Güzel yorumlarınız için teşekkürler hocam.
kral öldü, yaşasın yeni kral ifadesini şöyle değiştirmek sizin için bir anlam ifade eder mi?
- İdeoloji(ler) öldü yaşasın bilim.
Birileri ideolojileri kutsarken, başkaları da bilimi kutsuyor.
Bu yeni olmaz ve bir şey de ifade etmez. İnsan gelişimi (yeni davranış kazanma) anlamında;
Kral öldü, yerine geçen kral da öldü, ne yapalım o zaman yaşasın en yeni kral olur.
İdeoloji(ler) öldü yaşasın bilim de bizi aynı sonuca götürür. Bu sefer bilimle başka alanların çatışması başlar (geçmişte olduğu gibi).
Bilim mutlak bir kavram değildir cümlenize katılıyorum.
İnsanı, doğayı ve evreni anlamak için bilim bugün için çok yetersiz kalıyor. Örneğin; Fen bilimleri, fizik (ötesini henüz çözemiyor) bilim. Belki,
ilim de işin içine girerse bir anlam bulacak bilim.
Bu nedenle beşeri anlamda
"insan ürünü hiçbir şeyin kutsanacak bir tarafı yok". İster ideoloji olsun ister bilim. Sosyal bilimler ilkelerini henüz oturtmuş değil çağdan çağa, toplumdan topluma değişkenlik göstermesi Fizik, matematik, kimya ve biyoloji gibi uygulanabilir olmadığının da nedeni sayılabilir. Buna dayanılarak geliştirilen çeşitli düşünce sistemlerinin
(ideolojilerin) zamane insanın sorunlarına çözüm bulmakta başarısızlığa uğradığını ve yavaş yavaş etkilerini yitireceklerini düşünüyorum. Her sistem kendini korumak zorundadır.
Bir sistemden kendini korumamasını bekleyemezsiniz.
Sistemlerin kendini koruması doğaldır. Ancak bir sistem hiçbir zaman mükemmel kabul edilmez. Zamanla insan ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde revize olması gerekir. Bir tek insan dahi zarar görüyorsa sistemin hatalarını ele almak, onarmak sistem sağlığı için de gerekir. Sistem dokunulmazdır demek; sistemin zamana (gelişen insan ihtiyaçlarına) karşı cevap veremez hale gelmesinin temel nedenidir.
Beslenemeyen bir organizma basitçe ölür.
Kapalı sistemler zamanla iç enerjilerini tüketirler. Takviye almazlarsa kendi içlerine çöküşleri kaçınılmaz olur. Soru(n) sistemi yaşatan girdilerin sağlıklı işleyip işlemediğini kontrol ve gerekirse revize edip etmemekte uygun zamanda uygun müdahale. İdeolojileri nedeniyle insanlar bu zamanı ve yeni girdi miktarı konusunda kolay kolay anlaşamıyor.
Anlaşamayan ideoloji mensupları sistemi (gücü) elde etmek için çatışmayı çözüm görüyor. Bu da sistemler için çürümenin başlangıcı. Kutsanan ideolojiler sistemlerin kurulmasında da, bozulmasında da başlıca aktör olabiliyor. Çünkü herkesin kutsalı kendine.
Sistemi revize etmek,
çağa uydurmak, bünyesindeki tüm insanların maximum faydasına işlerlik kazandırmak sistemin de kalitesini, güvenirlik, yararlılık derecesini ve ömrünü artırır. Eğitim, yönetim, hukuk, sağlık v.s hepsi için de geçerli.
Bir bireyin ihtiyacının sınırlarını söyleyebilir misiniz?
Zamana ve şartlara göre değişir. Refah düzeyi yüksel toplumlardaki birey ile açlık sınırındaki bireyin ihtiyaçlarının farklı olması, ayrıca kendini yetiştirebilmiş (Kendini ve sınırlarını bilen) insanın ihtiyaçları da farklılık gösterebilir.
Eğitimin hedeflerinden biri de ölçü gözeten (tutarlı, dengeli, isteklerinin bilincinde olan) makul insanı yetiştirmektir aynı zamanda. Makul insan, imkanlarının az veya çok olması dışında ne isteyip ne istemeyeceğinin de bilincindedir.
Bu gün koyduğunuz sınırın, yarının ihtiyacını karşılayacağını söyleyebilir misiniz?
Hayat değişimin bizzat kendisi. Değişmeyen tek şeyin değişim olduğu gerçeğinden hareketle eğitimde neden sabitlerimiz olsun ki? Teknolojik ve maddi imkanlar sınır dahilinde olabilir, bunun dışında
bireyin öğrenmesine (kendini gerçekleştirmesine) sınır getirilmesine neden gerek duyulsun ki? Henry Ford seri üretim bandı fikri için bankalardan kredi istediğinde neredeyse tüm banka müdürleri ya alay etmiş, ya da kapıdan çevirmişti. Hatta insanlar neden otomobile binme gereği duysun ki? diyenler de olmuştu. Fakat o inandı ve kendi gibi uçuk kaçık düşünen bir banka müdürü ile karşılaştı. Bugün kullandığımız ürünlerin neredeyse tamamı bu seri üretim tekniğinin geliştirilmesi sayesinde üretim maliyetinin düşmesi ile alışveriş alışkanlıklarımız dahil, sosyal ve ekonomik hayatta beklenmedik birçok değişimlere yol açtı. İş türü ve hizmet çeşitliliği arttı.
Toplumların ekonomisine, hayat tarzına yön verecek insan profillerinin nasıl olması gerektiği henüz belli değilken, şimdiden bilemeyeceğimiz için muhtemel potansiyelleri neden sınırlayalım ki? Kısaca, şunu demeye çalışıyorum; sınır konulacak alanlar var, konulmaması gereken alanlar var.
İnsan zihni, gelişimi ve bilim sınır konulmayacak bu tür alanlardandır. Yeni bir ürünü ortaya koyan herşeyden önce fikirdir. Fikir olmadan mühendis, fabrika, ekipman hiçbir şeydir. İhtiyaç olduğu halde fikir oluşmuyorsa, bunun önündeki engelleri ortadan kaldırmak için bireylerin ihtiyacına (zeka, yetenek, ilgi alanına) göre yetişmesi hayalden de öte gerekliliktir. Eğitim ortamının buna göre düzenlenmesi kendi insan (kaynağımızı)
potansiyelimizi doğru yerde kullanmak (toplum yararına) daha mantıklı bir tercih olmaz mı?
Her bireyin ihtiyacına göre düzenlenmiş bir içerik hayalcilik değil midir?
Bundan kasıt pilot olmak isteyen çocuğa hevesini gidermesi için sınıfın ortasına uçak pisti ve filosu getirecek halimiz yok elbette. Ama onun o hayalini, resimle, maketle, kompozisyonla, şiirle, müzikle canlandırmak, yeri geldiğinde bir gezi ile o sahaları gezdirmek, o işi yapan insanlarla tanıştırmak, buna dair fikirlerini olgunlaştırmak.
Seçimlerine seçenekler sunmak, kısaca hayallerini öldürmeden onu oraya ulaştırmanın bir sürü yolu mümkündür.
İlginçtir ki çocuklarda iz bırakan iş, uğraşlar yetişkinlikte de o yönde bir meslek tercihinde etkili olduğu bir çok hayat öyküsünde rastlanmış bir gerçektir. Hayallerimiz kadar varız bu evrende. Çocukların hayallerini beslemek neden hayalcilik olsun ki?
Bütün büyük kaşifler her şeyden önce kendilerini keşfetmişlerdir. Çocuklarımızın kendi iç potansiyellerini (zenginliklerini) keşfetmelerini önemsemiyoruz.
Kendi kafamızdaki mesleği, şablonu, ukdelerimizi onlara giydiriyoruz. Ben buna ruh karartma, ruh öldürme seansları diyorum.
Sipariş fikir gelişmeyeceği gibi, sipariş güzellik de olmaz. Bir davranışı, bakışı, gülüşü güzel yapan; içten, kalpten gelen özgün halidir.
Rekabetçi, yarışçı ve sınav odaklı eğitim yaklaşımı yerine bireyin yeteneklerini geliştirmeye, kapasitesini bulmaya yönelik eğitim ve öğretim her bireyin ihtiyacı olan eğitim ve öğretim ortamı sunar çok uzağa gitmeye de gerek yok kanaatindeyim.
Dünkü sistemle yetişmiş uygulayıcıların yarının insanının ihtiyaçlarını nereden bilecek / bu ihtiyaçları benimseyecek?
"Artık bilimin bulabileceği bir şey kalmadı, bilim, bu noktada tıkandı. Bulabileceğimiz her şeyi bulduk ve bize artık gerek yok."
Charles Duell (1899, Amerikan Patent Bürosu Başkanı)
Gelecekte; insan, toplum, bilim ve teknoloji için buna benzer bir ton şey söylenebilir. Şunu anlatmak için verdim bu örneği:
Hangi etken ve bileşenlerin nerede karşılaşıp ne tür yeniliklere yön vereceğini bilemeyebiliriz. Tahminler dışında kestirimlerde bulunamayız belki. Fakat o ihtimale varıldığında
potansiyelleri canlı tutmak, sınır getirilmeksizin düşünebilen bireylerin varlığını iyimserlikle desteklemek ve tabi ki hayallerine de yatırım yapmak gerekir. Gelecek öngörülerimizin sağlıklı olabilmesi için.
Bugün uygulanan programlar, dünyada eğitim alanındaki gelişmelere göre nasıl hazırlanıyorsa yine öyle hazırlanır. Mebde bu alandaki gelişmeleri takip eden, programları güncelleyen birimler var. Ayrıca her kurumda olduğu gibi, bu alanda da personel zaman zaman seminerlerle güncelleniyor (eğitim programları ve içerikleri hakkında). Neden olmasın?
Kendini tanımaktan aciz bir insanın, başkalarının kendini tanıma, keşfetme, kapasitesine ulaşmasına rehberlik düzeyinde rol edinmesi mümkün mü?
(
Değil cevabı dışında seçenek sunmayan bir soru kalıbı seçmişsiniz sanki).
"Nasıl bir insan" ile mümkünse, o insan profilini de bulmak (hazırlamak) ve topluma kazandırmak eğitim kurumunun işlevleri arasında yer alır. O konuda ben hayalci olmaktan yanayım.
"Her şey önce hayalle başlar". Bu bir tercihtir, özenli bir eğitim yaklaşımı gerektirir elbette. İstenirse yapılabilir. Rekabetçi ve yarışlı eğitimi yapabilen bunu da yapabilir.
İnsancıl olanı belirlemek için hangi kriterleri kullanacağız?
Görme, anlama yetisi
(şuur) ile donatılmış; akıl ve irade sahibi varlık olmanın hakkını verip vermediğimizi sorgulamakla
Bilim (gücünün) belirlediği kriterleri mi?
En doğru, ideal olanı bilimin dediği midir?
Bilimin bir rakibi yok mu?
Bilim gücünün belirlediği kriterler değil tabiki. Bilim emekleme çağında, kanaatimce. Ayrıca
"yeterince gelişmiş bir bilimin sihirden farkı kalmayabilir" zaman içinde. Fakat bu herşeyin bilim olduğu, bilimin ideale ulaşacağı anlamında değil, neticede uzay-zamanla sınırlı bir bilim var elimizde. Fizik kendi ötesini bilim olarak kabul etmiyor henüz.
Bilimin rakibi değil de kaynağı
(kaynağın da sahibi) var.
Kendi olabilmek etkin olmak ise, edilgene ihtiyaç ortaya çıkar.
"Sadece kendi olmak değil, ayrıca
kendini bilmek". Edilgene neden ihitiyaç olsun ki?
İki etkin;
a) Madde için bu mümkün değil, uyum zıtlıkta (olabilir)
b) İnsan için mümkün, uyum menfaatte (olabilir)
Bir de;
c) Şıkkı var (olabilir)
"Etkin etkin dünyası"Diğer bir deyişle, "benim gibi düşünmeyenler, benim gibi anlamayanlar, benim gibi sevmeyenler, benim gibi hissetmeyenler" edilgen olmalıdır.
Hayır, tam tersine etken olmasında bir sakınca görülmemeli, ben de o da sınırlarını bilecek" düzeyde olduklarından saygı devreye girer ve davet olmadıkça sınırlar ihlal edilmez. Benim doğruma tabi ol beklentisi olmayacağından çıkar ve kullanım alanı kişileri işbirliğine iter. Kişiliği gelişmemiş insanların (edilgen, yönetilebilir, kandırılabilir, kolay etki edilebilir olması) sık sık kavga etmeleri, iki kendini bilen insanın saygı ile sınırlarını bilmesinden daha olasılıklıdır. Kendini bilen insanların makulu bulmakta zorlanmayacağı gibi.
İki etkinin anlaşabilmesi zıt kutupların bir araya gelmesi olur.
(Madde için geçerli olabilir)
İnsan için geçici sürelerle (karşılıklı yararlılık, noksanlıkların tamamlanması evresi) bu da oluyor. Ne zamanki denklik sağlandı çatışma başlıyor. Çünkü çıkar birliği sözkonusu. Kısaca öküz ölür ortaklık bozulur. Nerde bozulmaz?
kalpler birbirlerini tartmadıkları sürece aynı kalırlar. Ortada bir sorun varsa kalplerin birbirlerini tartmadan kalabilmesi mümkün değil. Daha doyurucu bir cevap, Koşulsuz sevgi, feragat ve samimiyet konularında irdelenebilir. Dinimizin kaidelerinde bunun çok güzel örnekleri vardır.
Sadece madde için ele alacaksak yoğunluk farklılıkları ve çekirdek yapılarda (zıtların birliği) söz konusu (olabilir). İnsanın bir de kalbi var. İşte o ki; daima denge gözetir ve sapmayı görür.
Bir düşünür şöyle demiş
kalp gözünün gördüğü gerçek hiçbir şekilde inkar edilemez İnsani vasıflar, erdemler için kriterleri nasıl belirlediğinizi anlayamıyorum.
Biz
insanı hayvanlardan ayıran, farklı kılan temel niteliklerimiz. Örneğin; Akıl sahibi olma, varlığını idrak etme, şuurlu davranma. Eşyanın tabiatına saygı gereği, insan ilişkilerinde ölçü gözetme, adil olma, hakkaniyetli olma, dürüst davranma. Güvenilir olma, iyiniyeti suistimal etmeme. Karşılık beklemeksizin yardımlaşma, dayanışma içinde olma. Tevazu sahibi olma, etiketsiz sevebilme (sırf insan olduğu için). Bütün bunlar insanca değerler ve erdemler.
İdeolojik rakiplerin bırakın hakkaniyetli davranmasını, birbirinin yaşam hakkına bile tahammülleri yok.
Güçlüysen haklısın, ne hakkaniyet ne ölçü, bolca karşılıklı nefret dalgası ve yıkım. Maddesel gücün kutsanmasında ideolojiler birer kılıf kanaatimce...
İyi de "ETİKET" olmazsa kimin ne olduğunu nasıl bileceğiz?
Maddiyatların paylaşımında insan
a pabuçlarını ters giydirecek noktaya gelmiş iken, dereclendirmenin ne sonuçlara yol açtığını her saniye görüyoruz hayatımızda. Yaratılmış olanlar olarak dünyaya ne olarak geleceğimize
yerimizi, cinsimizi, anne-babamızı, dinimizi, ırkımızı ve ya türümüzü seçme hakkımız var mıydı? Yoktu. Zeka miktarımızı da peşin alıp gelmedik.
Bir çaba, bir idrak, bir şuur devinimi için geldiğimiz bu madde dünyasında herşeyden önce özenle
yaratılmış olmak hakkı, kişinin biricik (kendisine) armağan bu hayat üzerinde kimin söz hakkı olabilir ki? Anne baba hakkı bile bir yere kadar iken. Ben akıl ve idrak yetilerimin (şuurun) hakkını veremeyeceksem ne diye var olayım, (insan olarak) nasıl var olayım?
Neden korkuyla çocukları eğitemiyoruz?
Korku seansları bittiğinde çocuk
kendisi için çabalamaktan vazgeçebiliyor. Vaz geçmemesi için korku dozunu sürekli artırmak zorunda kalmak pek de akıllıca ve insani bir seçim olmaza gerek.
Aslında, çocuk yetiştirilirken doğal güdülerinin çoğu yanlış yaklaşımlarla sapmaya uğratıldığı için sonra düzeltilmesi zor olduğunda terbiye vasıtası olarak elimizde son araç korku oluyor. Çocukken düzgün ve bilinçli bir eğitimle korku ögesine mahkum olmadan ruhen sağlıklı bireyler de yetiştirilebilir. Eğitimin amacı da bu değil mi?
Korku insanları harekete geçiren iki unsurdan biridir. (İnsanları harekete geçiren diğer unsur umuttur.)
İnsanların korkacakları bir güç olmazsa, (fıtratları gereği) kötülükte sınır tanımazlar.
(Bazılarının insanı en tehlikeli canlı türü olarak tanımlamalarının sebebi budur.)
Korku, organizmanın normal doğası dışına çıkmasına yol açan gerilim (ya da
gerdirilmiş) hali dersek; esneme,
kopma dışında ayrıca fazla
kızarması da söz konusu olabiliyor. Stres ve bir dizi hastalık da cabası. Normalleşmesi için onca yatırım yapılarak eğitilen insanın, bilmedikleri için korkması son derece normal ama korkunun "eğitim materyaline" dönüştürülmesi anormal.
Korku; çocuklarımızın "normal"i öğrenememelerinin nedenlerinden biri.Bütün caniler, zorbalar, hilekarlar v.s... en kötüler de bu sıfatlarını hak etmeden önce masum birer çocuktu. Ne oluyorsa sonradan oluyor. Kötü ebeddiyen kötü, iyi ebediyen iyi doğmuyor. Demek ki bir şeyler noksan kalıyor ve ya yanlış yapılıyor. Bu da eğitimin temel sorunlarından biri.
Ampul örneğini ihtiyaç olunca doğa çözüm sunar tespiti olarak değerlendirmek hatalı olur.
Maddi ya da ulvi bakış açısı gibi bir (tercih yada sınır) proplemim yok. Doğal konuşma tarzım böyle. Niyetler önemlidir. Niyetimden sorumluyum. Hatırlattığınız için tekrar teşekkür ederim.