Haftanın Hikayesi Benden Yorumlar Sizden

Çevrimdışı destinalila

  • Uzman Üye
  • *****
  • 530
  • 221
  • 530
  • 221
# 04 Nis 2008 21:38:55
TÜM MENEKŞELERE VEDA...

Küçük, toprak saksı, ansızın elinden yere düşüverdi. Paramparça olmuştu.
Saksısı kırılan mor menekşenin, incinen, yeşil, canlı yapraklarını kontrol etti.
Onu diktiği ilk günden bu yana ne çok zaman geçmişti.
Tek, yeşil bir yapraktı önceleri. Hasretle bekledi bu dost kalbin küçük yapraklar
vermesini. Geçen zaman sevginin hakkını verdi. Menekşe,
bütün yoğunlaşmaların neticesini, verdiği bu minicik yeşil yapraklarda gösterdi.
İnsanın içini ısıtıyordu. İlk yaprakla yüreğe dolan heyecan, ilk aşka benziyordu.
Kalbi sarıyordu, elleri titretiyordu, bir cezbe havası veriyordu bütün bedene.
İlk çiçekler yıllarca hasret duyulan o dost gözlere ne de çok benziyordu.
İlk yapraklar, ilk çiçekler, ilk aşk. Nedense tuhaf bir büyü vardı bu çiçeklerde,
bu yapraklarda. Gerçi menekşeler hep husûsiydi onun için.
Hele hercai olanlarına karşı büyülü bir yakınlık hissederdi.
Hercai kelimesi ne de çok şey ifade ediyordu. Değişimi, çesitliliği,
farklı renkleri içinde barındıran bir ahenkdarlığı. Ne çok sır vardı bir
hercai menekşenin bakışında.Renkler nasıl da ustalıkla atılmıştı yaprakların üstüne.
Her menekşe ayrı bir dünya gibi gelirdi yüreğine.
Düşüncelerinden sıyrıldı ve kendi kendine mırıldandı “Tüm menekşelere
veda etmeliyim.” Kırılan saksının parçalarını toplarken kırılmanın
zihninde meydana getirdiği çağrışımları bir bir düşündü.
“Kırılmak, mesela kolun, bacağın kırılması, sonra bardağın kırılması bir de,
bir de kalp kırılması ve hayal kırıklığı var tabii ki.”
“Kalp kırgınlığı da neymiş?”dedi kendi kendine. “Hiç kalp bir saksı gibi kırılır mı?
Öyleyse neden buna kalp kırığı demişler. Sahi eskiler buna ne diyorlardı?
Dur bakayım şimdi hatırlayacağım. Evvet evvet sanırım inkisardı.
Kalp inkisarı. İnkisar, ne büyülü kelime.” Tekrar etti kendi kendine.
“Inkisar, inkisar. Sahi, eskiler menekşeye ne diyorlardı?”
Sonra Tanzimat şairlerinden,Abdülhak Hamid hakkında anlatılan bir nükteyi
hatırlayıverdi. Hamid eşi Neli’yi dikensiz gül, sevgilisi Eşli’yi ise
hercai menekşe olarak nitelendiriyordu. Hercai menekşeye benzetilen bir
kadın olmak hususi bir duygu olmalıydı. Neşeli, dinamik, daima değişen,
bu haliyle daima mutlu eden ve mutlu edilen bir kadın...
“Allah Allah Hamid de nereden çıktı?”
Son olarak menekşeye eskilerin ne dediğini düşünüyordu.
Doğru ya oradan gelmişti buralara. Kendini çağrışımlarının rüzgarına
kaptırmıştı bir defa. Yine hüzünlendi işte. Nereden de kırılmıştı
şu menekşenin saksısı. Yerinde sakin ve sessiz dururken bütün bu çağrışımlara
meydan vermemek için menekşenin suyunu verir ve hemen uzaklaşırdı yanından.
Saksısı kırılan menekşe onda küllenen bir geçmişi canlandırmıştı.
Kesik kesikti zihninde herşey.
Son günlerde unutkan bir insan olmuştu zaten. Kedisi, menekşeleri ve anıları.
Şimdi kırılan saksıya bir daha baktı. Menekşeyi saksının kırıkları arasından özenle,
incitmeden aldı. Yeşil, ince tüylü, diri yapraklarına okşarcasına dokundu.
Onlara şefkatli bir buse kondurdu. Çiçeklere dokunmadı.
İncitmekten korktu onları. Maziye dönmeyi istemedi.
Kırıkları toplarken acaba dedi “saksının inkisarı da olur mu?” Bunu hep yapardı.
Saçma şeyler düşünmek, zihni bir süre oyalamak hep faydalıydı.
İnsanınn kendisini hüzünlendiren duygulardan bir süre de olsa uzaklaşmasını sağlardı.
Güldü, “Bak sen şu menekşenin ettiğine. İnsanı alıp nerelere götürüyor.”
Dudaklarında suskun bir tebessümle gözleri uzaklara daldı.
Yüreği ilk günkü gibi kıpır kıpır oldu. Yaptığı bütün o tuhaflıkları bir bir hatırladı.
Sonra sonra ilk farkediş, ilk pişmanlık, ilk acı, ilk ayrılık.
Neden sonra açıldı içindeki hasret kafesi. Aradan geçen yıllar ve hayat.
Her şey kurallara uygun olarak gelişmişti. Mutluydu, pişman değildi.
Ama ne var ki içinde ki “hercai menekşeyi” öldürememişti.
Güldü. Bu sefer gülüşü ızdırapla sarmaş dolaştı. Hafifçe yanakları kızardı.
Utandı. Pencereden dışarı baktı. Kedi acıkmış olmalıydı, acı acı miyavlıyordu.
Bir anda sıyrıldı duygularından. Kapıyı açtı. Kedinin sırnaşmasına aldırmadı.
Kedinin yiyeceğini aceleyle hazırlayıp tekrar menekşesinin başına döndü.
Yerdeki saksı kırıklarını ve toprakları temizledi. Menekşenin saksısını değiştirdi.
Son bir defa baktı mor çiçekli sevgili menekşesine.
Akşam için bir şeyler hazırlamalıydı. Güneş batmak üzereydi.
Hava yavaş yavaş kararıyordu. Mutfağa doğru ağır adımlarla yürürken
içi huzur doluydu ve o an yıllardır yapamadığı bir şeyi yapmaya karar verdi.
“Tüm menekşelere veda etmeliyim.” diye mırıldandı kendi kendine.
Menekşeyi özene bezene paketledi ve paketin üzerine “tüm menekşelere veda”
yazarak geçmişine doğru postalamaya hazır hale getirdi...

...Manolya Gülçiçek...

Çevrimdışı destinalila

  • Uzman Üye
  • *****
  • 530
  • 221
  • 530
  • 221
# 04 Nis 2008 21:40:14
TUZLU KAHVE
Kıza bir partide rastlamıştı. Harika bir şeydi. O gün peşinde o kadar delikanlı vardı ki.. Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı, ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular.
Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu. Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı.. "Ben artık gideyim" demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı .. "Bana biraz tuz getirir misiniz" dedi .. "Kahveme koymak için .." Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı.. Kahveye tuz!.. Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan, ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız, merakla "Garip bir ağız tadınız var" dedi..
Delikanlı anlattı: "Çocukken deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.. Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum. Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar ..
Onları ve evimi öyle özlüyorum ki.." Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının .. Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri.. Ev duyusu olan biri..
Kız da konuşmaya başladı.. Onun da evi uzaklardaydı.. Çocukluğu gibi.. O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu.. Tatlı ve sıcak.. ..Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii.. Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses, prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu.. Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü.. 40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. "Ölümümden sonra aç" diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına..
Şöyle diyordu, satırlarında.. "Sevgilim, bir tanem.. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.. İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun?. Öyle heyecanlı ve gergindim ki, şeker diyecekken 'Tuz' çıktı ağzımdan.. Sen ve herkes bana bakarken, değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok..
İşte gerçek.. Ben tuzlu kahve sevmem. O garip ve rezil bir tat.. Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum. Dünyaya bir daha gelsem, her şeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da..
" Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında bir gün biri, kadına "Tuzlu kahve nasıl bir şey" diye soracak oldu.. Gözleri nemlendi kadının.. "Çok tatlı!.." dedi..
Richard Fawler

Çevrimdışı destinalila

  • Uzman Üye
  • *****
  • 530
  • 221
  • 530
  • 221
# 04 Nis 2008 21:42:01
SEVGİ , ZENGİNLİK , BAŞARI
[/b]

Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın, kapısının karşısındaki kaldırımda oturan bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce önce duraksadı, sonra onları, tüm içtenliğiyle evine davet etti:
"Burada böyle oturduğunuza göre, üçünüz de kesinlikle acıkmış olmalısınız" dedi. "Lütfen içeri gelin, size yiyecek bir şeyler hazırlayayım."
Üç yaşlıdan biri, kadına, eşinin evde olup olmadığını sordu.
Kadın, eşinin biraz önce çıktığını, şu anda evde olmadığını söyledi. Yaşlı adam, başını iki yana salladı: "Eşiniz evde değilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz" dedi.
Aksam eşi geldiğinde kadın, karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla arasında geçen konuşmayı anlattı. "Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler" dedi. Yaşlı adamların bu davranışlarını öğrenince, kadının eşi üzüldü. "Bir bakıversene dışarı" dedi. "Hâlâ oradalarsa, şimdi davet edebilirsin eve." Kadın kapıyı açar açmaz, karşı kaldırımdaki bembeyaz sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı.
"Eşim geldi, şimdi evde" dedi ve onlara davetini yineledi:
"Yemeğimizi birlikte yemek için sizi şimdi davet edebilir miyim evimize?" Kadının davetine, yaşlılardan biri yanıt verdi: "Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz" dedi. Ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı:
"Sağ yanımdaki bu arkadaşımın adı, Zenginliktir" dedi. "Bu yanımda oturan arkadaşımın adı Başarı, benim adım ise Sevgidir.
Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra Sevgi, kadına ilginç bir öneride bulundu: "Şimdi evinize gidin ve eşinizle baş başa verip, bir karara varın dedi. "İçimizden yalnızca birimizi davet edebilirsiniz evinize. Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin, sonra gelin, kararınızı bize bildirin."
Kadın, Sevgi’nin önerisini eşine anlattığında adam, sevinçten göklere fırladı.
"Aman ne güzel, ne güzel" dedi.
"Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre, biz de içlerinden Zenginlik'i davet ederiz ve evimiz de bir anda Zenginlik'e kavuşmuş olur. Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi. "Başarıyı davet etsek, daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız, kocacığım?" dedi.
Kayınvalidesiyle, kayınpederinin bu konuşmasına, içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmuştu. Koşarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi: "En doğru karar, Sevgi'yi davet etmek değil midir?" dedi. "Düşünsenize, evimiz bir anda Sevgi'ye kavuşacak.' Gelinin bu önerisi, kayınpederinin de, kayınvalidesinin de çok hoşlarına gitti.
"Tamam, en doğru karar bu olacak dediler. "Sevgi'yi davet edelim..."
Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu: "İçinizde hanginiz Sevgi'ydi?" dedi. "Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun..." Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı.
Arkadaşları da ayağa kalktılar ve Sevgi’nin arkasından, onlar da eve doğru yürümeye başladılar. Kadın, büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde, Zenginlik'le Başarı'ya sordu: "Siz niçin geliyorsunuz?" dedi.
"Ben yalnızca Sevgi'yi davet etmiştim. Kadının bu sorusuna, üç yaşlı birlikte yanıt verdiler: "Eğer içimizden yalnızca Zenginlik'i ya da Başarı'yı davet etmiş olsaydınız, davet edilmeyen ikimiz dışarıda bekleyecektik" dediler. "Fakat siz Sevgi'yi davet ettiniz. Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize." Ve kadının "Niçin?" diye sormasını beklemeden, Zenginlik ve Başarı sözlerini şöyle sürdürdüler:
"Çünkü Sevgi'nin olduğu her yerde, biz Zenginlik ve Başarı da her zaman, onun yanında oluruz."

Çevrimdışı destinalila

  • Uzman Üye
  • *****
  • 530
  • 221
  • 530
  • 221
# 04 Nis 2008 21:44:18
DENEYİM
[/b]

   60'lık ünlü ressam, bir lokantaya girer. Gerçi cebinde parası yoktur ama aldırmaz. Lokantacıya yapacağı portresine karşılık yemek yemek istediğini söyler. Güzelce karnını doyurur. Sonra bir çırpıda lokantacının portresini çizerek masaya bırakır.
   Kalkarken adam gelir, resme bakar, beğenir. "Güzel ama" der lokantacı "Bir dakikada yaptınız bunu, oysa bir saattir yiyorsunuz".
   Ressam "Bir dakika değil, 60 yıl ve bir dakika" diye karşılık verir.  

Çevrimdışı destinalila

  • Uzman Üye
  • *****
  • 530
  • 221
  • 530
  • 221
# 04 Nis 2008 21:45:46
ORGANLAR DA KONUŞUR
Ayşegül Aygün
-Artık dayanamıyorum, dedi göz. Günde altı-yedi saat TV seyrediyor. TV’-den gelen radyasyon retina tabakamdaki koni hücrelerini mahvetti. Ya kirpiklerim, yıkanmadığından mikroplarla doldu, arpacık hastalığına teslim oldum.
Kulak lâfa girdi.
-Ya ben? Şehrin gürültüsü yetmiyormuş gibi 100 desibelin üzerindeki metalik gıcırtılarla titreşmekten genç yaşta ihtiyarladım. Oysa zarım, orta kulak kemikçiklerim ve korti organım 20-60 desibele ayarlı. Direnecek gücüm kalmadı.
Kısık kısık öksürükler arasında akciğerlerin homurtusu duyuldu:
-Bir de bana sorun arkadaşlar halimi. Sahibimiz günde iki paket sigara içiyor. ‹ncecik nazik zarlarla yapılmış alveollerim, soba borusu gibi simsiyah kurumlarla kaplandı. Nefes alamıyorum, boğulmak üzereyim.
Yanık kokuları sala sala deri geldi:
-Ah kardeşlerim, ya benim derdim. Güzellik uğruna her yaz kızgın güneşlerin altında saatlerce kavruluyorum, neredeyse kansere yakalanacağım.
Dil söylenmeye başladı:
-Yedikleri, içtikleri şeyleri hiç sormayın. En asitli koladan, bin bir çeşit alkollü içkiye kadar beni mahvedecek ve sizleri de öldürecek ne varsa içiyor. Üstelik abur-cubur yiyip komşum dişleri de fırçalamıyor bile. Bakteri yuvasına döndük. Kokuyoruz.
Kaşına kaşına ayaklar lâfa girdi:
-Bütün gün üzerimde şişman birini taşımak ne demek, bana sorun. Üstelik tırnaklarım yıkanmadığından pislik ve mikrop dolu. Mantar hastalığı çekiyorum. Kaşınmaktan yara bere içinde kaldım. Yeter artık.
Beyin konuşmalara katıldı:
-Tefekkür için, Yaratan’ı (cc) bulmak, tanımak için, O’nun rahmetini, şefkatini, güzelliğini ve diğer isimlerini, kâinatta harf harf söküp okumak için yaratılmıştım. Sizler de bana bu konuda yardımcı olacaktınız. Oysaki yalana, düzenbazlığa, kurnazlıklarla haram yollarda menfaat peşinde koşmaya harcandım. Hakkımı istiyorum.
En sonunda kalp, manevî boyutuyla birlikte, ağır ağır adımlarla yanlarına geldi:
-Hepiniz haklısınız. Ama bir de beni dinleyin. Ben manevî yönümle, sonsuza kanatlanıp uçmak için yaratıldım. Rabbimize aşık olmak için varım. Bunun için kâinatı, Yaratan’dan dolayı her şeyiyle sevebilecek kapasitedeyim. Yaratan’a kul olma makamının başında ben gelirim. Ben bir çekirdeğim. Büyüyüp kocaman bir ağaç olabilirdim ki o ağacın kökü iman, gövdesi sevgi, meyvesi Yaratan’a kul olmaktır. Bir de şu halime bakın. Mala, mülke, cismanî zevklere harcandım. Kula kul oldum. Yalancı sevdaların peşinde perişan oldum. Maddî boyutumda ise, yanlış beslenme, sigara ve tembellik yüzünden koroner damarlarım tıkandı, artık yaşamak istemiyorum.
Bütün organlar ayaklanmıştı, sesleri giderek yükseliyordu ki pürtelaş önsezi koşarak geldi.
Arkadaşlar, koca bir kâinat dolusu kızgın kalabalık buraya doğru geliyor. Aralarında kimler yok ki? Etini, sütünü veren koyundan, bir kilo bal için on binlerce çiçek dolaşan arıya, fotosentezle çamurlu bir suyu bir bir kimyevî işlemden geçirip elma, incir, üzüm yapan ağaçlara, bir lâmba gibi hiç durmadan yanarak dünyayı aydınlatan güneşe kadar, karıncadan yıldızlara bütün varlıklar bir ordu gibi buraya geliyorlar. Kızgın ve öfkeli, haklarını almak için geliyorlar. Bize katılacaklarmış.
Bu haber üzerine bütün organlar sahiplerini Rablerine (cc) şikâyete karar vermişti ki yollarını gözleri yaşlarla dolu ümit kesiverdi.
-Durun kardeşlerim. Biraz daha sabredelim. Şikâyetimizi geleceği kesin olan Âhiret gününe saklayalım. Belki bu süre içinde sahibimiz pişman olur, kul olduğunu hatırlar, Müslümanca yaşayıp tövbe eder.
Evet, bu hikâyenin sonu nasıl biter bilinmez, ama bilinen bir şey varsa o da hepimizin verilen nimetlerden teker teker sorulacağı.
Yüce Allah utandırmasın.  

Çevrimdışı destinalila

  • Uzman Üye
  • *****
  • 530
  • 221
  • 530
  • 221
# 04 Nis 2008 21:47:23


YUMURTA
[/font][/b]

    Su birikintilerinin göbeğine basa basa yürüyordu. Ayağındaki lastik ayakkabılar değil su, rüzgar bile kolaylıkla geçirebilir haldeydi. Üstündeki hem gömlek hem ceket hem de palto vazifesi görüyor suratının kirinden masum masum bakış pek fark edilemiyor. Ancak çok yakından bakan bir kimse,küçük,siyah ve pırıl pırıl gözleri tanıyabilirdi. Karnının gürültüsü isyan bayrağı halini almıştı. İki gün önce yediği bayat simitleri çoktan dışarı atmıştı. Biraz serttiler ama kokusu çok hoştu onların. Caddenin sağına soluna bakmaya başladı. Bir gün önceki pazarın kalıntıları tüm tazeliği ile duruyordu. Birkaç sokak köpeği, birikintileri eşeleyip nafakalarını arıyordu. Kendisine nazaran daha şanslı idi onlar. Hayvan lar iç güdüleri ona dişlerini gösterip hafif hafif hırladılar. Kar hızını artırmıştı...Tipiyle birlikte iri tanecikler düğmesiz gömleğinin içine süzülüyordu. Birden başından aşağı sıcak ve hafif bie şeyin döküldüğünü fark etti. Kafasını kaldırdı ve önünde bulunduğu apartmanın en üst katından yaşlı bir kadının kül döktüğünü gördü.
 
    Ağzının açıp bir şeyler söylemek istedi, sesi çıkmadı. Rahmetli babasının vaktiyle ona verdiği öğütleri hatırladı, başını öne eğdi. İçinden “Hemcinsini seveceksin” diye diye yolun sağ tarafına geçti. Midesindeki buruşukluk son haddine varmıştı. Ne yapmalıydı,nasıl bunun önüne geçmeliydi,çaresizlik içinde başını iki yana doğru birkaç defa salladı. İçinden gelen yanmayla,ellerini karın boşluğuna bastırıp bir-iki dakika çökelmiş vaziyette kaldı. Doğruldu ,şimdi ellerini midesinin üstünde yola koyuldu. İleride bir bakkal dükkanı gördü,kapısının önünde bir yumurta sandığı vardı. Hafifçe o tarafa doğru seğirtti. Üstleri hafif kara örtülmüş yumurtalara baka baka geçti. Dükkanı on metre geçince durdu. Çalmalıydı;evet çalmalıydı.
    Babasının sözleri geldi yine aklına:”Hırsızlık dünyanın en kötü işidir yavrum”. Durdu,kafasıyla midesinin mücadelesini dinledi. Gene olduğu yere çöktü,birkaç dakika öyle bekledi. Çalacaktı mücadeleyi midesi kazanmıştı. Yolun iki tarafını dikkatle yürümeye başladı. Tek tehlikeli yer bakkalın karşısındaki berber dükkanıydı. Adam sandalyesine oturmuş bir şeyler okuyordu.
   Yavaşça yumurta sandığına sokulmaya başladı.”-Ah, pişmiş olsaydı keşke” diye mırıldandı. Kapıyı geçip durdu. Karşı ki berbere baktı,sağa baktı eğilip iki yumurta kaptı,koşmaya başladı.
   İki avuncunda birer yumurta koşarken arkasından ayak sesleri duydu. Yan gözle bakınca beyaz bir önlük fark etti. Daha hızlı koşmak istedi,fakat boş midesinin götürdüğü bacakları güçsüzdü. Ayağı bir taşa takıldı ve yüzü koyun yere düştü. O zaman ensesinden ayağa kaldıran berber olduğunu gördü. Adam çocuğu ayağa kaldırması ile iki tokatla yere çaktı. Yüzü biraz önce kırılan yumurtalardan birinin üstüne geldi,beline gelen tekmelere aldırmadan karların yumurtayla sararmış kısmını yalamaya çalıştı. Adam yoruldu ve küfürle nasihat ederek yanından ayrıldı. Çocuk bitkin bir vaziyette  doğruldu. Avuç içleri ve burnu kanıyordu. Kanayan burnunu gömleğinin koluna sildi. Bir evvel ki gece kaldığı mescidin bahçesine gitmeye karar verdi. Yokuştan aşağıya doğru kıvrıldı bir eli midesinde diğer eli belinde,burnundan hafifçe kanlar süzülür halde uzun zaman yürüdü. Dizlerinin üstüne yıkıldı, bir süre öyle kaldı. Yürümeye çalıştı. Mescidin bahçesinden içeri kıvrıldı. Duvarın aralığına girdi. Ellerini göğe doğru kaldırıdı,ağlamaya başladı. Dua etmek istedi, bir an öfkelendi yardım istercesine açılan elleri yumruk haline geldi.
    Üç gün sonra onu, mescidin bahçesine oynamaya gelen küçük çocuklar buldu. Eriyen karlar kirli yüzünü tertemiz yapmıştı. Gömleğinin yakasında yumurta kabukları duruyordu.
   Morgun arabasına koyarken çok uğraştılar ama yumruk halindeki ellerini açamadıla

Çevrimdışı N.HÜLYA

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.167
  • 5.003
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 2.167
  • 5.003
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 04 Nis 2008 22:31:56
destinalila öğretmenim hikayeler çok güzeldi, her biri insanı farklı yerlere götürüyor. Tüm menekşelere veda hikayesi pek çok insana yol gösterebilecek bir hikaye. Tuzlu kahve hikayesini çok beğendim, sevgiyi ne güzel anlatmış. Yumurta  hikayesi biraz üzdü doğrusu. Bir çocuğun bu kadar aciz kalması çok üzücü. Paylaşımlarınız için teşekkürler...

Çevrimdışı huldzar

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 170
  • 24
  • 170
  • 24
# 04 Nis 2008 22:40:50
Tşk.ve tebrikler değerli öğretmenim.

Çevrimdışı fguclu

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.386
  • 1.409
  • 1.386
  • 1.409
# 04 Nis 2008 22:43:06
paylaşımlarınız için teşekkürler

Çevrimdışı aysegoceri

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.553
  • 1.920
  • 3.553
  • 1.920
# 04 Nis 2008 23:01:55
teşekkürler öğretmenim bu güzel hikayeler için...varlığınız nasılda belli oluyor :D

Çevrimdışı tarıköğretmen

  • Uzman Üye
  • *****
  • 930
  • 1.354
  • Biyoloji Öğretmeni
  • 930
  • 1.354
  • Biyoloji Öğretmeni
# 04 Nis 2008 23:04:50
Bir ülkede dört kişi yaşıyormuş. Bunların adları da Herkes, Birisi , Herhangi biri, ve Hiç kimse imiş…
   Bir gün yapılması gereken çok önemli bir iş ortaya çıkmış. Ve Herkes, Birisi’nin bu işi yapacağından eminmiş. Gerçi işi Herhangi biri’de yapabilirmiş ama Hiç kimse de yapmamış.
   Birisi bu duruma çok kızmış. Çünkü iş Herkes’inmiş. Herkes, Herhangi biri’nin bu işi yapabileceğini düşünüyormuş. Ama Hiç Kimse , Herkes’in  bu işi yapamayacağının farkında değilmiş.
   Sonunda Herhangi Biri’nin  yapabileceği bu işi hiç kimse yapmadığı için Herkes, Birisi’ni suçlamış.
   Acaba bu ülke nerededir?

Çevrimdışı boşnak

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.159
  • 338
  • 1.159
  • 338
# 04 Nis 2008 23:51:47
öğretmenim elinize sağlık valla konuşturmuşsunuz kaleminizi..

Çevrimdışı alpercan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 551
  • 95
  • 551
  • 95
# 05 Nis 2008 16:22:20
yüreğinize sağlık çok güzel hikayeler..

Çevrimdışı tarıköğretmen

  • Uzman Üye
  • *****
  • 930
  • 1.354
  • Biyoloji Öğretmeni
  • 930
  • 1.354
  • Biyoloji Öğretmeni
# 05 Nis 2008 16:53:13
DOGRULUK BUYUK BIR ERDEMDIR...

On bir yaşındaydı ve New Hampshire gölünün ortasındaki adadaki
evlerinde ne zaman eline bir fırsat geçse hemen balığa giderdi.

Levrek avı yasağının kalkmasından bir gün önce, babasıyla akşamın ilk
saatlerinde küçük güneş balıklarından yakaladı. Sonra oltasına yem
takıp, oltayı fırlatma talimi yaptı.

Yem suya değdiği zaman gün batımında suda altın haleleler oluşturmuş,
daha sonra gölün üzerinde ay doğmuştu. Oltasının hızla çekildiğini
hissedince, oltaya büyük bir balık geldiğini anladı. Babası oğlunun balığı
çekişini hayranlıkla izledi.

Çocuk sonunda yorgun düşen balığı sudan çıkardı. O güne kadar gördüğü
en büyük balıktı, bir levrek; ama av yasağının kalkmasına sadece saatler
kalmıştı.

Baba oğul güzelim balığa baktılar, pulları ay ışığında ışıl ışıl
parlıyordu. Babası bir kibrit yakıp saatine baktı. Saat on olmuştu. Av
yasağının bitmesine daha iki saat vardı.

Önce balığa, sonra oğluna baktı.
"Suya geri bırakman gerekiyor, oğlum," dedi.
"Baba!" diye itiraz etti çocuk ağlamaklı bir sesle.
"Başka balıklar da var," dedi babası.
"Ama hiçbiri bunun kadar büyük değil!" dedi çocuk.

Göle şöyle bir göz attı. Gölde hiçbir balıkçı teknesi yoktu. Babasının
yüzüne baktı bu kez. Kendilerini hiç kimsenin görmemiş olmasına, kimsenin
ne
balığı yakaladıklarını bilmesinin olanaksız olmasına karşın, babasının
sesinden bu konuda hiçbir ödün vermeyeceğini anlamıştı.

Oltanın ucunu balığın ağzından çekti ve balığı gölün karanlık sularına
bıraktı. Balık suya düşer düşmez, şöyle bir çırpındı ve gözden kayboldu.

Çocuk bir daha bu kadar büyük bir balık tutamayacağından emindi..

Bu olay bundan tam otuz dört yıl önce oldu. Bugün o çocuk New York
City'nin ünlü mimarlarındandır. Babasının küçük evi hâlâ o adadadır. Oğlunu
ve kızlarını hâlâ o adadaki küçük eve balık tutmaya götürür.

Çocuk haklıydı. Bir daha o kadar büyük bir balık tutamadı.

Fakat değerler konusunda bir ikilem yaşadığı zaman hep o balığı gözünün
önüne getirir.

Babasından öğrendiği gibi değerler doğru ile yanlışın ne olduğu
konusunda çok basit bir konudur. Güç olan yalnızca değerlerin
uygulanabilmesidir.

Birileri görmediği zaman da doğru olanı yapabiliyor muyuz? Evet,
küçüklüğümüzde bizlere balığı suya geri bırakmak öğretilseydi, doğru
olanı yapabilirdik. Çünkü gerçeğin ve doğrunun ne olduğunu öğrenmiş
olurduk.

Doğru olanı yapma kararı belleklerimizdeki canlılığını hiçbir zaman
yitirmez. Bu anıyı dostlarımıza ve torunlarımıza göğsümüz kabara kabara
anlatırız.

Fırsatlardan yararlanmak değil, doğru olanı yapmaktır önemli olan.


ÇOCUGUNU ÖYLE KARSILA KI;
eve geldigi zaman, en güzel yere geldigini hissetsin....

ESINI ÖYLE KARSILA KI;
yanina geldigi zaman, en dogru insana kavustugunu hissetsin....

ANNENI ÖYLE KARSILA KI;
dogumundaki agrilari lezzetle takas etsin...

BABANI ÖYLE KARSILA KI;
ömür boyu bir baska evlada imrenmesin...

FAKIRI ÖYLE KARSILA KI;
ona serdiginden büyük, bir dua sofrasi sersin....

ZENGINI ÖYLE KARSILA KI;
Senin gönlünü gördügünde, kendi gönlünün fakirliginden kahretsin.....

Çevrimdışı boşnak

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.159
  • 338
  • 1.159
  • 338
# 05 Nis 2008 16:58:20
tarık öğretmenim çok güzel öğütler elinize sağlık..

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK