EL-ALÎM (Esma'ül Hüsna)
Ezelî ilmiyle, büyük-küçük, mümkün-muhal, gizli-aşikâr her şeyi bilen.
İlmi, yaratılmış ve yaratılmamış her şeyi birlikte ihata eden (kaplayan, içine alan).
Doğu da Allahındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allahın vechi (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, Vâsidir (rahmeti ve kudreti genişdir), Alîmdir. (Bakara Sûresi, 2/115)
Allahın zâtı hiçbir mahlukuna benzemediği gibi ilmi de mahluk ilmine benzemez. Ezelî ilim ancak Onundur ve Ona mahsustur. Olmuş ve olacak her şey Onun ilminde daima hazırdır.
Evveli ve âhiri olan ve her şeyi sonradan öğrenen insanoğlu, bu dar, kısıtlı ve sınırlı ilmiyle, Allahın ezelî ilminin varlığını bilse de hakikatini bilemez.
İnsanın, iradesi gibi düşünmesi ve hatırlaması da cüzîdir. Bir anda iki şey düşünemez ve hatırlayamaz. Allahın ilmi ise küllîdir, her şeyi birlikte bilir; mutlaktır, hiçbir kayıt altına girmez ve muhittir, her şeyi içine alır, ihata eder.
Bu hakikat, Nur Külliyatı'nda güneş misaliyle çok güzel açıklanır:
Güneşin ziyası hangi sahaları kaplıyorsa, o sahadaki bütün varlıkları birlikte görür, hepsini beraber bilir ve her biriyle aynı anda beraber ilgilenir. Burada sıraya koyma söz konusu değildir. Güneşi şuurlu farz etsek ve ziyasına ilim desek, güneş bütün çiçekleri, ağaçları, yaprakları, otları, karıncaları, insanları ve daha nice varlıkları bir anda ve beraber bilir. Onun bilmesinde az-çok, büyük-küçük fark etmez.
Yine Nur Külliyatında ilim konusunda enteresan bir ifade yer alır: Fiilen bilmek.
Yaratan bilmez olur mu? O, Latîf ve Habîrdir.(Mülk Sûresi, 67/14) âyet-i kerîmesi, bu fiilen bilmeyi ders veriyor.
Bir misal: Selimiye camiinin mimarî özelliklerini biz de biliriz, Mimar Sinan da. Ama, onun bilmesi fiilîdir. O, Selimiyenin minarelerini yapar, kubbesini çatarken, ilmiyle kudreti birlikte çalışmıştır. Bizim aynı şeyleri bilmemiz ise bundan çok farklıdır. Bizimkinde, yapılmış olanı sonradan öğrenme söz konusudur.
Her şeyi bilerek ve hikmetle yaratan Allahın, eşya hakkındaki ilmi fiilî bir ilimdir, mahlukatın ilmine benzemez.
İnsan kendisine ihsan edilen o cüzî ilmiyle Allahın Alîm ismini tanır. Her şeyin ilimle vücut bulduğunu, hikmetli ve mânâlı yaratıldığını anlar. Bir hayvan, kendi iç organlarından bile haberdar değilken, insanın bu kadar geniş bir sahada ilmiyle dolaşması, onun için büyük bir şereftir. Arzın halifesi olan insan, kendini okuduğu gibi, kendini okumaktan aciz mahlukları da okumakla vazifelidir.
Hadis-i şerifte, bir saat tefekkürün bin yıl nafile ibadetten hayırlı olduğu haber verilerek, ilmin bu ulvî şerefi nazarımıza sunulur. Bu şerefi hiçe sayarcasına, akıllarını sadece dünya menfaatlerini temin ve nefsin arzularını tatmin için sarf eden insanlar ne kadar zarardadırlar!?...
EL-ALÎM (Esma'ül Hüsna)
Ezelî ilmiyle, büyük-küçük, mümkün-muhal, gizli-aşikâr her şeyi bilen.
İlmi, yaratılmış ve yaratılmamış her şeyi birlikte ihata eden (kaplayan, içine alan).
Doğu da Allahındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allahın vechi (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, Vâsidir (rahmeti ve kudreti genişdir), Alîmdir. (Bakara Sûresi, 2/115)
Allahın zâtı hiçbir mahlukuna benzemediği gibi ilmi de mahluk ilmine benzemez. Ezelî ilim ancak Onundur ve Ona mahsustur. Olmuş ve olacak her şey Onun ilminde daima hazırdır.
Evveli ve âhiri olan ve her şeyi sonradan öğrenen insanoğlu, bu dar, kısıtlı ve sınırlı ilmiyle, Allahın ezelî ilminin varlığını bilse de hakikatini bilemez.
İnsanın, iradesi gibi düşünmesi ve hatırlaması da cüzîdir. Bir anda iki şey düşünemez ve hatırlayamaz. Allahın ilmi ise küllîdir, her şeyi birlikte bilir; mutlaktır, hiçbir kayıt altına girmez ve muhittir, her şeyi içine alır, ihata eder.
Bu hakikat, Nur Külliyatı'nda güneş misaliyle çok güzel açıklanır:
Güneşin ziyası hangi sahaları kaplıyorsa, o sahadaki bütün varlıkları birlikte görür, hepsini beraber bilir ve her biriyle aynı anda beraber ilgilenir. Burada sıraya koyma söz konusu değildir. Güneşi şuurlu farz etsek ve ziyasına ilim desek, güneş bütün çiçekleri, ağaçları, yaprakları, otları, karıncaları, insanları ve daha nice varlıkları bir anda ve beraber bilir. Onun bilmesinde az-çok, büyük-küçük fark etmez.
Yine Nur Külliyatında ilim konusunda enteresan bir ifade yer alır: Fiilen bilmek.
Yaratan bilmez olur mu? O, Latîf ve Habîrdir.(Mülk Sûresi, 67/14) âyet-i kerîmesi, bu fiilen bilmeyi ders veriyor.
Bir misal: Selimiye camiinin mimarî özelliklerini biz de biliriz, Mimar Sinan da. Ama, onun bilmesi fiilîdir. O, Selimiyenin minarelerini yapar, kubbesini çatarken, ilmiyle kudreti birlikte çalışmıştır. Bizim aynı şeyleri bilmemiz ise bundan çok farklıdır. Bizimkinde, yapılmış olanı sonradan öğrenme söz konusudur.
Her şeyi bilerek ve hikmetle yaratan Allahın, eşya hakkındaki ilmi fiilî bir ilimdir, mahlukatın ilmine benzemez.
İnsan kendisine ihsan edilen o cüzî ilmiyle Allahın Alîm ismini tanır. Her şeyin ilimle vücut bulduğunu, hikmetli ve mânâlı yaratıldığını anlar. Bir hayvan, kendi iç organlarından bile haberdar değilken, insanın bu kadar geniş bir sahada ilmiyle dolaşması, onun için büyük bir şereftir. Arzın halifesi olan insan, kendini okuduğu gibi, kendini okumaktan aciz mahlukları da okumakla vazifelidir.
Hadis-i şerifte, bir saat tefekkürün bin yıl nafile ibadetten hayırlı olduğu haber verilerek, ilmin bu ulvî şerefi nazarımıza sunulur. Bu şerefi hiçe sayarcasına, akıllarını sadece dünya menfaatlerini temin ve nefsin arzularını tatmin için sarf eden insanlar ne kadar zarardadırlar!?...
BeğenBeğen · · Paylaş · 28937
Sorularla İslamiyet
43 dk. ·
Onu böylesine sevimli yaratan kim?
Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. (Enfal-22. ayet)
Onu böylesine sevimli yaratan kim?
Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. (Enfal-22. ayet)