Türk dünyasının her bölgesinde “Nevruz” Türklerin milli bayramı, “Ergenokon’dan Çıkış”, “Bahar Bayramı”, “Yeni Yıl Bayramı” adları altında binlerce yıldan beri kutlanmaktadır.
Nevruz, Farsça birleşik bir kelimedir. Nev; yeni, rûz; gün anlamını taşır. Yani, Nevruz, yeni gün anlamını taşıyan Farsça bir kelimedir. Bu gün, gece ile gündüzün eşit olduğu Miladi 21 Mart, Rumi 9 Mart günüdür.
Nevruz Bayramının birkaç bin yıldan beri Türk kavimleri arasında kutlandığı bilinmektedir. Bu bayramın MÖ VIII. yüzyılda Hunlar tarafından kutlandığı ve daha sonraki yüzyıllarda bütün Türk kavimleri tarafından en büyük bayram olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Kaşgarlı Mahmut “Dîvânü Lûgat-it Türk” adlı eserinde “Müslüman olmadan önceki Türkler, yılı dört eşit bölüme ayırırlar, her üç aya bir ad verirler. Yılın geçişini şu tarzda bildirirler. Nevruzdan sonraki ilk aya oğlak ayı derler ve o gün bayram yaparlar” diye yazmış.
Bu bilgi, Nevruzun, İslam öncesi Türk topluluklarının önemli aylarından biri, yeni yılın ilk ayı olduğunu ve bunun için bayram yapıldığını bildirmesi açısından önemlidir. Demek ki, Nevruz, bir Türk bayramıdır ve her 21 Martta, yeni yılın gelmesi münasebetiyle kutlanmaktadır.
Nevruz kelimesinin Farsça karşılığı olan “Yeni gün” sözü, bazı Türk boylarında “Yeniden doğuş” olarak ta kullanılmaktadır. Kırgızlar, bilhassa Issık Gölü civarında yaşayalar, bu aydan itibaren tabiatın canlanmaya başlaması dolayısıyla, Nevruz gününü “Yeniden doğuş” adıyla kutlarlar.
Türklerin milli bayramı olan Nevruz, atalarımız Hunlardan başlayarak Gök Türkler, Uygur, Kırgız, Tatar, Özbek, Kazak, Türkmen v.s. Türkleri arasında tarih boyunca, yeni yılın başlangıcı olarak kutlanmış, bu günün şerefine toylar, eğlenceler düzenlemişlerdir. Hala, bütün Türk topluluklarında on iki hayvanlı Türk takviminin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Türkler, çağlar boyunca bir çok dine girirmiş olmalarına rağmen hiçbir zaman Nevruz unutulmamış, çeşitli dinlerde yine yeni yılın gelmesi şerefine kutlamalar devam etmiştir.
Bugün, Türk toplulukları arasında Hıristiyan olan Çuvaşlar, Budist olan Tuvalılar ve Müslüman olan Kırgız, Azeri Türkleri aynı anda, bu bayramı kutlamaktadırlar. Bu da bu bayrama dini bir veçhe kazandırmaya çalışanların yanılgı içinde olduklarının en somut göstergesidir. Bugün bu bayram, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Karakalpakistan, Afganistan, Doğu Türkistan, Irak, Kırım, İdil-Ural boyları, Tuva, Saha, Hakasya, Çuvaş, Sibirya, Balkan, Kıbrıs Türkleri arasında kutlanmaktadır. Bu boylar, Nevruz bayramını geniş kapsamlı milli bir bayram haline getirmişler ve resmi tatil yapmışlardır.
Bizde de yüz yıllardır kutlanan bu bayram, bazı kesimlerce, Ortodoks-İslam anlayışı çerçevesinde değerlendirilmiş, “Alevi Bayramı” ya da “ Putperest bayramı” olarak lanse edilmiş ve unutturulmaya çalışılmıştır. Türk tarihinden ve Türk kültüründen nasîbini almamış yöneticilerin de vurdum duymazlığı sayesinde, tarihi Türk bayramı olan Nevruz, Kürtlerin bayramı haline getirilmiştir. Kürtlerin Nevruzu bahane ederek yaratmaya çalıştıkları şiddet ortamı, bazılarımızın gözünü açmış, “bir müsibet, bin nasihata bedeldir” sözündeki hikmeti doğrularcasına bayrama sahip çıkılmış ve Nevruz Bayramı yeniden keşfedilmiştir.
Nevruz Bayramı, Kafkaslarda ve Türkistan’da Rus ve Çin komünist yönetimleri yerleştikten sonra yasak edilmiş ve bayramı kutlayanlar ağır şekilde cezalandırılmıştır. Azerbaycan’da 1922 yılında Nerimanov’un Cenova Konferansı’nda olduğu sırada, Nevruz bayramını kutlayan sokaktaki insanların üzerine Kirov’un emri ile ateş açılmıştır. Bu büyük baskılara rağmen Türk toplulukları Nevruz Bayramını asla unutmamışlar ve bu bayramın kutlanması için büyük mücadeleler vermişlerdir. Ancak yetmişli yıllardan sonra Kafkas ülkelerinde, seksenli yıllardan sonra da Türkistan ülkelerinde, kısmi kutlamalara izin verilmiştir.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, bağımsızlıklarına kavuşan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan cumhuriyetlerinde, Nevruz, milli bayram ilan edilmiş ve resmi tatil günü kapsamına alınmıştır. 1992 yılından beri, bütün Türk cumhuriyetlerinde Nevruz Bayramı çok kapsamlı faaliyetlerle, geniş bir şekilde kutlanıyor. Kutlamalar, cumhuriyetlerin en büyük meydanlarında, devlet erkanın da katılması ile yapılıyor. Ergenokan’dan çıkışı, gelen yeni yılı ve tarihlerinin önemli olaylarını sembolize eden oyunlar oynanmakta, milli danslar yapılmakta, şarkılar söylenmekte, herkese açık Nevruz sofraları hazırlanmakta, bayram bütün halkın katılımı ile coşkuyla kutlanmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Karakeçili aşireti, II. Abdühamit dönemine kadar Nevruz Bayramını Söğüt’te, Ertuğrul Gazi’nin türbesinde kutlarlardı. Bu bayrama o gün de, bu gün de “Yörük Bayramı” adı verilmektedir. Nevruz Osmanlı sarayında da kutlanırdı. O gün, özel hediyeler hazırlanır, şerbetler sunulur, macun karılır, devlet yöneticileri, büyükten en küçüğe kadar bunları birbirlerine takdim ederlerdi. Bu hediyelere “Nevruziye” adı verilirdi. Ayrıca “Nevruziye” denilen, divan ve halk şairlerinin yazdıkları şiirler de vardı. Bektaşi Babası olan Şükrü Baba’nın yazdığı .
“Akşamlar aşk olsun bayram gecesi
Bu ayın nurudur sultan-ı Nevruz
Fazl-ı şahın budur dilek gecesi
Ne mübarek gündür Sultan- Nevruz”
dizeleri, binlerce yıllık kültür imbiğinden süzülüp gelen Nevruz geleneğinin ne sıcak ifadesidir.
Tarihçilerin araştırmalarına göre Nevruz, Türklerden İran’a, oradan da Araplara geçmiştir. İranlıların kendilerine uydurma işindeki başarılarını göz önüne alırsak, Nevruz Bayramı’nı da kendilerine mal etmeleri ve bu bayrama Şii-Alevi bayramı özelliği vermeleri ve bu inancın da oradan bize gelmesi pek ala mümkündür. Halbuki, tamamen Türk anlayışının ürünü olarak ortaya çıkan Nevruz, dini hiçbir özellik taşımamaktadır. Eğer bu bayram Şii-Alevi bayramı olsaydı, Hıristiyan Türk topluluklarında kutlanmaması gerekirdi. Budistlerin bile kutladığı bu bayramın dini veçhesinin olmadığı açıktır. Bu bakımdan, Nevruz geleneği, ne Sünnilikle, ne Alevilikle, ne de Bektaşilikle doğrudan menşe bağlantısı olmayan, İslamiyet’ten çok öncelere uzanan bir gelenektir. Bu yüzden, her hangi bir din adına, mezhep adına, etnik menşe adına bağlı gösterilmesi ve bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmesi çok büyük bir hatadır ve tarihin, kültürün bütün gerçeklerine de aykırıdır. Türk kültürünün önemli bir unsuru olarak tarihi çağlardan günümüze kadar gelen Nevruz geleneği, en az üç bin yıldan beri Türkler arasında yaşayan bir gelenektir. Türk halkları arasındaki yaygın inanışa göre Nevruz, Türklerin Ergenekon’dan çıkışı, özgürlüklerini ve bağımsızlıklarını kazandıkları gün olarak kabul edilmektedir.
Ebü’lgazi Bahadır Han’ın “Şecer-i Türk” adlı eserindeki Ergenokon menkıbesinde “Dört bin yedi yüz yıl Ergenekon denilen, dört bir yanı yüksek dağlarla çevrili bir vadide sıkışıp kalan Türklerin buradan, baharın başladığı gün 21 Mart’ta çıktıklarını ve ata yurtları olan Turan’a kavuştuklarını, özgürlüklerini ve bağımsızlıklarını kazandıkları” yazılıdır. Yani, Nevruz, Türklerin esaretten özgürlüğe, bağımsızlığa adım attıkları ilk gün olarak Türk tarihinde sembol bir gündür. Bu yüzden unutulması mümkün değildir.
“Tarihi kaynaklarda Nevruz ile ilgili şöyle bir rivayet anlatılmaktadır. Çok eski çağlarda Hunların ataları saldırıya uğradıklarında, bu halkın içinden sağ kalan tek kollu bir çocuk, bir dişi kurt tarafından Altay dağlarına götürülmüş. Orada kurt tarafından emzirilen çocuğun kurttan çocukları olmuş. Bu çocukların soyu bin Nevruz günü Altay dağlarından inerek dünyaya yayılmışlar.
Atalarımız, bu dağdan inme gününü, yeni başlangıç, yeniden doğuş günü kabul ederek her yıl baharın başlama gününü bayram olarak kutlamışlardır.”
Bir Uygur metninden aldığımız yukarıdaki satırların aynısını, diğer Türk boylarında da görmemiz mümkündür. Kırgızlar’da ve Kazaklar’da tam benzeri vardır. Azerbaycan ve Anadolu Türklerinde Ergenekon’un çevresini kaplayan dağın bir bölümünün eritilmesi vardır. Ama, öz aynıdır. Neresinden bakarsak bakalım Nevruz, Türk kültürünün en az üç bin yıllık tarihe sahip çok kıymetli hazinelerinden biridir.
Nevruz, baharın geldiğinin müjdesidir. Türk halkları, baharın gelmesini dört gözle beklerlerdi. Uzun ve ağır kış şartlarından kurtuluş, tohum ve fidanın ekilmesi, hayvanların yavrulaması, yeryüzünün yeşermesi, ağaçların çiçek açması, Türklerin gönlünü şadeden büyük bir olaydı. Bu yüzden bütün Türk ellerinde o gün, büyük şenlikler düzenlenir, o gün, “Yeni Yıl Bayramı” “Bahar Bayramı” olarak kutlanırdı. Bu bakımdan Nevruz, bütün Türk halkları arasında ortak bir hatıranın, ortak gelenek ve duyguların, doğa ve dünya sırlarının çözümü üzerindeki ortak düşüncelerin, aynı heyecanların çok küçük farklarla ifade edildiği ortak bir kültürel mirastır. Türk kültürünün hakim olduğu tüm coğrafyada, Türkistan topraklarından Balkanlara kadar üç bin yıllık bir geçmişin eseri olan Nevruz, bu topraklar üzerinde yaşayan halklar arasında en büyük kültür mirası olarak yaşamış, hayatiyetini sürdürmüş, kültür hayatımızda ortaklık ve süreklilik göstermiş bir olgudur.
Nevruz Bayramını etnik bir kesimin malı olarak göstermeye çalışmak, havanda su dövmekten farksızdır. En basit deyimiyle, Kürtlerin essamesinin okunmadığı coğrafyalarda büyük bir coşkuyla kutlanması, Kürt tezinin ne kadar dayanaksız olduğunun ispatıdır. Burada aklımıza şu gelmektedir. Kürtler aşağı yukarı bin yıldır Türklerin yanında yaşıyorlar. Kültürel olarak üstün kültürün alınması, taklit edilmesi normaldir. Bu açıdan baktığımız zaman Kürtlerin, Nevruz bayramını Türklerden gördükleri ve aldıkları, İranlıların desteği ile de kendilerine mal etmeye çalıştıkları da düşünülebilir. Çünkü, İran bu konularda oldukça deneyimli ve ustadır.
Nevruz Bayramı, bütün Türk halkları arasında en az üç bin yıldan beri, birlik, kardeşlik, dostluk, özgürlük ve yeni yıl bayramı olarak kutlanıyor. Türkiye ve Azerbaycan’da Nevruz, Türkmenistan’da Navruz, Doğu Türkistan’da Noruz, Özbekistan’da Növroz, Kırgızistan’da Noruz, Kazakistan’da Novrız, Tataristan’da Navruz, Çuvaşistan’da Naras adıyla 21 Mart günü, bayram yapılıyor. Bu bayram, el içinde dostluk, kardeşlik ve barışı kuvvetlendirmeye vesile oluyor. Küsler barışıyor, kavgalılar anlaşıyor, aileler birbirlerini ziyaret ediyor, Nevruz sofraları açılıyor, fakir fukaraya yemek dağıtılıyor.
Yukarıdan beri sıraladıklarımız Nevruz’un alalade bir gün olmadığını, bir kültür kompleksi olduğunun da kanıtlarıdır. Nevruz bir kültür kompleksidir, onunla ortaya çıkan pratikler kültürel unsurları işaret etmektedir. Nevruz’un baharın müjdecisi ya da yeni hayatın başlangıcı sayılması başlı başına bir olgudur. Özgürlüğün, bağımsızlığın sembolü olması, dostluğun, kardeşliğin, birliğin sembolü olması, onun kültür kompleksi olduğunun işaretleridir. Bu bakımdan Nevruz’u bir kültürel miras, bir kültürel değer olarak algılamak gerekir. Kültürel değerlerin, milletin yaşamında ne önemli roller üstlendiği açıktır.
Türk halklarının yaşadığı kültür alanlarında Nevruz günü ile ilgili yapılan merasimler bu açıdan üzerinde önemle durulması gereken hususlardır. Çünkü bunlar, bizi tarihin derinliklerine çeker, denetler, birlik ve dayanışma gücümüzü arttırır. Kimlik belirlenmesi esnasında önemli rol oynar. Fiziki mekan bakımından topluluklar birbirlerinden ayrı kalsalar da, ortak kültürel değerlerde birleşme ve bunları sürdürme, kimlik kaybına veya silinmesine engel olur. Töreler, örf ve adetler, gelenekler, sadece folklorik malzemeler şeklinde düşünüldüğü zaman bir anlam taşamaz. Önemli olan onları yorumlamak ve anlamlandırmaktır. Çünkü, binlerce yıl, bunların sürekliliğini korumaları, toplumda ifa ettikleri sembolik rollerinden kaynaklanır. Nevruz törenlerinde üstünden atlanan, yanından geçilen ateş de bunlardan biridir. Türklerde ateş, bir arındırma, temizleme kültürünün ifadesidir. Oğuz Kaan Destanı’nda, Türk hükümdarını ziyarete gelen yabancıların ateşten geçirildikleri yazılıdır. Yani temizlenmeden, arınmadan, hakanla görüşmesi mümkün değildir. O günlerden bugünlere gelen bu gelenek, Nevruz törenlerinde önemli bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk topluluklarında her şeyin ateşle arındırılabileceği inancı bugün de yaşamaktadır.
Bütün bunlar, Nevruz’un bir iki törenle kutlanıp geçilecek bir olay olmadığını, aksine, milletimizin hayatında çok önemli kültürel bir olay olduğunu göstermektedir. Elbette araştırılmalı, bağlantıları, derinliklerdi ortaya çıkarılmalı ve birleştirici bir kültür kodu olarak milletin hizmetine sunulmalıdır. Yoksa, günümüzde olduğu gibi, göstermelik bir iki törenle geşiştirilirse, yarın, öbür gün elimizden almayacaklarını kimse temin edemez. Aynen lokumumuzun çalınması, Karagözümüz’ün Grek kültürüne mal edilmesi gibi…