İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı harslan05

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.402
  • 69.693
  • 3.402
  • 69.693
# 13 Nis 2016 01:10:09
Borcun vadesi   

Osmanlı  vezirlerinden biri, fakir ve muhtaçlara devlet hazinesinden borç para veriyor, borç alanlar, "Bunu ne zaman geriye ödeyeceğiz?" diye sorduklarında, "Padişahımız ölünce ödersiniz" diye cevap veriyordu. Bu duruma şahid olan bir adam, bir gün Padişaha:

-Efendimiz sizin veziriniz devletinizin hazinesinden muhtaçlara borç para veriyor, vadesini de sizin ölümünüze bağlıyor. Demek ki niyeti kötü, sizin bir an önce ölmenizi istiyor, siz ölünce de paraları zimmetine geçirecek,diye gammazladı.

Bunun üzerine padişah, vezirini Kendisini huzuruna çağırıp söylenenlerin doğruluk derecesini ve maksadının ne olduğunu sordu. Vezir, sıradan bir vezir değildi. Padişahı yatıştıran ve yüreğini ferahlatan şu açıklamada bulundu:

-Padişahım, söylenen doğrudur. Ben hazineden muhtaçlara borç para veriyor, vadesini de sizin ölümünüze bağlıyorum. Ama bunu sizin ölmenizi değil, tersine daha çok yaşamanızı istediğim için yapıyorum. Bilirsiniz ki her borçluya borcunun vadesi kısa gelir, vade dolmasın diye bakar, bunun için dua eder. Bu demektir ki borçlarını siz ölünce verecek olanlar, borçlarının vadesi dolmasın diye sizin ölmemeniz için dua edeceklerdir. Allah'ın katında en makbul dualardan biri de borç altındaki kullarının duasıdır. Benim de maksadım ömrünüzün uzunluğu, sağlık ve afiyetinizdir.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.373
  • 28.800
  • 227.373
# 13 Nis 2016 18:44:12
Behlül Dana birgün Harun Reşid’den bir vazife istedi. Harun Reşid de ona çarşı pazar ağalığını (denetimini) verdi. Behlül hemen işe koyuldu.

İlk olarak bir fırına gitti. Birkaç ekmek tarttı hepsi normal gramajından noksan geldi. Dönüp fırıncı ya sordu:

”Hayatından memnun musun, geçinebiliyor musun, çoluk-çocuğunla ağzının tadı var mı?”

Adam her soruya olumsuz cevap verdi.Memnun olduğu bir şey yoktu. Behlül birşey demeden ayrıldı ve bir başka fırına geçti.

Orada da birkaç ekmek tarttı ve gördü ki bütün ekmekler gramajından fazla geliyor, eksik gelmiyor.

Aynı soruları bu fırının sahibine de sordu ve her soruya olumlu cevap aldı.

Bundan sonra başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid’in huzuruna çıktı ve yeni bir vazife istedi.

Harun Reşid, “Behlül daha demin vazife verdik sana ne çabuk bıktın?” dedi.

Behlül açıkladı:

- Efendimiz çarşı pazarın ağası varmış. Benden önce ekmekleri tartmış, vicdanları tartmış, buna göre herkes hesabını ödemiş, bana ihtiyaç kalmamış.

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 13 Nis 2016 20:22:43
İmam Gazâli (ra) anlatır:

Kadının biri Hasan-ı Basrî’ye (ra) gelir ve şöyle der:

-“Benim genç bir kızım vardı, vefat etti. Onu rüyamda görmeyi çok istiyorum.

Kızımı rüyamda görmeme yardımcı olacak bir şeyleri bana öğretmen için geldim.”

Kadına, kızını görmesini sağlayacak bir şeyler öğretti ve kadın da kızını rüyasında gördü.

Kızının üzerinde katrandan bir elbise, boynunda bukağı, ayaklarında pranga vardı.

Durumu Hasan-ı Basrî’ye haber verdi, o da bu duruma üzüldü.

Aradan zaman geçti, bu sefer Hasan-ı Basrî (ra) kızı rüyasında Cennette gördü. Başında bir taç vardı ve şöyle dedi:

– “Ey Hasan, beni tanıdın mı? Ben sana gelerek şöyle şöyle ricada bulunan kadının kızıyım.”

Hasan-ı Basrî (ra): “Seni bu duruma getiren nedir?” diye sordı. Kız şu cevabı verdi:

-“Adamın biri bizim mezarlığın yanından geçerken Hz. Peygambere (sav) bir defa selatü selam getirdi.

Biz 550 kişi mezarımızda azap görmekteydik.

Bunun üzerine: “Şu adamın getirdiği selatü selam hürmetine bu kabirdekilerin azabını kaldırın!” denildi.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
# 14 Nis 2016 23:11:16
FIRINCININ HİLESİ

Köylünün biri, ineklerinin sütünden tereyağı yapardı. Her gün tereyağının bir kilosunu kasabadaki fırıncıya satardı. Aldığı paranın bir kısmıyla fırıncıdan bir ekmek alır, köyüne dönerdi.
 Bir gün fırıncı, köylüye çıkışmaya başladı:
“Ben, sana güvenerek getirdiğin yağları hiç tartmadan aldım. Müşterilerime sattım. Oysaki sen yağları eksik tartıyormuşsun. Seni şikayet edeceğim.”
Köylü, yağları kendisinin tarttığını, hepsinin de bir kilo olduğunu söyledi.
 Fırıncı, köylünün o gün getirdiği yağı tarttı, yağ bir kilodan azdı.
Fırıncı, köylüyü mahkemeye verdi. Fırıncıyı dinleyen yargıç, köylüye dönerek, “Sen bu adamı aldatıyormuşsun. Tartıda haksızlık yapıyormuşsun, doğru mu?” diye sordu.
 Köylü:
“Sayın yargıç; ben fırıncıya her gün bir kilo yağ veririm. Alacağım paranın bir kısmıyla kendisinden bir ekmek alırım. Köydeki terazimin gramları çoktandır kayıp. Ben, gram olarak fırıncının ‘bir kilo’ diye verdiği ekmeği kullanırım. Eğer fırıncının ekmeği bir kilodan azsa, benim yağım da az olur.”
Fırıncı, birden telaşlandı. Davasından vazgeçmek istedi. Yargıç, kabul etmedi. Fırına adam gönderdi. Birkaç ekmek getirtip tarttı. Ekmeklerin hepsi bir kilodan azdı.
Köylü davayı kazanmış, fırıncının hilesi ortaya çıkmıştı.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.373
  • 28.800
  • 227.373
# 14 Nis 2016 23:54:12
HAPŞIRIKTAKİ HİKMETLER - (Sonuna kadar okuyun)
Hapşırınca birkaç saniyelik zaman dilimi içerisinde kalbin atışı durur ve kalp bu esnada dinlenir. Bundan sonra kalp tekrar çalışmaya başlar. İşte bu insanın ölüp de tekrar hayata dönmesi gibidir. Zira hapşırma esnasında duran kalp tekrar çalışmayabilir. Cenâb-ı Hakk'ın insana tekrar kalbin çalışması nimetini vermesi karşısında, "ELHAMDÜLİLLAH" denir, Cenâb-ı Hakk'a şükredilir.
Tıp mütehassıslarına göre, aksırmakla saniyenin onda biri kadar bir zamanda gözlerimiz ve hava geçitlerimiz kapanarak, saatte 300-350 km hızla 85.000.000 bakteriyi bomba gibi havaya fırlatırız.
Hapşıran kişinin mikropları etrafa saçmaması ve grip gibi hastalıkları yaymaması için, eliyle ya da bir mendil ya da elbisesiyle ağzını kapaması sünnettir. Zira bu husustaki bir rivayet şöyledir:
"Rasûlullah (s.a.v.) hapşırdığında elini veya elbisesini ağzına koyar, sesini gizler veya hapşırmayı içinden yapardı." demişlerdir. (bk. Ebû Dâvûd, Edeb 90; Tirmizî, Edeb 6)
Fizyologlara göre mutlaka yapılması gereken bir hareket olan aksırma, insanın şuurlu bir yardımı olmaksızın, şaşırtıcı bir mekanizma ile gerçekleştirilmektedir. Çünkü aksırma ihtiyacı hissettiğimiz zaman aksırırsınız, önüne geçemezsiniz.
Vücudunuza bu mekanizma konulmamış olsaydı, bize rahatsızlık veren pek çok zararlı maddelerden ve tozlardan kurtulmamız mümkün olmayacaktı. İşte bu sebeplerden dolayıdır ki milyonlarca mikrop ve zararlı maddelerden kurtulduğumuz için, aksırdıktan sonra Rabbimiz'e şükrediyor, "elhamdülillah" diyoruz.
Hapşıran kişiye "ÇOK YAŞA" denilmesi caiz olsa da, sünnete uygun olan ifadelerin kullanılması en doğru söyleyiştir.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
# 15 Nis 2016 12:32:25
Herşey Aslına Çeker
 
Bir padişah Hızır’ı görmek istiyordu. Bir gün bunun için tellallar çağırttı:

- Kim bana Hızır'ı gösterirse onu armağanlara boğacağım,dedi.

Birçok oğlu uşağı olan fakir bir adam bu işe talip oldu. Karısına dedi ki:

- Hanım ben padişaha Hızır'ı bulacağımı söyleyip ondan kırk gün müsade alacağım.

Bu kırk gün için padişahtan size ömrünüz boyunca yetecek yiyecek, içecek ve para alırım.

Kırk günün sonunda Hızır'ı bulamayacağım için benim kelle gider, ama siz rahat olursunuz.

Adamın karısı kanaatkar biriydi:

- Efendi biz nasıl olsa alıştık böyle kıt kanaat geçinmeye.

Bundan sonra da idare ederiz. Vazgeç bu tehlikeli işten, dedi.

Ama adam kafaya koymuştu.

 Padişaha gidip Hızır'ı bulacağını söyledi.

Bunun için kırk gün izin istedi.

Hızır'ı bulmak için koşuşturacağı kırk gün zarfında ailesinin geçimi için sarayın ambarından tonlarca yiyecek, içecek ve nakit para aldı.

Bunları evine teslim edip kırk gün ortalıktan kayboldu.

Kırk günün bitiminde padişahın huzuruna çıkıp herşeyi itiraf etti:

-Benim aslında Hızır'ı falan bulacağım yoktu.

Ailece sıkıntı çekiyorduk. Hızır'ı bulacağım diye sizden dünyalık almak istedim, dedi.

Padişah buna çok kızdı:

-Padişahı kandırmanın cezasını hayatınla ödeyeceğini hiç düşünmedin mi? diye bağırdı.

Adam da her şeyi göze aldığını söyledi.

Bunun üzerine padişah yanında bulunan üç veziriyle görüş alış verişinde bulundu.

Birinci vezire sordu:

-Padişahı kandıran bu adama ne ceza verelim?

- Efendimiz, bu adamın boğazını keselim, etini parçalayıp çengellere asalım.

Bu sırada peyda olan, nurani bir genç, vezirin sözleri üzerine söyle dedi:

- Küllü şeyin yerciu ila aslihi

Padişah ikinci vezirine sordu:

- Bu adama ne ceza verelim?

- Hükümdarım bu adamın derisini yüzüp içine saman dolduralım.

Biraz önce ansızın ortaya çıkan genç yine:

- Küllü şeyin yerciu ila aslihi, dedi.

Padişah üçüncü vezire sordu:

- Ey vezirim sen ne dersin, beni kandıran bu adama ne ceza verelim? Padişahım bana göre, bu adamı affedin Size yakışan, sizden beklenen budur.

 Bu adam önemli bir suç isledi ama sanıldığı kadar da kötü biri değil Çünkü çoluk çocuğunun rahatı için kendini feda edebilecek kadar da iyi yürekli.

Nurani genç yine söze karıştı:

- Küllü şeyin yerciu ila asıhı

Bu defa padişah o çocuğa yöneldi:

-Sen kimsin? İkide bir tekrarladığın o laf ne demektir?

Genç cevap verdi:

-Senin birinci vezirinin babası kasaptı.

Onun için kesmekten, etini çengellere asmaktan bahsetti.

Yani aslını gösterdi.

İkinci vezirin babası yorgancı idi.

Yorgan yastık, yatak yüzlerine yün, pamuk doldururdu.

 O da babasına çekti.

 Üçüncü vezirin ise babası da vezirdi.

O da soyuna çekti, büyüklüğünü gösterdi.

 Benim söylediğim söz "Herkes aslına çeker" demektir.

Vezir istersen (üçüncü veziri göstererek) işte vezir, Hızır istersen (kendini göstererek) işte Hızır, bu adamı mahcup etmemek için sana göründüm, dedi ve kayboldu.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.373
  • 28.800
  • 227.373
# 15 Nis 2016 23:11:51
Mahmud Efendi Hazretleri, şeyhi Ali Haydar Efendi Hazretlerinin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bir gece seher vakti, uyanıkken aşikare olarak şeytan yanıma geldi ve bana: Sen hangi mezheptensin diye sordu. Ben de: Ehl-i Sünnet vel-Cemaat mezhebindenim dedim. Peki mezhebinin hak olduğuna delilin nedir dedi. Bende Kuran-ı Kerimdir dedim. O: Her mezhep sahibi haklı olduğuna dair Kuranı delil getiriyor, o halde onların haksız olup senin haklı olduğun ne malum dedi.
Bunun üzerine ben ona nice ayet ve hadisler okuyarak cevap verdiysem de, bir türlü ikna olmadı ve önüme bir taş yuvarladı. Böylece uzun müddet mücadele devam etti, çok yoruldum, aciz kaldım ve yanımda duran yatağa düştüm, uzandım.
O anda Mevlâ Tealâ:
فَإِنْ آمَنُوا بِمِثْلِ مَا آمَنتُم بِهِ فَقَدِ اهْتَدَوا ۖ وَّإِن تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا هُمْ فِي شِقَاقٍ ۖ
ayet-i cellesini hatırıma getirdi. Ben de hemen yatağımdan doğrulup ona cevap olarak bu ayeti okudum ve dedim ki:
Bu ayet-i cellede Mevlâ Tealâ Habîbi
(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)'e ve ashabına hitaben buyuruyor ki:
Eğer onlar
(kendi dinlerini hak bilip insanları ona davet eden Yahudi, Hristiyan vesair din mensupları)
senin ve ashâbının inandığı ibi inanırlarsa muhakkak
(ancak o zaman) hidayete ermiş olurlar.
Eğer yüz çevirirlerse ancak onlar haktan büyük bir ayrılık içindedirler.
(Bakara Sûresi:137’den)
ve devamla şeytana dedim ki: İşte bu ayet-i celle nazil olduğu zaman ne Mütezile, ne Şia, ne Cebriyye, ne de Kaderiyye gibi batıl mezhepler mevcut değildi. Ancak Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve ashabı mevcuttular ve hak üzere olanlar da ancak bunlardır.
Öyle ise dünya yıkılıncaya kadar ancak onlar gibi inanıp, onların amelleri gibi amel edenler onlara hakkıyla tabi olmuş ve hidayet üzere bulunmuş olur. Ehl-i Sünnet vel-Cemaat işte bunlardır.
Ben böyle deyince şeytan bu izahata karşılık veremedi ve gitti.

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 16 Nis 2016 00:19:16
Bir zamanlar, ülkelerin birinde yaşlı bir kral varmış. Bu kralın çocuğu olmamış. Yaşlandıkça kendi yerine kimi bırakacağını düşünmeye başlamış. İyilik sever, dürüst, doğruluktan ve doğrulardan sapmayan biri kendisinden sonra kral olsun istiyormuş. Bunun için şöyle bir yol izlemiş:

Adamları, ülkedeki bütün erkek çocuklarına birer çiçek tohumu dağıtmış. Kral da bu tohumlardan çıkacak çiçekler arasında hangisi en güzel olursa, kendisinden sonra onun kral olacağını ilan etmiş.

Bu çocuklardan biri, kralın verdiği o tohumu saksıya dikmiş. Ama uzun bir süre beklemesine rağmen saksıda çiçek bitmemiş. Annesi, belki yanlış bir saksıya diktiği için çıkmayabileceğini söyleyince de, tohumu yeni bir saksıya, başka bir toprağa dikmiş. Ama nafile, yine bir bitki yetişmemiş, çiçek açmamış.

Sonunda kralın söylediği gün gelmiş. Ülkenin bütün çocukları ellerinde rengarenk, birbirinden güzel çiçeklerle kraliyet sarayının önünde sıraya dizilmişler. Elinde çiçek olmayan, yalnızca o çocuk varmış. O, elinde boş saksı öylece duruyormuş.

Kral, çocukları tek tek dolaşmış, çiçeklerine bakmış, kimini bir iki güzel sözle övmüş ama yoluna devam etmiş. Kralın verdiği tohumu dikip hiçbir çiçek yetiştiremeyen çocuğun yanına gelince, onun boş saksısına bakıp:

"Çocuğum! Senin saksında çiçek yok ki!" demiş. O çocuk ağlamaklı bir sesle:

"Evet kralım. Maalesef benim tohumum bitmedi." diye cevap vermiş. Bu cevap üzerine yaşlı kral küçük çocuğu kucaklamış ve bundan sonra kendisini evlat edineceğini, kendisinden sonra da onun kral olacağını duyurmuş.

Meydanda yarışmanın sonucunu bekleyenler, bu işe bir anlam verememişler. Bunca güzel çiçek varken, nasıl olur da saksısı boş olan bir çocuk veliaht ilan edilir, diye birbirlerine sormadan edememişler. Halkın merakını Kral şu açıklamayla gidermiş:

"Benim dağıttığım çiçek tohumlarının hepsi daha önce sıcak sudan geçirilmişti. Yani hiçbirinden çiçek çıkma ihtimali yoktu. Ama sadece bu çocuk bana gerçeği olduğu gibi anlattı, işte bu yüzden benden sonra kral o olacak."

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.373
  • 28.800
  • 227.373
# 16 Nis 2016 15:57:12
Evet geçen yıl bugün;
16 Nisan 2015...
Bu tarih artık unutulmaz.
Aslında Güzel bir bahar günüydü, Öylesine sıradan bir kontrol esnasında karanlık bir odada pat diye Söylenmişti işte...
Bana soğuk duş etkisi yaratan kötü bir şaka gibi
"8 kadından biri" olduğum teşhisi konulalı...
Yanlışlık olmalıydı!
Evet ağrım vs şikayetlerim vardı ama bu dilimin söylemeye varmadığı şeyde neyin nesiydi şimdi!
Beni nasıl bulmuştu...
Şaşkınlık, büyük bir şaşkınlık içerisindeydim...
Birilerinin bu illet hastalığa tebelleş olduğunu duyuyor ve biliyordum aslında yabancısı da değilim fakat Başıma geleceği ihtimal dahilinde değildi sanki... Yanlışlık ve karışıklık olmalıydı...
Onkoloji bölümü! Ile tanışıklığım.
Yalnız başına hücre şeklinde odada 2 saat kalmak sonrasında PET CT!
İsmini bile ilk kez duymuştum.
Her şey beni çok korkutup ürkütsede artık kesinleşmişti...
Bir gece yarısı TEOG sınavına çok emek veren ve o sınava 1 ay kala hiç bir şeyden haberi olmayarak uyuyan Sudeciğimi ve Kaan'ımı ağlayarak
Sessizce Öpüp Allah'a emanet ederek çıkmıştım Istanbul yoluna...
Dr.lar zorlu ve uzun bir süreçin beklediğini söylemişlerdi...
Nasıl bir şoka girdimse hiç
bir şeyi tam manasıyla düşünüp idrak edemiyordum.
Hastanede Konseye girmek ve o konseyden çıkacak önemli kararı sessizce dualarla beklemek...
Yine Uykusuz bir gecenin Sabahı
06 Mayıs 2015 ilk kemoterapim. Çok korkuyorum.
Yanımda Bilgehan ve hiç Susmayan içten Dualarımız.
Kemoterapi sonrası yemeden içmeden 10 gün akılsız bulantı ve kusmalarla dolu halsiz güçsüz yatışlarım...
İnce telli diye üzüldüğüm, omzuma düşen saç tellerini dahi geri koyan ben...
24 Mayıs 2015 günü hepsinin birden beni terk etmesine ve kel kalışıma Çaresiz ağlamalarım...
2 Aralık 2015 vücudumun bazı parçalarını o ameliyat masasında bırakışım...
Ağrıdan nefesimin dahi kesildiği kabus gibi günler geceler...
Sonrasında her gün boyunca kesintisiz 1,5 ay süren ışın...
Yarabbim ne sancılı bir süreçti...
Ama çok şükür hepsi inşallah geride kaldı...
Tam 1 yıl geçti..,
Yazıldığı gibi kolay geçmeyen 1 yıl...
Bu süreçte beni telefon, msj ve dualarıyla yalnız bırakmayan akrabalarıma, Arkadaşlarıma ve tüm sevdiklerime teşekkür ediyorum🙏

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 16 Nis 2016 20:55:36
Sultan Mahmud-u Gaznevi hazretleri bir savaş sonunda çok kıymetli bir elmas yakut taşı ganimet olarak ele geçirir. Sonra taşı eline alarak baş vezirine, (Al bu taşı kır, paramparça et) der.
Baş vezir der ki:
- Aman efendim bu çok kıymetli ben bunu kıramam.

Sonra yanındaki diğer vezire aynı şeyi söyler. O da der ki:
- Bu çok kıymetlidir, kırılmaz bu.

Diğerlerinin hepsi aynı şeyi söylerler.
Sultan, özel hizmetçisi Ayaz’ı çağırıp, (Al bu taşı kır) der. Daha demeye kalmadan Ayaz taşı yere vurup kırar, paramparça eder.

Padişah hiddetli bir şekilde der ki:
- Bre Ayaz sen ne yaptın, vezirler bunun çok kıymetli olduğunu söylediler. Nasıl kırarsın bunu?
Ayaz der ki:
- Efendim, ben taştan ne anlarım, benim için kıymetli olan sizin emrinizdir, sizin kalbinizdir, kalbiniz kırılacağına varsın taş kırılsın.

Sultan vezirlerine dönüp der ki:
- Ayaz’ı niçin sevdiğimi anladınız değil mi? Sizin gibi beni bir taşa değişmedi.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.373
  • 28.800
  • 227.373
# 17 Nis 2016 00:10:17
BİLEYDİM BABA!..
Sonsuza kadar ayrılacağımızı bileydim baba, bileydim ki kokunu artık duyamayacağımı, bileydim kadifeden yumuşak sesinin artık olmayacağını kızmalarını ninni sayardım, bağırıp çağırmaların şarkı olurdu, emirlerin türkü olurdu bana baba...
Bileydim baba, sonsuza kadar ayrılacağımızı, elini hiç bırakmazdım sensiz geçen haylaz günlerimi, senli yapardım, seni kızdıracak haylazlıkları hiç mi hiç yapmazdım baba.
Bileydim kızdığında, ok gibi sert bakışlar fırlattığında, sertçe baktığında bile beni düşündüğünü, onun için kızıp sert sert baktığını, seni uysalca dinler, köşene sığınırdım baba.
Yaşam çok garip baba, insan çok garip, insanlık çok garip baba, duygular çok serseri, insan bilir de bir gün sonsuza kadar ayrılacağını ama hiç bitmez gibi düşünür, bitmeyecekmiş gibi düşünür. Ama bitiyormuş baba, bir gün sessizce, patırtısız, gürültüsüz hiç yaşamamış gibi bitiyormuş.
Dizlerine yatırıp bana masal okuduğun günler daha dün gibi sıcak, anılar patır patır döküldükçe ateşi yeni sönmüş bir kül gibi, her yerim yanıyor hasretinden baba. Bayramları sevmiyorum artık eskisi gibi, bayram namazlarının da tadı yok artık, seninle oturduğumuz mahalleyi de sevmiyorum artık, beraber yediğimiz ekmek arası kaşarın da, yanında beraber içtiğimiz şekerli çayın da tadı yok artık baba.
Şimdi ben ışıksız, penceresiz, dayanaksız, sensiz ben… Şimdi ben, hasretine düşman, anılarına dost ben, sevemez oldum senden sonra baba, seninle yaptığım hiçbir şeyi.
Sohbetlerimizi uzatmadığım için, kendime çok kızıyorum baba. Önceleri oyun, sonra ders, büyüdükten sonra da iş güç icat edip, hep yanından yarım ayrıldığım için kendime çok ama çok kızıyorum baba. Bileydim sonsuza kadar ayrılacağımızı, boynuna her gün sarılır, kokunu alarak, her gün bitecekmiş ve son günümüzmüş gibi davranırdım baba.
İnsan garip baba, hepimiz garibiz biteceğini kesin olarak bildiğin halde yaşamın, renk körü gibi davranırız yaşama karşı, sonsuzluk içindeymişiz gibi davranırız, öteleriz bilerek biteceğini, öteleriz sevgileri, bir nankör gibi. Zamanın aktığını bildiğimiz halde, akmıyormuş gibi davranırız cahil bir aptal gibi.
Biz hepimiz öyleyiz baba, hakkını helal edip başını kollarıma cansız düşürdüğün gün, uzattığımızda, canı yeni çıkmış bedenini soğuması için yatağa ve üzerine o beyaz örtüyü tümüyle örttüğümüz gün, ben anladım baba insanın ne cahil bir aptal olduğumuzu.
Mirza TAZEGÜL
Pisikonet.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
# 17 Nis 2016 00:11:48
Vaktiyle bulunduğu küçük yerde geçim sıkıntısı çeken dürüst ve temiz yaratılışlı genç bir adam, bir gün memleketine çok uzakta bulunan bir şehir merkezine giderek iş bulup çalışmaya, kendine yeni bir hayat düzeni kurmaya karar verdi Bu niyetle vakit kaybetmeden hazırlanıp yola koyuldu Genç adam bu yolculuğu sırasında yorum ve açıklaması kendisi için imkânsız olan bir takım olaylarla karşılaştı

Bunlardan biri şuydu: Bazı kimseler bir tarlaya buğday ekiyorlar, ekilen buğdaylar hemen yetişip olgunlaşıyor, onlar da hiç vakit kaybetmeden hasat ediyorlar, sonra bunları ateşe verip yakıyorlardı

İkinci olarak şuna şahit olmuştu: Bir adam büyük bir taşı kaldırmaya çalışıyor, kaldıramıyor; ama bu taşa bir tane daha ekleyince kaldırabiliyor, bir üçüncüyü ekleyince daha da rahat kaldırabiliyordu

Şahit olduğu bir başka olay da şu idi: Bir adam bir koyuna binmiş, onun üzerine birkaç kişi daha binmiş koşturuyorlar, arkalarından birileri de onlara yetişmek için çabalıyor ama yetişemiyorlardı

Adam bunlarla kafası Karışmış birhalde uzun yolculuğun nasıl geçtiğini anlamadan şehrin kapısına geldi Burada nurani bir ihtiyar kendisini durdurup nereden geldiğini, niçin geldiğini yolculuğun nasıl geçtiğini sordu Adam herşeyi anlattı ve yolda karşılaştığı alışılmamış hadiseleri de serüvenine eklemeyi unutmadı Bunun üzerine ihtiyar bu genç adama rastladığı olayları bir bir açıkladı:

"Senin yolda ilk rastladığın buğday ekip hemen hasat eden ve sonra ateşe verip yakan insanlar, iyilik edip de onu sağda solda konuşarak değerini sıfıra indiren insanları simgeler

Taş kaldırmaya çalışan kimse de şunu anlatır: İnsana ilk işlediği günah ağır gelir, onun altında ezilir Ama ona tevbe etmeden başka günahlar işlemeye devam ederse artık o günahlar ona hafif gelmeye başlar

Koyun ve ona binenlere gelince, koyun cennet hayvanıdır Sırtındakileri cennete taşımaktadır Koyuna ilk defa binen alimlerdir Ondan sonra binenler her sınıftan müminlerdir Bunlara yetişmek için koşanlar ise inançsızlardır

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 17 Nis 2016 21:00:57

   bir gün, ateş, su ve ahlak yola çıkmışlar.. birbirlerini kaybederlerse, nerede ve nasıl bulacaklarını konuşmuşlar ilerlerken..
   ateş : " nerde bi'duman görürseniz,oraya gelin, beni bulursunuz.." demiş...
   su : " nerde bi'şırıltı duyarsanız, bilin ki ben ordayımdır.." demiş..
   ahlak : " beni bi'kere kaybederseniz, boşuna aramayın, bi'daha bulamazsınız.." demiş..

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.373
  • 28.800
  • 227.373
# 18 Nis 2016 16:06:42
Kadının biri, cömert olduğu söylenen yaşlı bir bilgeye gidip:
- Bu şehirde benden fakir insan yok!. demiş. Bana biraz yardım eder misiniz?
Bilge adam, kadının kucağındaki bebeğin bir ipeği andıran yanaklarını okşayıp öptükten sonra:
- Demek fakirsin!. demiş. Hem de çok fakir. Ama karşılıksız yardım yapmak, âdetim değil!. Eğer yardım istiyorsan, çocuğunun parmağını satman gerekir..
Kadın, önce deli olduğunu sanmış bilgenin. Daha sonra da, kötü bir şaka yaptığını... Ama adam ciddî görünüyormuş.
Kadına bir kese altın uzatıp:
- Ayak parmağına da razıyım!. demiş. Zaten cerrah olduğumdan, ona acı çektirmem
Kadın, bütün kanını donduran bu teklif üzerine kaçmayı düşünürken, adam:
- Sadece tırnağını söksem de olur! diye devam etmiş. Biliyorsun zamanla yenisi çıkar.
Kadın, bu ruh hastasına daha fazla dayanamamış. Ve kapıyı çarpıp uzaklaşırken, adam onun arkasından:
- Nasıl bir fakir olduğunu anlayamadım!. diye bağırmış. Kucağındaki hazinenin tırnak kadar bir parçasını, bir kese altına değişmiyorsun!
Bazen o kadar başka şeylere yoğunlaşır ,kafamızdan sürekli olarak o düşünceleri geçiririz ki,elimizde var olan zenginliklerin farkında bile olmayız.
Sağlık gibi.. Evlat gibi. .Ana baba,kardeş gibi...

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
# 18 Nis 2016 16:33:45
KÂNÛNİ SULTAN SÜLEYMÂN HAN ve YAHYÂ EFENDİ MENKIBESİ
 Kânûnî Sultan Süleymân Han, Yahyâ Efendi'nin bir evliya mürşid olduğunu, Hızır Aleyhisselâm ile görüştüğünü bilir, kendisini de görüştürmesini istermiş. Bir gün Yahyâ Efendi ve Kânûnî, kayıkla Boğaz'da gezmeye çıkmışlar. Yahyâ Efendi yanında bir ahbâbı ile gelip kayığa binmiş. Birlikte giderlerken, Yahyâ Efendi'nin ahbâbı, devamlı Kânûnî'nin parmağındaki çok kıymetli bir yüzüğe bakıyormuş. Kânûnî bu hâli fark edince, parmağındaki yüzüğü çıkarıp; "Buyurun, daha yakından iyice bakıp inceleyebilirsiniz" diye uzatmış. O zât yüzüğü alıp, evirip çevirdikten sonra, denize atıvermiş. Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunanlar çok hayret etmişler. Bir müddet gittikten sonra, o zât inmek istediğini bildirince, kayık kıyıya yanaşmış. O zât ineceği sırada denizden bir avuç su alıp Sultân'a uzatmış. Avucundaki suda, biraz önce denize attığı yüzük varmış. Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunan herkes yine çok hayrete düşmüşler. Kânûnî elini uzatıp yüzüğü alınca, adam birdenbire gözden kayboluvermiş. Kânûnî, Yahyâ Efendi'ye dönerek; "Ağabey, neler oluyor?" diye sormuş; "O gördüğünüz Hızır Aleyhisselâm idi" cevâbını vermiş Yahyâ Efendi. Kânûnî bunun üzerine; "Bizi niye tanıştırmadınız?" diye sorunca, Yahyâ Efendi şöyle cevap vermiş; "O kendini tanıttı; ama siz tanımakta geç kaldınız" . Siz bu orduyu yenemezsiniz Kanuni Sultan Süleyman Han, haçlı saldırılarına son vermek için ordusuyla sefere çıkmıştı. Ordu, ağır ağır ilerliyordu. Yol dar olduğundan, ordu mecburen bağların içinden geçiyordu. Hava çok sıcak olduğundan asker susuzluktan kıvranıyordu. Çok güzel üzümleri bulunan, bir bağdan geçerken, askerin biri dayanamayıp, bağdan bir salkım üzüm kopararak biraz olsun susuzluğunu giderdi. Sonra da, asma ağacına, yediği üzümün çok üzerinde bir para bağlayarak, yoluna devam etti. Çok geçmeden mola verildi. Asker, kan ter içinde bir köylünün koşarak geldiğini gördü. Hıristiyan köylü ısrarla Padişah ile görüşmek istiyordu. Köylüyü Kanuni’nin huzuruna götürdüler. Kanuni sordu: - Nedir bu hâlin, kan ter içinde kalmışsın, yoksa askerler sana zarar mı verdi? - Ben şikayet için değil memnuniyetimi bildirmek için geldim. Böyle bir askeri, böyle bir komutanı tebrik etmemek insafsızlık olur. - Askerlerim sizi memnun edecek ne yapmışlar? - Askerleriniz bağdan geçtikten sonra, asmanın dalında bağlı bir kese gördüm. İçini açtığımda para vardı. Dikkatli baktığımda, bir salkım üzümün koparıldığını gördüm. Anladım ki koparılan üzümün parası olarak bırakılmış. Sizde böyle güzel ahlaklı asker olduğu müddetçe sırtınız yere gelmez. Kanuni, derhal o askerin bulunmasını emretti. Hıristiyan köylü, bu askere ne gibi mükafat verecek diye merakla beklemeye başladı. Nihayet asker bulunup, Padişahın huzuruna getirildi. Kanuni, (Niçin izinsiz iş yaparsın? Parası verilmiş olsa bile, sahibinden habersiz mal almanın caiz olmadığını bilmiyor musun?) diye askeri azarladı. Sonra da, (Bu asker derhal ordudan uzaklaştırılsın) diye emir verdi. Hıristiyan köylü heyecanla Kanuni’ye sordu: - Ben bu askerin mükafatlandırılması için gelmiştim, siz onu niye cezalandırdınız? - Kursağında, haram lokma bulunan bir askerle zafer kazanılmaz. Bunun için ordudan attım. Eğer aldığı üzümün parasını bırakmamış olsaydı, zalimlerden olurdu. İşte o zaman kellesini bile zor kurtarırdı... Aynı ordu, Belgrat yakınlarında, yine mola vermişti. Askerler, susuzluklarını gidermek, abdest almak için çeşme arıyorlardı. Bir manastırın yakınında çeşme bulup, ihtiyaçlarını giderirken, rahip, birkaç rahibeyi iyice süsleyip, çeşmenin başına gönderdi. Kadınların geldiğini gören askerler, hemen çeşmenin başından çekilip, sırtlarını döndüler, süslü kadınlara yan gözle bile bakmadılar. Bu durumu uzaktan ibretle seyreden rahip, hemen Haçlı kumandanına şunları yazdı: “Siz bu ordu ile nasıl başa çıkabilirsiniz? Bunlar kadına-kıza, mala-mülke önem vermiyorlar. Bütün mal ve mülklerini feda ederek, Allah yolunda savaşıyorlar. Herkese karşı iyi davranıp, kimseye zulmetmiyorlar. Siz onlardaki bu özellikleri ortadan kaldırmadan, onlarla savaşırsanız, canlarınızdan ve mallarınızdan mahrum kalacağınız açıktır. Kendinizi ölüme atmayınız!”

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK