HİÇ
Mevlana, “Muhammedî” ahlakın temsilcisi olduğu için kendi benliğini silmiş ve varlık iddiasından geçmiştir. Hem de nasıl bir geçmedir bu… Ne gurur, ne benlik, hatta ne de varlık kalmıştır.
Öyle mütevazidir ki şöyle haykırır:
“Sarığıma, cübbeme, başıma, bu üçüne birden paha biçtiler. Her üçünü birden değerlendirdiler de bunlara bir kuruştan daha az fiyat biçtiler.”
“Sen dünyada benim adımı hiç mi duymadın? Ben bir hiçim, hiçim, hiçim!..”
Mevlana, onca ilim ve irfan derinliğine rağmen, kendini “hiç” olarak görüyor.
Peki bizler kendimizi nasıl görmeliyiz?
Eskiden duvarları çokça süsleyen bir hat eseri vardı. Bu levha, hat sanatının en güzel örnekleri olarak duvarlarda yerini alır, gönülleri titretirdi. Bu levhalar üç harften ve kısacık bir kelimeden meydana gelirdi.
Tahmin etmişsinizdir; bu levhalarda “hiç” yazardı.
İnsanlar bu yazıyı okudukça kendilerinin ve içinde yaşadıkları dünyanın fâniliğini, gelip geçiciliğini hatırlayıp iç dünyalarına çeki düzen verirlerdi.
Evet, maddî hayatın sonu, gerçekten de hiçlikti, hiçti. Devam eden, sona ermeyen, hep süren, manevî varlığımızdır. Dolayısıyla, nasıl olsa sona erecek olan maddî varlığımız, sona ermeden önce onun hiçliğini düşünmek ve ona göre hazırlanmak gerekir.
Bu sebeple de Efendimiz, “Ölmeden önce ölünüz, hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz.” Buyurmuştur.
Hazreti Mevlana bu levhayı kendi gönül duvarına asmış da dünya âleme ilân etmektedir:
“Ben bir hiçim, hiçim, hiçim!…”
Kulluğu hayatın gayesi ve şerefi bilen bu insanda benliğin, bencilliğin, gururun zerresi bulunabilir mi?
Mevlana bu hususta niçin böylesine hassastır?
Sebebi çok önemlidir:
“Sen sende oldukça ve sen kendine taptıkça, senden sana yol vermezler. Senin varlığın ve kendini bir şey sanman sende bulundukça, huzuru bulurum zannetme. Çünkü sen hâlâ benlik putuna tapmaktasın.”
İnsanların bir kısmı zenginlikleriyle, bir kısmı makamlarıyla, bir başka kısmı ilimleriyle övünürler. Bunların yanı sıra daha birçok gurur konusu vardır: Kuvvet, güzellik, meslek ve marifet, ahlak üstünlüğü, hatta ibadet çokluğu…
Aslında bunları Allah’tan bilmek gerekir. Yapan yaptıran, Allah’tır; insan vesiledir. Başarısından dolayı gururlanmak ve üstünlük taslamak değil, yaptırana, nasip edene şükretmek zorundadır.
Ancak sahip olduklarını, kazandıklarını, başarılarını kendilerinden bilenler, gizli şirk içindedirler. Yani örtülü biçimde, kendini Allah’a ait sıfatlara ortak olarak görmektedir.