Bir Yok Edici Olarak “FUL”
Kirlenme, “kirli duruma gelme, pislenme” anlamına gelir. Örneğin, denize kirli ve yabancı maddeler akıtıldığında deniz kirlenir. Havaya kirli ve zararlı gazlar karıştığında hava kirlenir. Bu kirlenmelerin sebebi, doğal olanlara, doğal olmayan şeylerin karıştırılmasıdır. Denizde, havada… genel olarak çevrede “kirli” olarak tanımlanan şeyler, bulunduğu doğal ortamda yabancı olan, o ortama sonradan karıştırılmış, zararlı olan maddelerdir. Bütün bu olaylar canlı yaşamının sağlığını tehdit eder. Kimi zaman da yıkımlara, ölümlere yol açar. Bunların yanında bir de “dil kirlenmesi” vardır. Dilin doğal yapısına, kimi “yabancı” ögeler karıştırılınca dil kirlenmesi oluşur. Bu da bir tür kirliliktir. Çünkü, doğal olana, doğal olmayan, yabancı ve zarar verici şeyler karışır. Bunun sonucunda dilin doğallığı bozulmaya başlar.
Soylu, zengin ve yetkin Türkçemiz, özellikle son yıllarda, yabancı ve zararlı kimi ögelerden dolayı büyük bir kirlenmeyle karşı karşıyadır. Dilimize sonradan giren öyle yabancı sözcükler vardır ki - yabanlığı bir kenara - adeta kirletici, yok edici bir görev görüyor. Yüzyıllardır kullanılan kimi öz sözcüklerimiz, yaban ellerden “zorla” dilimize sokulan bu kirletici ve yok edici sözcükler yüzünden kullanımdan düşüyor.
Bu, tam anlamıyla bir kirlilik ve yozlaşmadır. Denize akıtılan yabancı ve zararlı maddeler nasıl deniz canlılarını öldürüyorsa; dilimize zorla, gereksiz yere sokulan kimi yabancı sözcükler de Türkçenin derin ve geniş anlamlar yüklü sözcüklerini yok ediyor.
“Ne yapalım, Türkçede tam karşılığı yok. Türkçe, bu yabancı sözcükleri karşılamada yetersiz kalıyor.” gibi bilimsellikten uzak savlar ileri sürerek –Türkçesi olduğu halde- yabancı kökenli sözcükleri ısrarla ve inatla kullananlar, bu yok edici sözcüklerin dilimize dadanması konusunda bir şey söyleyemiyor, herhangi bir bahane gösteremiyorlar.
Yaban ellerden alınıp dilimize zorla sokulan bu sözcükler, yeni bir yabancı kavramı yine yabancı bir dilin söz varlığından karşılamak için girmiyor Türkçeye. Tam tersine, dilimizin kendi söz varlığında bulunan sözcükleri bir bir kovmak için giriyor. Uzun zamandır kullanıldığı için zengin ve geniş anlamlar kazanmış, yan ve değişmece anlamlar oluşturmuş, deyimler türetmiş, atasözlerinde yer almış, işlene işlene eşsiz bir ses güzelliğine kavuşmuş olan kimi Türkçe sözcükler kovuluyor; yerine yabancısı geliyor. Soylu dilimizi kirleten bu tür yabancı sözcüklerden biri ve belki de en tehlikelisi “ful” (İng. full: dolu, tam) sözcüğüdür. Türkçenin zengin ve üretken topraklarındaki eşsiz güzellikteki sözcüklerine saldıran arsız bir çekirgeden farksız olan “ful” sözcüğünün artık sözlüklere bile girmiş olması, daha büyük bir kirlenmenin apaçık göstergesidir.
Türkçenin hiç ihtiyacı yokken, yabancı dil özentisi ve bilinçsizlik sebebiyle dilimize giren bu sözcük bugüne kadar birçok kirliliğe yol açmıştır. Şimdi, tanık olunmuş kimi olaylardan yola çıkarak yok edici “ful” sözcüğünün yok ettiklerine kısaca göz atalım:
“Ful” Çılgınlığı
Televizyonda bir benzin istasyonunun tanıtımı… Bir adam arabasıyla istasyona giriyor ve görevliye “Depoyu fulle.” diyor. Her halde arabasının deposu “fullenince” daha çok “dolacak”. “Depoyu doldur.” dese, depo dolmayacak. Hani Türkçeyi yetersiz görüyorlar ya! Adamcağız da bu aşağılık takıntısının dışavurumundan oluşan saçma sapan savlara inanmış olacak ki, “doldur” demiyor; diyemiyor. ”Doldurmak” sözcüğü yok ediliyor göstere göstere.
Sonra adamcağız radyodan, başka bir istasyonda daha ucuza benzin satıldığını duyunca dilinden “ful” sözcüğü alınmış gibi bağırıyor : ”Fulleme, fulleme, fulleme! Fulledin mi? Ne kadar fulledin? Keşke fullemeseydin ya!” Adamcağız, fulle(mek) eylemini değişik zaman ve biçimlerde kullanarak biz Türkçe öğretmenlerine dilbilgisi derslerinde kullanılmak üzere eşsiz(!) örnekler sunuyor:
“Evet çocuklar, bugünkü dersimizde, görülen geçmiş zamanın çekimlenmesini öğreneceksiniz. Önce bir eylem seçelim, sonra da bu eylemi çekimleyelim :
tekil : fulledim, fulledin, fulledi,
çoğul : fulledik, fullediniz, fullediler.
Haydi şimdi siz söyleyin bakalım.”
…
Ziyaret amacıyla gittiğim bir okulda, bir öğretmen öğrencilerle konuşuyor. Ben de sınıfın önünden geçerken konuşulanları duyuyorum :
- Öğretmenim, yarın okuldan sonra ek ders yapacak mıyız?
- Hayır çocuklar. Yarınki ders programım ful dolu.
Nasılmış nasılmış? “Ful doluymuş”. Hem ful hem dolu! Cümledeki anlatım bozukluğuna mı yanalım; birçok Türkçe sözcükle anlatılabilecek bir durumun, “ful”e feda edilmesine mi?
“Programım dolu / …sıkışık / …uygun değil.” gibi birçok anlatım biçimi dururken “ful” sözcüğünde ısrar etmenin anlamı ve mantığı nedir? Üstelik, bu olay bir okulda, öğrencilerin gözleri önünde gerçekleşiyor. “ful” sözcüğünün, Türkçenin söz varlığını kurutmasına ön ayak olan da bir öğretmen! Ana dili sevgisini, bilincini öğrencilere aşılayarak ses bayağımız Türkçemizi, gelecek kuşaklara teslim etmesi gereken bir öğretmen! Öğrenciler… Türkçemizi geleceğe taşıyacak öğrenciler, kendi öğretmenlerinden duyduklarını sorgulamadan benimsediklerinde ne olacak? Biz Türkçe bayrağımızı böyle mi bırakacağız genç beyinlere! Bir öğretmen bile, Türkçenin bu denli kirletilmesinden habersizse, bu tür olayları sorgulamıyorsa, Türkçenin zenginliğini hiç tanımıyorsa, gencecik beyinlerin önünde konuşurken örnek olması gerektiğini bilmiyorsa, hatta dilimizin yozlaştırılmasına bilerek / bilmeyerek destek oluyorsa biz genç kuşakların Türkçeyi kötü kullanmasından niçin şikayetçi olalım? Sonuçta, onlar gördüklerini uygulamıyorlar mı?
…
Bir öğrenci velisi, çocuğunun durumunu sormaya gelmiş. Sessiz bir odaya gidip konuşmaya başlıyorum. Benim sözlerim bittikten sonra, veli, çocuğunun dershanedeki başarısını anlatıyor : “Türkçeyi ve matematiği çok seviyor. Deneme sınavında matematikten ful çekti.”
Anlaşılan “ful” sözcüğü yalnızca tek tek sözcüklere dadanmakla ve onları yok etmekle kalmamış. Dilimize zararlı bir virüs gibi girip kalıcı olabilmek için deyimler de üretmiş : “ful çekmek.”
“Matematik sorularının hepsini bildi. /… yaptı. / …doğru yanıtladı.” Yok! Hiçbiri yok! Hiçbiri yaşamadı; hiçbiri söylenmedi. Söylenmedi sanki de kala kala uyduruk “ful”e kaldık.
…
Otobüste, önümdeki koltukta iki kişi konuşuyor. Biri diğerine hafta sonunda gittiği maçı anlatıyor; fakat anlaşılan canı çok sıkkın. Takımının maçına çok az izleyici gelmiş olmasından yakınıyor ve şöyle diyor: “Ya aaabicim ya, karşıdaki törübünlere şöööle bi baktım, abi ‘ful boştu’ ya! Canına yandımının böööle bir olay var mı dünyada ya! Böööle bi maçta ‘ful boş’ törübün olur mu be! Kansız bunlaaa kansız!”
Yorumcumuz, böyle ulusal önem taşıyan(!) bir konuda tribünleri betimlerken(!) aslında felsefe yapmış, haberi yok. Çelişkili (paradoksal) bir bakış açısı getirmiş olaya : ful boş! Şimdi sorarım size, tribün dolu muydu, boş muydu? Ful gibi bir boşluk…Boşluk gibi bir ful!
Bu seferki kurbanlar : ”boştu. / bomboştu. / hiç kimse yoktu. / kimsecikler yoktu. / in cin top oynuyordu.”
Bu olay, “ful” sözcüğünün yok etmedeki gerçek gücünü ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir. “Ful”, sadece aynı veya yakın anlamlı olan sözcükleri yok etmekle kalmıyor; karşıt anlamlı olanları da ortadan kaldırıyor.
…
Yine bir otobüsteyim. Bu kez iki iyi giyimli adam konuşuyor. Tam ”Konuşmalarına bakılırsa, kültürlü ve bilgili insanlar.” derken…O da ne? Biri diğerine şunları söylüyor : “Bu hafta duruşma üstüne duruşma vardı. Kafam fullendi resmen. Unutkanlık başladı. Hiçbir şeyi aklımda tutamıyorum.”
Bu kez de bir avukat. Ne yazık…
“Kafam çok yoruldu. /… çok meşguldü. / …bir sürü şeyle doldu.”Hiçbiri yok, ama anlı şanlı(!) “ful” var.Yetmez mi derdimizi anlatmaya?
Birbirinden farklı durumların oluşturduğu onlarca duygu ve düşünce için kullanılabilecek onlarca Türkçe sözcük varken, her şey bir tek “ful” ile anlatılıyor. Dilimize, özentili konuşmalar yüzünden girmiş tek bir yabansı sözcük, onlarca duygu ve düşünceyi tanımlıyor(!). Nasıl açıklayalım bu durumu? Bin bir türlü rengin görkemli uyumuyla yapılmış eşsiz güzellikteki bir tablo yerine, iç karartıcı, yabansı ve uyumsuz olan tek bir renkle çizilmiş uyduruk bir resme bakmayı yeğlemek neyse, “ful” ile tanımlama yapmak da odur. Başka türlü nasıl anlatılabilir ki…
…
Evdeyim, arkadaşlarımla oturmuş söyleşiyoruz. Bir arkadaşım, çocuğunun bilgisayara olan düşkünlüğünden yakınıyor ve ekliyor: “Açıp derslerle ilgili bir şeyle uğraşsa, sesimi bile çıkarmayacağım. Ne gezer! Ne kadar oyun varsa yüklemiş. Gece gündüz oyun başında. Bilgisayarda bilgi adına bir şey yok, ful oyun var.”
“Sen de mi Brutüs?” sözünü kaçırıveriyorum ağzımdan.
“Hep oyun var. / Tamamı oyun yüklü. / Yalnızca oyun var. / Sadece oyun yüklemiş. / Bir tek oyun var./ Oyundan başka bir şey yok.” Tümünü yitirdik sanki bu sözcüklerin. Türkçemizin yitip giden güzelliklerinin farkında değil misiniz sevgili arkadaşlar?
…
Gazete okurken bir iş duyurusu dikkatimi çekiyor: “Ful-time çalışacak, presentable eleman alınacaktır.” Anladım, tam gün / bütün gün / tüm gün çalışan değil de “ful-time” çalışacak kişi arıyorlar. Bir de “presentable” olmak gerekiyormuş. Aman ha, düzgün görünüşlü / dikkat çekici / etkileyici görünümlü olmayın! “Presentable” olun! Yoksa, işe alınmazsınız, ona göre!
…
Birçok sorunla fullenmiş taşmış Türkçemiz. Bu fullenmişlik içinde kalan Türkçemiz, sorunu kökünden çözümleyecek bir ilgi bekliyor. Aklı başka şeylerle fullenmemiş insanların bulacağı çözümleri…
Yoksa, aşağıdaki örneklere şimdiden hazır olun :
* “Oğlum, mideni abur cuburla fulleyip durma! Akşama teyzenler gelecek, ful yemek yiyeceğiz.”
* “Garson, çayımız bitti! Fulleyiver bir zahmet.”
* “Çocuğun aklını batıl düşüncelerle fullüyorsun!”
* “Akşama nefis biber fullemesi yapacak. Mutlaka gel.”
* “Evet çocuklar! Türkçemiz deyimler yönünden çok fuldür. Bunlar çok ful bir anlam taşır. Mesela, ‘Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı.’ deyimi bu açıdan güzel bir örnektir. Günümüz Türkçesiyle söylersek, ‘Fule koydum almadı, boşa koydum fullenmedi.’”
* ÖSS Kitapçığında önemli bir uyarı : “Yanıt kağıdındaki boşlukları dışına taşırmadan fulleyiniz.”
* Bir okulun kapısına asılan duyuru : “Öğrenci kontenjanımız fullenmiştir.”
* Bankamatik uyarısı : “Üzgünüz. Sistem ful olduğu için hizmet veremiyoruz.”
Sizce bu örnekler gülünç ve abartılı mı? Şimdilik öyle! Şimdilik…Ya sonra?
...
Dil, düşüncenin aynasıdır. İnsanlar sözcüklerle düşünür. Sağlıklı düşünebilmek için sağlam bir ana dili eğitimi almış olmak gerekir. O ana dili de her türlü yabancılaşmadan, kirlenmeden ve yozlaşmadan uzak tutulmuş olmalıdır. Kirletilmiş bir Türkçeyle sağlıklı düşünmek olanaklı mıdır? Bu bağlamda, sağlam düşünceler üretecek beyinlerin, kirletilmemiş ve bozulmamış bir Türkçeye sahip olması gerekir. Yozlaşmış bir dille üretilen düşünceler başka başka kirlenmelere, bozulmalara, yabancılaşmalara ve yabancılaştırmalara yol açacaktır.
Dünyadaki en eski ve köklü dillerden biri olan Türkçemizi yaşatmak istiyorsak, onu her türlü kirlenmeden korumalıyız. Nasıl ki, çevrenin ve doğanın kirlenmesine engel olmak için savaşım veren çevre gönüllüleri varsa, Türkçemizi her türlü kirlilikten koruyacak Türkçe gönüllülerine ihtiyacımız var.
Her şey, bizi birbirimize kenetleyen en güçlü bağ olan Türkçe için!
Ozan AYDIN
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]