Eğitim Konuşmaları

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.799
  • 1.346
  • 2.799
# 18 Ara 2015 21:53:53
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Değişimi / gelişimi (n yönünü) gözlemleyebilmek için referans noktası olarak kullanılabilecek SABİTLERE ihtiyaç vardır.
Bu sabitlere kısaca DOĞRULAR diyoruz. :)
Doğrular değişirse, değişim  gelişme yönünde olmaz.
Lütfen eğitimdeki sabitleri değiştirmeyelim, yoksa geliştiğimizi zannederken geri kaldığımızı fark edemeyiz.

“Herşey değişmeli iddiası” yok zaten. “Bilimsel, zihinsel alanlarla ilgili gelişimin önünün açılabilmesi” diye de belirtmiştim ayrıca. “Geleneksel kültür öğelerimizin tümü (aile normlarımız, değerlerimiz v.s) de değişsin” diye bir tasarım, ya da yeni bir toplumsal mühendislik hikayesi yazmak iddiasından öte; “bireyin bilimsel verilerle, ideolojiler üstü bir düzlemde yaşamı yeniden yordama, topluma öz değer olarak bir şeyler (niteliksel gelişimle birlikte) katabilme” yönüyle daha gerçekçi, bilimsel yaklaşım ve üretkenlik yakalamak babında gelişim ve değişim…

Önceki yazılarımdaki bazı alıntılarda belirttiğim gibi;

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bireyin öğrenmesine (kendini gerçekleştirmesine) sınır getirilmesinin gereksizliği…

Toplumların ekonomisine, hayat tarzına yön verecek insan profillerinin nasıl olması gerektiği henüz belli değilken, şimdiden bilemeyeceğimiz için muhtemel potansiyelleri sınırlamanın gereksizliği…

Sınır konulabilecek, konulmayacak alanlar yönünden;

………İnsan zihni, gelişimi ve bilim sınır konulmayacak bu tür alanlardandır. Yeni bir ürünü ortaya koyan herşeyden önce fikirdir. Fikir olmadan mühendis, fabrika, ekipman hiçbir şeydir.

........Sipariş fikir gelişmeyeceği gibi, sipariş güzellik de olmaz. Bir davranışı, bakışı, gülüşü güzel yapan; içten, kalpten gelen özgün halidir.

........İhtiyaç olduğu halde fikir oluşmuyorsa, bunun önündeki engelleri ortadan kaldırmak için bireylerin ihtiyacına (zeka, yetenek, ilgi alanına) göre yetişmesi hayalden de öte gerekliliktir. Eğitim ortamının buna göre düzenlenmesi kendi insan (kaynağımızı) “potansiyelimizi doğru yerde kullanmak” gereğini…

Ben hala bu düşüncedeyim. Bundan kasıt; çocuklarımızın öne çıkan yeteneklerini değerlendirebilmek, ya da değerlendiremeyip heba etmek...

Basitçe söylemek gerekirse; doktor olabilecek birini mühendisliğe, mühendisliğe yatkın birini hukuka, hukuka yatkın birini öğretmenliğe... Bilime yatkın, meraklı olanı da rast gele bir yerlere IŞINLAMAK. Bunu da test ve yarışla yapıyoruz. (Bu ışınlama işi akıl ve yetenekle olmuyor tabiki, birkaç test sorusunu az ya da fazla tutturmakla oluyor v.s)...

Sonuç olarak potansiyelimizi (kaynağımızı) değerlendiremiyoruz.

Sebep; klasik okulda, kuru, ezber bilgi eğitimi ve en önemlisi çevre beklentisi (ebeveynlerin gelecek kaygıları nedeniyle çocukları için çizdiği meslek ve kısa vadede para eden iş...)

Onun hangi işte başarılı olup, mutlu olacağı, bunun kendisine ve topluma yansımaları genellikle söz konusu bile olmuyor. Bu yönlendirme, tespit çok az ailede mümkün olsa da, geneli bilinen soru sayısınca (IŞINLAMA SİSTEMİ) TEST ile rastgele oluyor.

Tutturamamak; Örneği kendimden vereyim de tam olsun. Test sisteminin çarkına girene kadar "Psikoloji" eğitimi almak istedim örneğin. Olanağım var mıydı? yok muydu!, az mı çalıştım, çok mu! ayrı mevzular belki. Ama bu arada yeteneğimin ne olduğunu, ne olabileceğimi bilinçli olarak bana hissettirmesi, hatırlatması gereken "OKUL, AİLE ve ÖĞRETMEN" olması gerekli değil miydi?

Ayrıca sistem ilgi alanımla beni buluşturmak şöyle dursun, yanlış bir lise, ekonomik kaygılar, ikincil, üçüncül, dördüncül... uzadıkça uzayan tercihler v.s ve tabiki "TEST ile IŞINLANMA KOMEDİSİ"

Evet, öğretmenliği seviyorum ama yeterince tanımış olsa(m/sanız) bunun dışında başka sevebilece(ğim/ğiniz) bir düzine alan da sayabilir(im/siniz). Binlerce çocuğumuzun başına bunlar da gelebiliyor açıkçası.

Ben buna kısaca; seçemiyoruz, eğitemiyoruz diyorum. "YETENEK" mi? "o da ne?" Bolca, rastgele ışınlama ya da ışınlanma.

Not: Sistem beni direk öğretmenliğe ışınlamadı, (keşke ilk başta öyle olsaydı, bu kadar emek ve zaman kaybım olmazdı hiç olmasa).

Bu yanlış ışınlama ile bir şeylerin ters gittiğini anladığımda, dümeni kırıp kendi çabamla öğretmen olmaya karar verdim. Yanlış bir lise ve fakülte eğitiminden sonra, bu yanlışın sistem hatası olduğunu tüm varlığımla ve inancımla ilan ediyorum.

Tutturmak güzel birşey, en azından ne istediğinizi bilirsiniz. Ya tutturamamak! işte bu... Bu kör nokta çocuklarımızın suçu ve günahı değil..

Rehberlik... çocuğumuza, insanımıza ciddi bir rehberlik. Günü kurtarmak ve kağıt üzerinde dört dörtlük olmak değil. Sayısal rakamlar ve veriler ise, hiç değil...

Çünkü:

"Bütün insanlar insanca yaşamayı ve mutlu olmayı hak ediyor, çocukken ne istediklerini bilmeseler de.."

Sadece ve sadece bunun için rehberlik...

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 18 Ara 2015 21:59:56
Türkiye’de öğretmenlik mesleğinin hak ettiği saygınlığı kazanması için öğretmenler neler yapabilir?

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.799
  • 1.346
  • 2.799
# 18 Ara 2015 23:14:15
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Roma imparatorluğu döneminde Colosseum denilen bir arena vardı. Bu arenada çeşitli gösteriler düzenlenirdi.
Bu gösterilerden biri de savaş esirlerini aslanlarla savaşmaya zorlamaktı.
Aslanların esirlere saldırması için gösteriden önce günlerce aç bırakılması gerekirdi.
Çünkü aç olmayan aslan saldırmazdı.

Aç bırakılan aslanların tümünün doymak için saldırması beklenir doğal olarak. Gerçi bir kısım insanı da aç bıraksak, besin de insan olsa, bunların bir kısmı “ne yapalım hayat böyle” deyip açlığını giderecek, bir kısmı da insanla beslenmenin insanca olmadığı bilinci ile aç kalıp ölmeyi yeğleyecek. Bu da ayrı bir konu tabiki…

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Çocukların hayallerini beslemek, hayalleri için mücadele isteklerini öldürmek olmaz mı?

Her istediklerini almak ve gerçek anlamda doyuma ulaşmalarını sağlamak değil, hayallerini/aday isteklerini, tasarımlarını desteklemek, gerçekleşebileceğine dair (onlar vazgeçmeden) onamak (cesaretlendirmek), ikisi farklı şeyler (kanaatimce). Çünkü her şey hayal ile başlar. 15-20 yıl sonra olabilecek bir hayat standardı için çocukları inandıracak vasıta olarak hayallerin güzel olması onların (herhangi bir şey için) açlık dürtülerini öldürmez, daha da artırır ve hayalden gerçeğe doğru aşama aşama inandırıcı olur. Açlığın kendisini değil, dürtüsünü beslemek,inandırmak.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bence çocukları aç bırakmak daha iyi olur :)

Buna ben de katılıyorum. Gerçekten çocuk aç kalmayınca yeme isteği oluşmaz. Birçok konuda çocuklarımızın sorumluluk geliştirmesini istiyorsak, beklenen davranış kazanımı için ihtiyaç hissetmesini (doğal güdülerinin harekete geçmesini sağlayacak tutum ve sabrı göstermeyi başarırsak) peşlerinden tabak kaşık koşturmak, terlik yetiştirmek, çantasını taşımak, odasını düzenlemek, görevlerini yapmayınca onun yerine strese girmekten de kurtuluruz. Yapmadığı işlerini onların yerine yaparak; sorumluluk almalarını engelleyen de, şikayet eden de, üzülen de biz oluyoruz.

Koruyucu eğitim gerçekte çocuğu korumaz, tam tersine düşük özgüven sahibi yapar. Oysa çocuklar bir an evvel büyümek (sorumluluk almak) isterler. Biz ısrarla onların büyümediklerini, çizdiğimiz sınırların dışına çıkmamaları gerektiğini hatırlattıkça onlar da bu role uygun davranırlar. Çünkü seçimler yapma, zorlukları sınama, tecrübe etme olanaklarını kullanamazlar. Bu nedenle de gelişimlerini içselleştirerek fark etmezler.

Nasıl inandırırsak öyle davranırlar. Sorumluluk hatırlattığımızda ise bunun “bizim” görevlerimiz olduğunu düşündükleri için buna bir anlam vermekte zorlanırlar ve çoğu kez de biz hatırlatmadıkça yapmazlar. Açsan yemek yersin. Üşürsen üstünü kalın giyinirsin. Bilmek istiyorsan (ihtiyaçsa) öğrenirsin. Doğanın şaşmaz bir kuralıdır.

Yaşam için seçilen yaşamı öğrenme güdülerine de sahip olarak doğar.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bu soru kalıbını kullanmayı herkese tavsiye ederim.
Tek seçenek olduğu izlenimi verecek sorular, muhatabı ORJİNAL cevaplar ÜRETMEYE zorlar.

 ???

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Verdiğiniz örnekler sanıyorum yanlış, biz bunları “melekleri” hayvanlardan ayıran, farklı kılan temel nitelikler olarak öğrenmiştik :)

 :)

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Noksan kalan şeyin ne olduğunu biliyorum ama söylemem :)

Bilgi evrenseldir, paylaşıldıkça yayılır  ;)

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 19 Ara 2015 14:03:25
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Benim belirtmek istediğim; her gerçekleşmeyen kazanım karşısında,
...
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Mesajlarınıza cevap yazarken, düşüncelerinizi NETLEŞTİRMEYE ve detaylı açıklamalar yapmanıza ZEMİN HAZIRLAMAK için kasteddiğiniz hususları anlamamış / yanlış anlamış gibi mesajlar yazdım.
Bu tür mesajlar yazmanın FAYDALI olduğuna inanıyorum, bu durumu hoşgörü ile karşılayıp, cevaplar yazdığınız için teşekkür ederim.
İlk soru ile ilgili paylaşımların yeterli olduğu kanaatindeyim.
Bu nedenle iki hususa dikkat çektikten sonra, sebocan forumdaşımızın yeni sorusu üzerinden paylaşımlarda bulunmayı tercih edeceğim.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Açlığın kendisini değil, dürtüsünü beslemek,inandırmak.
Açlığın kendisi ile dürtüsü arasındaki ayrımı yapmak / yapabilmek çok zordur.
Tecrübelerimle biliyorum ki, dürtüyü beslemek için yapılanlar çoğu zaman açlığı ortadan kaldırmaktadır.

"Yetenek" kavramı ile ne anlatılmak istenildiği çoğu zaman bir muammadır.
Kendinizle ilgili verdiğiniz örnekten hareket edersek "Psikoloji" eğitimi almak İSTEMENİZ "Psikoloji" alanında yetenekli olduğunuz anlamına gelir mi?
"Psikoloji" eğitimi aldığınızı varsayalım, bu alanda başarılı olacağınız garanti midir?
İstediğiniz için eğitimini aldığınız bir alanda başarısız olmak  sizi nasıl etkiler?
SUÇLAYACAK birilerini / bir şeyleri bulamamak kadar kötü bir durum tasavvur edemiyorum :)
SUÇLAYACAK birileri (sistem) ile kendi isteklerim arasında bir tercih yapacaksam (sistemi) SUÇLAMAYI tercih ederim :)

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 19 Ara 2015 14:10:33
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Türkiye’de öğretmenlik mesleğinin hak ettiği saygınlığı kazanması için öğretmenler neler yapabilir?
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Öncelikle sorunun "öğretmenler neler yapabilir?" kısmı için teşekkür etmek istiyorum.
Toplumumuzda yaygın davranış şekli "başkalarının" bir şeyler yapmasını beklemek şeklindedir.
ProblemleriMİZİ başkalarının çözmesini beklemek akıllıca bir davranış değildir.

Konu hakkındaki düşüncelerimi açıklamaya bir alıntı yaparak başlamak istiyorum.

1) Genel olarak Hürriyet gazetesi ekonomi sayfasındaki yazıları ile tanınan  Prof. Dr. Şükrü Kızılot'un kızkardeşi Reyhan hanımın facebook sayfasında paylaştığı bir anısı :
Alıntı
Yıllar önce ağabeyimi ziyarete gittiğim günlerden birinde, ofise genç bir delikanlı geldi.
Kapı açıldığında, ağabeyim masasından ayağa kalktı ve ceketinin düğmesini ilikleyerek kapıya doğru yürüdü.
Gelen genç adam ile bir sure ilgilendi. Ofisde başka bir bölümde konuştu. Genç adam gittiğinde,
- Ağabeyciğim kim bu genç?
dedim.
- "Öğrencim" dedi.
- Neden bu kadar ilgilendin, bir sorunu mu var dedim?
- Hayır, sorunu yok.
- Neden ayağa fırlayıp, önünü ilikleyerek karşıladın?
diye sordum.
- Dedim ya "öğrencim" dedi. Ve bana
"Gülüm, saygıyı insan kendi yaratır. BEKLEMEZ, eğer ben kendimden küçüklere ve öğrencilerime saygı ile davranmazsam. Onlardan saygıyı bekleyemem. Ben onların önünde ceketimi iliklerim ki, onlar da beni gördüklerinde saygıyı öğrenmiş olsunlar. Küçük çocuklarla asla ayakta konuşmam. Nerede olursam olayım, mutlaka eğilir onların göz seviyesinde konuşurum. Onu önemsediğimi gösteririm."
Bir ders daha almıştım ağabeyimden.

Nasıl davranırsan, öyle davranılmayı hak edersin.

Kıssadan hisse : "Öğretmenlik mesleğinin hak ettiği saygınlığı kazanması için" öğretmenlerin saygı davranışlarını BELİRGİN olarak göstermeleri gerekir.

2) Toplumumuzda genel kabul görmüş DEĞERLER mevcuttur. Bu değerlere gösterilen saygı, değerlere sahip çıkan kişiye yansır.
Örnek : Kitap okumak bir değerdir (değerlidir).  Bireyler kitaba duydukları saygıyı kitap okuyana yansıtırlar.
Öğretmenler kitap okuma alışkanlıklarını BELİRGİN olarak gösterirlerse, bireyler kitaba olan saygılarını öğretmenlere de yansıtacaklardır.

3) Bireyler "negatif" düşünce ve davranışlara karşı saygı göstermekte zorlanırlar. Her şart altında pozitif söylemlerde / davranışlarda bulunmaya özen gösterilmelidir.

4)  Başka bir konu başlığı altında yaptığım paylaşımı alıntılamayı faydalı buluyorum :
Alıntı
En çok şikayetçi olunan hususlardan biri de öğrenci ve velilerin saygısız davranışları.

Şu hususa dikkat çekmek istiyorum. Teorikte herkese saygı gösterilmesi gerektiği ifade edilir.
Pratikte insanlar kendilerinden daha üstün meziyetlere sahip insanlara saygı gösterirler.

- Ben ki, Angry Birds oyununda 3. bölüme geçmişim, 2. bölüme bile geçememiş birine saygı göstermemi nasıl bekleyebilirsiniz?
- Ben ki, Twitter'de 30 takipçi sayısına ulaşmışım, 2 tane twitim, retweet edilmiş, 10 tane takipçisi olan birine saygı göstermemi nasıl bekleyebilirsiniz?
- Ben ki, 144 saatlik bilgisayar programlama kursuna katılım belgesi sahibiyim, bilgisayar programlama hakkında zerrece bilgisi olamayan birine saygı göstermemi nasıl bekleyebilirsiniz?
- Ben ki, günde minimum 20 sayfa kitap okuyorum, günde 10 sayfa bile okumayan birine saygı göstermemi nasıl bekleyebilirsiniz?
- Ben ki, yüzlerce sayfa makale türünde yazı yazmışım, yazdığı mesajlarda yazım kurallarına bile dikkat etmeyen birine saygı göstermemi nasıl bekleyebilirsiniz?
- Ben ki, photoshop bildiğimi gösterir belge sahibiyim, photoshop programının neler yapılabildiği hakkında bilgisi olmayan birine saygı göstermemi nasıl bekleyebilirsiniz?
- Ben ki, bugüne kadar 5 tane kadar web site kurmuşum, web sitenin nsaıl kurulduğu hakkında bilgisi olmayan birine saygı göstermemi nasıl bekleyebilirsiniz?
- Ben ki, intermediate seviyesinde ingilizce bildiğimi gösterir belge sahibiyim, ingilizcenin sadece abc'sini bilen birine saygı göstermemi nasıl bekleyebilirsiniz?
vs.
Saygı göstermiyorlar denilen insanların düşüncelerinden örnekler verdim. Haksız olduklarını söyleyebilir misiniz?
Meziyetlerinizi gösterdinizde, insanlardan saygı görmeye başlarsınız.

5) "Ruhi olgunluk" kavramı ile ifade etmeye çalışacağım bir durum saygı görmekte önem taşımaktadır.
Bu kavramı "Ruhi olgunluk" durumunu YAŞAMAMIŞ olanlara anlatabilmek pek mümkün olmuyor.
Bununla birlikte "Ruhi olgunluk" durumunu yaşamak için, olmazsa olmaz diyebileceğim bir hususa vurgu yapmak istiyorum.
Bireyler (öğretmenler), anlamasalar da, sıkıcı da bulsalar (kültür) seviyelerinin üzerinde eserler okumalıdırlar.
Bu tür okumalar bireylerin "Ruhi olgunluk" kazanmalarına vesile olmaktadır.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 22 Ara 2015 11:38:28
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Türkiye’de öğretmenlik mesleğinin hak ettiği saygınlığı kazanması için öğretmenler neler yapabilir?
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Sorunun ilk bölümünün ÖNYARGI içerdiğini düşünüyorum.
Ülkemizde kime sorarsanız sorun, öğretmenlik mesleğinin (peygamber mesleği olması yönüyle) kutsal olduğunu, saygın bir meslek olduğunu söyleyecektir ve şu sözleri ekleyecektir :"Öğretmenler başımızın tacı..."
Ülkemizde BAZI öğretmenlere yapılan saygısızlıktan söz edilebilir.
BAZI kelimesi, 0,01 ile 99,99 arasındaki bir yüzdelik dilimi belirtmek için kullanılabilen bir kelimedir.
Bu yüzdelik dilimi, biraz daha kesin ifade edebilmek için şu tanımlamayı yapmak uygun olur inancındayım.
- Ülkemizde, saygı BEKLENTİSİ içindeki öğretmenlere saygısızlık yapılmaktadır. BEKLEYEREK saygı kazanılmayacağı aşikardır.
Bu vesile ile [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] linkinde açmış olduğum "Siz neyi bekliyorsunuz?" başlıklı konuya da bir gönderme yapmış olayım :)

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 22 Ara 2015 11:40:28
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Saygı, sevgi ile utanmanın bir arada bulunması durumudur.
Ülkemizde uygulanmakta olan sistem, utanmayı gelişmenin önünde bir engel olarak görmekte, bu nedenle utanma duygusunun gelişmesine  vesile olacak her şeyi ortadan kaldırmaktadır.
Bu durumun yan etkisi olarak, saygıda ortadan kalkmaktadır.

Utanmanın, gelişmeye engel olduğu hususunun ÖN YARGI olduğu kabul edilerek, utanma duygusu aktif hale getirilebilirse sevginin yaygınlaşmasına paralel olarak saygıda yaygınlaşır.

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.799
  • 1.346
  • 2.799
# 24 Ara 2015 21:25:01
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Mesajlarınıza cevap yazarken, düşüncelerinizi NETLEŞTİRMEYE ve detaylı açıklamalar yapmanıza ZEMİN HAZIRLAMAK için kasteddiğiniz hususları anlamamış / yanlış anlamış gibi mesajlar yazdım.
Bu tür mesajlar yazmanın FAYDALI olduğuna inanıyorum, bu durumu hoşgörü ile karşılayıp, cevaplar yazdığınız için teşekkür ederim.
:)

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
"Yetenek" kavramı ile ne anlatılmak istenildiği çoğu zaman bir muammadır.
Kendinizle ilgili verdiğiniz örnekten hareket edersek "Psikoloji" eğitimi almak İSTEMENİZ "Psikoloji" alanında yetenekli olduğunuz anlamına gelir mi?
"Psikoloji" eğitimi aldığınızı varsayalım, bu alanda başarılı olacağınız garanti midir?
İstediğiniz için eğitimini aldığınız bir alanda başarısız olmak  sizi nasıl etkiler?
SUÇLAYACAK birilerini / bir şeyleri bulamamak kadar kötü bir durum tasavvur edemiyorum :)
SUÇLAYACAK birileri (sistem) ile kendi isteklerim arasında bir tercih yapacaksam (sistemi) SUÇLAMAYI tercih ederim :)

Bizzat yaşamadan, bir netice için; "başarı yada başarısızlık tanısı koymak" ile ilgili kesin yargılara varmayı doğru bulmuyorum. Ayrıca "başarı ve ya başarısızlık" kişinin beklentilerine (belirlenen hedef ve kriter önceliklerine) göre değişebilen (subjektif) yorumlara dayalı değerlendirmelerdir.

Başarısızlık kimi insan için yıkıcı bir netice, kimisi için de başarıya giden yol olabilir. Neleri yapmanız gerektiğinden daha çok; neleri yapmamanız gerektiğini hatırlatırlar. Genellikle öğreticidirler. Bazen en dibe varmadan başarıya giden yolu bulmak daha zor olabilir. Hatta gerçek bir başarı için yeterince başarısızlık tatmanın faydalı olduğuna inanıyorum.

Başarının tadına varmak için, başarısızlığın acısına katlanabilmeyi; (hoş olmasa bile) pahalı bir tecrübe gibi de düşünebiliriz.

“YETENEK” konusu: En basit haliyle benim için "yetenek" bireydeki beceriler içinde belirgin, göze çarpan iş, uğraş, ürünlerdir.
Her birey yeterince çalışma ve çaba ile bazı becerilerini (netleştirerek) yetenek haline getirebilir. Ayrıca bireyde, bu yeteneğe (belirgin beceriye) ruh ve özgünlük katacak şeyler (özler) de vardır.

Herkes resim yapabilir, hatta çok çalışarak başarılı da olabilir. Ancak herkesin yaptığı resim eser değerinde görülmez. O halde özgünlük (kendine has nitelik), başka özler de barındırıyor olsa gerek ki; "bu eserin ilginç bir ruhu, tarzı var" deriz. Her şehrin, eserin veya mimari yapının bir ruhu olduğu gibi. Hani bazı eserler için "şekil olarak çok güzel ama hareket yok, ruh yok" deriz ya... Onun gibi, bir esere, olaya, olguya, iş ve ürüne "ruh katan şey" kanıtlanmış yetenek olabilir kanaatimce.

Burada yeterince çalışma ile belirgin hale gelmiş beceriye, ayrıca ruh kazandırılmış ise; "yetenek" (kanıtlanmış, tekrarlanmış başarı) sıfatını hak eder diye düşünüyorum.

Öyleyse; "yeteneği, yetenek yapan ne?" onlara bakmak lazım.

Pozitif düşünmenin yaratıcı gücünden yararlanmak... İnsanın severek, isteyerek, aşkla, şevkle, tutkuyla ve güzelliğin özünden de katarak yaptığı işte (ne olursa olsun) başarıdan başka seçeneği (bu öz çabadan dolayı) kalmaz diye düşünüyorum.

Kalır ise bunu nasıl açıklayacağız?

Bir uğraş için formaliteleri uygulamak ve ya tutkuyla, özenle, sevgi katarak yapmak arasında dağlar kadar fark bulmak mümkün.
 
“Ne yaparsan yap, aşkla yap” dedikleri gibi… Belki burası yaratımın (var olanı düzenleme anlamında) başladığı yerdir (kim bilir!). Buna neden “yetenek” demeyelim? Ressamları, mimarları, şairleri, yazarları ünlü yapan şey yarattıkları eserlerine ruh vermiş olmaları değil mi? Bir nesnede ruh varsa o nesne hareketlidir. Tersi; nesnede hareket, ruh, özgünlük yoksa o nesne neden hareket etsin ki?

"Farkı; farka yol açan hareketten fark ederiz".

Yaşam içinde ölümü resmetmek bir mimar için zor, ressam için kolay olabilir. Oysa ölüm hareketsizdir. Renklerle onu canlandıran fırça darbeleri ve detaylardaki çizgilerin, renklerin kendilerinden çok, ressamın ruh dünyası (hisleri)’dir. Bu ortaya çıkmış (yetiler toplamı) yetenektir. Eser sahibinin ruh hali neyse, nesneye de o yansır. Esere anlam katan detaylardır.

Bir eserde detay yoksa, ruhtan da özgünlükten de (değer bağlamında eserden de) bahsedemeyiz. Hislerini fırça darbeleri ile nesneye aktaran kişi; bunu ne kadar başarabilmişse, eser de o kadar fark edilecektir. Dolayısı ile eserin sahibi yetilerini kullanabildiği ölçüde becerikli (yetenekli) sayılır.

Böylece “yeteneği”; içten, ruhtan beslenen becerilerin iş, uğraş, eylem ve ürüne dönüştürme yetileri demek de mümkün. Gerçi hep dıştan form verilen, şekillenen bireyde iç güzelliklerinin (duygu, düşünce, his dünyasının) sanatsal beceriler olarak dışa yansıması beklenemez. Çünkü üzeri kapatılır, bastırılır. Şairler, yazarlar, ressamlar boşuna “sanat biraz da yürek işi” dememişler. Hepsinin dönüp, dolaşıp bu işin harcının, mayasının, öz suyunun kalpte üretildiğini işaret etmeleri tesadüf olabilir mi?

Kısaca şunu belirtmek istiyorum; İnsanın severek, şevkle, tutkuyla yaptığı işte daha çok başarılı olma olasılığı, sınav sisteminin test ile rastgele ışınladığı işlerde başarılı olma olasılığından daha yüksek olması akla yatkındır. Tersi; negatif düşünce çokluğu ile başarılı olunabilir mi? sorusunun cevabını verir. Pozitif düşünme olasılığını baştan elediğimiz için sonuç zaten başarısız olmak çıkar. Çünkü fizik boşluk kabul etmez. Ya ötesi…

Neden korkularımıza teslim olalım ki?

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 27 Ara 2015 16:47:34
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
“YETENEK” konusu: En basit haliyle benim için "yetenek" bireydeki beceriler içinde belirgin, göze çarpan iş, uğraş, ürünlerdir.

Kavramlar için "kendinize göre" tanımlamalar yapmayı tercih ediyorsunuz.
Düşüncelerimi açıklarken, toplumun büyük çoğunluğunun kabul ettiği / edebileceği tanımlamalardan hareket etmeyi tercih ediyorum.
Resim konusundaki örneğinizi kullanarak "yetenek" ile ilgili düşüncenizi irdelemek istiyorum.
Aşağıda biri Pablo Picasso'ya, diğeri 5. sınıf öğrencisine ait iki resim paylaşıyorum.
(Karıştırılmasın diye altlarında resimlerin kimlere ait olduğunu belirttim :) )

Bildiğiniz gibi resim otoriteleri(?) Pablo Picasso'nun resim konusunda yetenekli olduğunu söylemektedirler.
Yağmur'un annesi de çocuğunun ressam olarak doğduğunu söylemektedir.
Bana sorarsanız ikisinde de resim yeteneği yok :)
Biraz uğraşsam ben bile onlardan güzel resim yaparım.
Sizce bu resimlere  "ruh" katılmış mıdır?
Eğer bu resimlerde "ruh" varsa, ben de ruh yok demektir :)

Ruh dediğiniz şey eserde midir? Görende midir?
Bazı insanların ruhu Pablo Picasso'nun eserine bakınca etkilenir, bazı insanlarda Yağmur'un resmine bakınca etkilenir.
Farklı bir deyişle ruh eserde değil, eseri görendedir. Kişi eserde kendi yansımasını görür.

Siz istediğiniz kadar,  severek, isteyerek, aşkla, şevkle, tutkuyla ve her türlü şeyle harmanlayarak yapın "ruh" görmedikçe (fark etmedikçe) yaptıklarınız anlamsızdır.
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Tersi; negatif düşünce çokluğu ile başarılı olunabilir mi? sorusunun cevabını verir.
Pozitif düşünme olasılığını baştan elediğimiz için sonuç zaten başarısız olmak çıkar. Çünkü fizik boşluk kabul etmez. Ya ötesi…

Sınav sistemi kullanılarak oluşturulan yeteneklerin "negatif düşünce çokluğu" nedeniyle başarısızlığa mahkum olarak göstermişsiniz.
Teorik olarak düşünüldüğünde doğru bir yaklaşımdır.
Bununla birlikte pratikte sonuç çoğunlukla farklı oluyor.

Üniversitelerimizin ilk sınıflarında öğrencilerdeki isteksizlik (tembellik) büyük problemlere sebep olmaktadır.
Öğrenciler son sınıflara gelince, biran önce bitirelim de kurtulalım duygu ve düşüncesinden hareketle ÖĞRENME konusunda gayrete gelmektedirler.
Bu aşamada çoğunlukla yetenek oluşmakta ve  "negatif düşünceler, pozitife dönmektedir."
Öğrencilerdeki isteksizlik (negatif düşünceler) öğrenmenin zorluğundan kaynaklanmaktadır.
Zor kısım atlatılıp, öğrenmeye başlayınca, öğrenmenin verdiği zevk pozitif düşünceleri oluşturmaktadır.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Neden korkularımıza teslim olalım ki?
Teslim olmaktaki iç huzuru hiç yaşamamışsınız sanıyorum :)

Derler ki,korkunun sahibine teslim olursanız huzurdan başka  şey hissetmezsiniz :)

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.799
  • 1.346
  • 2.799
# 02 Oca 2016 18:53:53
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Kavramlar için "kendinize göre" tanımlamalar yapmayı tercih ediyorsunuz.
Düşüncelerimi açıklarken, toplumun büyük çoğunluğunun kabul ettiği / edebileceği tanımlamalardan hareket etmeyi tercih ediyorum.

Ben beni konuşturmasam, başkalarına ait düşüncelerle nasıl ben olurum? Ben böyle düşünüyorum ve bundan hiç rahatsız olmuyorum. Düşünme konusunda kendime bir sınır koymadım, yeri geldiğinde ben de genel kabul görmüş tanımları kullanırım.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bildiğiniz gibi resim otoriteleri(?) Pablo Picasso'nun resim konusunda yetenekli olduğunu söylemektedirler.

Yüzyılı aşkın bir zaman önce doğmuş, milyonlarca hayranı olmuş bir ressamın eserleri günümüze kalmışsa; ve hala beğenenleri varsa; yetenekten ve de onu anlayıp onure eden insanlara saygı duymak gerekir düşüncesindeyim.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Yağmur'un annesi de çocuğunun ressam olarak doğduğunu söylemektedir.
Bana sorarsanız ikisinde de resim yeteneği yok :)
Biraz uğraşsam ben bile onlardan güzel resim yaparım.
Sizce bu resimlere  "ruh" katılmış mıdır?
Eğer bu resimlerde "ruh" varsa, ben de ruh yok demektir :)

Yağmur'un annesinin ümitlerini, Yağmur’un da özgüvenini yıkmamak yerinde olur. Çünkü çalışa çalışa bazı becerilerde yetkinlik (ustalık düzeyinde yetenek) kazanılabilir. Annesinden önce Yağmur’un da buna inanması gerekir.  :)

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Ruh dediğiniz şey eserde midir? Görende midir?
Bazı insanların ruhu Pablo Picasso'nun eserine bakınca etkilenir, bazı insanlarda Yağmur'un resmine bakınca etkilenir.

Yapanda ruh varsa esere de yansır, yok ise; gören istediği kadar baksın ne görebilir ki? Ruhların olgunluk düzeyi farklı olursa, bakış açısı da değişir, buna katılırım. Güzellik, estetik kavramı da öyle, kişiden kişiye, kültürden kültüre farklılık olabilir, bu gayet doğal bir şey.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Farklı bir deyişle ruh eserde değil, eseri görendedir. Kişi eserde kendi yansımasını görür.

Eserde ruh yoksa gören ne görsün?
Eserde ruh var da bakan da yoksa eser ne yapsın?
Eseri yapanda ruh yoksa bakan ne görsün?
Yapanda ve bakanda ruh yoksa eser ne yapsın?
Eseri yapanda ve eserde ruh var da bakanda yoksa ikisi ne desin?  :)

Sanırım her üç etkende de ruh yoksa, (ortada eser de olmayacağından) sorun hepten çözülür.  ;)

Demek ki bir şeyin “eser” olarak görülebilmesi için yapılması yetmiyor. Birçok etkenin bir araya gelmesi gerekiyor. Yapanın da bakanın da göstermek ve görmek için belli bir ruh olgunluğuna erişmesi gerekiyor.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Siz istediğiniz kadar,  severek, isteyerek, aşkla, şevkle, tutkuyla ve her türlü şeyle harmanlayarak yapın "ruh" görmedikçe (fark etmedikçe) yaptıklarınız anlamsızdır.

İnsanlar eserlerini, ürünlerini yapabiliyorlarsa ortaya koyarlar, her şeyden önce kendilerini ifade etmek, anlatmak için. Görülür, görülmez o ayrı konu. Sipariş usulu fikir gelişmeyeceği gibi, sanat da olmaz zaten. Biraz da insanın içinden gelmeli. "Sanat için sanat, toplum için sanat ve ya insan için sanat" tartışmalarını sanata gönül vermiş insanlara bıraksak galiba daha doğru olur kanısındayım.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Sınav sistemi kullanılarak oluşturulan yeteneklerin "negatif düşünce çokluğu" nedeniyle başarısızlığa mahkum olarak göstermişsiniz.

Böyle bir iddiada bulunmuyorum. Tam olarak belirtmek istediğim; "bireyin kendi ilgi ve yeteneklerine yönlendirilmesi halinde, alanında başarı oranı artar. Birey daha mutlu ve üretken olabilir, yetenekler de değerlendirilmiş olur. Böylece insan kaynağımızı daha verimli hale getirebiliriz" noktasından bakabilmekti...

Elbetteki başlangıçta bilinçli tercih yapmadığımız bir alanda sonradan çalışarak, o alanla ilgili yetkinleşerek, onu sevme, benimsemek de mümkündür.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Teslim olmaktaki iç huzuru hiç yaşamamışsınız sanıyorum :)

Onu kast etmemiştim ama madem sanıyorsunuz; açıklayayım:

Hayatı olduğu gibi kabullenmek hususunda, ben gayet huzurluyum.  :)

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Derler ki,korkunun sahibine teslim olursanız huzurdan başka  şey hissetmezsiniz :)

Akıl ve irade bağış edilmiş şuurlu varlıklar olarak, korkunun gerçek sahibinin de böyle düşündüğünü... Korkudan çok, idrak ile, tefekkür ile kendisine giden yolu bulmamızı istediğini düşünüyorum. Arınma konusunda kapasitemize ulaşmamızı da özellikle bizden kendi iyiliğimiz için istediğini zan ediyorum.

Yanlış yapıp yapmadığını bilmeyen, sorgulamayan, akıl ve iradesinin hakkını (bilip de) vermeyen korksun.  :)

Teslimiyet konusunda bizler kendimiz ya da başkaları için iddiada bulunamayız, (iyi yönde) olduğuna dair ümit ederiz. Kim teslim, kim kaçak; kesin gerçeği yalnızca matrix’in sahibi bilir.

Siz bir insan olarak, “insanların sizi korktukları için sevdiğini, saygı duyduğunu bilmek, görmek” ister miydiniz?  ;)

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 04 Oca 2016 15:44:54
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Yapmadığım/yapamadığım şeyleri, başkalarının yaptığını görünce yadırgıyorum. Bu nedenle kavramlar için yaptığınız tanımlar çok dikkatimi çekiyor.
Kavramlar için "kendinize göre" tanımlamalar yapmayı tercih ediyorsunuz." cümlesi tercihinize saygı duyuyorum anlamındadır.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Yapanda ruh varsa esere de yansır, yok ise; gören istediği kadar baksın ne görebilir ki?

Bu soruya cevap olarak önceki mesajımda "Farklı bir deyişle ruh eserde değil, eseri görendedir. Kişi eserde kendi yansımasını görür." cümlesini kullanmıştım.
Cümle gözünüzden kaçmış olabilir veya anlaşılır bir cümle olmamış olabilir.
Konunun önemine istinaden cümleyi bir örnekle açıklamayı uygun görüyorum.

Çok güzel hareketler bunlar, CMYLMZ gibi yapımlardan izlediğiniz bölümler oldu mu bilmiyorum.
Ülkemizin değerli sanatçılarının (?)  yer aldığı bu yapımlarda ağırlıklı olarak kadın - erkek, insan - toplum iletişimi konuları işlenir.
Konular işlenirken, saygı diye bir kavramın olmadığı varsayılır.
Toplumun bir kısmı bu programları beğeni ile izler.
Çünkü toplumun bu kısmının ruh odak noktası, kadın - erkek, insan - toplumdur.
Farklı bir şekilde söylersek, odaklandıkları / odaklanabildikleri husus karşı cinstir. 
Ruhlarını, bu odak noktasına göre eğitmektedirler. Bu nedenle bu tür yapımları beğeni ile izlemektedirler.

Odak noktaları farklı olan kişiler, örneğin benim gibi odak noktaları ahiret olanlar bu tür yapımları izlemekten rahatsız olurlar.
Ortaya konan eserin içeriğindeki SANATI göremezler.
Benzer şekilde odak noktası karşı cins olanlarda, ahirete yönelik yapımların  içeriğindeki SANATI göremezler.

Kişinin ruhu hangi hususa odaklanıyorsa, ruhunu o yönde eğitiyor ve o yöndeki eserlerde SANAT görüyor.   
İşin ironik tarafı çoğu kimse ruhunun odak noktasının ne olduğunun FARKINDA DEĞİLDİR.
Elimden geldiği kadar insanların ruhlarının odak noktasının ne olduğunun FARKINA varmalarını sağlamaya çalışıyorum.

İnanıyorum ki (ve gözlemliyorum ki), ruh odak noktalarının karşı cins olduğunun farkına varanlar, odak noktalarını değiştirmeyi tercih etmektedirler.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Onu kast etmemiştim...
Sizin kasteddiklerinize göre yorum yazarsam, zihin egzersizi yapmanız mümkün olmaz :)

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Akıl ve irade bağış edilmiş şuurlu varlıklar olarak, korkunun gerçek sahibinin de böyle düşündüğünü... Korkudan çok, idrak ile, tefekkür ile kendisine giden yolu bulmamızı istediğini düşünüyorum.
Aşağıdaki ayet mealinin cümlenizdeki ironiyi fark etmenize vesile olacağını umuyorum.

FÂTIR Suresi 28. ayet meali :
İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.

Tefekkür ederek idrak etmeye başladığınızda "korku" kendiliğinden ortaya çıkıyor. :)

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Yanlış yapıp yapmadığını bilmeyen, sorgulamayan, akıl ve iradesinin hakkını (bilip de) vermeyen korksun.  :)

Aciz olduğumuz için akıl ve irademizin hakkını vermemiz hemen hemen hiç bir zaman mümkün olmayacaktır.
Korkumuzun sebebi, akıl ve irademizin hakkını veremiyor olmamızdır. Akıl ve irademizin hakkını verebilsek, yaratanın karşına başımız dik, alnımız ak çıkabiliriz.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Siz bir insan olarak, “insanların sizi korktukları için sevdiğini, saygı duyduğunu bilmek, görmek” ister miydiniz?  ;)

İnsanlar, genelde insanı, özelde beni tanısalar zaten korkarlar. İnsanın mahiyeti tam olarak bilinmediği / bilinemediği için korkmuyorlar.
Şu çarpıcı örneği vermek isterim. Bir yaşındaki bir çocuğun yanına, buldog köpeğini veya zehirli bir yılanı koyun hiç korkmaz.
Buldog köpeğiyle, zehirli yılanla oynamaya çalışır.
Aynı şeyi bir yetişkin yapmakta zorlanır. Çünkü bu tür canlıları tanır ve ne kadar tehlikeli olabildiklerini bilir.

Korkmak istemiyorsanız, kimseyi tanımaya çalışmayın. :)

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 04 Oca 2016 22:36:45
• Çocuğunuz;

– Varsın, bir çivi bile çakamasın…ama, dersleri iyi olsun.
– Varsın, omuzlarda cenaze taşıyanlara bön bön baksın…ama, matematiği düzgün olsun.
– Varsın, evin çalan telefonuna cevap veremesin…ama, notları yüksek olsun.
– Varsın, eve gelen misafirlerinizle üç kelime konuşamasın…ama, fen lisesine gitmiş olsun.
– Varsın, ağlayan bir çocuk görünce ona gülsün…ama, sınıfın birincisi olsun.
– Varsın,kendisinin fazladan harçlığı olduğu halde; kantinden simit alamayan çocuklarla alay etsin…ama, öğretmenlerinin gözdesi olsun.
– Varsın, başını okşayıp hatırını soran bir yetişkine dönüp; “ Ya siz nasılsınız efendim…” diyemesin…ama, yabancı dili mükemmel olsun.
– Varsın, oyun arkadaşları olmasın…ama, sınavlarda “on” çeksin.
– Varsın;
– Taziye nedir,bilmesin,
– Başın sağ olsun ne demek, anlamasın,
– Geçmiş olsun kime denir,niçin denir, haberi olmasın,
– Uğurlar olsun, ne anlama gelir farkında olmasın,
– Ama… karneleri süper olsun.
– Evet…varsın, tek dostu olmasın…ama, iyi gelir getiren bir mesleği olsun…öyle mi…

• Bu çocuğu bu hale nasıl mı getirdiniz:
– Bandı üç ay geriye sararak, çocuğunuzla “nelerden ibaret” olan iletişiminizi dinlemek ister misiniz;
– “Oğlum, çıkar üstünü-başını…doğru derslerinin başına…
– Kızım, öğrenemedin gitti şu işi…hafta içi sokak-mokak yasak…
– Ne gezmesi…sen önce ödevlerini bitir.
– Oyun mu…gelmeyeyim yanına…
– Geçen dönemin berbat karnesini unuttuğumu sanma…
– Birazdan tek tek bakacağım ödevlerine…
– Yavrum, bıktım ama her akşam ders çalış demekten…
– Şu odanın hali ne küçük bey…
– Hayır efendim…siz de ana-baba olunca her akşam bol bol televizyon izlersiniz…
– Haftaya veli toplantısı var biliyorsun değil mi küçük hanım…
– Çocuklar…kesin şamatayı da elime sopa almayayım…

• Çocuğunuzla bilmem ama,bu tarzınızla kimseyle iletişim kuramazsınız.

• Mesela, çocuğunuz hakkında şunları hiç merak ettiniz mi:
– Elinin neye yatkın olduğunu,
– Gönlünün neler arzuladığını,
– Dilinin neye uyumlu olduğunu,
– Gözlerinin zevkini,
– Hangi oyunlardan hoşlandığını,
– Neleri “merak” ettiğini,
– Arkadaşları ile en çok hangi oyunları oynadıklarını,
– Hangi oyunlarda başarılı olduğunu,
– Futbolla ilgisini, basketle arasını, satrançla havasını…hiç merak ettiniz mi acaba.
– Bisiklet sürmeyi öğrenip öğrenmediğini,
– Resim dersiyle ilgisini,
– Müzikle arasını…hiç mi sormadınız…

• Öyleyse çocuğunuzla:
– Ayağı yere basan bir iletişim kuramazsınız.
– Her sözünüze tepkili olması,
– Lafı ağzınıza tıkaması,
– Bazen de sizi terslemesi,
– Hayallerinizin suya düşmesi…hep bundandır…canım kardeşim.

ÜSTÜN DÖKMEN

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.799
  • 1.346
  • 2.799
# 09 Oca 2016 13:10:02
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Yapmadığım/yapamadığım şeyleri, başkalarının yaptığını görünce yadırgıyorum. Bu nedenle kavramlar için yaptığınız tanımlar çok dikkatimi çekiyor.
Kavramlar için "kendinize göre" tanımlamalar yapmayı tercih ediyorsunuz." cümlesi tercihinize saygı duyuyorum anlamındadır.

Teşekkür ederim. :)

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bu soruya cevap olarak önceki mesajımda "Farklı bir deyişle ruh eserde değil, eseri görendedir. Kişi eserde kendi yansımasını görür." cümlesini kullanmıştım.
Cümle gözünüzden kaçmış olabilir veya anlaşılır bir cümle olmamış olabilir.
Konunun önemine istinaden cümleyi bir örnekle açıklamayı uygun görüyorum.

Çok güzel hareketler bunlar, CMYLMZ gibi yapımlardan izlediğiniz bölümler oldu mu bilmiyorum.
Ülkemizin değerli sanatçılarının (?)  yer aldığı bu yapımlarda ağırlıklı olarak kadın - erkek, insan - toplum iletişimi konuları işlenir.
Konular işlenirken, saygı diye bir kavramın olmadığı varsayılır.
Toplumun bir kısmı bu programları beğeni ile izler.
Çünkü toplumun bu kısmının ruh odak noktası, kadın - erkek, insan - toplumdur.
Farklı bir şekilde söylersek, odaklandıkları / odaklanabildikleri husus karşı cinstir. 
Ruhlarını, bu odak noktasına göre eğitmektedirler. Bu nedenle bu tür yapımları beğeni ile izlemektedirler.

Odak noktaları farklı olan kişiler, örneğin benim gibi odak noktaları ahiret olanlar bu tür yapımları izlemekten rahatsız olurlar.
Ortaya konan eserin içeriğindeki SANATI göremezler.
Benzer şekilde odak noktası karşı cins olanlarda, ahirete yönelik yapımların  içeriğindeki SANATI göremezler.

Kişinin ruhu hangi hususa odaklanıyorsa, ruhunu o yönde eğitiyor ve o yöndeki eserlerde SANAT görüyor.   
İşin ironik tarafı çoğu kimse ruhunun odak noktasının ne olduğunun FARKINDA DEĞİLDİR.
Elimden geldiği kadar insanların ruhlarının odak noktasının ne olduğunun FARKINA varmalarını sağlamaya çalışıyorum.

İnanıyorum ki (ve gözlemliyorum ki), ruh odak noktalarının karşı cins olduğunun farkına varanlar, odak noktalarını değiştirmeyi tercih etmektedirler.

Kişi aradığını (odaklandığını) bulur. Bu bir çeşit mutlu olma yolu, doğal bir eğilim… Kişi aradığını bulduğunda her şey yeniden başlar. Bu sefer aradığının ne olduğunu sorgulamaya başlar. Bu da ruhsal gelişim yönünden yeni bir aşama sadece.

Öğrenilen, yaşanılan tecrübelerin tümü bir sonraki öğrenmeler için araçsallık vasfı görür. Ruhların olgunlaşması için bu da gereklidir. Yolculuk, arayış hiç bitmez.

Her şey aynı yerde tasarlanmış (roller verilmiş) ise; bizdeki anlamları orada geçerli olmayabilir. Bu idrak için bir sınama da olabilir. Seçmek (imtihan sırrı gereği her şey yeterince maddesel gerçekliğe uygun olmalıydı ve öyle de oluyor) ve kaderini belirlemek konusunda kişi kendisinden sorumludur. Seçimlerimiz kaderimizi belirler. Son derece adil bir sistem kurgusu…

Hata yapmadan, düşmeden, kalkmadan doğruyu bulma, gerçeği sınama olanağımız yok.

İnsan durup dururken gerçeğin peşine neden düşsün ki?

Sır içinde sır gibi. Gerçeklik muazzam bir çekim gücüne sahip.

Yeni bir ironiye yol açmadan burada susayım en iyisi… :)


[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Aşağıdaki ayet mealinin cümlenizdeki ironiyi fark etmenize vesile olacağını umuyorum.

FÂTIR Suresi 28. ayet meali :
İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.

Tefekkür ederek idrak etmeye başladığınızda "korku" kendiliğinden ortaya çıkıyor. :)

İroniyi fark etmek yeni bir ironiye yol açmaz mı?

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Aciz olduğumuz için akıl ve irademizin hakkını vermemiz hemen hemen hiç bir zaman mümkün olmayacaktır.
Korkumuzun sebebi, akıl ve irademizin hakkını veremiyor olmamızdır. Akıl ve irademizin hakkını verebilsek, yaratanın karşına başımız dik, alnımız ak çıkabiliriz.

Ruh ve bilinç olan bitenin farkındadır. Her şey niyetle başlar. Kişi niyetinden sorumludur. Bu (yol güvenliği için) hem teselli, hem de sorumluluk.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 10 Oca 2016 16:55:19
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Yeni bir ironiye yol açmadan burada susayım en iyisi… :)
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Konuyu tartışmaya devam edersek forumdaşlarımız akıl sağlığımızdan şüphe etmeye başlayacaklar. :)
Konu hakkında yaptığınız açıklamalar için teşekkür ederim. İnşallah başka konuları da böyle detaylı tartışmak mümkün olur.
Saygılarımla...

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.799
  • 1.346
  • 2.799
# 17 Oca 2016 15:58:14
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Konuyu tartışmaya devam edersek forumdaşlarımız akıl sağlığımızdan şüphe etmeye başlayacaklar. :)

 ;D

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Konu hakkında yaptığınız açıklamalar için teşekkür ederim. İnşallah başka konuları da böyle detaylı tartışmak mümkün olur.
Saygılarımla...

Ben de aynı şekilde size teşekkür ederim. Kendi adıma bu fikir alışverişini gayet faydalı buldum. Düşüncelerimi ayrıntılı olarak açıklamama vesile olan güzel sorularınız için ayrıca teşekkür ederim.
Saygılar hocam…

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK