Yusufun Devesi
Yusuf un hikayesi, hayat ile ölüm arasındaki ince çizgiyi ve o çizgideki kırılma noktasını ruh gözü ile gören bir Allah dostunun sırlı yardımını gösteren ibret dozu oldukça yüksek bir hayat serüveni...
Rahmetli onkolog doktor Haluk Nurbaki Hoca'nın anlatti gı Diyarbakırlı Yusufun bu sırlı hayat hikayesi gerçekten çok enteresan ve akıl sahipleri için oldukça düşündürücü mesajlar ihtiva ediyor:
Yusuf'un başından geçen hikaye muhteşem bir derviş hikayesi... Yusuf, Diyarbakırlıydı. Onunla dostlugumuz vardı. Kendisiyle sık sık sohbet ederdik. Bir gün sohbet sırasında bir şeyi hatırlayamayınca kendisine takıldım. O da bana:
-Nurbaki Hocam, sen benim hikayemi bilmiyorsun. Ben tamir edildikten sonra arada bir tıklayan tamirden geçmiş bir saat gibiyim, dedi.
-Ne oldu, hayrola dedim.
Yusuf, çocukluktan itibaren hayat hikayesini anlatmaya başladı.
-Benim babam çok zengindi. Evimizde en aşagı yirmi otuz tane hizmetkâr çalışırdı. Bir gün mahallemize bir Allah dostu, bir derviş geldi. Yıkık bir duvar kenarında kendine tahtadan bir kulübe yaptı ve orayı mekân tuttu.
Babam çok Müslüman bir adamdı. "Bu derviş mahalle mize geldi, biz de hamd-ü senalar olsun hâli vakti yerinde bir aileyiz. Bu dervişe bakmak bizim borcumuz. En güzel yemekleri hazırlayın. Yalnız dervişe hürmeten yemekleri hizmetkârlar götürmesin, og lum Yusuf götürsün" dedi.
O zamanlar ben yedi yaşındaydım. Hakikaten sonra anladım ki, ben götürmesem adam kabul etmeyecekmiş. Çünkü pek çok yardım etmek isteyenler olmuş ama derviş kabul etmemiş. Ama Yusufun o zengin ailenin biricik oglu oldugunu ve kendisine hürmetten dolayı çocugun yemek
getirdigini görünce kabul etmiş. Yusuf ile yavaş yavaş ahbap lık peyda eden derviş, bir gün Yusuf a:
-Yusuf sana bir deve yapayım ister misin, demiş.
-istemez olur muyum derviş amca, demiş Yusuf.
-Öyleyse sen bana evden verdikleri yemeklerden gayrı çerez getireceksin. Ama evin haberi olmayacak bu getirdik lerinden, demiş.
(Burada oldukça sırlı bir incelik var.)
Derviş, işin ehemmiyetine binaen tekrarlamış:
-Unutma, sen kendine ait çerezlerden vereceksin. Deve başka türlü olmaz. Çerezi baban gönderirse deveyi babana yaparım, demiş.
Bunun üzerine Yusuf hakikaten her geliş gidişinde derviş babaya çerez, üzüm falan getirmiş. Devamlı da soru-yormuş devemin bitmesine ne kadar kaldı diye. Aradan altı ay kadar bir zaman geçtikten sonra bir gün derviş demiş ki:
-Müjde, deven yarın tamamlanacak. Yalnız iki gözü kaldı, iki tane badem getir gözünü de yapayım deve tamam lansın, demiş.
Yusuf sabaha kadar uyuyamamış sevinçten. Sabah cebi ne iki tane badem koymuş gelmiş derviş babanın kulübesinin kapısına. Kapıdan girmiş bir de bakmış ki derviş baba dün yasını degiştirmiş.
Yusuf bana, "Ne kadar üzüldüm doktor bey" diyor. "Altı ayın ümidi bir anda sönüverdi. Bir taraftan sevdigim bir insanın ölümü, diger bir taraftan da devenin gaybubeti beni bayagı sarstı. Bademlerimi fırlatıp attım yere ve eve gidip durumu haber verdim. Herkes seferber oldu... Cenazesi yı kandı, namazı kılındı ve defnedildi.
* * *
Aradan on iki sene gibi uzun bir zaman geçti. Ben ciddi bir hastalıga yakalandım. Babam evvela Diyarbakır'daki dok torlara, sonra istanbul'daki doktorlara götürdü. Hepsinden aldıgı cevap:
-Şizofreni bu. Tedavisi imkansız, oldu.
Bu hadise elli sene evvel geçmiş bir hadiseydi. Gerçek ten o zaman şizofreninin hiç tedavisi yoktu, diyor.
Ama buna ragmen Yusufun babası Paris'te meşhur bir ruh doktoru oldug unu duymuş. Galiba adı Şarko idi, ona gitmişler, o doktor da:
-Benim yapabilecegim bir şey yok. Sen kalkıp Türkiye' den buralara geldigine göre varlıklı birisin. Bu gibi hastalara yapılacak tek şey iyi bakılması için birisini tutmak. Çünkü böyle hastalar kendi kendine yemek yiyemez. Kaşıgı agzına degil, kulagina götürür. Sogukta soyunur, oturur ve genellikle de zatürreden ölürler. Sen buna ne kadar iyi baktırırsan o kadar uzun yaşar, demiş.
Yusufun babası istanbul'a gelince Yusufu akıl hastane sine yatırmış. Ona bakması için ayda iki altın gibi yüksek bir ücretle bir adam tutmuş. Adam ayda iki altını kaybetmemek için Yusufu ölüme götürecek her türlü yanlıştan alıkoyan bir bakıma tâbi tutuyormuş. Ama günün birinde Yusufun ateşi çıkmış ve o belli meş'um akıbet onu yakalayarak zatürre olmuş.
Bundan sonraki hadiseleri sana iki postada anlatacagim diyor Yusuf.
Bunlardan birincisi; benim hâlimi, durumumu gören hasta bakıcı ve de doktorların anlattıkları... ikincisi de ondan sonraki ben...
* * *
Doktorlar benim ateşimin yükseldigini ve komaya girmek üzere oldugumu görüyorlar ama yapabilecekleri, ellerinden gelen bir şey yok.
O zaman, agırlaşmış hastaların etrafına yataktan düşmnesin diye tahta çakarlardı. O zamanın hastanecilig i bu kadar işte... Fakat diyor Yusuf, benim bakımımı üzerine alan adam çok müteessir. Çünkü bir nevi ekmek kapısı kapandı gibi.
Hastane yetkilileri, hemen Yusuf'un babasına telgraf çekmişler. "Oglun dünyasını degiştirdi gel al" diye. Çünkü bir insanın zatürre komasından çıkması o günkü tıbbi imkanlara göre imkansız.
O koma sırasinda ben bir rüya görüyorum. Zaten herşeyi o rüyadan itibaren hatırlıyorum. Çünkü rüyamdan önceki şizofrenik devremi hatırlamıyorum.
Bir çölün içindeyim, o ateşin de tesiriyle nasıl yanıyorum. Hem susuzlugum, hem de güneş degdi degecek tepeme. Böyle bir sıcaklıgın içerisinde artık canım çıkmak üzere. Hiçbir umudum yok, su denilen şeyin esamesi görün müyor çölde.
Fakat uzaklardan bir siluet farkettim. Bir deve ve önünde bir adam bana dogru yaklaşmaya başladı. Derhal tanıdım.
Bizim derviş babaydı bu. Bir devenin yularından tutmuş geliyordu.
-Yusuf deveni getirdim, dedi ve beni tuttu devenin üstüne bindirdi.
Fakat birşeyi çok net hatırlıyorum; derviş babanın yularını tuttugu devenin gözleri yoktu. Yani bana, senin getirdigin çerezlerden yaptım demek için gözsüz bir deve getirmişti. . Çünkü devenin gözleri için gerekli bademleri teslim edememiştim.
Devenin üzerine bindigim an gözümü açtım. Etrafı tahta larla çevrili demir bir yataktayım. Yanımda doktor ve hasta bakıcılar... Ateşim düştügü için terden sırılsıklam olmuşum. Neden orada oldugumu hiç hatırlamıyorum.
Doktorların hayret ettig i şey benim normale dönmem. Zatürre komasından çıkmak mümkün degildi ama çıktım. Peki, şizofreniyi nasıl atlattım diye hayretler içerisinde kaldılar. Böyle bir mucizeye ne rastladık, ne de gördük. Olacag ı varmış, oldu, dediler.
Yusuf'unun cenazesini almaya gelen dertli baba, oglunu salim ve saglıklı görünce bir sevinmiş ki sormayın. Yusuf daha sonra bütün olan biteni babasına da anlatmış.
Yusuf diyor ki, doktorum derviş baba, o kadar ince bir Mimarî ile kaderimi işlemiş ki, ben yanına hizmet etmeye gittig im zaman kaderimdeki şizofreniyi gördü. Bana iyilik yapmak istedi. Ama bu iyilik kaderimi degiştirmek şeklinde olamazdı. Çünkü kadere müdahale ancak Fahr-i Kainat (sav) sırrı ile olur. Fahr-i Kainat (sav) sırrında "Sadaka ömrü tezyid eder (uzatır)" emrini alıyor ve çocug a sadaka verdiriyor. Sadaka sırf çocuga ait olsun diye "Baban göndermesin, sen kendininkinden ver" diyor. Kader ekranında ömrünü tezyid ediyor. Bambaşka bir âleme döndürüyor.
Yusuf, "Ah o benim devem! Ona bindigim anda ne biçim kader degişimi oldu. insanların anlaması mümkün degil. Ben bile zor anladım" diyor.
Yusuf, "Ben o hâdiseden sonra hayatta bir gün bile namazı terk etmedim" diyerek hem maddî hem manevî kur tuluşuna kapılar açan derviş babaya dualar ediyor.
Evet, her evliyaullah gibi ilmini Allah'a havale etmek suretiyle zaman ve mekânla kayıtlı bulunmayan bir ruha sahip olan derviş baba, bu masum çocugun gelecegini, ileride başına gelecekleri gördü ve Yusuf'un maddesiyle beraber mânâsını da canlandırdı.
Bu yazı İbrahim Refik tarafından kaleme alınan ALBATROS yayıncılık tarafından yayınlanan "Hadiselerin İbret Dili" adlı kitapdan alınmıştır