çocuklarımızın kendi iç potansiyellerini (zenginliklerini) keşfetmelerini önemsemiyoruz. Kendi kafamızdaki mesleği, şablonu, ukdelerimizi onlara giydiriyoruz. Ben buna “ruh karartma, ruh öldürme seansları” diyorum.

Sipariş fikir gelişmeyeceği gibi, sipariş güzellik de olmaz. Bir davranışı, bakışı, gülüşü güzel yapan; içten, kalpten gelen özgün halidir.

Rekabetçi, yarışçı ve sınav odaklı eğitim yaklaşımı yerine bireyin yeteneklerini geliştirmeye, kapasitesini bulmaya yönelik eğitim ve öğretim “her bireyin ihtiyacı olan eğitim ve öğretim ortamı sunar” çok uzağa gitmeye de gerek yok kanaatindeyim.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Dünkü sistemle yetişmiş uygulayıcıların yarının insanının ihtiyaçlarını nereden bilecek / bu ihtiyaçları benimseyecek?

"Artık bilimin bulabileceği bir şey kalmadı, bilim, bu noktada tıkandı. Bulabileceğimiz her şeyi bulduk ve bize artık gerek yok."
Charles Duell (1899, Amerikan Patent Bürosu Başkanı)

Gelecekte; insan, toplum, bilim ve teknoloji için buna benzer bir ton şey söylenebilir. Şunu anlatmak için verdim bu örneği:

Hangi etken ve bileşenlerin nerede karşılaşıp ne tür yeniliklere yön vereceğini bilemeyebiliriz. Tahminler dışında kestirimlerde bulunamayız belki. Fakat o ihtimale varıldığında potansiyelleri canlı tutmak, sınır getirilmeksizin düşünebilen bireylerin varlığını iyimserlikle desteklemek ve tabi ki hayallerine de yatırım yapmak gerekir. Gelecek öngörülerimizin sağlıklı olabilmesi için.

Bugün uygulanan programlar, dünyada eğitim alanındaki gelişmelere göre nasıl hazırlanıyorsa yine öyle hazırlanır. Meb’de bu alandaki gelişmeleri takip eden, programları güncelleyen birimler var. Ayrıca her kurumda olduğu gibi, bu alanda da personel zaman zaman seminerlerle güncelleniyor (eğitim programları ve içerikleri hakkında). Neden olmasın?

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Kendini tanımaktan aciz bir insanın, başkalarının kendini tanıma, keşfetme, kapasitesine ulaşmasına rehberlik düzeyinde rol edinmesi mümkün mü?

(“Değil” cevabı dışında seçenek sunmayan bir soru kalıbı seçmişsiniz sanki).  :)

"Nasıl bir insan" ile mümkünse, o insan profilini de bulmak (hazırlamak) ve topluma kazandırmak eğitim kurumunun işlevleri arasında yer alır. O konuda ben hayalci olmaktan yanayım. "Her şey önce hayalle başlar". 

Bu bir tercihtir, özenli bir eğitim yaklaşımı gerektirir elbette. İstenirse yapılabilir. Rekabetçi ve yarışlı eğitimi yapabilen bunu da yapabilir.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
İnsancıl olanı belirlemek için hangi kriterleri kullanacağız?

Görme, anlama yetisi (şuur) ile donatılmış; akıl ve irade sahibi varlık olmanın hakkını verip vermediğimizi sorgulamakla…

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bilim (gücünün) belirlediği kriterleri mi?
En doğru, ideal olanı bilimin dediği midir?

Bilimin bir rakibi yok mu? :)

Bilim gücünün belirlediği kriterler değil tabiki. Bilim emekleme çağında, kanaatimce. Ayrıca "yeterince gelişmiş bir bilimin sihirden farkı kalmayabilir" zaman içinde. Fakat bu herşeyin bilim olduğu, bilimin ideale ulaşacağı anlamında değil, neticede uzay-zamanla sınırlı bir bilim var elimizde. Fizik kendi ötesini bilim olarak kabul etmiyor henüz.

Bilimin rakibi değil de kaynağı (kaynağın da sahibi) var.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Kendi olabilmek etkin olmak ise, edilgene ihtiyaç ortaya  çıkar.

"Sadece kendi olmak değil, ayrıca kendini bilmek". Edilgene neden ihitiyaç olsun ki?
İki etkin;
a) Madde için bu mümkün değil, uyum zıtlıkta (olabilir)
b) İnsan için mümkün, uyum menfaatte (olabilir)
Bir de;
c) Şıkkı var (olabilir) "Etkin etkin dünyası"

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Diğer bir deyişle, "benim gibi düşünmeyenler, benim gibi anlamayanlar, benim gibi sevmeyenler, benim gibi hissetmeyenler" edilgen olmalıdır.

Hayır, tam tersine etken olmasında bir sakınca görülmemeli, “ben de o da sınırlarını bilecek" düzeyde olduklarından saygı devreye girer ve davet olmadıkça sınırlar ihlal edilmez. Benim doğruma tabi ol beklentisi olmayacağından çıkar ve kullanım alanı kişileri işbirliğine iter. Kişiliği gelişmemiş insanların (edilgen, yönetilebilir, kandırılabilir, kolay etki edilebilir olması) sık sık kavga etmeleri, iki kendini bilen insanın saygı ile sınırlarını bilmesinden daha olasılıklıdır. Kendini bilen insanların makulu bulmakta zorlanmayacağı gibi.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
İki etkinin anlaşabilmesi zıt kutupların bir araya gelmesi olur.

(Madde için geçerli olabilir)
İnsan için geçici sürelerle (karşılıklı yararlılık, noksanlıkların tamamlanması evresi) bu da oluyor. Ne zamanki denklik sağlandı çatışma başlıyor. Çünkü “çıkar birliği” sözkonusu. Kısaca “öküz ölür ortaklık bozulur”. Nerde bozulmaz? “kalpler birbirlerini tartmadıkları sürece” aynı kalırlar. Ortada bir sorun varsa kalplerin birbirlerini tartmadan kalabilmesi mümkün değil. Daha doyurucu bir cevap, “Koşulsuz sevgi, feragat ve samimiyet” konularında irdelenebilir. Dinimizin kaidelerinde bunun çok güzel örnekleri vardır.

Sadece madde için ele alacaksak yoğunluk farklılıkları ve çekirdek yapılarda (zıtların birliği) söz konusu (olabilir). İnsanın bir de kalbi var. İşte o ki; daima denge gözetir ve sapmayı görür.

Bir düşünür şöyle demiş “kalp gözünün gördüğü gerçek hiçbir şekilde inkar edilemez”

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
İnsani vasıflar, erdemler için kriterleri nasıl belirlediğinizi anlayamıyorum.

Biz “insanı” hayvanlardan ayıran, farklı kılan temel niteliklerimiz. Örneğin; Akıl sahibi olma, varlığını idrak etme, şuurlu davranma. Eşyanın tabiatına saygı gereği, insan ilişkilerinde ölçü gözetme, adil olma, hakkaniyetli olma, dürüst davranma. Güvenilir olma, iyiniyeti suistimal etmeme. Karşılık beklemeksizin yardımlaşma, dayanışma içinde olma. Tevazu sahibi olma, etiketsiz sevebilme (sırf insan olduğu için). Bütün bunlar insanca değerler ve erdemler.

İdeolojik rakiplerin bırakın hakkaniyetli davranmasını, birbirinin yaşam hakkına bile tahammülleri yok. “Güçlüysen haklısın, ne hakkaniyet ne ölçü, bolca karşılıklı nefret dalgası ve yıkım”. Maddesel gücün kutsanmasında ideolojiler birer kılıf kanaatimce...

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
İyi de "ETİKET" olmazsa kimin ne olduğunu nasıl bileceğiz?


Maddiyatların paylaşımında “insan … ‘a pabuçlarını ters giydirecek noktaya gelmiş” iken, dereclendirmenin ne sonuçlara yol açtığını her saniye görüyoruz hayatımızda. Yaratılmış olanlar olarak dünyaya ne olarak geleceğimize “yerimizi, cinsimizi, anne-babamızı, dinimizi, ırkımızı ve ya türümüzü” seçme hakkımız var mıydı? Yoktu. Zeka miktarımızı da peşin alıp gelmedik.

Bir çaba, bir idrak, bir şuur devinimi için geldiğimiz bu madde dünyasında herşeyden önce özenle “yaratılmış” olmak hakkı, kişinin biricik (kendisine) armağan bu hayat üzerinde kimin söz hakkı olabilir ki? Anne baba hakkı bile bir yere kadar iken. Ben akıl ve  idrak yetilerimin (şuurun) hakkını veremeyeceksem ne diye var olayım, (insan olarak) nasıl var olayım?

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Neden korkuyla çocukları eğitemiyoruz?

Korku seansları bittiğinde çocuk kendisi için çabalamaktan vazgeçebiliyor. Vaz geçmemesi için korku dozunu sürekli artırmak zorunda kalmak pek de akıllıca ve insani bir seçim olmaza gerek.

Aslında, çocuk yetiştirilirken doğal güdülerinin çoğu yanlış yaklaşımlarla sapmaya uğratıldığı için sonra düzeltilmesi zor olduğunda terbiye vasıtası olarak elimizde son araç korku oluyor. Çocukken düzgün ve bilinçli bir eğitimle korku ögesine mahkum olmadan ruhen sağlıklı bireyler de yetiştirilebilir. Eğitimin amacı da bu değil mi?

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Korku insanları harekete geçiren iki unsurdan biridir. (İnsanları harekete geçiren diğer unsur umuttur.)
İnsanların korkacakları bir güç olmazsa, (fıtratları gereği) kötülükte sınır tanımazlar.
(Bazılarının insanı en tehlikeli canlı türü olarak tanımlamalarının sebebi budur.)

Korku, organizmanın normal doğası dışına çıkmasına yol açan gerilim (ya da gerdirilmiş) hali dersek; esneme, kopma dışında ayrıca fazla kızarması da söz konusu olabiliyor. Stres ve bir dizi hastalık da cabası. Normalleşmesi için onca yatırım yapılarak eğitilen insanın, bilmedikleri için korkması son derece normal ama korkunun "eğitim materyaline" dönüştürülmesi anormal.

Korku; çocuklarımızın "normal"i öğrenememelerinin nedenlerinden biri.

Bütün caniler, zorbalar, hilekarlar v.s...  en kötüler de bu sıfatlarını hak etmeden önce masum birer çocuktu. Ne oluyorsa sonradan oluyor. Kötü ebeddiyen kötü, iyi ebediyen iyi doğmuyor. Demek ki bir şeyler noksan kalıyor ve ya yanlış yapılıyor. Bu da eğitimin temel sorunlarından biri.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Ampul örneğini “ihtiyaç olunca doğa çözüm sunar” tespiti olarak değerlendirmek hatalı olur.

Maddi ya da ulvi bakış açısı gibi bir (tercih yada sınır) proplemim yok. Doğal konuşma tarzım böyle. Niyetler önemlidir. Niyetimden sorumluyum. Hatırlattığınız için tekrar teşekkür ederim.  :)

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 12 Ara 2015 16:09:59
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Forumdaşlarımızın daha kolay takip edebilmesi için açıklamalarınızla ilgili düşüncelerimi ayrı ayrı mesajlar halinde paylaşmayı  tercih edeceğim.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Korku seansları bittiğinde çocuk kendisi için çabalamaktan vazgeçebiliyor.
Vaz geçmemesi için korku dozunu sürekli artırmak zorunda kalmak pek de akıllıca ve insani bir seçim olmaza gerek.

Aslında, çocuk yetiştirilirken doğal güdülerinin çoğu yanlış yaklaşımlarla sapmaya uğratıldığı için sonra düzeltilmesi zor olduğunda terbiye vasıtası olarak elimizde son araç korku oluyor.
Çocukken düzgün ve bilinçli bir eğitimle korku ögesine mahkum olmadan ruhen sağlıklı bireyler de yetiştirilebilir.
Eğitimin amacı da bu değil mi?
Bu açıklamalarınızı "seansları bitmeyen, doz artırımı gerektirmeyen korkunun eğitimde kullanılabileceği / kullanılması gerektiği anlamını çıkarabilir miyim? :)
Nihayetinde, korku duygusu insana boş yere verilmiş olamaz. Bir şekilde bu duyguyu değerlendirmek / kullanmak gerekir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 12 Ara 2015 16:12:24
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Korku, organizmanın normal doğası dışına çıkmasına yol açan gerilim (ya da gerdirilmiş) hali dersek; esneme, kopma dışında ayrıca fazla kızarması da söz konusu olabiliyor.
Stres ve bir dizi hastalık da cabası. Normalleşmesi için onca yatırım yapılarak eğitilen insanın, bilmedikleri için korkması son derece normal ama korkunun "eğitim materyaline" dönüştürülmesi anormal.
Korku; çocuklarımızın "normal"i öğrenememelerinin nedenlerinden biri.
Korku, tehlikenin FARKINDA olmaktır. Korku, fıtratta var olduğu  için NORMALDİR.
Korkuyu (normal olanı) hissetmeyen  NORMALİ öğrenemez :)
Korkunun, yan etkileri olarak ifadelendirdiğiniz hususlar, korku duygusunun DOĞRU kullanılmamasından (yanlış şeylerden korku duyulmasından / korkutulmasından) kaynaklanır.
Anormal olan, korkunun "eğitim materyali" olarak kullanılması değil, doğru olarak kullanılmamasıdır.
(Doğru ve yanlış kavramlarının kişilere göre değişebileceği görüşüne katılmıyorum. Bu çerçevede korkunun "eğitim materyali" olarak nasıl DOĞRU  kullanılabileceği konusunda da görüş belirtebilirim.)

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 13 Ara 2015 11:02:35
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Hayat değişimin bizzat kendisi. Değişmeyen tek şeyin “değişim” olduğu gerçeğinden hareketle eğitimde neden sabitlerimiz olsun ki?

Değişimi / gelişimi (n yönünü) gözlemleyebilmek için referans noktası olarak kullanılabilecek SABİTLERE ihtiyaç vardır.
Bu sabitlere kısaca DOĞRULAR diyoruz. :)
Doğrular değişirse, değişim  gelişme yönünde olmaz.
Lütfen eğitimdeki sabitleri değiştirmeyelim, yoksa geliştiğimizi zannederken geri kaldığımızı fark edemeyiz.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 13 Ara 2015 11:16:07
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
... kısaca hayallerini öldürmeden onu oraya ulaştırmanın bir sürü yolu mümkündür.
...
Hayallerimiz kadar varız bu evrende. Çocukların hayallerini beslemek neden hayalcilik olsun ki?
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Roma imparatorluğu döneminde Colosseum denilen bir arena vardı. Bu arenada çeşitli gösteriler düzenlenirdi.
Bu gösterilerden biri de savaş esirlerini aslanlarla savaşmaya zorlamaktı.
Aslanların esirlere saldırması için gösteriden önce günlerce aç bırakılması gerekirdi.
Çünkü aç olmayan aslan saldırmazdı.

Çocukların hayallerini beslemek, hayalleri için mücadele isteklerini öldürmek olmaz mı?
Bence çocukları aç bırakmak daha iyi olur :)

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 15 Ara 2015 11:26:23
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
(“Değil” cevabı dışında seçenek sunmayan bir soru kalıbı seçmişsiniz sanki).  :)

Bu soru kalıbını kullanmayı herkese tavsiye ederim.
Tek seçenek olduğu izlenimi verecek sorular, muhatabı ORJİNAL cevaplar ÜRETMEYE zorlar.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Biz “insanı” hayvanlardan ayıran, farklı kılan temel niteliklerimiz.
Örneğin;
Akıl sahibi olma,
varlığını idrak etme,
şuurlu davranma.
Eşyanın tabiatına saygı gereği, insan ilişkilerinde ölçü gözetme,
adil olma,
hakkaniyetli olma,
dürüst davranma.
Güvenilir olma,
iyiniyeti suistimal etmeme.
Karşılık beklemeksizin yardımlaşma, dayanışma içinde olma.
Tevazu sahibi olma,
etiketsiz sevebilme (sırf insan olduğu için).
Bütün bunlar insanca değerler ve erdemler.

Verdiğiniz örnekler sanıyorum yanlış, biz bunları “melekleri” hayvanlardan ayıran, farklı kılan temel nitelikler olarak öğrenmiştik :)

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bütün caniler, zorbalar, hilekarlar v.s...  en kötüler de bu sıfatlarını hak etmeden önce masum birer çocuktu.
Ne oluyorsa sonradan oluyor.
Kötü ebeddiyen kötü, iyi ebediyen iyi doğmuyor.
Demek ki bir şeyler noksan kalıyor ve ya yanlış yapılıyor.
Noksan kalan şeyin ne olduğunu biliyorum ama söylemem :)

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.799
  • 1.346
  • 2.799
# 18 Ara 2015 18:14:37
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bu açıklamalarınızı "seansları bitmeyen, doz artırımı gerektirmeyen korkunun eğitimde kullanılabileceği / kullanılması gerektiği anlamını çıkarabilir miyim? :)

Benim belirtmek istediğim; her gerçekleşmeyen kazanım karşısında, dış uyarıcılarla, "doğal olan bu güdünün (zorunluluk, görev işlevi ile) yapay olarak harekete geçirilmesi" ve bu işlevle bir öğretme metoduna dönüştürülmesi.

Yaşamsal düzeyde olmayan bir takım bilgi, kazanım, iş ve beklentilerin güven duygusu hakimken daha sağlıklı öğrenilebileceğini belirtmekti. Örneğin pilotluk, sürücü eğitimi, herhangi bir makine operatörlüğü v.b… bu ve buna benzer bir işte tam öğrenme, ya da yetkinlik hayati derecede önemlidir. Ancak korku ile hareket edildiğinde bu işlerle ilgili tecrübe kazanmak ve yetkinleşmek neredeyse olanak dışıdır.

Görüleceği gibi "korkunun eğitim materyali vasfı her iş ve alanda işlemiyor, tersine başarısızlık" sonucunu da getirebiliyor.

Korku, organizmanın acil (yaşamsal) durumlarda daha çok başvurabileciği bir sigorta (güvenlik alarmı) ancak. Çünkü korku modunda beynimiz daha hızlı çalışır. Acil durum ve tehlike karşısında bu gereklidir. Ancak bir an evvel normalleşmesi de (gerçek durum algılama, sağlıklı analiz açısından) gereklidir. Korku modunda beyin aşırı dikkat toplamak (milyonlarca veriyi kısa sürede işleyip sonuca varmak) için tam kapasite çalışır ve gereğinden fazla enerji (bütün olasılıkları hesaplayıp, tek karar için) harcar. Hatta bazı görevleri, güdüleri (açlık, sevgi, güven, acı) ve salgıları (sakinleştirici, güven telkin edici hormonları) devre dışı bırakır. Çünkü en olumsuz senaryoya odaklanır.

“Korkunun yapıcı gerilim yaratmadaki vasfı her koşulda doğru işlemiyor”. Korku da hayati tehlike karşısında güven gibi denge sağlayıcı bir güdü. Gerçek tehlike dışında "yapay uyarıcılarla sapmaya uğratılması” organizmanın duyuları ile çevreyi algılama ve doğal çözümler bulma yeteneklerini de zamanla köreltir diye düşünüyorum.

Gerilim yapıcıdır ama acil durumlar dışında kullanılması, olağanlaşması, sürekli ön plana çıkarılması, uzun vadede beyni ve bünyeyi yıpratır. Ruh ve beden üzerinde etkileri çabuk hissedilir. Bu, sıradan gündelik işlerin yaşattığı stresten daha yıpratıcıdır. Bunun belli ritimlere kavuşup süreklilik arzetmesi, koşullar düzelse de organizma bu etkiler varmış gibi (güdülerdeki sapmalar nedeniyle) uzun süre daha gerilimle yaşamaya (alıştığı için) devam eder.

Özetle; doğal olan bu güdüyü, dışsal yapay uyarıcılarla çalışır bir uyarıcı haline getirmek, tehlike anında gerçek işlevini de ne zaman yapması gerektiği konusunda şaşırıp, (tehlike veya güven konusunda karar kılma) tedbir alma süreçlerini (anlama yetilerini saptırma) zorlaştırabilir.

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.799
  • 1.346
  • 2.799
# 18 Ara 2015 19:03:32
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Nihayetinde, korku duygusu insana boş yere verilmiş olamaz. Bir şekilde bu duyguyu değerlendirmek / kullanmak gerekir.

Korku, tehlikenin FARKINDA olmaktır. Korku, fıtratta var olduğu  için NORMALDİR.

Korkuyu (normal olanı) hissetmeyen  NORMALİ öğrenemez :)
Korkunun, yan etkileri olarak ifadelendirdiğiniz hususlar, korku duygusunun DOĞRU kullanılmamasından (yanlış şeylerden korku duyulmasından / korkutulmasından) kaynaklanır.

Anormal olan, korkunun "eğitim materyali" olarak kullanılması değil, doğru olarak kullanılmamasıdır.

Korku, geleneksel kültürlerde edilgen bireyi harekete geçirmek için bolca (teşvik veya güdüleme amaçlı) kullanılıyor zaten.

Evet, korku fıtratımızda var ve doğaldır. Gereğinden fazla (bireyin kar/zarar hesabı yapabilmesi için hatırlatma vasfı dışında) kullanıldığını düşünüyorum. Bu yanlış kullanım, ya da ona dışsal uyarıcılarla biçilen işlev sonucu korku; birey olma yolundaki adayı (çocuğu), edilgen, pasif, ürkek, düşük özgüven veya (tesir etmemişse) kendi sınırını ve ötekinin haklarını bilmeyen, bencil, duyarsız, empati becerisinden yoksun bir kişiliğe sürükleyen temel etkenlerden biri olduğunu düşünüyorum.

Burada korkunun sadece kendisi değil, "öğretici vasfının her alanda işe yaramaması nedeniyle, güdülerin sapmaya uğraması, ayar tutturamaması” sonucunu getirebileceğini düşünüyorum.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK