Sobalar yakardık biz eskiden, üzerinde kestaneler pişerdi, kokusu yayılırdı buram buram, hiç eksilmezdik birbirimizden...
Eskiden adlarımızı gururla taşırdık, köşe bucak saklanacak yer aramadan yaşardık. Sakız kağıtlarını toplayıp düşler kurardık beraberce, tırnaklarımızla düzeltirken yan gözle bakardık yanımızdakine, en güzeli bizimki olsun isterdik.
Çiçekler bulurduk bahçelerimizden, ki o vakitler her evin bir bahçesi, her bahçede onlarca çocuk sesi vardı... Akşam sefaları toplayıp kış gelse de tohumlarını biriktirsek derdik, yakan top, beş taş, köşe kapmaca oynardık doyasıya... Artık köşelerin önceden kapıldığını bilip öğretmiyoruz çocuklarımıza hiçbirini, onlara hesap kitap öğretiyoruz, kimi geçerse kimden çok okursa, kimi ezerse daha refah içinde yaşayacağını anlatıyoruz ağız dolusu.
Artık akşam sefalarını bilmiyorlar, sakız kağıtlarını, çamurdan eşya yapmanın hazzını... Artık markacılık moda, kızlarımız ve oğullarımız ağızları yayıla yayıla geçiyorlar bir açın yanından, öyle yüzlerini ekşiterek, öyle büyük adam edalarıyla... Çok bilen çocuklarımız var artık, susturuyorlar bizi öyle olu orta, öyle pervasızca... Küfürler duyuyorsunuz şimdi her cümlenin başında özne misali, bazende yüklem yerine kullanıyorlar alışkanlıktan.
Şimdi boyunuza gelmemiş sabileri tüterken görüyorsunuz, hava sahalarında gezmemek için adımlarınızı çabuklaştırarak. Daha iyiye gidiyoruz nidalarına inanmak istiyorsunuz, dönüp bakıyorsunuz o bir vakitler elinizi tutan annenizin ellerine, nasılda sıkı sıkı kenetlenmiş parmakları sinirle... Bütün varlığını size sunmuş o kadın içinden çok şey geçiriyor biliyorsunuz, çaresiz bir boyun eğişle hiçbir şey eskisi gibi olamaz diyor gözleri!.
Bende hiçbir şey eskisi gibi olmayacak biliyorum, sadece bütün varlığımla bir umut direniyorum!.
Talân Ayşe Kanca