İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı harslan05

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.400
  • 69.672
  • 3.400
  • 69.672
# 05 Mar 2016 02:50:38
Hz. Fatıma’nın (sa) Duası

O gece, hep odanın bir köşesinde kıbleye doğru durmuş olan annesinin sözlerine kulak veriyordu. O Cuma kunudunu, annesinin rüku, sucud, kıyam ve kunudunu izliyordu. Henüz çocuktu. Annesinin erkek-kadın bütün Müslümanlar için hayır dua ettiğini, bir bir isimlerini saydığını, yüce Allah’tan her biri için saadet, rahmet, iyilik ve bereket istediğini duyan çocuk acaba annesi kendisi için Allah’tan ne isteyecek diye merakla bekliyordu.
İmam Hasan (a.s), o gece sabaha kadar uyumadı. Annesi Sıdığa-i Merziyye (a.s)’ı dikkatle gözlemekteydi. Annesinin, kendisi hakkında nasıl dua edeceğini, Allah’dan nasıl bir iyilik ve saadet isteyeceğini görmek için bekliyordu.
O gece, sabah oldu. Diğerleri hakkındaki duaları geçti. Fakat İmam Hasan (a.s), annesinin kendisi için dua ettiği bir kelime dahi işitmedi. Sabah annesine: “Anneciğim ben her şeye kulak verdim, niçin başkaları hakkında dua ettin de kendin için bir tek kelime dua etmedin?!” dedi.
Şefkatlı anne cevap verdi: “Aziz çocuğum, önce komşu sonra kendi evin.”

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.774
  • 227.206
  • 28.774
  • 227.206
# 05 Mar 2016 08:37:25
““hep işten eve yorgun gelirdi,ama yine de gülerdi…
iki market çantası olurdu kolunda tıka basa dolu…
dışarda pasta yedirmezdi,kendisi en güzelinden yapardı…

bir ara yoğun çalışma temposu yüzünden atipik pnömöni geçirdiğini bile farkedemedik,
on üç yaşında küçücük bir kız çocuğu iken kızkardeşimi kucağıma alıp,”n olcak bize abla”dediğinde “Rabbim büyük,o iyileri korur” diye avuttuğumu bilirim gözyaşları içinde..
belki bu kaybetme korkusundandır kronikleşen öksürüklerde incik cincik anamnez almam,bt tetkik vs.istemem…
bir anneyi daha kaybetme korkusu…şikayetleri “psikolojik”diye savsaklayıp tanı atlamak vcicdanıma ağır gelir…

bir işi yapmak olmak için yapmayın derdi…
hani sevmek de de böyle..
bi ona bi buna ateş böceği gibi başlayıp elele tutuşup,sonra en ağır iftiralarla biten ilişkilerin kahramanlarına da bundan misal şunu sorarım:
“sevdin mi yoksa boşta kalmamak adına mı kaybettin onca zamanı”
derin bi sessizlik olur…
işine de sevdana da kendini adayacaksın arkadaş…
uzatmalı sevgili değil yoldaş,çıkarcı meslektaş olmak yerine aynı işin birbirini kollayan iki kardaşı olacaksın…

bunu öğrendim annemden…
hemşiredir anneciğim…
her sabah yedi buçukta kalkar,kahvaltımızı hazırlar,iki öpücük öyle gönderirdi…
anlamazdım ya akşam gelirken bi neşe merdivene çıkar,bağırıverirdim..
“ben bu gece nöbet tuttum”..
şimdi ayda en az on nöbetim var,onu daha iyi anlıyorum…
yudumu,sibeli,meyiseyi ve diğer bayan hemşirelerimizi de…
verdikleri hayat mücadelesini ve o dik duruşların altında yatan anaç mizacı..

bu hafta hemşireler haftası,iyi ki varsınız,elimiz,ayağımız,kolumuz ekip arkadaşlarımız…
Annemin sözü vardır”hemşireler doktorların iş ortağıdır;yardımcısıdır;yüklenecekleri angaryacılar değil..buna dikkat et”
elimden geldiğince özen göstermeye çalışırım…
bilirim kahve molalarında iki dakika araya ne öykülerin sığdığını ve bizden fazla saygıyı hak ederler aslında..

GÜN BE GÜN HAYAT TECRÜBESİNE HAYRAN KALDIĞIM VE MUCİZELER YARATTIĞINA İNANDIĞIM ;

Bi hemşire annenin yetiştirdiği bir hekim olarak Anneler ve hemşireler gününüzü kutlar,hak ettiğiniz çalışma koşulları ve saygıya kavuşmanızı dilerim..

DR. ŞULE SARI”

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 05 Mar 2016 11:06:36
Kasabanın birinde, güzelliği dillere destan bir kız varmış. Kendisiyle evlenmek isteyen uzak ülkelerden gelen nice prensi, asili, zengini, yakışıklı delikanlıyı reddetmiş. Kimseleri kendine layık görmüyormuş. Kıza gönlünü kaptırmış, aynı kasabada yaşayan genç bir delikanlı da bu kızı istemiş. Ama kız onu da beğenmemiş. Bizim delikanlı günün birinde kasabadan ayrılmış. Başka biriyle evlenmiş, çocukları olmuş, yeni bir hayat kurmuş.

Uzun zaman sonra yolu yaşadığı güzel, şirin kasabaya düşmüş. Aklına bir zamanlar aşık olduğu kız gelmiş, ona ne olduğunu merak etmiş. Tanıdık bir yaşlı adam, güzel, büyük bir gül bahçesi olan bir evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş. Kimseleri beğenmeyen güzel kızın kiminle evlendiğini görmek istemiş. Kocasını evden çıkarken görmüş. Kızın kocası şişman, kel, çok çirkin ve kaba bir adammış. Üstelik zengin de değilmiş. Nasıl oldu da böyle biriyle evlendiğini merak eden adam, kızın kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış. Kız kapıyı açınca adamı tanımış. Adam sormuş:

- Sen ki hiç birimizi beğenmedin, nice kısmetlerini geri çevirdin, nasıl oldu da böyle biriyle evlendin demiş?

Kız da ona:

- Sana cevabı vereceğim fakat önce gül bahçemdeki en güzel gülü koparıp getireceksin, yalnız tek şartım, bahçede ilerlerken geriye dönmeyeceksin.

Adam peki demiş ve çok güzel güllerin olduğu bahçede ilerlemeye başlamış. Önce çok güzel sarı bir gül görmüş. En güzel gül bu derken biraz ilerde daha güzel kocaman pembe bir gül daha görmüş. Tamam budur işte diye düşünürken daha ilerde muhteşem güzellikte kırmızı bir gül goncası gözüne ilişmiş. Bir türlü karar verememiş, en güzel çiçeği bulacağım derken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş, geriye dönemeyeceği için bahçenin sonunda yaprakları solmuş cılız bir gülü mecburen koparıp kıza götürmüş.

Kız gülü almış ve adama demiş ki:

- Bak gördün mü? Her zaman daha iyisini bulacağını düşünürken ömür geçer de sonunda en kötüsüne razı olmak zorunda kalırsın. Bu yüzden gençlik bitmeden elindekinin değerini bilip, yetinebilmeyi öğrenmek gerekir.

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 05 Mar 2016 11:06:58
.Bir zamanlar zengin ama mutsuz bir kral varmış. Mutlu olmak için ne kadar uğraşsa da mutlu olamıyormuş.

Ülkenin en bilge kişisini huzuruna çağırtıp nasıl mutlu olabilirim diye sormuş. Bilge:

– Kralım, mutsuzluktan kurtulmak istiyorsanız; mutlu bir adam bulup onun gömleğini giymeniz gerekir.

Kral adamlarına emir vermiş; bu mutlu adamı bulun diye, ülkede aranmadık yer bırakmamışlar. Fakat mutlu birine rastlayamamışlar. Kimileri eşinden, kimileri yoksulluktan, kimileri de hayırsız çocuğundan yakınıyormuş. En sonunda çaresizlik içinde saraya dönüş yolunda, kırık dökük bir evin önünden geçerken içeriden birinin şöyle dua ettiğini duymuşlar:

– Tanrım, sana şükürler olsun. Sağlığım yerinde, karnım bugün de doydu, bugüne kadar rızkımı eksik etmedin. Ben mutlu olmayayım da kim mutlu olsun?

Sonunda mutlu birini bulduk diye kralın adamları hemen evin içine dalmışlar. Adamın gömleğini alıp krala götürelim diye düşünmüşler. Fakat içeri girince bir de ne görsünler, adamın sırtında bir gömlek bile yokmuş.

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 05 Mar 2016 16:42:40
Dervişin birinin yolu bir gün bir köye uğrar. Köylüler fakirdir onu misafir etmesi için Şakir isminde birinin çiftliğine gönderirler. Derviş yola koyulur. Yolda rastladığı bir kaç köylü ona, Şakir'in köyün zenginlerinden birisi olduğunu Halid adında bir başka zengin daha bulunduğunu anlatırlar.

Derviş, Şakir'in çiftliğine varır. Şakir hem misafirperver hem de gönlü geniş bir insandır... Dervişi kaldığı sürece memnun eder. Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir'e teşekkür ederken, "Böyle zengin olduğun için hep şükret." der. Şakir ise: "Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen, gerçeğin kendisi değildir. Bu da geçer..." diye cevap verir.

Birkaç yıl sonra, Derviş'in yolu yine aynı taraflara düşer. Şakir'i hatırlar ve yanına uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle sohbet ederken Şakir'in iyice fakir düşüp şimdilerde Halid'in yanında çalıştığını öğrenir. Derviş Halid'in çiftliğine gider, Şakir'i bulur, üstünde eski püskü giysiler vardır. Meğer oralarda vukuu bulan bir sel felâketinde Şakir'in bütün malı mülkü telef olmuştur. Ailesini geçindirmek için, toprakları selden zarar görmeyen Halid'in yanında çalışmaktadır. Şakir, bu kez Derviş'i son derece fakir olan evinde misafir eder. Bir lokma ekmeğini onunla paylaşır...
Derviş, vedalaşırken Şakir'e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler. Şakir: "Üzülme... Ya Hû, bu da geçer..." der.

Derviş'in yedi yıl sonra yolu yine o yöreye düşer. Şaşkınlık içinde olan biteni öğrenir. Halid birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün mirasını en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir'e bırakmıştır. Şakir, artık Halid'in konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: "Bu da geçer..."

Bir zaman sonra Derviş yine Şakir'i arar. Köylüler ona bir tepeyi işaret ederler. Meğer tepede Şakir'in mezarı vardır ve taşında da: "Bu da geçer." yazılıdır. Derviş, "Ölümün nesi geçecek?" diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir'in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş ve tepeyi sıyırmış, Şakir'in mezarından geriye bir iz dahi kalmamıştır...

O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın... Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş'i bulup yardım isterler. Derviş, sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük sultana sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve sonra yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır. Orada: "Bu da geçer Ya Hû !!!" yazmaktadır.

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 06 Mar 2016 00:17:49
Eğer Annem Olsaydı....
Genç veli ölüm döşeğinde,ömrünün son dakikalarını yaşamaktadır.Hayatını hep ahirete göre yaşayan bir ailenin ferdi olduğu için ölüm korkusuna dayanıklıdır…Ve babası da öyle bir evlada hakkıyla baba olmuş,bir başka Hak dostudur.
Baba oğula sorar:’’Evladım! Ahirette ne ile karşılaşmayı bekliyorsun?’’
Sorudaki ima genç veliye tebessüm ettirir. Yani baba sormaktadır,’’Acaba bahtına ne çıkacak? Rahmet mi,azap mı?’’
Ölüm yolcusu son nefeslerinden birini daha aldıktan sonra cevap veriri:
‘’Babacığım,eğer öteki taraftaki durumuma annem karar verseydi acaba ne yapardı?’’

Baba hiç duraksamadan;
‘’Evladım,annedir o, şefkatlidir. Günahına ,sevabına bakmadan seni Cennet’in Firdevs’ine indirirdi.’’
Ve bu cevap genç velinin dünya yaşamındaki son tebessümüne neden olur.Gözleri önce yaşarır,sonra ümitle,güvenle parlar,babasına döner:
‘’Ey babam! Benim Rabbim ,bana annemden daha şefkatlidir.’’
Baş sağa düşer,dudaklar kapanır.Dünya bir atlama tahtası olur Firdevs’e doğru…

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.774
  • 227.206
  • 28.774
  • 227.206
# 06 Mar 2016 08:14:20
Günün birinde Ebu Hureyre (r.a) sokakta gördüğü insanlara:

"Burada boşu boşuna ne dolaşıp duruyorsunuz?

Mescide koşun; orada Resul-i Ekrem'in (s.a.v) mirası bölüşülüyor. Siz de alın," der.

Bunu işiten kişiler hemen mescide giderler. Ama orada herhangi bir mal varlığının paylaşıldığını göremeyince de geri gelip, Ebu Hureyre'ye (r.a): "Biz senin söylediğin gibi bir taksim görmedik," derler.

Ebu Hureyre (r.a):
"Peki ne gördünüz?" diye sorar.
Onlar da:
"Mescidde kimi Kur'an okuyor, kimi zikir yapıyor, kimi ilim öğreniyor," derler.
Bunun üzerine Ebu Hureyre (r.a) şöyle der: "İşte Resul-i Ekrem'in (s.a.v) mirası odur..."

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 06 Mar 2016 09:10:22
Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayâl eder, günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı?” diye derin derin düşünmeye başlar... Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi meşhur âlim Yahyâ Efendi’ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahyâ Efendi’ye gönderir... “Sen ilahî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın âkıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” şeklinde mektubunu gönderir.

Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahyâ Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl alır:

“Neme lâzım be Sultânım!”

Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultân, bir mânâ veremez. Yahyâ Efendi gibi bir zâtın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar: “Acaba bilmediğimiz bir mânâ mı vardır bu cevapta?” Nihayet kalkar, Yahyâ Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:

“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”

“Sultânım sizin sorunuzu ciddiye almamak kâbil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.”

“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “neme lâzım be Sultânım!” demişsiniz. Sanki “Beni böyle işlere karıştırma” der gibi bir anlam çıkarıyorum.”

“Sultânım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şâyi olsa, işitenler de “neme lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryâdı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimâd ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir...”

Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdîk eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime memleketinin sahip olduğu için Allah’a şükreder. Yahya Efendi'ye ise bu tür tenbihlerini mutlaka söylemesi gerektiğini anlatır.

İlgili mektup, Topkapı Sarayı'nda sergilenmektedir.

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 06 Mar 2016 12:44:20

Genç adam, babasına her gün; ”Benim de senin gibi çok dostlarım var” derdi. Baba itiraz eder, “Olmaz öyle çok dost, dostun hakikisi belki bir, belki iki tanedir. Fazlasını bulamazsın” diye cevap verirdi.

Bu konuşma ve tartışma uzayınca gerçek dostun kim olduğunu anlamak için bir sınav yapmaya karar verdiler. Bir akşam bir koyun kesip çuvala koydular. Baba, oğluna ”Hadi bu çuvalı al, bir dostuna götür” dedi.

Delikanlı çuvalı sırtlayarak, sanki içinde öldürülmüş bir adam varmış gibi en iyi bildiği dostuna gitti. O dost, kan damlayan çuvalı görür görmez kapıyı hızla delikanlının suratına kapadı. Arkadaşını içeri almadı. Dost bildiği herkesi tek tek dolaşan delikanlı hepsinden aynı karşılığı gördü. Kapılar hep yüzüne kapandı.

Çaresiz geri dönerek “Haklıymışsın baba” dedi. ”Dost yokmuş bu dünyada; ne sana ne de bana.” “Hayır evlat” dedi baba. “Benim bir dostum var. Hadi, çuvalı al da bir kere de ona git.”

Genç adam, çuvalı tekrar sırtlayıp alnından ter, çuvaldan kanlar damlar vaziyette babasının dostuna gitti. O dost, delikanlıyı hemen içeri aldı. Arka bahçeye geçerek bir çukur kazdı, çuvalı gömdüler. Çukuru kapatarak üstüne de cesedin kokusu belli olmasın diye sarımsak diktiler.

Genç adam, babasına gelerek ”Baba, işte dost buymuş” deyince babası; “Daha erken, o belli olmaz daha. Sen yarın ona git, bir kavga çıkart ve iki tokat at. İşte o zaman anlarsın dostun hakikisini” dedi.

Delikanlı, aynen babasının dediği gibi yaptı. Babasının dostuna istemeden iki tokat attı. Tokadı yiyen dost, şunu söyledi delikanlıya:

”Git de söyle babana, biz böyle iki tokada sarımsak tarlasını satmayız.”

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.774
  • 227.206
  • 28.774
  • 227.206
# 06 Mar 2016 22:41:20
Mevlana Ile Haci Bektas Veli
Bir adamcagiz kötü yoldan para kazanip bununla kendisine bir inek alir. Neden sonra, yaptiklarindan pisman olur ve hiç olmazsa iyi birsey yapmis olmak için bunu Haci Bektas Veli'yin dergahina kurban olarak bagislamak ister. O zamanlar dergahlar ayni zamanda asevi islevi görüyordu.
Durumu Haci Bektas Veli 'ye anlatir ve Haci Bektas Veli helal degildir diye bu kurbani geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergahina gider ve ayni durumu Mevlana 'ya anlatir. Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder.
Adam ayni seyi Haci Bektas Veli'ye de anlattigini ama onun bunu kabul etmedigini söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar. Mevlana söyle der:
- Biz bir karga isek Haci Bektas Veli bir sahin gibidir. Öyle her lese konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz, ama o kabul etmeyebilir.
Adam üsenmez kalkar Haci Bektas dergahina gider ve Haci Bektas Veli'ye, Mevlana'nin kurbani kabul ettigini söyleyip bunun sebebini bir de Haci Bektas Veli'ye sorar. Haci Bektas da söyle der:
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise, Mevlana'nin gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayi o senin hediyeni kabul etmistir.
Bu durum adamı cok saşırtir ve tekrar Mevlana’yâ gider ve durumu anlatır. Mevlana bu kez söyle der:
- Bizim gonlumuz okyanuz gibi ise Hacı Bektas Veli bir akvaryum gibidir. Akvaryum da ki balik denizi okyanusu hayal edebilir mi?
Adam tam anlam veremez ve bir kez daha Bektasi dergahına gider ve durumu anlatır. Hacı Bektas söyle der:
- Mevlana ne derse doğrudur ve iyiliğinde en hakikisini obilir. Sen bir hata yapmışsın ve bu hatanın telafisi içn biriylik yapmak istiyorsun. İyilik yap denize at, balık görmezse Malik görür der.
Ve o söz dilden dile bugüne kadar gelir…

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 06 Mar 2016 22:56:52
Adamın biri, gözleri görmeyen bir dervişin evine misafir olmuştu. Evde, rahlenin üzerinde bir Kur’an olduğunu gördü ve hayret etti. Çünkü, derviş yalnız yaşıyordu, âmâ idi ve evde kendisinden başka kimse bulunmuyordu.

Üzerinde durmadı ve sebebini de sormadı. Fakat merak etmedi de değil. Gece yarısı olduğu zaman Kur’an sesiyle uyandı. Baktı ki, âmâ olduğu için gözleri görmeyen ev sahibi rahlenin başına geçmiş Kur’an okuyor. Öyle ki, okuduğu yerleri parmağıyla da takip ediyordu. Dayanamayarak sordu:
– Sen, gözleri görmeyen bir adamsın. Nasıl oluyor da Kur’an’a bakarak okuyabiliyorsun? Üstelik parmağınla da takip ediyorsun.

Derviş cevap verdi:

– Allah isterse her şey olur. Ben Kur’an okumayı çok seviyorum. Fakat gözlerim görmüyor. Allah’a dua ettim. “Ya Rabbi, Kur’an okurken benim gözlerimi aç ki Kur’anı elime alıp okuyabileyim” dedim. Allah benim bu duamı kabul buyurdu. Ne zaman okumak için Kur’an’ın başına oturursam gözlerim açılır ve ben Kur’an’a bakarak okurum.

Çevrimdışı tokadi

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 681
  • 726
  • Müdür Yetkili
  • 681
  • 726
  • Müdür Yetkili
# 07 Mar 2016 00:31:57
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Genç adam, babasına her gün; ”Benim de senin gibi çok dostlarım var” derdi. Baba itiraz eder, “Olmaz öyle çok dost, dostun hakikisi belki bir, belki iki tanedir. Fazlasını bulamazsın” diye cevap verirdi.

Bu konuşma ve tartışma uzayınca gerçek dostun kim olduğunu anlamak için bir sınav yapmaya karar verdiler. Bir akşam bir koyun kesip çuvala koydular. Baba, oğluna ”Hadi bu çuvalı al, bir dostuna götür” dedi.

Delikanlı çuvalı sırtlayarak, sanki içinde öldürülmüş bir adam varmış gibi en iyi bildiği dostuna gitti. O dost, kan damlayan çuvalı görür görmez kapıyı hızla delikanlının suratına kapadı. Arkadaşını içeri almadı. Dost bildiği herkesi tek tek dolaşan delikanlı hepsinden aynı karşılığı gördü. Kapılar hep yüzüne kapandı.

Çaresiz geri dönerek “Haklıymışsın baba” dedi. ”Dost yokmuş bu dünyada; ne sana ne de bana.” “Hayır evlat” dedi baba. “Benim bir dostum var. Hadi, çuvalı al da bir kere de ona git.”

Genç adam, çuvalı tekrar sırtlayıp alnından ter, çuvaldan kanlar damlar vaziyette babasının dostuna gitti. O dost, delikanlıyı hemen içeri aldı. Arka bahçeye geçerek bir çukur kazdı, çuvalı gömdüler. Çukuru kapatarak üstüne de cesedin kokusu belli olmasın diye sarımsak diktiler.

Genç adam, babasına gelerek ”Baba, işte dost buymuş” deyince babası; “Daha erken, o belli olmaz daha. Sen yarın ona git, bir kavga çıkart ve iki tokat at. İşte o zaman anlarsın dostun hakikisini” dedi.

Delikanlı, aynen babasının dediği gibi yaptı. Babasının dostuna istemeden iki tokat attı. Tokadı yiyen dost, şunu söyledi delikanlıya:

”Git de söyle babana, biz böyle iki tokada sarımsak tarlasını satmayız.”

Sarimsak tarlasindan murat ne acaba

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 07 Mar 2016 01:28:50
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Sarimsak tarlasindan murat ne acaba
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Sarimsak tarlasindan murat ne acaba
Sarimsak tarlasi koyunu cukura gomuyolar ve kokusu belli olmasin diye uzerine sarimsak dikiyor ya onu kasdediyor.

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 07 Mar 2016 01:29:37
Ramazan... Cuma günü... Cuma vakti... Cami... Cemaat tek tük camiye girmekte. İmam kürsüde... Girenlerin arasında... O... Hızır... Hızır a.s. da genç ihtiyar arasında onlardan biri gibi gidiyor bir köşeye oturuyor. Kürsüde imam sohbete başlıyor... Hızır'ın yanına kırklarında bir adam gelip oturuyor. Cami yavaş yavaş dolmakta...

Adam, bir müddet sonra uyuklar bir vaziyette sallanıyor, ha uyudu ha uyuyacak. Hızır a.s. adamı dürtüklüyor:
- Uyuyacaksın, der. Adam:
- Uyumam, beni rahat bırak.

Hızır a.s. ses etmez, ancak ezan okundu okunacak, adam ha uyudu ha uyuyacak, bir daha dürtükleyerek:
- Uyuyacaksın dedim, der. Adam:
- Ben de sana uyumam, beni rahat bırak dedim. Rahat bırak beni. Rahat bırak yoksa, Hızır olduğunu söylerim. Buradan çıkamazsın. Bu kalabalık sakalında bir tel bırakmaz.

Hızır a.s. susar ve gözlerine kapar, boynunu büker Allah'a yönelerek:
- Ya Rabbim! Bu nasıl iştir. Bu kulun benim kim olduğumu bildi. Bu nasıl iştirki bendeki listede bunun ismi yok.
Cevap gelir:
- Sana verilen listede beni sevenlerin isimleri var. O ise benim sevdiklerimden...

Allah bizleride sevdiklerinden eylesin inşaAllah

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 07 Mar 2016 20:52:44
Kaba saba, soluk, yıpranmış kıyafetler içindeki yaşlı çift, trenden inip, utangaç bir tavırla rektörün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti. Bu taşralıların Harvard gibi bir üniversitede ne işleri olabilirdi! 
Adam, rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkânsızdı! Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu. Yaşlı kadın, çekingen bir sesle, 'Bekleriz' diye mırıldandı. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi ama bir türlü de rektörle görüşemedi. Sonunda genç rektör, sadece birkaç dakikasını onlara ayıracağını söyleyerek sekreterin odasına girdi. 
Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard'da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi. Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki, onun anısına okul sınırları içinde bir yere, anıt dikmek istiyorlardı. 
Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi. "Hanım" dedi sert bir sesle, "Biz Harvard'da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olursak, burası mezarlığa döner..." 
"Hayır, hayır" diyerek haykırdı yaşlı kadın. "Anıt değil... Belki, Harvard'a bir bina yaptırabiliriz". 
Rektör, kadının yıpranmış elbiselerine nefret dolu bir nazar fırlatarak "Bina mı?" diyerek tekrarladı. "Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı." 
Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi... 
Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü: "Üniversite inşaatına başlamak için gereken para bumuymuş. Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz o halde?"
Rektörün yüzü karmakarışık oldu. Yaşlı adam, eşini başıyla onayladı. Bay ve bayan Stanford, dışarı çıktılar. Doğru California'ya, Palo Alto'ya geldiler. Ve Harvard'ın artık umursamadığı oğulları için, onun adını ebediyen yaşatacak üniversiteyi kurdular: Amerika'nın en önemli üniversitelerinden birini Stanford'u... 

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK