Annesi küçük kızına üç ayların girişiyle beraber, Ramazanın ne kadar güzel bir ay olduğunu anlatmaya başlamış, küçük kızı yavaş yavaş orucun atmosferine hazırlamaya çalışmıştı. Ramazana bir kaç gün kala küçük kızın heyecanı tavan yapmış, “Ramazana kaç gün kaldı?” sorusunu bıkmadan usanmadan sorup durmuştu. Annesi orucu, iftarı öyle anlattı ki küçük kıza, küçük kız, en sevdiği arkadaşını bekler gibi beklemişti ramazanı.
Nihayet ramazan gelip çattığında, ilk sahur heyecanı bütün evi sarmıştı. “Anne” dedi küçük kız, “Sen beni sahura kaldırırsın değil mi?” “Elbette kaldıracağım” dedi annesi sıcak bir tebessümle. Doğrusu o gece küçük kız için uyumak hayli zor olmuştu.
Nasıl kaygılı bir yatıştı ki o, annesi sahur için kaldırmaya geldiğinde küçük kız ilk sesle yatağında doğrulmuştu. Kalktı. Lavobaya yöneldi. İtinayla yüzünü yıkadı. Annesinin hazırladığı sofraya oturdu. Gece gece sofraya oturmak biraz garip gelmişti ona ama bir görev bilinciyle besmele çekip ilk lokmasını aldı.
Canı pek yemek istemediği için lokmaları gayet küçük alıyordu. Bir yandan da annesinin ramazana dair sözleri kulağında çınlıyordu. “Yılda sadece bir aylığına gelen önemli misafirdi ramazan. İnsan niyet ettimi, kolay kolay acıkmaz, susamazdı. Oruç tutan insanı şeytan sevmez ama melekler hayran olurlardı. Ramazan sadece müminler için, Allah’ın bir hediyesiydi. Annesinin iftarın sevincini, reyyan kapısını, kevser havuzunu, cenneti anlatırken gözlerinin nasıl dolu dolu olduğunu hatırladı. Annesi bu işi gerçekten çok önemsiyordu…
Az da olsa bir şeyler yedi. Suyunu içti, niyet etti ve yattı… Sabah kalktığında annesinin yanına gidip “Anne ben hiç susamadım. Acıkmadım da” dedi..
“Daha erken” dedi annesi. “Akşama daha çok vakit var.”
Ramazan o yıl en sıcak zamanlara rastlamıştı. 8 yaşlarında bir çocuğun uzun saatler boyunca oruçlu kalması pek kolay değildi ama küçük kız kararlıydı…
O gün öğlene doğru çalan bir telefonla, iftara, şehrin diğer ucundaki babaanne ve dedelerine gideceklerini öğrendiler.
Babaanneye yardım etmek için biraz erken gitmeleri gerekiyordu. Özenle hazırlandı küçük kız. Gözleri umut dolu, gözleri bir çift yıldız…
Otobüs durağında biraz fazla bekleyince, hafiften susadığını hissetti ama bunu hiç belli etmedi. Alnında oluşan boncuk boncuk terleri elinin tersiyle sildi…
Nihayet otobüs gelince, en acelesinden kendisini ilk boş koltuğa attı. İlk durakta otobüste hiç boş yer kalmamış, ayaktaki yolcular birikmeye başlamıştı. Hemen yanıbaşlarında orta yaşlarda bir hanımın beklediğini gören anne, küçük kızı kucağına alıp, kadına yer verdi. Kadın koltuğa yerleşir yerleşmez “Çok sıcak!” dedi kadın. Önce çantasından yelpazeyi çıkarıp bir kaç kez yüzüne doğru salladı. Dağınık olan saçlarını tokasıyla toparladı. Küçük kız kadını göz ucuyla süzerken, kadın yeniden elini çantasına atıp bir şişe su çıkardı. Küçük kız başını biraz daha çevirip kadına daha dikkatli baktı. Kadın şişenin kapağını açarken, küçük kız kadının ne yapacağını gerçekten merak ediyordu… Kadın şişeyi ağzına götürüp büyük bir iştahla içmeye başladı. Küçük kız bir kadına, bir annesine baktı. Annesi usulca çevirdi küçük kızın başını. Sanki güzel bir rüya kabusa dönüyordu. Küçük kız gördüğüne anlam veremiyordu…
Kadın suyu her yudumlayışında derin bir “Ohh” çekiyor, havanın sıcaklığından dert yanıyordu. Bir ara suyu dudakları kupkuru olan küçük kıza doğru uzatıp “İçer misin?” dedi aymazca. Küçük kız ağzını sıkıca kapatıp, kafasını iki yana salladı. “Kızım oruçlu” dedi annesi.
“Ayy küçücük çocuk bu sıcakta nasıl oruç tutsun? Yazık değil mi?” diye çıkıştı kadın ve devam etti. “Elhamdurillah(!) ben de müslümanım ama susuzluğa hiç dayanamıyorum. Şu mübarek ay hep kışa gelse ne iyi olurdu. Ama Allah affeder. Hacı hoca geçinip ne günah işleyenler var. Çarşaf giyip, o çarşafın altında ne haltlar işleyenler var!” Elini kalbine doğru götürüp “İnsanın şurası temiz olacak, şurası. Gerisi boş!” deyiverdi…
Küçük kızın hayretle bakan gözleri kadını rahatsız etmişti. Şişenin kapağını kapatıp, çantaya koydu. Bir kaç durak boyunca süren sessizliğin ardından küçük kızın annesi şöföre seslendi: “Müsait bir yerde inelim”. Küçük kız annesinin ardı sıra kalktı. Küçük kız bir daha hiç o kadına bakmadı…
Babaanneye doğru yürürken, anne küçük kıza dönüp: “Senin üzerine henüz oruç farz değil. Yani tutmazsan sana günah yazılmaz. Çok susadıysan orucunu bozabilirsin” dedi isteksiz bir sesle. Aylardır bu günün hayalini kurmuştu küçük kız. Oruç bozmakta ne demekti?
“Anne” dedi titrek ama kararlı bir sesle; “Reyyan kapısından yalnız geçirmem seni!” “Hani müminlere Allah’ın hediyesiydi ramazan, hani ramazan bize emanet demiştin. Cennetin en güzel yerleri oruç tutanların demiştin. Ben seni cennete yalnız göndermem anne!”
Sustu anne.. Yanaklarından süzülen yaşlar eşarbını ıslatırken, minicik bir bedene, bu kadar büyük bir yüreğin nasıl sığdığını düşünüyordu… “Güzel yavrum” dedi. “Ben de seninle geçmek isterim Reyyan kapısından. Seninle koşarak girmek isterim cennete…”
Dudakları kupkuruydu küçük kızın… Yüreği Kevser gibi coşkundu küçük kızın…