Mevlânâ (Mesnevi, C. I, Beyit: 1547-1648’de) şöyle anlatır:
Zengin bir tüccarın bir papağanı vardı. Kafeslere mahkûm edilmiş güzel bir kuştu. Bir gün tüccar Hindistan’a gitmek için yol hazırlığına başladı. Konağındaki herkesin, hatta kölelerinin, câriyelerinin her birine ayrı ayrı:
“Sana Hindistan’dan ne getireyim, ne istersin?” diye sordu.
Her biri ayrı bir şey istedi. Tüccar oldukça konuşkan olan papağanına da sordu:
- Ey güzel kuşum, sana ne getireyim, sen Hindistan’dan ne istersin?” dedi.
Papağan:
- “Oradaki papağanları görünce benim hâlimi anlat ve de ki: Falanı papağanı ben kafeste besliyorum. Size selâm söyledi. Ben gurbet ellerde kafeslerde sizin hasretinizle çile doldurayım, siz serbestçe ağaçlıklarda kayalıklarda dolaşın, bu revâ mıdır? Hiç değilse bir seher vakti ben garibi de hatırlayın ki, ben de birazcık mutlu olayım, dedi, de benim için; başka birşey de istemem”, dedi.
Tüccar kervanını hazırladı yola koyuldu. Günler geceler boyu yol gitti nihayet Hindistan’a vardı. Alışverişini yaptı, kimin ne isteği varsa yerine getirdi. Sonra aklına papağının isteği geldi. Gezinirken, bir kaç papağan gördü. Kayalıklara konmuş, bekliyorlardı. Atını durdurup seslendi:
- Ben falan memlekette falan kişiyim, ticaret yapmak için buralara geldim. Benim bir papağanım var, size selâm söyledi ve böyle böyle dememi istedi, dedi.
Tüccar sözlerini bitirir bitirmez o papağanlardan biri titredi, nefesi kesildi, düşüp öldü.
Tüccar sözlerinden dolayı bin pişman oldu: “Ben ne yaptım, bu zavallı kuşun ölümüne sebep oldum. Galiba bu benim zavallı kuşumun bir yakını, candan seveni olsa gerek” diye düşündü. Kendi papağının durumuna üzüldüğü için öldüğü kanaatine vardı.
Aradan bir hayli zaman geçti, tüccar alış verişini bitirip memleketine döndü. Herkesin istediğini bir bir verdi.
Bana bir selam yok mu?
Papağanı kafesinde bu olanları seyrediyordu. Sonunda dayanamayıp tüccara sordu:
- “Benim istediğim nerde? Oralarda hemcinslerimi, papağan topluluklarını gördün mü? Ne söyledin, ne gördünse bana anlat, beni de mutlu et”, dedi.
Tüccar:
- Sevgili kuşum, kusura bakma, söylemesem daha iyi olacak sanırım. Çünkü halâ o saçma sapan haberi götürerek yaptığım câhilliğe yanmaktayım, olup bitenleri anlatmasam daha iyi olur, dedi.
Papağan ısra etti, bunun üzerine istemeye istemeye olanları anlattı:
- Tarif ettiğin yere varıp dostların olan papağanları görünce senin sözlerini ve selâmını söyledim; içlerinden biri buna dayanamadı, üzüldü, titredi ve hareketsiz kaldı, sonunda öldü. Bundan dolayı çok pişman oldum, fakat nâfile, bir kere söylemiş bulundum, dedi.
Tüccarın bu sözlerini dinleyen papağan kafesin içinde titredi, hareketsiz kaldı ve biraz sonra düşüp öldü.
Bunu gören adamın aklı başından gitti, ağlayıp sızlamaya başladı, külâhını yerlere vurdu.
- Ey güzel sesli kuşum sana ne oldu, neden bu hâle geldin, ben ne yaptım, başıma ne işler açtım!. diye dövündü. Ağladı, ağıtlar yaktı. Sonunda ölü papağanı uygun yere gömmek için kafesten çıkarıp pencerenin kenarına getirdi. Oraya bırakır bırakmaz, papağan hemen canlanıp uçtu, bahçedeki bir ağacın yüksek dalına kondu. Tüccar buna şaşıp kaldı:
- “Ey güzel kuş bu ne haldir, anlat bana; bu hileyi nasıl öğrendin, beni kandırdın?” demekten kendini alamadı.
Papağan konduğu yerden seslendi:
- Sevgili efendim, Hindistan’da gördüğün o papağan benim selâmımı alınca, düşüp ölmüş gibi yaparak bana bu haberi gönderdi. “Eğer kurtulmak istiyorsan, ölü numarası yap” dedi. Ben de gördüğün gibi, onun dediğini yaparak hapisten kurtuldum. Kısaca, öldüm ve kafeslerde tutulmaktan kurtulmuş oldum”, dedi. (Mevlânâ, Mesnevi, C. I, Beyit: 1547-1648).
‘Bu bize ders olsun’ diyebileceğimiz onlarca hadiseye şahit oluyoruz ama, her defasında aldık zannettiğimiz mesajları kavrayamadan fırsatları kaçırıp gidiyoruz.