Yorumsuz! : Haberler

Çevrimdışı galipkudalak

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.129
  • 10.547
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.129
  • 10.547
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 22 Haz 2012 18:53:47
yeni haftalık ders saatleri......

Çevrimdışı senizkarasah

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.500
  • 26.520
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.500
  • 26.520
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 22 Haz 2012 20:24:46
DEVLET MEMURA VERDİĞİ ZAMMI GERİ ALDI

Maaşlarına yüzde 4 zam alan memurların büyük çoğunluğu artan vergi dilimine girince yüzde 5 vergi kesintisine uğradı.
Türkiye Kamu-Sen, 15 Haziran itibarı ile maaşları yüzde 4 oranında artan memurların büyük çoğunluğunun, maaş bordrolarına baktıklarında kötü bir sürprizle karşılaştığını belirterek, “Yıllık toplam geliri 10 bin TL’nin üzerine çıkan memurlardan kesilen gelir vergisinin oranı da yüzde 15’ten yüzde 20’ye çıktı. Böylece Hükümet, memurlara yüzde 4 zam verirken, vergiler yoluyla yüzde 5 kesinti yapıp verdiğini fazlasıyla geri almış oldu” görüşünü savundu.

Kamu-Sen’den yapılan yazılı açıklamada 2012 yılı için geçerli olan gelir vergisi dilimlerini belirlerken, enflasyon ve yeniden değerleme oranlarını dikkate almayıp, alt vergi dilimini yüzde 6.3 artıran Maliye Bakanlığı’nın, daha fazla vergi toplamak derdine düştüğü belirtildi.

Açıklamada, “Düşük maaşlı memurların bile ödeyeceği gelir vergisi oranları da Haziran ayında yüzde 15’ten yüzde 20’ye çıktı. Böylece Haziran ayı itibarı ile altı aylık brüt ücretlerinin toplamı 10 bin TL’yi geçen yaklaşık 1 milyon 900 bin memur, bir üst vergi diliminden vergi ödemek zorunda kaldı. Haziran ayında yüzde 4 zam alan memurlar da gelir vergilerine gelen yüzde 5’lik artış dolayısıyla maaş artışından faydalanamamış oldu. Hükümet bir eliyle verdiğini öbür eliyle geri aldı” ifadeleri kullanıldı.

ÖĞRETMEN 89 TL ZAM ALDI; 74,5 TL’DEN FAZLADAN VERGİ ÖDEDİ

Türkiye Kamu-Sen Ar-Ge Merkezi’nin yaptığı araştırmaya göre; Mayıs ayında ek ders ücretleri de dâhil 223,5 TL’den gelir vergisi ödeyen bu öğretmen; yüzde 20’lik vergi dilimine girdiği Haziran ayı sonrasında 298 TL gelir vergisi ödeyecek. Buna göre 89 TL zam alan öğretmenin ödediği vergi 74,5 TL artacak. Böylece yüzde 4’lük zam bir öğretmenin maaşına yalnızca 14,5 TL olarak yansıyacak.

DURUM DOKTOR VE MÜHENDİSLER İÇİN DE AYNI

Araştırma, diğer kamu görevlileri için de durumun aynı olduğunu gösteriyor. Öyle ki; 1. derecenin 4. kademesindeki bir mühendis de Haziran ayı itibarı ile bir üst dilim olan yüzde 20 oranıyla vergilendirilecek. Mayıs ayında 205 TL olan gelir vergisi tutarı, 69 TL’lik artışla, Haziran’da 274 TL’ye çıkacak ve 115 TL zam alan bir mühendisin eline geçen maaş, yalnızca 46 TL artacak.

Aynı şartlardaki bir doktorun ödediği gelir vergisi ise Haziran ayında 281 TL’den 374 TL’ye çıkacak. Böylece bir doktorun maaşına, 147 TL zam gelmesi gerekirken, eline geçen zam 54 TL’de kalacak.

UZMANLAR DA MAĞDUR

Nisan ayında 232 TL vergi ödeyen bir uzman, yüzde 20’lik gelir vergisi dilimine Mayıs ayında giriyor. Buna göre bu uzman, Haziran ayında 310 TL vergi ödeyecek ve ödediği vergideki 78 TL’lik artış maaşına yansıtılacak. Maaşına yüzde 4 artış yapılan uzmanın ise 128 TL zam alması gerekirken, fazladan ödemek zorunda kalacağı 78 TL nedeniyle, yalnızca 50 TL maaş farkı alabilecek.

SÖZLEŞMELİ PERSONELİN MAAŞI ARTMADI; AZALDI

Kamu görevlileri arasında gelir vergisi bakımından en mağdur kesim, hiç şüphesiz sözleşmeli personel. Maaşı yaklaşık 2 bin 150 TL olan bir sözleşmeli personelin ödediği gelir vergisi, Mayıs ayında 104 TL artarak 312 TL’den 416 TL’ye çıktı.

Toplam 86 TL maaş zammı alan bu sözleşmeli personel, ödediği verginin 104 TL artması nedeniyle maaşında 18 TL’lik bir azalma yaşadı.

KONCUK: “GELİR VERGİSİNİN YÜZDE 65’İNİ ÜCRETLİ ÇALIŞANLAR ÖDÜYOR”

Konu ile ilgili olarak açıklama yapan Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, asıl amacı çok kazanandan çok; az kazanandan az vergi almak olan vergi sisteminin, Türkiye’de yakaladığından vergi almak şeklinde işlediğini belirtti.

Memurların ve sözleşmeli personelin; iş adamlarından, sanayiciden, yıllık kazancı milyonlarca TL’yi bulan işletmeciden daha fazla gelir vergisi ödediğini vurgulayan Koncuk, bu adaletsizlik nedeniyle memur maaşlarına yapılan yüzde 4’lük zammın tamamının vergiye gittiğini belirtti.

İsmail Koncuk, “Türkiye’de gelirin yüzde 10-15’ini alan çalışanlar, toplanan gelir vergisinin yüzde 65’ini ödüyorsa; burada adaletten söz etmek imkânsız. Haziran ayında zamlı maaş alacağını umut eden birçok memur, gelir vergisi oranı yüzde 15’ten yüzde 20’ye çıktığı için daha düşük maaş aldı. Hükümet bir eliyle zam olarak verdiğini, öbür eliyle vergi olarak geri alıyor. Toplu sözleşme görüşmelerinde, vergi dilimlerinin yükseltilerek, bu mağduriyetin giderilmesi için talebimiz olmuştu ama yetkililer, kolay yoldan vergi toplamayı seçtikleri için, buna yanaşmadılar. Bugün memurların yüzde 80’e yakınının ödediği vergi oranı, yüzde 15’ten yüzde 20’ye yükselmiş durumda. Ekim ayından sonra tüm kamu çalışanları yüzde 20’lik dilime girmiş olacak. En düşük maaş alan bir hizmetli bile, gelirinin yüzde 20’si kadar gelir vergisi öderken; iş adamları, sanayiciler, işletmeciler, çeşitli yollarla daha az vergi ödemeyi başarıyorlar. Dünyada, çalışanların bu denli mağdur edildiği başka bir ülke yoktur” ifadelerini kullandı.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı munzeviçığlık

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 23 Haz 2012 01:28:43
FİGÜRANLAŞTIRILAN ÖĞRETMENLER !


Son günlerin günah keçisi oldu öğretmenler. Her gün basın ve kamuoyu karşısında azarlanmakta, aşağılanmakta ve itibarsızlaştırılmaktadırlar. Bizler “ Bir harf öğretene kırk yıl köle olan “ bir kültürden geliyoruz. Altının çamura atılsa da altın olarak değerini koruyacağından şüphe duymuyoruz. Bir ülkenin felaketinin de, yükselişinin de eğitimden geçtiğini hiç unutmadık. Hal bu iken son zamanlarda başlayan bu linç kampanyasının nedenlerine bir bakış atalım istedik:
 - Eğitimciler, eğitim sisteminin temel bileşenleridir. Aydınlanmanın itici gücü, yozlaşmanın ise yılmaz direnişçisidir. Toplumun geleceğini şekillendiren mimarlardır öğretmenler. Her fırsatta övündüğümüz genç nüfusumuza, kendisine, ailesine, ülkesine ve milletine faydalı bireyler olması için yol gösteren birer ilim feneriyiz. Bir ülke düşünün ki genç ve dinamik nüfusu ile övünecek, genç neslin devamlılığı için her aileden üç çocuk isteyecek ancak küçük bir eğitim kadrosu hedefleyecek, öğretmen sayısının fazlalığından şikayet edecek. Genç bir nüfusun varlığı kadar, bu nüfusun taşıdığı nitelikler de önemlidir. Aksi takdirde nicel olarak büyük bir topluluk var olsa da , nitelik olarak katkı sunan, üreten, yetişen ve yetiştiren verimli bir yapı oluşmayacaktır. Nitelikli ve donanımlı bir nüfusa sahip olmak, eğitim sistemini ve eğitimcileri yüceltmeyi gerektirse de son zamanlarda tam tersi uygulamalar ile karşı karşıya kalmaktayız. Her gün karşılaşılan olumsuz söylemlerin yanı sıra toplumsal statü ve özlük hakları bakımından bir linç kampanyası başlatılmış durumdadır.
 
- Bakanlık bürokratları, eğitim sisteminde katılımcılığın, paydaşlığın, ekip ruhunun önemini vurgularlarken eğitim çalışanlarının beklenti ve görüşleri yok sayılmaktadır. Eğitim sisteminde bu denli köklü değişiklikler yapılırken, öğretmenler değişimin dışında tutulmuş, veliler ise kendilerini bir cevabı olmayan soru havuzunun içerisinde bulmuşlardır. Katılımcı ve ekip ruhu içeren bir eğitim sistemini oluşturmak çok mu zordu ? Sistem değişikliğine gidilecekse, bu sistemin ana hatları çizilebilir, zümre toplantılarında programın içeriğine yönelik katkılar alınabilir, seminer dönemlerinde bölgesel bazda çalıştaylar düzenlenerek eğitim programına nihai hali verilebilirdi. Böylece mutfaktaki aşçıya da kulak verilmiş olurdu. Bir eğitim programının yazımında, konu üzerinde araştırma ve çalışmalar yapmış akademisyenlerin katkısı ne kadar önemliyse, o programı sınıflarda uygulayacak öğretmenlerin de katkısı bir o kadar önemlidir. Uygulanabilirliği ölçülmemiş ve tartışılmamış bir eğitim sisteminin uygulanmasında aksaklıklar çıkması kaçınılmazdır. Daha şimdiden cevap bekleyen pek çok soru oluşmuş, veliler öğrencilerinin geleceğinden endişe duyar duruma gelmişlerdir. Öğretmenlerin de katkı yaptığı ve sürece dahil olduğu bir eğitim programını sahiplenmek çok daha kolay olur, aksaklıkların pek çoğu öngörüler sayesinde giderilebilirdi. Takım çalışması ve katılımcılık bunu gerektirirdi.
 
- Son zamanlarda öğrenci merkezli eğitim adı altında, eğitim sisteminin tüm temel taşlarının yok edilmesi ve öğretmenlerin işlevsizleştirilmesine yönelik söylemler duymaktayız. Eğitim sisteminin öğrencilerin beklentilerine cevap veriyor olması elbette kaçınılmaz bir gerekliliktir. Ancak bunu yaparken öğretmenlerin itibarsızlaştırılması ve yok sayılması kesinlikle başarının anahtarı olmayacaktır. Her fırsatta “ Dezavantajları fırsata çevirmelisiniz! “ diyen yetkililere, öğretmenlerin motivasyon ve beklentilerini de gözönünde bulundurmaları gerektiğini önemle hatırlatıyoruz.
 
- Çok beklentileri yoktu aslında eğitimcilerin;
 
* Maaşlarına % 45 ya da danışman zammı istemediler.
 
* İki yılda emekli olmak istemediler.
 
* Bir zamanlar vekil maaşları, muallim maaşlarını geçmezken vekiller ile aynı maaşı talep etmediler.
 
* Okul önlerinde kendilerine tahsis edilmiş, kirası ve yakıtı devlet bütçesinden karşılanan makam arabaları da istemediler.
 
* Okul ortamında tartışmasız bir otorite olmayı da talep etmediler.
 
* Eğitimcilerin istediği sadece memur kesimi içerisinde statülerine uygun bir gelirdi. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’ nda da yer aldığı gibi “ Öğretmenlik bir ihtisas mesleğidir.” Bakmayın haftada maaş karşılığı 15 saat çalışıyor göründüğüne. Evine iş götüren tek memur kesimidir öğretmenler. Görevleri, yüz-ikiyüz madde ile sıralanamayacak kadar çoktur. Sınıf içerisinde harcanan efor için kıyas ölçüsü bulamazsınız. Buna rağmen ek ödeme kararnamesinin dışında tutularak ve toplu sözleşme masasında itibarsızlaştırılmaya devam edilerek, kendi teşkilatları içerisinde en düşük maaş alan kamu grubu olmaya mahkum edildiler. Kendilerini doğrudan ilgilendiren ve etkileyen eğitim sistemindeki değişikliklerde figüran haline getirildiler. Akıllı tahtalara, tablet pc lere, ücretsiz ders kitaplarına ve dersliklere bütçenin en büyük payını ayırmakla övünülürken, eğitimcilerin tüm motivasyon araçları ters yönde işletilmiş, kamuoyu önünde bilinçli bir linç kampanyası başlatılmıştır. Her ne kadar uzaktan eğitim sunumu yapan bazı bürokratlar, öğretmenlere çok değer verdiklerini ve öğretmenleri önemsediklerini belirtseler de; kapalı devre bir sistem içerisinde bunlar söylenirken, medya ve kamuoyu önünde Başbakan ve Milli Eğitim Bakanı da dahil olmak üzere ülke yöneticileri tarafından öğretmenlerin itibarsızlaştırılıyor olması, öğretmenlerimizin tüm şevkini kırmaktadır. Buradan tüm yetkililere seslenmek istiyoruz:
 
Okulları istediğiniz şekilde donatın, sistem üzerinde istediğiniz değişiklikleri yapın, EĞİTİMCİLERİN MUTSUZLUĞU ÜZERİNE BAŞARILI BİR EĞİTİM SİSTEMİ İNŞA EDEMEZSİNİZ !      
BAHADIR SABIR

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı eylulada1

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.164
  • 47.319
  • 4.164
  • 47.319
# 23 Haz 2012 13:52:46
MEB’den Tartışma Yaratacak Hazırlık!  
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 3 yıla kadar geçeceği sisteme göre, her öğrencinin ilkokul 1. sınıftan itibaren dosyası tutulacak.

 Dosyada öğrencinin ders dışı etkinlikleri toplanacak, gittiği sinemanın, tiyatronun kaydı dahi olacak. Dosya üniversiteye ve işe girişte etkili olacak.

23 Haziran 2012, 10:48
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı munzeviçığlık

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 23 Haz 2012 22:23:42
HİÇBİRŞEY OLAMAZSAN ÖĞRETMEN OLURSUN!


Her biri ayrı bir şekle bürünmüş bulutlar bana varoluşumun sevincini yaşamam için yalvarıyor. Gözlerinin önünde bir dünya var. Nefes alabiliyorsun. Koridordan gelen telaşlı sesleri duyup yorumlayabiliyorsun. Kapıya doğru başını çevirip gelen kişinin senin için gelip gelmediğini kontrol edebiliyorsun. Tüm bunların kıymetini bilmen gerek. Takma kafana hiç bir şey, şükret haline.

Bu kadar kolay mı? Grileşmiş beyaz çarşafların içinde, damarlarıma akan sarı sıvının yorgun rengi kanıma işlerken mi kafama hiçbir şey takmayacağım? Kulaklarımda inleyen insan sesleri, tekerlekli yemek arabalarının yaydığı baygın koku ve beyaz önlüklülerin telaşlı koşuşturmacalarını duyarken mi halime şükredeceğim? Beyaz önlüklü koşuşturmacalar, neyse ki zihnimin sevimli çağrışımlar yapmasına yardımcı oluyor. Bana, öğretmenler odasından sınıfa her biri ayrı bir dert ya da soru ile yanıma yaklaşan öğrencilerimin arasında dolaştığımı hissettiriyor.

Öğrencilerim… En az kendi evladım kadar değerli çocuklarım. Gözlerindeki gülümsemeyi görmek için daima gözbebeklerine baktıklarım. Gözbebeklerim. Derdini paylaşamadığı annesi yerine dert ortağı olduğum, korkusu içine işleyen babasına söyleyemediği sorunlarını çözmek için çırpındığım, dersi anlamadığı zaman kahrolduğum, daha fazla ne yapabilirim, nasıl öğretebilirim diyerek saatlerce çalışıp hazırlanırken daha az dinlenmeyi, daha az gezmeyi göze aldığım, çok sevdiğim öğrencilerim.

Tam göz hizama denk gelen bulut. Ülkemin bulutu. Türkiye’min. Geleceğini hazırlamaya, bir su damlası olmaya çalıştığım yurdumun bulutu, kaşlarını çatmış yine bana kızmalarda.
 
Öğretmenlik en rahat meslek. Hiçbir şey olamazsan öğretmen olursun. Yarım gün okula gider, gelirsin evine. Derse girer, çıkar anlatırsın aynı şeyleri. Ne var ki, zaten yıllardır aynı şeyleri anlatmıyor musun, ezberlemişsindir de sen onları. İşini birkaç saatte bitirir sonra günü kendine ayırırsın. Dinlenir misin, gezer misin, uyur musun bak artık keyfine. Kadınsan çocuklarına da bol bol zaman ayırabilirsin. Şubat tatili var, yazın üç ay tatili var. Hem çalışmadan da para alıyorsun. Öğretmenlik kadar güzel meslek var mı? Salla başını al maaşını.
 
Pencerenin sağına doğru yükselen bulut, mezun olduğum fakültenin giriş kapısının yanındaki yıllanmış ağacın kalın gövdesine benziyor. Önce toprağı öpmek istercesine yere doğru keskin bir kıvrım oluşturan, sonra da aynı keskinlikte boynunu kaldırarak, başını mavi gökyüzüne çeviren o ağacın, görünmez bir güç tarafından, okula her adım atışta öğretmen adayına öğretmenliğin amacını hatırlatmak amacıyla o şekle büründürüldüğüne inanılırdı. Ben o fakülteye yüzde ikilik dilimde girdim. Yani her kesin dediği gibi hiçbir şey olamadığım için öğretmen olmadım. Pek çok şey olabilecekken öğretmen oldum. Çünkü öğretmen olmak benim için pek çok şey olabilmek demekti. Eğilip toprağı öperken başı dimdik durabilmek demekti.
 
Üniversiteyi kazandığımda halam, benden üç yaş küçük kuzenim Buket’e beni örnek gösterip öğretmen olmasını salık verince “Yok artık! Öğretmen mi olacağım bir de! Ben daha yüksek puanlı yerleri yazacağım, hayatta yazmam!” demişti. Aradan üç yıl geçip de üniversite tercihlerini yapacağı zaman halam yine “kızım öğretmenliği yaz sen yine de, bulunsun.” dediğinde Buket’in verdiği cevap şu olmuştu. “Anne senin haberin var mı eğitim fakültelerin kaç puanla öğrenci aldığından, ben nasıl kazanayım orayı?” Üniversite sınav sonuçları açıklandığında hiçbir şey olamadı kuzenim. Öğretmen bile…
 
Herhangi bir ihtiyacı, eksiği olan var mı? diye ayaklarını sürüyerek girdi içeriye hasta bakıcı. Benim eksiğim var desem. Konu eksiğim var desem, anlar mı? İhtiyacımı giderebilir mi? Karşımdaki çatık kaşlı bulut gitmiş, yerine şakacı bir bulut gelmiş. Bana “dene istiyorsan bi” diyor. Şimdi bu hastanede yatmanın zamanı mıydı be bulut? Nasıl telafi edeceğim ben konu eksiğimi? Bu çocuklar bu yıl sınava da girecekler. Bizimkilerden bilgisayarımı istesem doktor kullanmama izin verir mi ki? Kucağıma koyduğumda kasığımla göğsümün arasına düşen ameliyat bölgesine zarar vermeden kullanabilir miyim acaba? Tam oturamıyorum da. En fazla başımın altına ikinci bir yastık koyarak doğrulabiliyorum. Sağ kolumda da bir kasılma yapıyor bu yara. Çok zorlamadan belki azar azar çalışarak konu özeti hazırlayabilirim çocuklara. Eksiği konu özetlerini fotokopiyle dağıtarak gidermeye çalışırım. Konuyu oradan anlatırım. Deftere yazdırmakla da zaman kaybetmemiş olurum. Müfredat çok yüklü. Tüm yıl aralıksız devam ettiysem de okula, ayağımı burktuğumda bile sevk almayıp dersime girdiysem de konuları yetiştirmekte zorlanıyorum. Diğer zümre arkadaşlarım da muzdarip bu dertten. Belki öğrenci çalışma kitabındaki soruların her birini çözmeseydim, onları eve ödev verip geçseydim konularda daha hızlı ilerlerdim. Bu kadar yüklü bir programın gerekli olmadığını her zümrede yazıyoruz ama değişen de bir şey olmuyor. Değişen tek şey müfredat. Her birkaç yılda bir hem de. Tam alışmışken yerine yenisi geliyor ve hazırladığımız tüm dokümanlar da işlevsiz kalıyor.

Okuldan döndükten sonra her gün, o hafta anlatacağım konu ile ilgili sunumlar hazırlar, ya da internetten indiririm. Öğrencilere farklı yazılı materyaller hazırlarım. Görseller bulurum panoya asmak için. Saatlerce çalışırım. Saat beşi gösterdiği zaman da bitmez bu mesai. Akşamları da bir yandan yazılı kağıtlarını okurum, bir yandan performans ve proje ödevlerini değerlendiririm. Her biri ayrı bir ölçeğe göre değerlendirilen bu ödevleri puanlamak oldukça zaman alıcı. Şakacı bulut güldü “Sen öğretmensin zamandan bol neyin var?” Bulut öyle deme Allah aşkına! Branşım gereği beş sınıfa giriyorum. İki yüz civarında öğrencim var. Her bir öğrenci için her dönemde en az bir performans görevi (çoğunda iki) değerlendiriyorum. Yaklaşık olarak on iki sorudan oluşan bu ölçeklerde iki yüz öğrenci için (her birinden birer ödev geldiğini düşünürsek) toplamda en az iki bin dört yüz soru cevaplıyorum. Proje ödevlerini de katarsak işin içine, değerlendirmelerimde cevapladığım soru sayısı üç bini buluyor. Bu ödevleri zamanında e okula girmezsem velinin serzenişi ile karşılaşıyorum. Değerlendirmeler sadece performans ve proje değerlendirmeleri ile de sınırlı değil. Üç yazılı yapıyoruz. Yazılılar bizlerin okuduğu yıllardaki gibi on sorudan oluşmuyor. Farklı soru tiplerinden oluşan yaklaşık otuz soruluk sınavlar hazırlıyoruz öğrencilere. İki yüz öğrenci üzerinden hesapladığımızda on sekiz bin soru incelemesi de buradan geliyor mu? Şaka gibi değil mi? Off, gülerken canım yanıyor. Gülüyorum ağlanacak halimize. Sen de geçmiş karşıma beni güldürüyorsun. Uzaktan davulun sesi kulağa hoş gelir tabi… Yazılı sınavların da her birinin analiz raporu çıkarılarak idareye teslim ediliyor. Her bir öğrencinin doğru cevap verdiği ve veremediği sorular kayda alınarak genel bir değerlendirme yapılıyor. Sınıfın ortalaması kötü çıkarsa hesap veriyorsun. Hatanın nerde olduğunu araştırıyorlar. Dur bakayım o yanındaki bulut bizim müdürün gözlükleri mi? Hadi canım!...
 
Çalışmayan öğrenciye, ilgisiz veliye kesilmiyor hiç fatura. Zaten öğrenci çalışmıyorsa onu motive etmekle yükümlüsün. Edemiyorsan bir yerde bir sorunun var demektir. Ya da veliyi hala okula getirmeyi başarmadıysan suçlu yine sensin. Hep boynu bükük, hep ezik, hep hesap veren. Sen öğrencinin aile yapısını, bütün kişilik özelliklerini bilmek ve bunları da her bir öğrenci için yaklaşık otuz beş sorudan oluşan gözlem formu ya da benzeri isimler altında doldurmak zorunda olduğun formlara işlemekle yükümlüsün. Bu sorularda sana her bir öğrencinin bitki yetiştirmeye istekli olup olmadığını dahi soruyorlar. Bunları bilmek zorundasın. İki yüz öğrenci için en az yedi bin soru da buradan geldi mi? Daha anlatayım mı? Ders içi performans notları da ayrıca veriliyor. Sınıf öğretmeni olduğum sınıfın kitaplık listesini e okula işlemem ve her bir öğrencinin okuduğu kitapları buraya kaydetmem gerekiyor. Öğrenciler az kitap okusunlar diye dua edeceğim yakında. Bu yıl ilk kez doldurulan bir anket çalışması ile sekiz binden fazla soruyu da ayrıca cevapladığımı söylemeden geçemeyeceğim. Ya, öğretmenlik ne kadar kolay bir meslek! Evde bol bol zamanımız olmadığını anlatıyoruz, anlatıyoruz ama derdimizi kimse anlamıyor. Sen bile anlamadıktan sonra…
 
Yanımdaki yatakta yatan hasta da camdan dışarıya gizli gizli duman üfleyerek sigara içme dememden anlamıyor. Sanırım bende bir anlatma kabiliyetsizliği var. Duman olduğu gibi içeriye giriyor. Hemşirelere yakalansa da rahat etsem diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Şöyle özel bir hastanede tek kişilik odada yatabilseydim ne güzel olurdu! Hem eşim de yanımda refakatçi olarak kalabilirdi. Ama nerdee? Sigara dumanının bende yarattığı rahatsızlığı anlatabilmek için, öksürerek bir mesaj vermeye çalışıyorum ama hasta bana mısın demiyor. Üstelik öksürmeye çalışırken canımın yandığıyla da kalmam cabası. Telefonuma da mesaj gelmiş görmemişim. Mesaj eşimden: “Bu ay ek dersinin tamamını alamayacaksın değil mi? Öyleyse kredi açığını nasıl tamamlayabileceğimiz konusunda bir fikrin var mı? Ziyaret saatinde sana çorba getireceğim. Öpüyorum.” Mesaj ben rakamlara boğulmuşken tam zamanında geldi. Ama hiç hoş gelmedi. Evet, kredi borcu eksik kalacak bu ay. Ne yapacağız? Hiçbir fikrim yok. Bu maaşla ev almak için borca girmek de senin hatan değil mi? Ev senin neyine. Kredi borcu ödeyeceğiz diye ne bir sinemaya ne tiyatroya ne bir yemeğe gider olduk. Okuduğum kitaplar bile ya korsan ya da ikinci el.
Çatık kaşlı bulut elinde bir cetvelle geri döndü ve şakacı bulutun kafasına vurarak onu gönderdi. Ne ayıp! Sen bir öğretmensin, öğretmen de böyle yaparsa başkaları ne yapsın? Hem kültürel hayatın gerisinde kal, hem de korsan kitap al. Ver on beş yirmi lira, al bir kitap. Ne var ki bunu da mı denkleştiremeyeceksin? -Benim maaşım birçok işçiden ve memurdan daha düşük. Benim kadar eğitim almayan birçok çalışan benden daha yüksek ücretlerle çalışıyor devlette- diye serzenişte bulunma bir de. Hâlâ haline şükretmiyorsun. Sen yarın bir de mitinge gitmek istersin. Sana verilen hakları, zammı yetersiz bulursun. Kesiverirler cezanı o zaman anlarsın hakkı, hakkı dayıyı.

Bulutun cetveli, göğü yararcasına düştü elinden. Kopan gürültüden irkildi sigarasını bitirip yatağına yerleşen hasta.
 -Yağmur yağacak zaar dedi.
 Gökyüzünün tüm bulutları birbirine karıştı. Gri bir örtü serildi üzerimize. Beyaz ve mavi silindi. Koridordan gelen seslerin yoğunluğu ziyaret saatinin başladığını anlatıyordu. Kapıdan gelen ayak seslerine doğru başımı çevirdiğimde mavi gömleklerinin yarısı dışarda yarısı içerde, kravatları iman tahtalarına kadar gevşetilmiş bir grup erkek öğrencimin ellerinde beyaz çiçeklerle bana doğru yaklaştığını gördüm. Beyaz kasımpatıları bana uzattılar.
 Öğretmenim geçmiş olsun. Keşke bugün her zamanki gibi dersimize girebilseydiniz. Keşke sizi bu yatakta böyle yatarken görmeseydik. Keşke arkadaşımızın hatasını bir af dileyerek telafi edebilseydik. Keşke Kadir sizi bıçaklamamış olsaydı…
 Gökyüzünden göğü yararcasına yağmur yağmaya başladı.

Belma ALPER UĞURLU

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı munzeviçığlık

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 23 Haz 2012 22:34:23
Haksızlıklara karşı her zaman dik duracağız


Türkiye Kamu -Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, "Sevdasına, mücadelesine milli değerlerine, inançlarına bağlı, hak mücadelesi veren memurlarımızın tek ve en korunaklı sığınağı olan Türkiye Kamu -Sen, bütün haksızlıkların karşısında her zaman dik durmasını bilecektir" dedi.
 Türkiye Kamu -Sen'in 20. kuruluş yıl dönümü nedeniyle Büyük Anadolu Otel'de kutlama programı düzenlendi .
 

Kuran-ı Kerim tilaveti ve dualarla başlayan programda konuşan Genel Başkan Koncuk, sendikalarının 20. kuruluş yıl dönümünü kutladıklarını ancak şehit haberlerinin bu mutluluklarına gölge düşürdüğünü söyledi.
 

Sendikanın kuruluşundan bugüne, 16 hükümet, 11 farklı başbakan, 5 cumhurbaşkanının göreve geldiğini belirten Koncuk, "Hükümetler, başbakanlar değişti, milletvekilleri değişti, cumhurbaşkanları değişti ama Türkiye Kamu-Sen hep dimdik ayakta kaldı. Kimsenin arkasına saklanmadı, kimseden güç almadı, kimseden medet ummadı, kimseden de korkmadı. Biz hak ararken hükümette kimin olduğuna bakmadık. Biz hak mücadelesinde kimseye paravan olmadık, kimseye göbekten bağlanmadık. Bağlı olduğumuz tek yer vardır; o da Türk milleti ve O'nun hassasiyetleridir" diye konuştu.
 
Türkiye üzerinde bir takım oyunlar oynandığını savunan Koncuk, şunları kaydetti:
 
"Küreselleşme sürecinin, sosyal devlet ilkesini tahrip eden mantığı, kamu hizmetlerinin piyasaya açılması, özelleştirmeler yoluyla, kamu varlıklarının uluslararası sermayenin tekeline geçmesi, esnek istihdam biçimleriyle ücretlerin düşürülmesi, iş güvencesinin zayıflatılması ve memurluk güvencesinin kaldırılmak istenmesi gibi sorunlar, dünyadaki güç dengelerini oluşturanların, çalışma hayatımızda meydana getirdiği tahribattan yalnızca birkaçıdır. Bir tarafta varlığıyla devleti somutlaştıran memurların haklarının yok edilmesi, diğer tarafta ülkemizde terör yoluyla yaratılmak istenen kaos ve baskın güçler tarafından dayatılan kanunlarla, devlet yapılanmamızın değiştirilmesi gibi girişimlere maruz kalmaktayız.
 
Bu dönemde, ülkemizin üniter yapısının, devletimiz ve milletimiz ile bölünmez bütünlüğümüzün korunması noktasında, önemli görevler ifa ettiğimizi düşünüyorum. Sevdasına, mücadelesine milli değerlerine, inançlarına bağlı, hak mücadelesi veren memurlarımızın tek ve en korunaklı sığınağı olan Türkiye Kamu-Sen, bütün haksızlıkların karşısında her zaman dik durmasını bilecektir."

Programın sonunda kutlamalar kapsamında düzenlenen şiir, marş ve kompozisyon yarışmalarında dereceye girenlere ödülleri verilirken, çalışma hayatına katkı veren basın mensuplarına da plaket takdim edildi.
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı munzeviçığlık

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 24 Haz 2012 01:47:51
Tbmm De Ogretmenlerin Sorunları Prof.dr.ozcan Yeniceri

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı munzeviçığlık

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 24 Haz 2012 17:48:35
İlahiyatçıdan sendikacı olmaz!..

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]


Eğitim Bir-Sen’den Niçin İstifa Ettim?
 
Yıllar önceydi. Hatay Eğitim Bir Sen in Kongresinde bana da beş dakikalık konuşma hakkı vermişlerdi. Bende konuşmama Ebu Zerr-i Gıfari’nin o ünlü sözünü hatırlatarak başladım. Çağın yitik vicdanı Ebu Zerr, evinde ve elinde yiyecek ekmeği olmayıp ta kılıcını çekip hakkını devletten ve toplumdan almayan adamın aklına şaşarım demişti.
 
Kılıcı çekmek…
 
Evet çağın ve zamanın ruhuna göre kılıcın adı,anlamı,ödevi ve görevi değişir. Kimi zaman kılıç akıl olur kimi zaman pasif direniş kimi zaman bütünüyle sessiz kalmak (Ki bütünüyle sessiz kalmak tamamen reddetmenin kibar biçimi derler) modern zamanlarda ise sendikal faaliyet… İşte Eğitim Bir Sen in sırtında Ebu Zerr’in böyle bir emaneti vardır. Böyle inandığım için sendikaya ilk üye olanlardan birisi ben olmuşumdur. İlkesel tavrımız; tamamen meşru vasıtalar kullanarak hakkımız planı devletten almak. Bundan başka hakları gasp edilenlerle birlikte yürümek.

O gün kongre salonunda bunları söylemiş konuşmamı bitirirken de hemen önümde oturan Memur Sen ve Eğitim Bir Sen Başkanı Ahmet Gündoğdu’nun gözünün içine bakarak, İlahiyatçıdan sendika başkanı olmaz demiş ve ilave etmiştim. Çünkü bende bir ilahiyatçıyım. Bizler er –rızku ale’l –la ile eğitildik. Rızkımızı veren Allah tır bilinci ile yetiştirildik. Bizim dişe diş mücadele ederek hak aramak gibi bir geleneğimiz yoktur. Çünkü bize sövene dilsiz dövene elsiz olmayı öğrettiler. Emevi kabilesine mensup akrabalarını devlette çokça istihdam eden, güç ve servetiyle şımaranların çoğaldığı bir zamanda, devlet başkanı Hazreti Osman’ın yüzüne karşı peygamberimiz böyle yapmamıştı deyip şehri terk eden ve Gıfar Kabilesine geri dönen Ebe Zerr in bizim sendikamızın asıl kurucusu olduğunu söylemiştim. Eda endam ve tavrımızın böyle olması gerektiği dile getirmiştim.
 

Protokol buz kesmiş, fikir işçisi öğretmenler hayli alkışlamışlardı o gün.
 O günden bu günlere geldik. Sinmiş, verilenle yetinen, bütün bildiklerinden ömründe bir defa bile şüpheye düşmeyen, tapınma derecesinde kişi sever, içindeki kerameti(gücü) açığa çıkarmaktan aciz, haksızlığa karşı şahsiyet kıpırtısı göstermeyen, çula, çaputa, demire, sarıya, bakıra düşkün, iltifat ağyaradır hane halkına değildir diyerek haneyi sefil bırakan, kamu malıyla caka satanlara pek de güzel olmuş efendim diyerek iltifatlar yağdıran Epiktetos Ahlakına sahip, vaaz verir gibi konuşan ama sürekli konuşan ve hep konuşan, koca bir sendikayı dar’ul – laklak a çeviren, eylemi ibadet bilenlere diş bileyen insanların bin adım öne çıktığı bir yerde durmanın, riyakârlığı körüklemek anlamına geldiği için; basıyorum istifayı..!
 Yıllar önce kongre salonunda genel başkanın yüzüne ne söyledimse şimdide aynı şeyi söylüyorum.
 
Delikanlı gibi sende bas istifayı! Çünkü senden sendika başkanı olmaz…
 
Mustafa Aracı
Eğitimbirsen Kurucu Üyesi ve Öğretmen
 

Çevrimdışı tekmen

  • Moderatör
  • *****
  • 21.702
  • 46.658
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 21.702
  • 46.658
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 25 Haz 2012 14:32:02
Avrupa Futbol Şampiyonasında İspanya ile Portekiz arasında oynanacak yarı final maçını Türk hakem Cüneyt Çakır yönetecek.

Avrupa Futbol Federasyonları Birliği’nin (UEFA) açıklamasında, turnuvada yarı final maçlarını yönetecek hakemlerin belirlendiği belirtildi. Açıklamaya göre, 27 Haziran Çarşamba günü Ukrayna’nın Donetsk kentinde oynanacak İspanya-Portekiz yarı final maçının hakemi Cüneyt Çakır oldu.


Çevrimdışı TAYLANSALİH

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
# 25 Haz 2012 14:56:37
Öğretmen, gönül adamıdır. Eğitim, gönül işidir. Sabır ister. Bir insanlık numunesi olan öğretmen, mütebessim çehresiyle öğrencilerinin karşısına çıkmalı, her sabah yeniden doğan güneş gibi girdiği sınıfı aydınlatmalıdır. Öğrencilerine, bilgilerini sevgiyle yoğurarak sunabilmelidir.
Onun çabalarının maddi hiçbir karşılığı yoktur. Hayata hazırladığı öğrencilerini gelecekte başarılı konumlarda görmek onun için en büyük mutluluktur. Öğretmen, idealist olmalıdır. Hizmet aşkıyla dolu olmalıdır. Zorluklar karşısında yılmamalıdır.
Öğrencilerinin beyinlerinden önce gönüllerine hitap etmeli, onların gönül dünyalarını güzelleştirmeyi öncelikli amaç edinmelidir. Öğrencilerinin gönüllerini fethedemeyen öğretmenin başarılı olamayacağını, gönüllere girilmeden beyinlere girilemeyeceğini bilmelidir. Sevgi timsali olan öğretmen, öğrencilerini, şefkat ve merhamet kanatlarının altında geleceğe hazırlamalı; çevresini aydınlatmak için mum gibi erimelidir.
Cumhuriyet’in ilanından sonra ülkemizde eğitim öğretim seferberliği başlatıldı. 1 Kasım 1928’de “Harf İnkılabı Kanunu” yürürlüğe girdi, 24 Kasım’da Atatürk’e millet mektepleri başöğretmenliği unvanı verildi. Atatürk, Anadolu’da eğitim öğretim seferberliği başlattı. Özellikle yeni harfleri öğretmek için kara tahtanın başına bizzat geçti. Azimli, çalışkan, fedakâr, her şeyden önce “idealist” öğretmenlere çok ihtiyaç vardı. O yıllarda İzmir’de Kadınlar Hapishanesi’ndeki mahkûmlara okuma yazma öğretmek için bir öğretmen aranıyordu. Cezaevi okul; mahkûmlar öğrenci olunca buna kimse cesaret edemiyordu. Okulunu yeni bitirmiş, henüz çocuk denebilecek yaştaki Avar, Millî Eğitim Müdürlüğüne müracaat ederek görev almak istediğini beyan etmişti. Millî Eğitim Müdürü, cezaevindeki bayanları gözünün önüne getirmiş; yeni mezun, ufak tefek yapılı bu genç kızın bu işi yapabileceğine pek ihtimal verememişti. Başka bir alternatifi olmadığı için bu genç bayanın başvurusunu kabul etti. Avar öğretmen, akşamları cezaevine gidiyor, her biri suç makinesi hâline gelmiş olan bayan mahkûmlara ders veriyordu. Mahkûmlar, çok etkilendikleri ve gönüllerinde yer eden bu öğretmeni, her dersin sonunda alkışlarla uğurluyorlardı. Avar öğretmen, büyük bir şevk ve heyecanla görevini sürdürüyordu. Bir gün sürpriz bir gelişme oldu. Avar öğretmenin “misyonerlik” çalışmalarından dolayı oldukça kabarık bir dosya ile yargılanmakta olduğu haberi duyuldu. Haber, herkesi şok etmişti. Bu ilginç gelişmeden haberdar edilen Cumhurbaşkanı Atatürk, Avar’la bizzat görüşmek istedi. Avar, Ankara’ya, Çankaya Köşkü’ne götürüldü. Ufak tefek yapılı bu genç öğretmen, çok heyecanlıydı. Atatürk, “Misyoner öğretmen sen misin?” dedi. Bu beklemediği soru karşısında oldukça şaşıran Avar yavaşça, titrek bir sesle, fısıltıyla “Efendim, ben öğretmen Avar.” diyebilmişti. Atatürk, “Kızım, bana senin gibi misyoner de olsa idealist öğretmenler lazım. Git, memleketin içine gir, dağ köylerine uzan, orada bizden ışık bekleyen yarının annelerini bulacaksın.” dedi. Suçlanacağını ve cezalandırılacağını zanneden genç öğretmen, bilakis taltif edilince içi içine sığmaz bir hâlde, sevinç ve heyecanla Atatürk’ün yanından ayrıldı.
Genç öğretmen Doğu’ya gidecekti. Oradaki genç kızları, hatta bunların arasında hiç Türkçe bilmeyenleri toplayacaktı. Onları yetiştirecekti. Sonra bu çocukları birer ışık demeti hâlinde köylerine geri gönderecekti. Avar öğretmen, Doğu Anadolu’ya gitti. At sırtında, yol vermez, geçit vermez dağlara tırmandı. Dağ köylerinden, çoğu esmer olan köy kızlarını topladı. Onları bir anne şefkatiyle kendi ceketine sarıp okuluna götürdü. Fedakâr çalışmalarıyla kısa sürede halkın takdirini kazandı. Gönülleri fetheden bu masal kadını, öğrenci toplamak için köylere gittiğinde köylüler “Kızımı da götür, Avar!” diye atının önüne geçiyorlar, âdeta yalvarıyorlardı: “Kızımı da götür, Avar… Kızımı da götür, Avar…”
O bir misyoner olabilirdi ama öğretmenlik görevini yürütürken maaş, ücret, makam, mevki gibi maddi hiçbir endişesi yoktu. Karda, kışta, at üstünde köyleri dolaşan, halkıyla bütünleşen, kendisini çocukların eğitimine adayan bu genç öğretmenin, bu genç bayanın fedakârlığı, aslında bütün öğretmenlerimize bir örnek teşkil etmelidir.
Bu fedakârlığın Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan insanlarımızın eğitimiyle ilgili boyutu da vardı. O yıllarda başlatılan eğitim seferberliği devam ettirilebilseydi şimdi gündemimizden düşmeyen birçok problemi yaşamayacaktık. Yıllardır yeni mezun öğretmenler, doktorlar vd. “şark hizmeti” adı altında Doğu veya Güneydoğu’ya gönderildi. Zor şartlara adapte olamayan, işin maddi boyutunu çok önemseyen, idealizmden yoksun birçok gencimiz ya görevini layıkıyla sürdüremedi ya da bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. 80’lerden sonra terör olaylarıyla da sarsılan bölge insanımız tecrübeli bir öğretmen, tecrübeli bir doktor veya memur göremedi. Artık zararın neresinden dönülürse kârdır. Son yıllarda, bölge ekonomisinin canlandırılması amacıyla başlatılan yatırım seferberliği, eğitim seferberliğinin, terörün bitirilmesine yönelik çalışmaların bölgenin makus talihini değiştireceğine, “Doğu-Batı kucaklaşması” projesinin kısa zamanda meyvelerini vereceğine inanıyoruz.
Törelerimize göre üç kişinin eli öpülür: Anne, baba ve öğretmen. Avar gibi idealist, çalışkan, azimli, sevgi timsali, gönül eri, hizmet aşkıyla dolu, fedakâr, mesleğinin kutsal bir meslek olduğuna inanan, eli öpülesi öğretmenlerimize çok ihtiyacımız var.

Çevrimdışı munzeviçığlık

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 25 Haz 2012 16:53:20
Arap Baharının “Üçüncü Cemre”si

“ İsrail “how minutes” mi dedi? „
Tarihten gelerek ve bütün tabloya bakarak bir komplo teorisi kadar heyecan verici konuşmak gerekirse; Türk keşif uçağının Lazkiye açıklarında düşürülmesinin mantıklı faili ancak MOSSAD olabilir. Tabii ki olayın arkasında NATO’yu harekete geçirmek isteyen CIA vardır. Ancak CIA’nın bölgede doğrudan aktif ajan kullanımı sakıncalı olduğundan 1967’den beri Suriye’de fink atan İsrail istihbaratından destek almış olmalıdır. Amaç Esad’ın bir NATO operasyonuyla devrilmesi ve Suriye’nin de "bahar görmemiş" her Arap devleti gibi “bahar”a kavuşturulmasıdır. Sonra da sıra İran’a gelecektir.

Uçağın, bir türlü çözülmek bilmeyen Suriye buzulunu ısıtmak için yapay bir “cemre” görevi yapması tasarlanmış olmalıdır. Bu operasyonda Türk güvenlik birimlerinin dahlinin bulunması da bir sürpriz ve ihanet değildir. Bir ihanet tartışması yapacaksak bunu “BOP eş başkanlığı” perspektifiyle yapmamız gerekir. ABD’nin Ortadoğu projesinde görev alan bir hükümetin Arap baharının tanziminde yan çizmesi beklenemez.

AKP hükümetinin Esad rejiminin bahara yani turuncu devrime direnmesi karşısında geçen yıl “U dönüşü” yaparak muhaliflere açık destek vermesi, Türk Dışişlerinin, (mütekabiliyet istisna olmak üzere) komşularının iç işlerine karışmama geleneğine aykırıdır. Bu aykırılığın nedeni, BOP’u uygulayan irade ile bağımsız Türk siyasi iradesi arasındaki korelasyon bozukluğudur.

Recep Tayyip Erdoğan, Basın, Yargı, Üniversite ve Orduyu dış destekli AKP eylem planıyla tanzim ettikten sonra büyük bir hevesle aldığı avansları artık rahatça harcayabileceğini düşünmüş, hatta bir ara İsrail’e “One Minute!” bile demişti. Niyeti, ilkokuldan beri gönül verdiği “necip” Arap dünyasının mazlum ve onurlu kesimlerinin de lideri olmak, onları İsrail’den kurtarmaktı. Bu duygusal süreç, fazla uzun sürmedi ve birdenbire kendimizi Kaddafi’yi deviren ve Esad’ı devirmeye çalışan “Siyonist bir cephenin içinde” bulduk.

Bu reel politik tabloyu, başka bir duygusallıkla yani Trablus’taki Sünusilere, Hama ve Humus’taki Sünnilere duyulan tarihi gönül bağlarıyla izah etmek de mümkün değildir.

Şu sıralarda AKP hükümeti, BOP tanzimcilerine kendi “bahar tekmilini” verdikten sonra Arap baharı için kendisine verilen diğer taşeron görevleri yapmaktadır. Dolayısıyla Esad’ı devirmeye çalışan tüm güçlerin elini kuvvetlendiren ve NATO’ya hareket kabiliyeti sağlayan bu uçak krizinin başıbozuk bir keşif kazası olduğunu düşünmek son derecede hatalı bir yaklaşım olacaktır.

Eğer bu vurulma, planlı bir operasyon ise uçağı vuran irade konusunda üç ihtimal ön plana çıkmaktadır.
1- Suriye ordusuna daha önceki Arap-İsrail savaşlarındaki gibi sızan ajanlar, büyük devirme planının bir parçası olarak tetiği çekmişlerdir.
2- Rusya’yla Esad’ın devrilmesi için gizli bir anlaşma yapılmış ve geçtiğimiz günlerde Lazkiye’ye gelen Rus gemileri, bu operasyonda uçağı düşürme görevini üstlenmiş olabilirler. Bu ihtimal, öncekinden zayıftır.
3- Esad rejimi, hava sahasına yabancı sinek bile girse vurarak; dosta (BAAS’çı azınlığa) güven, düşmana (Sünni çoğunluğa) korku ve müdahaleci dünyaya gözdağı vermiş de olabilir. Bu en zayıf ihtimaldir.

Tarihi arkaplan, dayatılan Türkiye turuncu devrimi- BOP- Arap baharı süreçleri ve yaşanan uçak olayı birlikte değerlendirildiğinde ufukta Esad rejimine karşı güçlü bir NATO hava harekatı görünmektedir. İşbirliği yapmayan hükümetlerin ve askerlerin akibetini bu kez “daha dikkatli” değerlendiren Türk yetkililer ise çuval veya 163 general yerine bu sürece ilk olarak iki pilotu feda etmiş görünmektedirler.

Saddam’ın Mezopotamya’sına ölüm getiren metal sağanağını, bahar yağmuru saymazsak; “Arap baharı”nın habercisi olan ilk cemre, 18 Aralık 2010’da Tunus’a düşmüştü. Sonra Kaddafi’nin devrilmesi ile ikinci cemre Libya’ya düştü ve bahar sıcağı iyiden iyiye hissedilmeye başladı.

Bize göre, Arap sularına düşen Türk uçağı, Beşşar Esad’ın “suyunu ısıtan” bir “üçüncü cemre”dir.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı munzeviçığlık

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 25 Haz 2012 20:40:54
MEB'de seminer dönemi veya semaver dönemi!


 MEB'e bağlı ortaöğretim kurumları haziran ve eylül aylarında iki hafta boyunca ortalama yükseltme ve sorumluluk sınavlarıyla iştigal ederken ilköğretim kurumları da bu zaman dilimini adına seminer dönemi dedikleri çalışmalarla geçirir. Öğretmenlik yıllarımda çarşıda pazarda rastladığım velilerin "Hoca, okulda öğrenci yok, ne yapıyorsunuz Allah aşkına" soruları karşısında bir devlet ciddiyeti takınıp ve seminer sözcüğünün son hecesini de Elif Şafak'ın deyişiyle "porselen fincan Türkçesiyle" yayarak seminer çalışması yaptığımızı söyleyerek âfili bir fotoğraf verdiğimi itiraf etmek isterim. Öte yandan lise öğretmenlerinin gözetmenlik ve komisyon görevi dışında okula uğramadığı ve ilköğretimde görev yapan öğretmenlerin de bu âli seminer dönemini okulda birkaç saat oyalanıp çay kahve içerek geçirdiği cümle öğretmenlerimizin malumudur, yani seminerden ziyade bir semaver dönemi desek yeridir.
 

İl ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin bu dönemi bazen nazlarının geçtiği gözde öğretmenlere, bazen fark yaratmaya çalışan eğitim müfettişlerine, bazen de bir şekilde ikna ettikleri akademisyenlere havale etmeleri de bilinen bir gerçektir. Ancak öğretmenlerin 2005 yılı itibariyle yenilenen müfredatlara uyum sağlama sürecinde bu tarz seminerler karşısında -yapılandırmacı yaklaşımdan tutun da aktif öğrenmeye, Quantum tarzı öğrenmeden tutun da otantik öğrenmeye kadar- bir bilgi obezitesi ve gına sendromu yaşadığı da dikkatlerden kaçmamaktadır. Salt teorik dokümanların "akasyalar açarken" şarkısına nispetle "power pointler akarken" tadında düz anlatım yöntemiyle aktarıldığı bu seminer anlayışının artık bir fayda getirmeyeceği aşikârdır. Özellikle akademisyenlerin sunumlarında "when I was in America" yan cümleciğiyle başlayan hatırat naklinin Coşkun Sabah'ın dört milyon satan albümündeki "Anılar" şarkısıyla iyi gideceği de tecrübeyle sabittir.
 
Bu yazıda seminer dönemini daha verimli geçirme adına yapılabilecekleri tartışmaya açmak nokta-yı nazarından âcizane, fikirlerimi eğitim camiasıyla paylaşmak istiyorum:
 
1.Yeni müfredat yedi yaşında artık, yukarıda da belirttiğim gibi teorik bombardımanlar yerine uygulamaya dönük pratik hücumlar yapmanın tam zamanıdır. Bu bağlamda işini severek yapan öğretmenlerimizin, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin, akademisyenlerin örnek uygulamalarından yararlanılabilir. Daha açık bir ifadeyle, seminer dönemlerinde branşlar bazında müfredattaki amaç ve kazanımlara uygun olarak hazırlanmış ders içeriklerinin öğretmenlerle paylaşılması gerekir. Bu örnek uygulamalar, tamamen pratik endişelerle hazırlanmalı, ders ve çalışma kitaplarındaki örneklerden farklı olmalıdır.
 
2.Bakanlık imkânlar dâhilinde seminer çalışmalarının en azından bir bölümünün farklı illerdeki okullarda gerçekleşmesi adına "kardeş okul" veya "işbirlikçi okul" konsepti çerçevesinde bir irtibat ağı kurmalı, öğretmenlerin farkındalıklarını uyarmalıdır. Örneğin, Trabzon'daki bir öğretmen seminer döneminin bir kısmını Diyarbakır'da geçirebilmeli ve söz konusu öğretmenin yolluk ve yevmiye hakları muktesep tutulmalıdır. Bu amaçla öğretmenlerden başka herkesin olan öğretmen evlerinden azami düzeyde yararlanılmalıdır. Sahi, öğretmen evlerine gidip de hani Mustafa Necati'nin bakanlığın bahçesinde bekleyen hasta öğretmene müşfik yaklaşımını tasvir eden anekdotu andırır, bir ilgi ve değerlilik hissiyle karşılaşanınız oldu mu? Şahsen ben rastlamadım.
 
3.Seminer döneminde çevre ve iklim koşulları göz önünde bulundurularak yayla, deniz, kır gezisi vs. ya da birlikte tiyatro, sinema, şiir dinletisi, imza günü vs. gibi etkinliklere katılma yönünde bir irade ortaya konulmalıdır.
 
4.Şiir, öykü, tiyatro, müzik, ebru vs. alanlarda yetenekli öğretmenlerin ürün ve sunumlarını sergileyebilecekleri bir ortam hazırlanmalı ve bu etkinliklere katılan öğretmenler mutlaka ödüllendirilmelidir. Marifetin iltifata tabi olduğu düşünüldüğünde, öğretmenlerini sabahleyin elinde küçük bir çikolata eşliğinde günaydınlarla karşılayan bir okul müdürünün ya da üzerinde öğretmenlerinin adlarının yazılı olduğu flash bellekler hediye eden bir milli eğitim müdürünün sağlayacağı moral motivasyonun günlerce devam edeceğini temin ederim. Yıllar yılı canla başla çalışıp da bir teşekkür belgesi bile kendisine zül görülen öğretmenlerin sayısının binlerle ifade edildiğini de belirtmek isterim. Anadolu'da bir okulda öğretmenken sabahleyin beni okulun kapısındaki elindeki çeteleyle bekleyen ve öğretmenim "Yirmi iki gün sonraki çarşamba günü okula gelecek misiniz? O gün nöbetçiyim de size bir bardak çay ikram etmek isterim." diyen öğrencimin bu jestini hâlâ unutamadığımı da paylaşmak isterim.
 
Bu arada biraz konu dışına çıkıp Fatih projesine değinmeden geçemeyeceğim ve tabii küçük bir fıkrayla:"Anadolu'da yarı veli yarı deli diye tabir edilen meczuplar vardır. Ücra bir köyde yaşayan bir meczup varmış. Bir felaket ortaya çıktığında köylüler meczubu çağırırmış, meczup bir dua okuyarak felaketi yatıştırırmış. Rivayet odur ki köyde büyük bir yangın çıkmış.Meczup gelip duasını okumuş ve yangın kısa sürede sönmüş.Köyün aklıevvellerinden biri de meczubun yanına yaklaşarak okuduğu duayı ezberlemiş.Bir zaman sonra yine yangın çıkmış, köylüler tez meczuba haber verin diye koşuştururken bizimki "Bi dakka ya, biz burada neciyiz,onun numarasını biliyorum,iki dakikaya yangını söndürüyorum demiş." ve ezberlediği duayı okumaya başlamış.Okudukça yangın iyice alevlenmiş ve köylüler meczubu bulup getirmiş, meczup da duasını okur okumaz yangın sönüvermiş. Bizimki hayal kırıklığı içinde meczuba yanaşmış, "Ey mübarek senin okuduğun duayı ben de okudum ama kâr etmedi." diyince meczup da:"Dua o dua, ama ağız o ağız değil.
 
Son tahlilde, öğretmenlerimiz bir zihni dönüşüm geçirmediği ve bilişim teknolojilerinden azami düzeyde faydalanmadığı sürece kara tahta-tebeşir ikilisinin yerini akıllı tahta-tablet alır. Ayrıca yapılan bir araştırmaya göre en gelişmiş teknolojik ürünlere sahip olmamıza rağmen özelliklerini en az kullanan milletlerden biriyiz.I Phone kullanan ancak "Alo desin,mesaj atsın yeter " diyen bir tanıdığınız vardır mutlaka.
 
Hazır konu dışına çıkmışken, öğretmen maaşlarıyla yazıya son vereceğim. Atanamayan binlerce öğretmenimiz var evet doğru, özel sektörde üç otuz paraya çalışan öğretmenlerimiz var evet doğru, fakat çağın gerek ve gerçekleri düşünüldüğünde öğretmenlerimizin maaşları son derece yetersiz.
 
"Kızımızı ne doktorlar ne mühendisler istedi ama bir öğretmene verdik." diyen teyzenin küçük kızı temmuzda KPSS' ye girecek diyebilirsiniz ama, bu öğretmen maaşlarının yetersiz olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
 
Talat AYTAN
 Yrd. Doç. Dr.
 Yıldız Teknik Üniversitesi
 Eğitim Fakültesi
 Türkçe Eğitimi Bölümü
 taytan@yildiz.edu.tr

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

 

Çevrimdışı huseyinyesilot

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 11.965
  • 149.585
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 11.965
  • 149.585
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 26 Haz 2012 18:17:07
Sınıf öğretmenlerinin ek ders saati düşecek mi?
 
MEB’in düzeltmesi gereken binlerce sorun arasından sonra şimdi de öğretmenlerin maaş karşılığı ders ve ek ders ücretleri hakkındaki esasları da yenilemesi gündeme gelmesi gerekmektedir. Aksi halde sınıf öğretmenlerinin ek dersi velilere kalmış gibi gözüküyor. Örneğin birinci sınıfta zorunlu olmayan ve velinin isteğine bağlı olarak okutulacak olan Serbest Etkinlikler Dersinin bulunmadığı birinci sınıfta haftalık ders saati 26 saat olacaktır. Bu durumda 18 saat maaş karşılığı derse girmek zorunda olan sınıf öğretmeni hazırlık planlama dahil sadece 10 saat ek ders ücreti ile karşı karşıya kalacaktır. Şu anda ise 15 saat ücret almaktadır. Bu ve benzeri düzenlemelerin yapılması gerekmektedir ama bakalım Bakanlık hangi sorunları yeni eğitim öğretime yetiştirebilecek.

KAYNAK:
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı senizkarasah

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.500
  • 26.520
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.500
  • 26.520
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 26 Haz 2012 18:54:18
GEREKEN YAPILACAK

Ahali merak ediyor:

“Ne yapılacak?”
...
*

Kardeşim...
Laftan anlamıyor musunuz!

*

Cumhurbaşkanımız ne dedi?
“Gereken yapılacak” dedi.
Başbakanımız...
“Gereken yapılacak” dedi.
Dışişleri Bakanımız...
“Gereken yapılacak” dedi.
TBMM Başkanımız...
“Gereken yapılacak” dedi.

*

Muhalefetin görüşünü sordular.
MHP “gerekeni yapalım” derken...
CHP “gereken yapılsın” dedi.

*

Ki...
Genelkurmay ve MİT’in de katıldığı güvenlik zirvesinden şu karar çıkmıştı:
“Gereken yapılacak.”

*

Kendi payıma ben de “gerekenin yapılması” taraftarıyım... Çünkü, google’a girip “gereken yapılacak” diye ararsan, 27 milyon kere gereken yapılacak çıkıyor. “Gereği yapılacak” diye ararsan, mevzu uzuyor, 149 milyon gereği yapılacak çıkıyor.

*

Dolayısıyla... “Gereken”in yapılmasını “gereği”nin yapılmasından daha faydalı bi çözüm olarak görüyorum.

*

Ha derseniz ki...
Gereken nedir?

*

Türk Dil Kurumu’nun internet sitesine girin, arama bölümüne “gereken” yazıp, bakın... Karşılığında şu yazıyor:
“Gereken sözü bulunamadı!”

Yılmaz Özdil / HÜRRİYET

Çevrimdışı TAYLANSALİH

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
# 27 Haz 2012 17:29:00
MillîEğitim Bakanlığı Okul-Aile Birliği Yönetmeliği 09.02.2012 tarih ve 28199 sayılıResmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmeliğin yürürlüğegirmesi ile birlikte 31/5/2005 tarihli ve 25831 sayılı Resmî Gazete’deyayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Okul-Aile Birliği Yönetmeliği yürürlüktenkaldırılmıştır.

09.02.2012tarih ve 28199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Millî Eğitim BakanlığıOkul-Aile Birliği Yönetmeliğinde, Mülga Yönetmeliğin “Birliğin görev veyetkileri” başlıklı 6. maddesinin (a) bendinde yer alan; “Öğrencileri, Türk Millî Eğitiminin Genel Amaçlarıve Temel İlkeleri ile Atatürk İnkılâp ve İlkeleri doğrultusunda yetiştirmeküzere okul yönetimi, öğretmenler, veliler ve ailelerle iş birliği yapmak.”İfadesi çıkarılarak, yerine “Öğrencilerin, Türk millî eğitiminin genel ve özelamaçları ile temel ilkeleri ve millî manevi değerler doğrultusundayetiştirilmeleri için okul yönetimi, öğretmenler, veliler ve ailelerle işbirliği yapmak.” ibaresi getirilmiştir.

Budeğişiklik, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun “Genel amaçlar” kısmındayer alan “Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertleriniAtatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürkmilliyetçiliğine bağlı……. yurttaşlar olarak yetiştirmek” hükmüne ve “Atatürkİnkılap ve İlkeleri ve Atatürk Milliyetçiliği” başlıklı 10. maddesineaykırıdır.

Budeğişiklik aynı zamanda Bakanlık tarafından Atatürkçülüğe ve Türk Milletininkurtuluş mücadelesinin simgesi olan milli değerlerimize karşı sürdürülenmücadelenin bir devamı niteliğindedir. Bilindiği üzere daha önce de MilliEğitim Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında mülga Kanun’un “Görev” başlıklı2. maddesinde yer alan “Atatürkİnkılap ve İlkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk Milliyetçiliğinebağlı..” ifadesiyle başlayan madde, 652 sayılı KHK ile tümdenkaldırılmış, ülke genelinde İl Milli Eğitim Müdürlüklerine gönderilen yazılarla19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı kutlamalarının sadece okullardayapılması yönünde talimatlar verilmiş, Milli Eğitim Bakanlığı Özel ÖğretimKurumları Yönetmeliği Taslağı’nda, mevcut Yönetmelikte özel okulların amaçlarıarasında yer alan “Atatürk inkılâp veilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı..”ifadeleri ile Atatürk köşesi ile ilgili düzenlemeler çıkarılmıştır. Ne yazıkki; Milli Eğitim Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen bu değişikliklerin devametmesi kuvvetle muhtemel görünmektedir.

TürkEğitim-Sen olarak, başında “Milli” sıfatı bulunan Milli Eğitim Bakanlığıtarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’eve Türk Milletinin kurtuluş mücadelesinin simgesi olan milli değerlerimizekarşı yürütülen bu tarz eylemleri esef ve şiddetle kınıyoruz.

09.02.2012tarih ve 28199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Millî Eğitim BakanlığıOkul-Aile Birliği Yönetmeliğinin 12. maddesinde, Yönetim kurulunun, sadece anneveya baba olan veliler ile istemeleri halinde okul yaptırarak Bakanlığa bağıştabulunan hayırseverler arasından seçilen beş üyeden oluşacağı düzenlenmiştir.Mülga Yönetmelikte yer alan okul müdürünün ve müdür yardımcıları ileöğretmenler arasından seçilecek birer üyenin Yönetim Kurulunun zorunlu üyesiolmasına ilişkin düzenleme yürürlükten kaldırılmıştır.

Yönetmeliğin“Birlik gelirleri” başlıklı 15. maddesinin 2. fıkrasında, mülga Yönetmelikteyer almayan “Birlikler, velileri hiçbir surette bağış yapmaya zorlayamaz, okulkayıt döneminde bağış ve yardım toplayamaz. Ayrıca Bakanlık tarafındanyürütülen proje ve yapılan protokoller kapsamında okul ve kurumlarda yapılacakfaaliyetlerden ücret talep edilemez.” düzenlemesine yer verilmiştir.

MilliEğitim Bakanlığı tarafından okulların zorunlu ihtiyaçlarını gidermeleri içinödenek ayrılması gibi bir çözüm yolu getirilmemiş, bunun yerine 2011/40 SayılıGenelge’ye paralel bir düzenlemeye yer verilerek, kayıt döneminde bağış veyardım toplanması yasaklanmıştır. Her eğitim-öğretim yılı başında okullarıneğitim-öğretime hazır hale getirilmesi ve eğitim dönemi süresince yapılmasızorunlu olan harcamaların ise hangi kaynaktan karşılanacağı sorusu halenyanıtsız bırakılmaktadır.

Yönetmeliğin27’nci maddesinde ise mülga Yönetmelikte yer almayan “Okul müdürününsorumluluğu” başlıklı hükme yer verilmiştir. Bu düzenlemeye göre, okul müdürü;genel kurulun zamanında ve bu Yönetmelik hükümlerine uygun olarak yapılmasınısağlamakla, Birliğin yaptığı iş ve işlemlerin ilgili mevzuata uygunluğunudenetlemekle, Birliğin iş ve işlemleri ile yapılan harcamalarda usulsüzlük veyauygunsuzluk görmesi halinde önce birlik başkanını yazılı olarak uyararakusulsüzlüğün ve uygunsuzluğun düzeltilmesini sağlamakla, bu durumun devametmesi halinde il/ilçe milli eğitim müdürlüğüne durumu bildirerekdenetlenmesini talep etmekle sorumlu tutulmuştur.

 


 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK