İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 21 Nis 2016 16:22:31
ÖLÜMLE ARAMIZDA NE VAR: Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri bir gün bir talebesiyle Üsküdar'dan karşıya geçmek için kayığa binerler. Dalgalı boğaz sularından sağa sola yalpa yapan kayığa sıkıca yapışan talebe sürekli "şu tahta parçası olmasa halimiz ne olurdu" diye mırıldanır. Hazret: "korkma evladım!" dese de, o yine aynı sözleri sarf edip kayığın taktasına daha bir sıkı kavrar. nihayet karaya çıkar. Talebe ayakları yere basınca "oh! Elhamdülillah" der. bu arada yanına yanaşan Hüdayi Hazretleri: bak evlad! karada ölümle aramızda o tahta parçası da yok!" diyerek çok düşündürücü bir cevap verir.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 21 Nis 2016 17:07:19
Behlül Dânâ hazretleri bir gün kumlarla, çer çöple ev-köşk yapıyormuş, gören oyun oynuyor zannedermiş. Harun Reşid yanından geçerken soruyor:
– Ya Behlül ne yapıyorsun?
– Cennette evler-köşkler yapıyor satıyorum.
– Peki kaça satıyorsun?
– Bir altına.

Harun Reşid, bizim kardeşe yine bir şeyler oluyor, diyerek gitmiş. Ertesi günü Harun Reşid’in hanımı da görmüş, o da sormuş:
– Behlül ne yapıyorsun?
– Cennet için ev yapıp satıyorum.
– Peki kaça satıyorsun?
– Bir altına.
– Peki al bir altını.

Akşam Harun Reşid rüyasında Cennette bir köşk görmüş, güzel mi güzel, çok beğenmiş, demiş ki bu köşk kimin? (Hanımınızın) demişler. Ertesi gün gördüğü rüyanın tesiriyle Behlül Dânâ hazretlerini aramış. Bakmış aynı yerinde yine kumlardan, çer çöpten evler-köşkler yapıyor. Harun Reşid soruyor:
– Ne yapıyorsun?
– Cennette ev-köşk yapıyorum.
– Peki kaç para?
– Bin altın.
– Dün bir altın diyordun bugün bin altına çıkarmışsın. Bunun sebebi ne?
– Hanımınız dün görmeden bir altına aldı. Ama sen gördükten sonra istiyorsun. Onun için bin altın bile az.

Görmeden inanmak önemlidir. Bekara suresinin başında, iyiler övülürken, (Onlar gayba inanırlar) buyuruluyor.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 21 Nis 2016 19:19:25
SİN ŞIN’A DAHİL OLUNCA (İbretli bir Kıssa)

Yavuz Sultan Selîm Han Mısır seferine çıkmış ve Mercidabık Zaferi’nden sonra, Şam’da bir süre kalmıştı. 13. yüzyılın ilk yarısında Şam’da yaşayan ve beş yüzden fazla eser veren büyük evliyâ Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri Şam’da ölmüştü. Yavuz Sultan Selîm Han Şam’da bu büyük evliyânın mezarını aramaya başladı. Şam’ın çöplüğünü kazdırdı. Yaklaşık üç asırdan beri biriken çöplerin arasından büyük velînin cesedi çıkarıldı. Ceset taptaze duruyordu.
İşte böyle büyük bir evliyâ olan Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri bir gün etrafına toplanan kalabalığa: “Sizin taptığınız, benim ayaklarımın altındadır. ‘sin’ ‘şın’a dâhil olunca, Muhyiddin’in kabri meydana çıkar ve muradı anlaşılır” der. Orada bulunanlar bu sözü anlayamazlar. Hâşâ Allah’a hakāret etti sanırlar. Epey kimse aleyhinde konuşmaya başlar ve vefat ettiğinde de Şam halkı, bu mübârek zâtın kabrinin üzerini çöplük yaparlar.
İşte Yavuz’a bu rivâyet aktarılır. Yavuz da firasetiyle bu konuşmanın ma‘nâsını anlar ve o yeri kazdırır ve orada küp dolusu altınların var olduğu görülür. Böylece, o büyük zâtın, “Sizin taptıklarınız benim ayaklarımın altındadır” derken, insanların altına, paraya ve maddeye taptıklarını sırlı bir şekilde anlatmak istediği, yaklaşık üç asır sonra anlaşılmış olur. “’sin’ ‘şın’a dâhil olunca, Muhyiddin’in muradı anlaşılır” sözündeki ‘sin’ Selim’in İslâm harfleriyle yazılışının baş harfi, ‘şın’ da Şam kelimesinin baş harfidir. Yani “Selîm Şam’a dâhil olunca anlaşılacaktır” demektir. Yavuz o çöpleri temizletir, kabrin üzerine güzel bir türbe, yanına da bir cami ve imâret yaptırdı.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.771
  • 227.189
  • 28.771
  • 227.189
# 21 Nis 2016 19:21:54
Kıssadan Hisse..
“Eşimle 6 yıllık evliyiz. 2 yavrumuz var. Aramızda belli bir problem yoktu. Sadece soğukluk vardı. Yıllardır eşimin sevgisini hiç hissedemedim. Ben onu çok seviyordum ama karşılık bulamıyordum. Çok uğraştım ama bir türlü düzelmedi.
Bir gün eşim artık boşanmak istediğini söyledi. “Neden diye sordum. Sorun ne? Beğenmediğin yanım nedir? Bilmek istiyorum”
“Bilmiyorum” dedi. “İçimde anlam veremediğim bir soğukluk var sanki. Isınamıyorum bir türlü”
Tamam dedim ve o gün boşanmaya karar verdik. Sonra düşününce bunun şeytandan olabileceği aklıma geldi. Allah Rasulü (s.a.v) Bakara suresi okunan eve şeytanın giremeyeceğini haber vermişti.
‘Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz! Muhakkak şeytan, içinde Bakara Suresi okunan evden kaçar!’ Müslim 780/212, Tirmizi 3036
Ertesi günden itibaren 3 gün boyunca Bakara suresini sesli olarak açıp dinledim ama eşime bir şey demedim. Bu arada boşanma sonrasını konuşmaya devam ediyoruz.
3. gün eşimi işe yolladım ve yine Bakara suresini açtım. Saat 11 gibi sure bitti. 12 civarı eşim aradı ve: “Akşam boşanma işini yeniden konuşalım” dedi.
Akşam oldu. Yemeğimizi yedik. Eşim bana dedi ki; “Bugün bana bir şey oldu. Sanki karanlık bir kuyudaydım ve o kuyudan çıktım. Bir düğüm çözemediğim ve o düğüm çözüldü” Beni çok sevdiğini söyledi. Af diledi. Sanki o gitmiş yerine bambaşka biri gelmişti.”
Allahu ekber!
Nasıl ağlamayalım, kalbimiz nasıl coşmasın kardeşlerim. Bu Kur’an bir şifa kitabı. Her ne sıkıntınız varsa ona deva. Yeterki hakkıyla iman edelim. Yeter ki ihmal etmeyelim, unutmayalım Rabbimizi.
Ve düşündüm; Bir evde sürekli haram görüntüler izleniyorsa, sık sık klipler, çirkin sözlü müzikler dinleniyorsa, o evde Allah’a secde edilmiyor, Allah’ın zikri geçmiyorsa, Kur’an tozlu raflarda kalmışsa, o evi şeytanlar mesken tutmaz mı? Bir evde huzursuzluk varsa, çocuklar çok hırçınsa lütfen kapatın o çirkin kanalları. Klipleri, müzikleri kapatın. Evinize huzur veren bir şeyler yapın. Namaz kılın, Allah’ı sık sık zikredin. Sesli Kur’an dinleyin.
Fe firrû ilâllâh! Allah’a koşun, Allah’a sığının!

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 21 Nis 2016 21:33:16
BİR DERVİŞİN RÜYASI (İBRETLİK BİR KISSA MUTLAKA OKUYALIM)
Allah’ın sevgili kullarından bir DERVİŞ rüya görür; rüyasında kendisine şöyle denir:
-Sabah olunca, karşına ilk çıkanı ye, ikinci çıkanı sakla, üçüncü çıkanın dileğini kabul et, dördüncü geleni üzme, beşinciden de kaç!
Sabah oldu; dışarı çıktı. Yola koyulup gitti. Karşısına bir dağ çıktı. Bu koca dağı görünce şaşırdı. Kendi kendine şöyle dedi:
…
Rabbim bana bunu yememi emretti.
Sonra şöyle dedi:
Rabbim bana gücümün yetmeyeceği bir şeyi emretmez.
Onu yemeye karar verdi. Dağa doğru yürüdü. Yaklaştıkça dağ küçüldü. Tam yaklaştığı zaman koca dağ bir lokmaya dönüşmüştü. Onu tutup yedi, baldan tatlı buldu. Allah’a hamdetti, yürüyüp gitti. Karşısına altından bir leğen çıktı. Şöyle dedi:
Rabbim, bunu da saklamamı emretti. Bir çukur kazdı, onu gömdü. Yürüdü, az gittikten sonra dönüp baktı. Leğentoprak yüzüne çıkmıştı. Geri döndü, tekrar gömdü. Biraz gitti; baktı ki, yine çıkmış bir daha gömdü, yine toprak üstüne çıktı. Kendi kendine,
“Ben emredileni yaptım.” diyerek bırakıp gitti.
Karşısına bir kuş çıktı. Peşinden bir şahin onu kovalıyordu. Kuş ona şöyle dedi:
-Ey Allah’ın sevgili kulu, beni sakla. Bana yardım et.
Onu aldı. Koynuna sakladı. Peşinden şahin geldi; şöyle dedi:
-Ey Allah’ın sevgili kulu, ben açım. Sabahtan beri de bu kuşun peşindeyim. Onu yakalamak istiyorum. Kısmetime engel olma.
Kendi kendine şöyle dedi:
“Üçüncünün dileğini yapmam emri verildi, yaptım. Dördüncüyü üzmemem emredildi. Şimdi ne yapacağım?
Bu işe şaştı. Sonra bıçak aldı; kendi uyluğundan bir parça et kesti, şahine attı; o da kapıp kaçtı. Daha sonra kuşu saldı. Bundan sonra, yürüyüp gitti. Kokmuş bir leş gördü. Onu da bırakıp kaçtı. Akşam olunca şu duayı yaptı:
-Ya Rabbi, emrini yerine getirdim. Bu işlerin manası ne ise bana bildir.
Daha sonra, rüyasında şöyle anlatıldı:
-Birinci görüp yediğin öfkedir. Önce koca bir dağ gibi görülür; sabırla öfke yutulursa, baldan tatlı olur.
İkincisi iyi amelindir. Ne kadar saklarsan sakla; yine meydana çıkar. Üçüncüsü, sana bırakılan bir emanettir, ona hıyanet etme. Dördüncüsü şudur: Bir insanın sana bir dileği ulaşırsa, onu yerine getir; isterse sana lâzım olan bir şey olsun. Beşincisi gıybettir. İnsanların gıybetini edenlerden kaç. Şüphesiz her şeyi bilen Allah(c.c)’tır

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 21 Nis 2016 22:24:44
Dervişin biri eski İstanbul sokaklarında : ‘-Sen doğru ol kem belasını bulur.Sen doğru ol kem belasını bulur.’Diye diye dolaşıyormuş.Padişahın biri tebdil-i kıyafet çarşıda gezerken dervişin sözlerini duymuş,ilgisini çekmiş ve dervişe : -Hergün sarayıma gel seninle muhabbet ederiz ‘demiş. Dervişimiz ertesi gün …… Sarayın kapısına gitmiş padişahın karşısına çıkarılmış sohbet muhabbet zaman geçmiş saraydan ayrılırken padişah dervişin cebine bir altın konulmasını emretmiş. Sarayın dışında dervişimizi takip eden sahte derviş kılıklı biri yanına yanaşmış , -Ya arkadaş ,Padişah seni neden saraya davet etti ?Derdi neymiş?’falan filan bir yığın sorgu suale tutmuş.Her gün bir altın aldığını da öğrenince.’Onun yaptığı işi ben de yaparım’ diye düşünmüş.Sormuş, -Ya kardeş, hergün ben de seninle gelsem rahatsız olmazsın değil mi?’ demiş belki Padişah bana da bir altın verir çoluk çocuğum nasiplenir.’ İyi dervişimiz: -Padişahım kabul ederse neden olmasın sende gelirsin tabii ‘demiş. Gel zaman git zaman padişah her muhabbet sonrası bir ona bir öbürüne birer altın verdirir olmuuuş. Sahte derviş bir sabah gerçek dervişimizi çorba içmeye davet etmiş.Garsona da gizlice arkadaşının çorbasına bol sarmısak koymasını tembihlemiş.Gerçek dervişin -Padişah’ımla muhabbet ederken kötü kokarım ‘sözlerine sözüm ona çare de üretmiş -ağzına mendil tutarsın kardeşim ‘demiş.O gün aynen böyle olmuş bizim derviş ağzını mendille örterek padişahla söyleşisini sürdürmüş.Bu arada sahte derviş fırsat bulduğunda Padişahın kulağına eğilip, - efendim arkadaşım ağzını mendille neden kapatıyordu biliyormusunuz ,ağzınız kokuyormuş o kokuyu duymamak için’ demiş. Padişah çok sinirlenmiş çağırın o dervişi demiş. gerçek dervişimize sarayın fırıncısına verilmek üzere bir pusula vermiş ve , -Al bunu fırıncıya götür’ demiş.okuma yazması yok tabii tam kapıdan çıkıp fırıncıya gidecekken sahte derviş : -İstersen ver o pusulayı ben götüreyim fırıncıya , belki Padişah ekmek lütfetmiştir çocuklara götürürüm senin ekmeğe ihtiyacın mı olur?’ demiş. Onunda okuması yok,pusula böylece sahte dervişin elinden fırıncıya ulaşmış.fırıncı kağıtta yazılan ‘bunu sana getireni kızgın fırına at’ emrini hemen yerine getirip sahte dervişi küt ,alev alev yanan kızgın fırına yollamış.Ertesi gün gerçek derviş yine saraya gelmiş.Padişah şaşırmış: - Hayrola sen dün fırıncıya gitmedinmi ?’diye sormuş..Derviş de olanları birbir anlatmış.Padişah dervişin kulağına eğilmiş: -SEN DOĞRU OL ,KEM BELASINI BULUR ‘demiş. ….. GÜNAHLARA KEFARETTİR GÖNÜLDEKİ KEDER NİYETLER HALİS OLUNCA AMELLER OLMAZ HEDER BİRAZ DAHA SABREYLE NELER GÖRECEKSİN NELER MEVLAM İHMAL DEĞİL İMTİHAN EDER.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 22 Nis 2016 11:52:16
Kavak Ağacı ile Kabak

Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-On yılda, demiş kavak.
-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş kavak.
-Niçin?
-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 22 Nis 2016 11:54:08
En iyi Buğday
Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:
-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi.
-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır.
Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir.
Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 22 Nis 2016 11:55:03
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü.İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,
-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma. Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;
-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.
-Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi..
-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?
-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.
Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
-Geleceğini biliyordum.. Geleceğini biliyordum..

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 22 Nis 2016 19:50:39
Zayıf hafızanın nedeni.
Mahir iz hocaya sormuşlar," hocam siz elli altmış yetmiş sene evvelini dün gibi söylüyorsunuz! Nasıl oluyor bu iş?" hocanın cevabı bir hafıza dersidir. oğlum biz Osmanlı ilk mektebine gitdik. Bize ilk gün yolda nasıl yürürüz, bunun kaidesini öğrettiler. Göz ayağın ucunda olacak.Yolda yürürken, gözümüz hep ayağımızın ucunda idi. Hep önümüze bakardık . Sizler boyuna etrafınıza bakıyorsunuz... ona bak,şuna bak... sizde hafıza olmaz. Günahı göz işlese de belasını gönül çeker. Gözler bakar, gönül rahatsız olur ve hafıza zayıflar.

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 22 Nis 2016 23:30:04
Süleymaniye Camii ve Bir Bakraç Yoğurt...

Osmanlı Devleti döneminde her padişah için, memleketinde herkesin istifadesine açık bir hayır kurumu yaptırmak en büyük ideal idi.

İşte bu düşünce ile Kanunî Sultan Süleyman, Süleymaniye Camiini yaptırmaya başladı. Ancak o, yaptıracağı eserin yalnız kendi defterine kaydolmasını arzu ediyor ve hiç kimsenin yardımını kabul etmek istemiyordu. Onun için, tüm çalışanlara sıkı sıkıya tenbihte bulunarak "Kimseden yardım kabul etmeyin" diyordu.

Süleymaniye Camii’ nin duvarları günden güne yükselmeye başladı. Karşıdan bu camiyi mahzun mahzun seyreden bir nine vardı. Bu yaşlı kadın ineklerinin sütüyle geçiniyordu. Bir gün gariplik içerisinde kendi kendine, "Ey Allah’ım, Kanunî’ye servet verdin, mülk verdin. Senin uğrunda bir cami yaptırıyor. Bu fakir kuluna bir şey vermedin. Ne yapayım da, ben de Senin rızanı kazanayım? Benim elimden böyle işler gelmez. Elimden gelen, yoğurt yapmak” der ve ertesi gün bir bakraç yoğurt yaparak ustalara ikram eder.

Kavurucu sıcağın altında çalışan ustalar kendilerine buz gibi yoğurdu ikram etmek isteyen nineye, padişahın izni olmadan yoğurdu alamayacaklarını söyleseler de, ninenin ısrarına dayanamayıp, yoğurdu alıp yerler.

Büyük hükümdar, o gece rüyada, yaptığı işin mizanda tartıldığını görür. Fakat mizan terazisinde bir gariplik vardır. Terazinin bir kefesine Süleymaniye Camii, diğerine ise bir bakraç yoğurt konulmuş ve yoğurt camiden ağır gelmiştir.

Hayretler içerisinde uyanan Kanunî Sultan Süleyman, sabah olunca büyük bir şecaatle ustaların yanına gider: "Ne yaptınız, kimden ne aldınız?" diye sorar. Korku içerisinde olan ustalar: "Yaşlı bir nine geldi, sizin izniniz olmadan alamayacağımızı söylemememize rağmen çok ısrar etti: “ Beni bir bakraç yoğurt sevabından mahrum etmeyin oğlum” diyerek yalvardı. Sıcağa ve ninenin ısrarına dayanamadık, getirdiği yoğurdu yedik" derler.

Ustaların anlattıklarını dinleyen büyük hükümdar gördüğü rüyanın hikmetini anlar.

Allah rızası için yapılan işlerin büyüklüğü değil, içtenliği önemlidir.

Ne mutlu bu içtenlikle hareket edenlere!..

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 23 Nis 2016 01:01:04
Aslına Huuu,Nesline Huuu!..
Vakti zamanında bir hükümdar, vezirlerine şöyle bir emir vermiş:
– Tebaamdan bana Hızır Aleyhisselâm’ı bulup getirecek bir kul var mıdır, araştırılsın!..
O günden tezi yok memleketin dört bir yanına tellâllar çıkartılmış. Ancak kimsenin bu işe cesaret ettiği yok! Meğer devlet elinin erişmediği uzaklarda bir yerde pek yoksul bir ihtiyar yaşarmış. Adamcık uzun uzun düşündükten sonra “Eğer bazı şartlar öne sürerek bu işe talip olursam ahir-i ömrümde birkaç zaman olsun bolluk ve refah yüzü görürüm.
Hükümdarın, tebaası olarak bizi arayıp sorduğu mu var? Hem ola ki talih yaver gider,” deyip sarayın yolunu tutmuş.
Hükümdar, ihtiyara kırk gün süre tanıyıp her türlü isteğinin yerine getirilmesini ferman buyurmuş. İhtiyar o kırk gün, kendisi gibi ne kadar fakir fukara varsa doyurmuş, yardımda bulunmuş.
Kırkıncı gün sarayın adamları kapıya dayanmışlar ve “Buyur efendi, gidiyoruz!” demişler. Zavallı ihtiyar, sayılı günün çok çabuk geçtiğini bilerek emre rıza göstermiş. Yolda yanlarına bir fakir derviş takılmış ve
— Ben de sizinle geleyim ve sarayı bir kez olsun göreyim, demiş.
İhtiyar buna da rıza gösterip huzura varmışlar. Hükümdar ihtiyara bakmış; o hükümdara bakmış. Ortada ne Hızır var, ne mazeret. Adamcık durumu anlatacakken hükümdar ateş püskürür vaziyette en büyük vezirine sormuş:
— Efendi, söyle, bu densize ne ceza verelim?
— Hünkârım, bu adamı kırk katırın kuyruğuna bağlayıp sürütelim.
— Aslına huuu... Nesline huuu!.. diye bir ses duyulmuş ihtiyarın yanına takılıp gelen fakir dervişten.
Sultan sesini çıkarmamış ve ortanca vezirine sormuş:
— Söyle bre bu herife ne yapalım?
— Bu herifi keşkek edip leşini köpeklere yedirelim.
— Aslına huuu... Nesline huuu!.. demiş yine fakir. Padişah ona sert sert bakmış. Sonra aynı suali küçük vezire sormuş. Cevap:
— Yüce sultanım. Bu zavallı ihtiyar zaten ömrünün sonuna yaklaşmış. Yoksulluk vedevletin ilgisizliği yüzünden bir yalana tevessül etmiş. Kaldı ki aldığı her kuruşu fakir fukaraya dağıtmış. Affetmek büyüklük alâmetidir. Büyüklüğünüzü gösterip bağışlayıveriniz.
— Aslına huuu... Nesline huuu!.. demiş yine derviş. Padişah öfkeyle sesin geldiği yana dönerek kükremiş:
Bizce bu sözün manası “Aslını da Allah’a havale ettim, neslini de!” olmalıdır. Böyle bir temenni iyiler için dua; kötüler için beddua makamında olacaktır.
— Bre sen kim olasın ve niçin hep aynı şeyi söyleyip durmaktasın? Padişah huzurunda edep böyle mi olur? Derviş hükümdarı saygıyla selamlamış ve söze başlamış:
— Haşmetlü hünkârım! Senin büyük vezirinin babası katırcı idi, onun için ihtiyarı katırlara sürütmek istedi. Ortanca vezirinin babası keşkek dükkânı işletirdi. Etin artığını da köpeklere atardı. O da babasının yaptığını uygun gördü bu ihtiyara. Şu küçük vezirine gelince. O asil bir vezir ailesinden gelmektedir ve vicdanı bu ihtiyara devlet himayesiyle mücazat etmesini gerektiriyor. Babasından da öyle görmüştü zira. Hepsinin sözleri, asıllarını ve fiillerini göstermekte. Ben de o sebepten “Aslına huuu; nesline huuu!” diyorum.
Padişahın merakı artmış. Hayretler içinde, bu fakirin bütün bunları nereden bildiğini merak ederek sormuş:
— Peki, derviş sen kimsin?
— Ya sen, bugün kimi bekliyordun hünkârım?
Sonra da önce küçük veziri, ardından kendini işaret ederek,
— İşte vezir; işte Hızır!... deyip ortadan kayboluvermiş.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 23 Nis 2016 01:03:17
Hz. Ali r.a. ordusu ile harbe gitmekteyken uğradığı son bir kaç konak yerinde su bulamaz. Sonunda bir kilise görür ve o yana yönelirler. Kiliseye varır su isterler.
Kilisedekiler:
-10 mil uzakta su var.

Hz. Ali r.a.
- Oraya gitmeye gerek yok şurayı kazın.
İşaret edilen yer kazılır. Büyük bir taş ortaya çıkar. Uğraşırlar uğraşırlar değil taşı kaldırmak oynatamazlar bile.


Hazret-i Ali r.a. gelir. Mübârek parmaklarını taşın altına sokarlar, sanki bire tüy misali kalkar. Taşın kalkmasıyla beraber saf, tatlı ve soğuk bir su fışkırır. Sevinç ve şükürle sular içilir, kaplar dolar.

Kilisenin Papazı diğer kilisedekiler uzaktan onları seyretmektedirler, durumu görünce, Sevinç içinde Hz. Ali’nin huzûruna gelir ve sorarlar:
-Peygambermisiniz?. Yoksa…

-Hayır ben peygamber değilim, ama son peygamberin dâmâdı ve halifesiyim!

Papaz hemen kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olup şöyle der:

-Ey mü’minlerin emiri! Bu kiliseyi, bu taşı kaldıran zâtı bekleyip görmek için yapmışlardır. Kitaplarımızda yazar, büyüklerimiz anlatırdı; burada bir kuyu vardır. Üzerindeki taşı peygamber veya onun Halifesi kaldırabilir. Bu taşı sizin kaldırdığınızı görünce, yıllardır beklediğim arzuya kavuştuk.

Hazret-ü Ali buyurdu ki:

-Allahü teâlâya hamd olsun!

Ve râhib orduya katılıp, şehit olmak saâdetine kavuşur.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 23 Nis 2016 10:15:53
Sinek kime konmaz
Abdulgadir Geylani Hazretlerinin üzerine hiç sinek konmadı. Onun bu halini iyi bilenlerden biri sordu. Efendim, üzerinize sinek konduğunu hiç görmüyoruz sebebi nedir?
O mübarek zat şu güzel cevabı verdi Niçin konsun ki? Üzerimde ne dünyanın pekmezi var , ne de ahiretin balı.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.203
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 23 Nis 2016 10:41:56
“BEDELİ ÇANAKKALE’DE”
 Şüheda menkıbeleri arasında dünyada eşi bulunamayan bir tanesini ( Mehmet Muzaffer’in Destanını ) Gazeteci Ziyad Ebuzziya şöyle dile getiriyor:

****

Üç aylık bir talimden sonra Mehmet Muzaffer “zabit namzedi” olarak Çanakkale’de idi. ( Mart 1916) müttefik İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale’ de uğradıkları mağlubiyetlerden ve verdikleri yüzellibin zayiattan sonra Boğaz’ ı aşamayacaklarını anlamışlar , 1915’in son haftasıyla 1916’nın ilk haftasında bütün hatları tahliye edip çıkıp gitmişlerdi.

Galatasaray Lisesi öğrencisi iken gönüllü Çanakkale cephesine giden zabit (subay) adayı Mehmet Muzaffer Bey’in alayının otomobillerine lastik satın almak için bir gecede (1916 yılı baharı) yaptığı sahte 100 liranın ön yüzü. Paranın altında “bedeli Çanakkale’de altın olarak ödenecektir” yazılıdır. Teğmenliğe yükselen bu vatanseverimiz, 1917 yılında Gazze’de şehit düşmüştür.

Muzaffer Çanakkale’ye vardığında harp durmuştu. Zaman zaman İmroz ve Bozcaada’da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları bombardımanda bulunuyorlarsa da 1915 Nisan ‘ın da Aralık sonuna kadar sekiz ay süren kanlı boğuşmalarla kıyasla bu bombardımanlar ” hiç mesabesindeydi.” Çanakkale’de ki birliklerin büyük bir kısmı Kafkas, Irak, ve Filistin cephelerine sevk edeceklerdi. Hazırlanma ve noksanlarına ikmal emri aldılar. Muzaffer birliğinin alay karargahında görevliydi. Alay ‘ın kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takım malzemeye ihtiyacı vardı. Bunlar ise ancak İstanbul’dan sağlanabilirdi. O devirlerde bu gibi basit mübayalar için arttırma yapmak ilanlarda bulunmak ne adetti, ne de bunları kaybedilecek vakit vardı. Her şey “itimat” ile yürürdü. Muzaffer açıkgözlü ve becerikli İstanbul çocuğu olduğundan Karargah, gerekli malzemenin temin ve mübayaasına onu memur etti. İcabeden paranın kendisine itası içinde Erkan-ı Harbiye Riyaseti’ne hitaben yazılı bir tezkereyi eline verdiler.

O yıllarda İstanbul’da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardı. Bunların lastikleri de yok denecek kadar azdı ve karaborsaydı. Muzaffer aradı,uğraştı,nihayet Karaköy’ de bir Yahudi de istediklerini buldu. Fiyatlar pek fahişti , ama yapacak başka bir şey yoktu. Anlaşmaya vardı. Lazım gelen parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye’ye gitti. Elindeki tezkereyi tediye merciine havale ettiler. Muzaffer az sonra yaşlı b,r kaymakam Yarbay ‘ın huzurundadır. Kaymakam uzatılan tezkereyi okudu. Karşısında hazırol da duran ihtiyat zabitine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan ,”Ne alınacak” dedi. ” Oto kamyon lastiği” cevabını verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer’e dik dik baktı :

“Bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Haydi yürü git ,insanı günaha sokma para mara yok!…”

Muzaffer selamı çaktı dışarı çıktı. Harbiye Nezareti’nin ( bugünkü hukuk fakültesi binası) bahçesinden dışarıya ağır ağır yürürken ne yapacağını düşünüyordu. Malzemelere Alay ‘ın ihtiyacı vardı. Elindeki( Almanların verdiği) iki Mercedes-Benz kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi. Diğer malzemelerde mutlaka lazımdı. Kendisi bulur alır diye görevlendirilmişti. Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi ,bir çaresini bulmak lazımdı…

Muzaffer bunları düşüne düşüne Beyazıt Meydanı’na vardı birden durdu. Kendi kendine gülmüştü aradığı çareyi bulmuştu.

Doğru tüccar Yahudi’ nin yanına gitti:

“Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek,ezandan sonra gelip malları alamam . gece kaldıracak yerim yok. Yarın öğleden evvel vapur Çanakkale’ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için sabah ezanında geleceğim malları mutlaka hazır edin…”

Tüccar “peki” dedi. Muzaffer tam ayrılırken ilave etti.

“Altın para vermiyorlar kağıt para verecekler”

yahudi yine “peki” dedi. Ertesi sabah Muzaffer Merkez Kumandanlığından sağladığı araba ve neferlerle ezan vakti Yahudi’nin kapısındaydı. Ortalık henüz ışıyordu. Tüccar malları hazırlamıştı. Hava gazı fenerinin yarım yamalık aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer bir yüzlük kaime ( yüz liralık kağıt para) verdi. Araba dörtnal Sirkeci ‘ye yollandı. Malzeme şat’a oradan dubada bağlı gemiye aktarıldı. Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu.

Üç gün sonra Yahudi elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası’na gitti. Bozmadılar zira elindeki para sahte idi.

Muzaffer, evrak-ı nakdiyelerin basımında kullanılan kağıtın aynını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş bütün gece oturmuş çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmıştı. Tüccara verdiği ve yutturduğu para buydu. O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arsında bir de şu ibare bulunuyordu: ” Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır.”Muzaffer yaptığı taklit paradaki bu ibareyi değiştirerek şöyle yazmıştı:

” Bedeli Çanakkale ‘de altın olarak tesviye olunacaktır.”

Onun burada altın dediği Çanakkale’de Mehmetçiğin akıttığı, altından daha kıymetli kanı idi.

Sahte paraya gelince…

Yahudi tüccar bunu mesele yapmadı. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi bilinemez. Ancak olay bütün İstanbul’da yayıldı. Dünyada emsali olmayan ve olmayacak olan bu hadise Şehzade Halim Efendi’ nin kulağına kadar gitti. Şehzade hemen lalasını göndererek Yahudi tüccarı buldurdu. Yüzlük taklit evrak-ı nakdiyeyi bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul polis okulundaki emniyet müzesine hediye etti. Bu emsalsiz parça müzede şeref mevkiinde muhafaza olundu.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK