Kafa Karıştıran Kelimeler

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
03 Tem 2016 14:11:42
Kafa Karıştıran Kelimeler

Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Kafa Karıştıran Kelimeler isimli eser Milli Eğitim Bakanlığının 2016 yaz semineri için öğretmenlere tavsiye ettiği kitaplardan biridir.
Kitabın yazarı Rasim Özdenören kitabını şu cümleler ile tanıtıyor :

Bu kitap aslında müslümanca düşünmenin, düşünebilmenin bir başka veçhesine ışık tutma niyetini taşıyor; kullandığımız kelimelerin, kavramların üzerinde yeterli bir tasarruf sahibi olmadıkça ortaya çıkabilecek müessif hataların ve karışıklıkların önlenemiyeceğine işaret ediyor.
Kitapta yer alan yazıların, tümüyle, bize bir düşünme yöntemi teklif ettiği kanısını taşıyorum.


Kitap şu beş bölümden oluşuyor :
  • KAVRAMLAR ÇEVRESİNDE
  • HAKİKATİN AKILLA KAVRANMASI
  • BİLİM VE İRFAN ÇEVRESİNDE
  • KÜLTÜR OLARAK DİN YA DA DİNE AİT KÜLTÜR
  • TARİHSEL VE SİYASAL ÇERÇEVE

Kitaptan paylaşayacağım cümlelerin "düşünme yöntemi" ni anlamaya imkan vermesi umut ediyorum.
 
Rasim Özdenören'in Kafa Karıştıran Kelimeler isimli eserinden alıntılar :
KAVRAMLAR ÇEVRESİNDE Bölümü :

Andığımız Osmanlı edipleri aslında «Batı'nın ilmini, medeniyetini alalım» derlerken, öyle sanıyorum ki, ilim, medeniyet gibi kavramlar hakkında da oldukça müphem, hatta safiyâne duygular içindeydiler.
İslâm'da övülen ilmin, Batı'da geliştirilmiş olan ilimle aynı şey olduğu zehabını taşıdıkları kolayca tahmin edilebilir.
Aynı şekilde hürriyet, kardeşlik, adalet, eşitlik gibi kelimeler de, bu insanların üzerinde coşkulu, büyülü etkiler doğuruyordu.
İnsancıllık (yani hümanizma) keza bu türden bir kavramdı.
Osmanlı düşünürleri, edipleri, bu kavramları adeta İslâm'ın adesesinden bakarak değerlendiriyor ve öylece benimsiyorlardı.
Bu kelimeler ne bütünüyle Batı kültüründe biçimlenmiş anlamlarıyla kavranabiliyorlardı, ne de İslâm'ın öngördüğü biçimleriyle.
Kafalarda tuhaf, bulanık bir kavram halitası oluşuyordu ama bu kavramlar nereye çeksen oraya doğru uzanan bir mahiyet gösteriyordu.

Bayılırım kafa karıştırmaya :)
BİLİNÇLİ olarak nasıl kafa karıştırıldığını öğrenmek için kitaptan alıntılarımızı paylaşmaya devam edelim.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 03 Tem 2016 14:15:13
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Rasim Özdenören'in Kafa Karıştıran Kelimeler isimli eserinden alıntılar :
KAVRAMLAR ÇEVRESİNDE Bölümü :

Esasen Batı'yı anlamak da, onun terimlerini anlamakla eşanlamlıdır, bunu anlamadan Batı'yla bir fikriyat hesaplaşmasına girmenin yolu bulunamaz.
...
Bu yüzden günümüzde, savaş açılması gereken hususların başında sanırım şu veya bu biçimde dokunulmaz (tabu) haline getirilen kavramlar bulunmalı.
Çünkü kendisini bu tabulardan birinin arkasına gizleyen kişi söylediği şeylerin herkes tarafından kabule mazhar olacağını sanmaktadır.
...
Günümüzün müslümanı, her türlü siyasî, fikrî kavrama İslâm'ın kıstaslarıyla bakmak yerine, İslâm'a îslâmdışı dünya görüşlerinin kıstaslarıyla bakmaya ALIŞTIRILMIŞTIR.
Böyle olunca bir kavramın küfür menşeli olup olmadığına bakılmıyor, fakat o kavramın İslâm'da nasıl bir yer tutması gerektiği hususu araştırılıyor.
Bugünkü Müslüman ülkelerin her birinde, böyle farklı farklı tabular oluşturulmuştur.
Bazı ülkelerde sosyalizm tabu sayılırken, bazılarında milliyetçilik tabu haline getirilmiştir.
Böylece, ülkelerin birinde İslâm'a sosyalizmin gözlükleriyle bakılırken, diğerinde nasnoyalizmin gözlükleriyle bakılabilmektedir.
...
Ünlü bir yazarımız, bir yazısında, batılı adamların «helâl» yoldan para kazandığını söylüyordu.
O yazarımız, «helâl» kavramına kendine göre bir mâna yüklüyordu. Helâl derken adeta yalnızca emek karşılığında kazanılmış parayı kastediyordu. Oysa helâlin ve haramın sınırları din tarafından çizilmiştir.
Bu kavramlara bir takım yakıştırmalar yoluyla kendimize göre anlam biçmeye kalkışarak, kavramların özünü, muhtevasını, mahiyetini katletmiş oluruz.
Nitekim helâlin ölçüsü, sırf emek karşılığı elde edilmiş bir takım değerler (para vs.) olsaydı, bir hırsızın, bir fahişenin çektiği emekler karşılığında elde ettiği kazançlara de helâl diyebilecektik.
Bir tefeci de, faiz üzerine muameleler yaparken, tıpkı bir tüccar gibi bir takım riskleri göze alabilmektedir.
Fakat onun faiz yoluyla elde ettiği kazanç, katlandığı risk ne kadar yüksek olursa olsun, buna karşılık faraza, alacağı faiz miktarını ne kadar aşağı bir seviyede tutmuş olursa olsun, haram olmaktan çıkmaz.
Bugün, gündelik dilde «ihlas» ile çalıştığını söyleyen birisi ne demek istemektedir? Kuşkusuz, kelimelerin bir lügat anlamı olduğu gibi, bir de ıstılah anlamı var.
Lügâttaki anlamı yerli yerine oturtulmuş bir kelime, aynı zamanda o kelimenin ıstılahtaki anlamını içermeyebilir.
Bu durum en çok günümüzde, kültür değişikliğine uğratılmış, kavramları allak bullak edilmiş ülkelerde söz konusu.
Bu yüzden, bugünün Türkiye'sinde «ihlâs» ile çalıştığını söyleyen birisinin kastettiği anlam ile bir İslâm toplum düzeninde kendi kavramlarının bilincinde olan bir Müslümanın söylediği aynı söz arasında anlam farklılaşması, deyim yerindeyse bir «niyet farklılaşması » vardır.
«Secular» kafa yapısını sahiplenmiş birisi burada kullandığı «ihlâs» kelimesi ile, iyi niyetle, halisâne, bir gayretle çalıştığını ifade etmek isterken, Müslümanın kullandığı bu kelime Allah'ın rızasını kazanmak ve Hak yolunda çalışmak, şirkin her türlüsünden kaçınmak anlamına gelir.
...
İslâm'a özgü kültürü Batı'dan ödünç alınmış kavramlara göre değerlendirirken, Batı kültürünü de İslâm'a özgü kavramlarla algılamaya ve değerlendirmeye çalışmışlardır.
Böylece İslâm ülkesinde kendisinin «bireyci» ya da «toplumcu», kapitalist ya da sosyalist vb. olduğunu ileri sürebilen garip müslümanlar ortaya çıkmıştır.
...
DEMAGOJİ
Bu kelime günlük konuşma dilinde yanıltacak yolda söz söylemek anlamını taşıyor.
Görünüşte doğru, mantıkî bakımdan hiç bir eksiği bulunmayan, aslındaysa etrafı aldatmak için söylenilen sözdür.
Eski dilde bu kavram için mugalata kelimesi kullanılırdı.
Demagog'un mantık kurgusu öyle ustacadır ki, ilk anda derhal inanılır, hiç olmazsa kitleler üzerinde bu tür sözlerin yanlış yönlendirme bakımından etkisi vardır.
Ne var ki, kullanılan mantık örgüsü ne kadar güçlü olursa olsun muhteva bakımından boşluğu ve yanıltıcılığı çok geçmeden anlaşılır.
Şimdi, bir demagoji örneği verelim. Kendini âlim sanan birini sabah namazına kaldırsalar.
Fakat hayrı namazda değil de gaflette gören âlim taslağı, kendisini uyandırmaya gelen kimseye:
«Alimlerin uykusu da ibadet yerine geçer,» dese, bu cümle demagojidir.
Çünkü dince öngörülen bir cümle aynen kullanılmakta, fakat amacından saptırılmaktadır.

Bir de, Aristo'nun «demagoji» deyimi var. Demokrasinin, yani halk yönetiminin bozulmuş, soysuzlaşmış biçimine bu adı veriyor.
Hakikatin, ekseninden saptırılması, hakikatin yolunun kesilmesi anlamında, gerek günlük konuşma dilindeki demagoji, gerek Aristo'nun kullandığı anlamdaki demagoji arasında yakın bir ilişki var.
Demagoglar, hiç bir zaman yeni gerçekler söylemezler, sadece bilinen gerçeklerden yararlanarak hakikati saptırırlar.
Fakat kullanılan mantık örgüsü kimi zaman öylesine girift olabilir ki, demagoji yapıldığı uzunca bir süre anlaşılmayabilir de.
Kavram kargaşasının mevcut olduğu ortamda demagoji yoğunlaşabileceği gibi, bizzat demagojinin de kavram kargaşasına yol açacağı göz ardı edilmemeli.

ENTELLEKTÜALİZM
Entellektüalizm (anlakçılık), felsefede, bütün varlıkların genel kavramlara indirgenerek açıklanmasına verilen ad'tır.
Bu yönüyle de spekülatif (zihinsel) bir nitelik taşır. Entellektüalizmin kendisi başlıbaşına, bağımsız bir düşünce akımı değildir, fakat bir tür düşünce türünün genel adıdır.
Genellikle deneyden ve gerçek dünyadan uzaklaşmış her türlü düşünce ürününe bu ad verilmektedir.
...
Descartes'ın «Düşünüyorum o halde varım» vargısı, bu tür düşünmenin tipik bir örneği olarak alınabilir.
Bu sözler son tahlilde, düşünülmeyenin yani sujenin bilincinde olmayan varlıkların yoksanmasına kadar götürülebilir.
Oysa düşünülmeyen eşyanın da varlık alanında olduğuna kuşku yoktur.
Entellektüalizm, tehlikeli bir düşünme tarzıdır.
Genellikle deneye gerçeklere sırtını dönmüş olduğu için, bu düşünme tarzı insanı bütünüyle kurgusal bir dünyaya ulaştırabilir.
Yalnız Batıda değil, İslâm tarihinde de bir kısım insanlar kendilerini entellektüalizme kaptırmaktan alıkoyamamışlardır.
Asr-ı Saadet'ten sonraki ilk birkaç yüzyılda entellektüalizmin tehlikeli boyutlara ulaştığını görüyoruz.
Şöylesine bir muhakeme tarzı entellektüalizme örnek getirilebilir:
İçki içen bir müslüman kâfir olmuştur. Çünkü içki içmek Kur'an'da yasak edilmiştir. Allahın yasak ettiği bir buyruğa karşı çıkmak Allaha isyan etmekle eşanlamlıdır, onun buyruğunu inkâr etmek demektir. Binaenaleyh içki içen kimse kâfir olmuştur.
Görüldüğü gibi bu örnekte içki içen insanların tümü aynı kaba konulmaktadır. Bir insan gerçekten yukardaki mütalâa ile içki içiyorsa kâfir olur.
Fakat bütün içki içen insanların aynı mülahaza ile içki içtiğini söylemek, yani böyle bir genellemeye giderek içki içenlerin tümüne kâfir demek yanlıştır.
İçki içen kimse, bu işin Allahın koyduğu bir yasak olduğunu inkâr etmeden de içebilir. Bu takdirde kâfir değil, günahkâr sayılır.
İmam-ı Âzam, zamanındaki bu tür düşünme tarzıyla mücadele etmiş ve kavramları yerli yerine oturtmuştur.
...
Bir mesele üzerinde mütalâa yürütürken kurgusal (fictive) bir düzlemde mi, yoksa gerçekler üzerinde mi olduğumuzu kestirebilmek için entellektüalizme düşüp düşmediğimizi kontrol etmeliyiz.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 04 Tem 2016 12:04:09
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Rasim Özdenören'in Kafa Karıştıran Kelimeler isimli eserinden alıntılar :
HAKİKATİN AKILLA KAVRANMASI Bölümü :

DİYALEKTİK
Diyalektik, varlığı ve oluşu, varlığın hikmetini kül (bütün) halinde kavrayabilmek için insan zihninin yükselebildiği soyut kuralların adıdır.
Bir bakıma, düşüncenin, belirli kurallar içinde sınırlanması ve evrene, oluşa, hikmete o disiplin içinden bakılmasıdır.
...
Vahyi kavramak hususunda, akılla birlikte fakat AKLI AŞAN başka bir «ruhî meleke» de işe karışmaktadır.
Buna kalbin veya gönlün kavrayışı da denebilir. Nitekim İslâm düşüncesinde bu deyimlere (kalb, gönül) çok önem verilir.
Mücerret (soyut) bir diyalektiği kavramak içinse, kalbin yardımına ihtiyacımız yoktur. Aklın gücü tek başına, onu kavramaya yeterlidir.
...
AKIL
Aslında insan aklı şaşırtıcı bir âlet. Birbirine zıt olan görüşleri bile, öyle pek sıkıntı çekmeden kabul edebiliyor.
...
Aklî olan her şey, aynı zamanda doğru değil demek. Aklî olanın, aynı zamanda doğru olabilmesi için, önermelerin de doğru olması gerekiyor.
Mantık veya akıl, tıpkı bir âlet gibi, dokuduğu ürünün bilincinde olmaksızın kendine verilen malzeme ile (bu malzemenin kalitesine göre) ürün hasıl eder.
...
Önermelerin mutlak halde doğru olup olmadığını tesbit edecek KAYNAK AKLIN DIŞINDADIR.
Bu  kaynak «vahiy»dir.
Kendi doğrularının «nisbi» olduğunu  kabul eden akıl, «mutlak» doğrulara muhtaç olduğunu da hisseder.
Ve kendini cerhetmeden (Cerh: Bir düşünce, inanç veya iddiayı çürütme) bu doğruyu reddedemez.
...
Fakat, asıl, fıkhî konularda rasyonalizme getirilen sınırlar önemlidir.
Bir görüşe göre, fıkıhta kıyas usulü rasyonalist bir tutumdur.
Fakat kıyasın sınırları nasslarla mukayyettir.
Muhakeme yoluyla varılacak bir netice herhangi bir nassın hükmüne aykırı ise  orada kıyasa yer verilmez.
İmamı Azam, uyguladığı kıyas usulü hakkında kendisine sorulduğunda, taharet, miras ve namazla orucun kazası konularında getirdiği misallerle kıyasın sınırlarını kesin biçimde çizmiştir.
Biz burada sadece meselâ taharetle ilgili olanını aktaralım.
Sorarlar: Bevl mi pistir, meni mi?
Bevl, derler. İmamı Azam cevap verir:
Ben de öyle biliyorum, fakat aklıma göre hareket etseydim bevl çıktığı zaman gusül, meni çıktığı zaman abdest icabeder derdim.
İmamı Azam'ın getirdiği diğer misaller de, rasyonalist düşünce tarzının ancak nasslarla kayıtlı olduğunu, nassların dışına çıkılamayacağını göstermektedir.
Öyleyse «akılcılık» (rasyonalizm) nedir? Akılcılık bilginin kaynağını insan aklına dayandırarak izah eden bir felsefe görüşüdür.
Bu görüşe göre, kabaca söylenirse, her türlü bilgi insan aklından kaynaklanmaktadır. Aklın dışında, bir başka kaynak yoktur.
Bu görüşü uç noktalarına kadar götürdüğümüzde «tanrı fikri»nin bile insan aklından çıktığı, dolayısı ile dinin insanoğlunun bir icadı olduğu sonucuna ulaşmamız gerekecektir.
Akılcılığın, «akla uygun» düşen sonucu budur. Bu durumda, İslâm'ın akılcı bir din olduğunu söylemek elbet doğru olmayacaktır.
İslâmın hükümlerinin akla uygun olduğunu söylemekle, onun akılcı (rationalist) olduğunu söylemek, anlatılmak istenen düşünce bakımından birbirinden çok uzak, çok ayrı hususlardır.
Bu yönüyle, felsefedeki anlamıyla rasyonalizm (yani bilginin kaynağını akla dayandıran görüş tarzı) İslâm'ın yalnız dışına düşmekle kalmıyor, aynı zamanda ona zıt bir düşünce tarzını dile getiriyor.
...
Bir hadis-i şerifte belirlendiği gibi, İslâm'da belki aklı aşan hükümler vardır, fakat akla aykırı hükümler yoktur.
Şunu demek istiyoruz: Felsefeye özgü terimlerle İslâm'ın yerini belirleyemeyeceğimiz gibi, izm'lere İslâm! düşünce tarzı içinde bir yer biçmeye çalışmak da abes bir çaba olacaktır.
Çünkü geniş anlamda tüm izm'leri belki akılcı bir terim altında toplayabilirsiniz, fakat bunların hiç biri İslâm'ı tanımlamaya yetmez.
Çünkü İslâm kendini Vahiy'le tanımlar, başka bir şeyle değil.

Öğrencilik yıllarımda mantık dersi görmüştük.
Öğrenciler arasında mantık ile ilgili şu şaka sık yapılırdı.
(1. önerme) Soğan acıdır.
(2. önerme) Gerçekler acıdır.
(Aklın vardığı sonuç : ) O halde soğanlar gerçektir.
veya aynı mantık ile
(Aklın vardığı sonuç : ) Gerçekler soğandır.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 05 Tem 2016 07:29:34
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Rasim Özdenören'in Kafa Karıştıran Kelimeler isimli eserinden alıntılar :
HAKİKATİN AKILLA KAVRANMASI Bölümü :

POZİTİVİZM

Pozitivizm aslında Batı'da kiliseye karşı sürdürülen savaşın görkemli bir formülle noktalanmasından başka bir şey değildir.
Pozitivizm, rasyonalizmin bir adım daha ileriye götürülmesidir. Rasyonalizmde insan bilgisinin kaynağı akıl diye kabul edilirken, pozitivizmde bilginin kaynağı deneydir deniliyor.
...
Pozitivizm, bilimsel araştırmalara getirdiği yöntemle hâlâ uygulanabilir bir görüş diye kabul edilebilir.
Araştırmalarımızda deneye de başvurmamamız için sebep yok.
Ancak yöntemlerden bir yöntem olarak deneyi kabul etmek başkadır, deneylerimizin dışında bir hakikat yoktur iddiasını kabul etmek yine başkadır.
Pozitivizmin iddiası ise, deneyle beraber, DENEYİN DIŞINDA KALAN BİR HAKİKAT OLMADIĞI keyfiyetidir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 06 Tem 2016 13:57:48
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Rasim Özdenören'in Kafa Karıştıran Kelimeler isimli eserinden alıntılar :
HAKİKATİN AKILLA KAVRANMASI Bölümü :
HÜMANİZMA
Hümanizm akımı Kitab-ı Mukaddes'in (Tevrat ve İncil) insan hakkındaki beyanlarını yalan çıkartma çabasının ürünüdür.
Orta Çağ Avrupasında dogmatizm denilen ve «kutsal kitaplara» kayıtsız şartsız teslim olmayı öngören dünya ve hayat anlayışı, hümanistler tarafından insanı aşağılatıcı bir anlayış olarak yorumlandı.
İnsanın, kaynağını bilmediği beyanlara teslim olmaya amade bir kafa yapısı taşıması onun kişiliğine indirilmiş bir darbe sayıldı.
Kafası, beyni, aklı olan insanın kendini yaratabileceği öne sürüldü. İnsan, kendi DEĞERLERİNİ kendisi yaratmalıdır, deniyordu.
Böylece, Kitab-ı Mukaddes'in beyan ettiği «tanrı» anlayışı bertaraf edilmeye çalışılırken, insan yepyeni bir «tanrı» olarak dünya sahnesine çıkartılıyordu.
Günümüz Batı uygarlığındaki bireyciliğin kökenini «hümanizme bağlamak yanlış olmayacaktır, însan, hiç kimseye, hiç bir şeye bağımlı olmadan yaşamalıdır deniyordu.
...
Fakat hümanizmanın insana verdiği değeri bir trend üzerinde gözleyecek olsak, bunun doruk noktasına 19. yy.'da vardığını görürüz.
Burada doruk noktasına varan bu çizgi, birdenbire bir kırılmayla apsis'in altına kadar düşer.
İnsanı tanrılaştıran hümanizma anlayışının yerine, onun bir hayvanın türevi olduğu iddiası ortaya atılır.
Fakat dikkat edilecek husus şudur:
İnsanı ister hümanistlerin anlayışı ile tanrılaştırmaya çalışan görüş olsun, ister evrimcilerin onu hayvan yerine koyan görüşleri olsun; hepsinin ortak paydası, Kitab-ı Mukaddes'in beyanlarını yalan çıkartma çabasında toplanmaktadır.

İLKELLİK
İlkellik denilen şey, gerçekte tabiata saygı, saflık, sadelik, samimilik demektir.
Ancak Batı uygarlığı Rönesans'tan sonra tabiata saygısını, saffetini, sadeliğini kaybettiği için bir ayırım yapmak zorunda kalmış ve bugünkü durumunu eski durumundan ayırdetmek için eski haline ilkellik adını vermiştir.
Yüzyıllardan beri ilkelliği horlayan Batı uygarlığı, küçümsediği her şeye ilkel demeyi reva görmektedir.
Onlara göre Çin uygarlığı ilkelliktir. Hint ve İslâm uygarlığı ilkeldir. Afrikalı insanlar ilkeldir. Amerikalılar, bu kıtanın yerlileri olan Kızılderililere ilkel, daha kaba olarak vahşi derler.
Kezâ Afrikalı insanlar vahşi sayılır. Oysa ilkel ya da vahşi denilen bu insanlar tabiatla bütünleşmişlerdir. Tabiatı tahrip etmezler. Hayvanları keyf için avlamazlar.
Ağaçları, fabrika yapacağız diye kökünden sökmezler. Havayı, suyu kirletmezler.
...
Yeryüzüne anlamsız ve amaçsız biçimde fırlatılıp atıldığını sanan şu insan ne istiyor acaba?
Hangi aşkınlık, onu, kendini ittiği bu açmazdan kurtarır? Bu insanın, arayış içinde olduğu muhakkaktır.
Başını taştan taşa çarptığı muhakkaktır. Fakat kendisine nimet olarak sunulan aklı nasıl yöneteceğini bilmekte midir? Onunla nereye kadar yoldaşlık yapacağını bilmekte midir?
Onun sınır taşlarını bilmekte midir?
Aklın, eşyanın o sonlu, sınırlı alanı içinde nereye kadar yürüyebilir ki?
...
Felsefe, baştan beri, sırf bir zihni spekülasyon olayı halinde kalmıştır. İnsana hamle gücü verecek, hayatın temel değerine bir cevap bulacakken, daima sorular bulup getirmiştir.
Üstelik hep cevap veremediği sorulardır bunlar,
...
Hıristiyanlık hamle gücünden yoksundur. Bu gün için değil, yüz yıllardır yoksundur. Batı insanı, aradığı hamle gücünü Hıristiyanlıkta bulamamıştır, bulamamaktadır.
Bu gün için Hıristiyanlık Batı insanı için bir din lüksüdür, her pazar göğsüne taktığı bir rozettir.
Yani Batı uygarlığının temel dayanaklarından biri sayılan Hıristiyanlık, bütün zorlamalara rağmen —çünkü hâlâ onu zorlamaya çalışanlar var— yeni bir aşkınlık vaadetmekten uzaktır.
Bu aşkınlık olmayınca, insan, hamle gücünü sadece kendi aklının kısırlığı içinde arayacaktır; felsefe budur.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 07 Tem 2016 00:28:35
Profesör, “bir kelime anlamıyla uyumlu ise ona otolojik, değilse hetereolojik denir,” dedi ve şu örneği verdi: “Dört harfli kelimeleri kısa kabul edersek, "kısa" kelimesinin kendisi de kısa olduğundan bu kelime otolojiktir, "uzun" kelimesinin kendisi uzun olmadığından bu kelime heterolojiktir. Aynı şekilde "üç" üç harfli olmadığından heterolojiktir, "dört" dört harfli olduğundan otolojiktir.” Bir öğrenci söz istedi: “Hocam, heterolojik kelimesinin kendisi heterolojik midir, yoksa otolojik mi?”

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 07 Tem 2016 00:29:09
“Dünya düşünenler için bir komedi, duyanlar için bir trajedidir.” Walpole

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 07 Tem 2016 00:29:25
“Herkes cahildir. Ama farklı konularda.” Will Dogers

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 07 Tem 2016 00:29:45
“Deha gayret ve sabrın çocuğudur. Yerine getirilmiş bir vazifenin mutluluğu diğer bir vazifeyi yapabilme gücünü meydana getirir.” George Elliot

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 07 Tem 2016 00:30:06
“Affetmek ve unutmak iyi insanların intikamıdır.” Schiller

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 07 Tem 2016 00:30:19
“Akıllı adam aklını kullanır, daha akıllı adam başkalarınında aklını kullanır.” Bernard Shaw

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 07 Tem 2016 00:30:34
“Düşünmek zor iştir, muhtemelen bu nedenle çok az kişi düşünür.” Henry Ford

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
# 07 Tem 2016 00:48:36
Ne bir sancı kalırdı, ne bir yasa
Şu insanoğlu;
Önce bir kendini yargılasa

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 07 Tem 2016 07:52:37
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Rasim Özdenören'in Kafa Karıştıran Kelimeler isimli eserinden alıntılar :
BİLİM VE İRFAN ÇEVRESİNDE Bölümü :

Bize hedef diye gösterilen hususlar üzerinde bir an olsun tartışmayı bile aklımıza getirmiyoruz.
Çünkü bu «hedefleri» bilim öngörüyor. Bilimin öngördüğü hedefleri tartışmaya açmak sanki sağduyuya, insan aklına karşı çıkmak, bilimin yerine keyfiliği ikame etmek gibi bir şey sanılıyor.
Gerçekteyse halen bilim adına öngörülen hususların pek çoğu şarlatanlıktan başka bir şey değil. Herhangi bir konuda on kişiye soru sorup aldığı cevapları kendine göre değerlendirerek belli bir neticeye varan herkesin, bilimsel bir iş yaptığı sanılıyor.
Bu sorulardan ve alınan cevaplardan elde edilen sonuçlar, o hususta önümüze bir takım yeni bilimsel kanunlar getirmiş oluyor! özellikle sosyal konularda durum bu hale dönüşmüştür.
...
Batı Avrupa'da ve özellikle ABD'de sırf «geri kalmış» diye yaftaladıkları ülkeler için yeni «bilim dalları» kurulmuştur.
«Kalkınma Ekonomisi» denilen «bilim» bunlardan biridir.
Geri kalmış ülkelerin mevcut durumlarının tasviri ile başlayan ve bu ülkelerin iktisaden kalkınmaları için öngörülmüş onlarca modelin hemen hepsi, nihai hedef olarak bu ülkelerin Batı ülkelerinin iktisadiyatına bağlı kalmaları hususunu gerçekleştirmek üzere inşa edilmiştir.
Şahsi tecrübelerimizle biliyoruz ki, ABD'de bu dersleri takip edip de ferahlayan bir tek öğrenci yoktur.
Bu öğrencilerin tümü de, korkunç bir moral bozukluğuna kapılmakta ve ülkelerine dönünce, kendilerine belletilen «bilimsel gerçeklerle» ülkelerini ABD'ye bağlamanın plânlarını yapmak üzere çalışmaktadırlar.
Meselâ kapitalist ekonomilerin tüketime dönük faaliyetlerini vaz geçilmez bir «bilimsel veri» diye öğrenen ve gerçekleştirilmesi gereken hedeflerinin önüne israfı ve tüketimi koyan bir kafa yapısı, «kalkınma iktisadı» diye anılan bilime söyletilen sözümona bilimsel gerçeklerle hareket ederek, farkına bile varmadan, ülkesi için sömürge plânları ve programları hazırlamaktadır.
Temeldeki varsayımlar, bilimsel bir gerçek diye kabul edilince, bu adamın yaptığı plânın, programın aslında bir safsata olduğunu, emperyalizmin isterlerine göre ve fakat gönüllü olarak bu işin kendisine yaptırıldığını ona izah edebilmeniz mümkün olamamaktadır.
...
Davranışlarımızın üstünde alışkanlıklarımızın etkisi olduğu gibi, düşünce tarzımızın üstünde de zihinsel alışkanlıklarımızın, peşin kabüllerimizin etkisi vardır.
Peşin kabulümüzün vahye ya da vahiy dışı verilere dayanmasına göre, düşüncelerimiz, davranış biçimleri yinelendikçe bunlar alışkanlık haline dönüşür.
Bir topluluğun ortak alışkanlıkları o topluluğun kültürünün belli bir parçasını oluşturur.
Söz gelimi müslümanlar herhangi bir işe, bir eyleme başlarken besmele çekerler. Elbiselerini, ayakkabılarını  giyerlerken önce sağ ellerini, sağ ayaklarını kullanırlar. Yatarken sağ yanlarına yatarlar.
Kıbleye karşı tükürmezler. Tuvaletlerini kıbleye karşı ya da ona ters yönde inşa etmezler. Karşılaştıkları zaman selamlaşırlar. Ayrılırken gene selamlaşırlar, salavat getirirler.
Bütün bunlar, müslümanların alışkanlık haline getirdiği davranışlardır, dolayısıyla müslüman toplumun kültürünün bir parçasıdır.
Ancak bir davranış bütünüyle bir alışkanlık haline gelmişse, o davranışa bilincin katılması azalmış demektir, bütünüyle yok olmamışsa eğer.
Böylece davranışlarımız, bilincin katılmasından yoksun olarak, salt mekanik davranışlar olarak sürdürülür.
...
İnsanlarda, ortaklaşa ve objektif tek bir adalet duygusunun bulunduğu ispat edilmedikçe (ki edilemez), bir fiille verilen ceza keyfi olmaktan kurtulmaz.
Meselâ silâh taşıma fiiline verilecek cezayı istisnasız herkes faraza 2 yıl diye kabul eder mi?
Yoksa bu, böyle mi kabul ettirilir? Yahut bir fiili herkes tarafından Suç diye telakki ettirebilecek kıstaslar mevcut mudur? Yoksa kanun o fiili suç saydığı için mi o fiil suç olmaktadır?

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 08 Tem 2016 00:44:59
hayatta hiç keşke demesek iyiydi lakin keşkelendik bi kere.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK