İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.372
  • 28.800
  • 227.372
# 23 Nis 2016 17:34:37
Hz Enes anlatiyor:
Peygamberimiz, kızı Fatıma'yı çok severdi Bir sefere çıkacağı zaman en son ona uğrar, dönüşünde ise önce onun yanina giderdi
Hz Fatıma babasını ziyarete geldiğinde ise, Peygamberimiz sevgili kızını karşılamak için ayağa kalkar, alnından öper ve yanına oturturdu.
Hazret-i Fatıma'nın iki oğlu vardı: Hasan ve Hüseyin Peygamberimiz bu torunlarıni çok severdi Onları kucağına alır, omuzuna çıkarır, okşar, sırtında taşır, oyun oynar, isteklerini yerine getirirdi.

Hz Enes anlatiyor:
Bir gün Peygamberimiz minberde hutbe okurken Hasan ve Hüseyin'in düşe kalka mescide girdiklerini gördü.Konuşmasını yarıda keserek aşağı inip onları tutup, bağrına bastı.
Hz Enes kendi gördüklerini şöyle dile getiriyor:
"Peygamberimizi hutbe okurken gördüm, Hasan dizinin üstündeydi Ne söyleyecekse halka söylüyor, sonra eğilip çocuğu öpüyor ve 'Ben bunu seviyorum' diyordu"
Ebû Said anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz secdede iken torunu Hasan geldi, sırtına çıktı Peygamber Efendimiz de onun elinden tuttu ve ayağa kalktı Tekrar rükûa varıncaya kadar onu sırtında tuttu Rükûdan kalktıktan sonra bıraktı ve çocuk gitti"
Hz Zübeyir anlatıyor:
"Bir gün gözümle gördüm Peygamber Efendimiz secdede iken Hasan geldi, sırtına bindi Çocuk kendiliğinden ininceye kadar Peygamber Efendimiz de onu indirmedi Peygamber Efendimiz namazda iken bacaklarını açar, Hasan da bir taraftan girer, öbür taraftan çıkardı"
Abdullah bin Mes'ud anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz namaz kılarken secdeye varınca Hasan ve Hüseyin geldiler, sırtına bindiler Oradakiler karışmak isteyince, Peygamber Efendimiz onlara karışmamaları için işaret etti"
Peygamber Efendimiz çocukların ağlamalarına dayanamaz, onların susturulmasını, yorulmamasını isterdi.
Hanımlarını sıkı sıkıya tembih eder, Hüseyin'den söz ederek, "Bu çocuğu ağlatmayın" der, ağlayan çocuğun susturulması konusunda da şöyle buyururdu:
"Kim ağlayan çocuğunu susturuncaya kadar gönüllerse, Cenab-ı Hak ona Cennette memnun olacağı kadar nimet verir"
Öyle ki, bazen ağlayan bir çocuk sesi duysa namazını bile kısaltır, annenin çocukla meşgul olmasına imkân verirdi
Peygamberimiz Mescitte namaz kıldırırken cemaatte çocuklu anneler de bulunurdu
Sahabîlerin bu husustaki anlatımı şöyle:
"Resulullah bize sabah namazını kıldırmıştı Namazda iki kısa sûre okudu Namaz bitince Ebû Said el-Hudrî sordu:
"Yâ Resulallah bugün daha önce yapmadığınız bir şekilde namazı kısa kıldırdınız"
"Peygamberimiz şöyle açıkladı:
"Geride kadınlar safındaki çocuk sesini duymadın mı? Annesinin onunla ilgilenmesini temin edeyim dedim"

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.206
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.206
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 23 Nis 2016 20:07:20
Millî Şuur / Çanakkale

Japon uzmanlar anlatıyor: “Biz gençlerimize ilk mektebe başlamadan önce ‘şok testler’ uygularız. Meselâ uçak gibi hızlı giden trenlerimize bindirir, bir tur attırırız. Çok katlı yollardan da geçen tren onları şöyle bir sarsar. Mini mini çocuklarımız teknolojinin bu baş döndürücü neticesini görerek şok olurlar.
Sonra Hiroşima’ya götürürüz onları. Bölgeyi aynen koruyoruz. Bombalanmış bu bölge hakkında bilgilendirir; değil insan, hayvan ve bitkinin bile yaşamadığını ve bombanın öldürücü etkisinin hâlâ devam ettiğini gösteririz. Ve deriz ki:
‘Eğer sizler çalışmaz, sizden öncekileri geçmezseniz vatanınız, işte böyle düşmanlar tarafından bombalanır. Hiç bir canlı yaşamayacak şekilde size bırakıp giderler. Çalışırsanız, bindiğiniz hızlı trenleri bile geçecek yeni vâsıtalar yaparsınız. Gerisi sizin bileceğiniz iş.’ Çocuklarımız bununla ikinci bir şok daha yaşarlar.”
Bizimkiler sorarlar: “Peki, Türkiye için tesbîtiniz var mı? Gözlemleriniz nelerdir?” Japonlar “Elbette var!” deyip anlatmaya başlarlar:
“Bir tanesi Çanakkale Savaşları’nın olduğu bölge. Bu bölüm gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile. Bir metrekareye 6000 merminin düştüğü savaşta Türkler gālip çıkıyor, olamayacağı olur hâle getiriyorlar. Son teknolojiye ve donanıma meydan okuyarak inancın, azmin gālib geldiğinin isbatını yapıyorlar. Üstelik karşılarında tek bir düşman değil, birleşik güçler var. Sizin ta‘bîrinizle yetmiş iki millet.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.206
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.206
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 24 Nis 2016 10:06:22
Mutluluk Kolaydır…
 Arkadaşları, yeni evli gence, bir çay sohbetinde:
-“Sen evleneli neredeyse bir sene oldu, ama maşallah sizin evden çıt çıkmıyor, siz hiç tartışmaz mısınız?” diye sorarlar.
“Hayır” diye cevaplar yeni evli genç ve ilave eder:
-“Akşam işten geldiğimde, kapı açılınca hanıma şöyle bir bakarım. Eğer hanım, eteğinin ucunu belinde topladıysa bilirim ki hanımın günü iyi geçmemiş ve havası yerinde değil.
Hiç ekmek, yemek sormadan usulca mutfağa süzülür, aceleyle birkaç lokma atıştırır ve ortalıktan toz olurum. Olur ya bazen de benim asabım bozuk olur. O zaman fesin püskülünü her zamankinin aksine soldan sarkıtırım.
O da bunu görür, asabi olduğumu anlar ve hiç sesini çıkarmaz, hemen yemeğimi, çayımı hazır eder. Etrafımda pervane gibi döner. Bu nedenle biz hiç kavga etmeyiz.
Dinleyenlerden biri:
-“Peki birader, kapı açıldı, yenge eteğin ucunu belinde toplamış, sen de fesin püskülünü soldan sarkıtmışsın. İki taraf da asabi, o zaman ne olacak?” diye sormuş.
Ötekiler de “Hah! Şimdi ne olacak?” demiş.
Genç gülümsemiş;
-“Bundan kolay ne var, fesin püskülünü hafif bir fiskeyle soldan sağa atarım” demiş.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.206
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.206
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 24 Nis 2016 10:11:37
Fatih Sultan Mehmet - Sadaka
Fatih avlanmak maksadıyla bir gün saraydan ayrılmıştı. Birdenbire peyda olan hırpanî kılıklı bir adam, kafilenin yolunu kesti ve sadaka talebinde bulundu.
Kendisine bir altın verildiği zaman da yüzünü buruşturarak:
– Sultanım, dedi, kardeş olduğumuz halde bana tek bir altını mı lâyık görürsün?
Kısa bir şaşkınlık geçiren Fatih, kardeşliğin nereden geldiğini sorunca, dilenci şu mukabelede bulundu:
– İkimiz de Âdem peygamberin soyundan gelmedik mi?
Fatih gülümseyerek:
– “Verdiğimi az görme, dedi. Zira öbür kardeşlerin duyarsa, hissene bu kadar da düşmez.”

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.206
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.206
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 24 Nis 2016 10:16:34
Bir kâse yoğurt
Osmanlı Devleti döneminde her paşa ve padişah için, memleketinde herkesin istifadesine açık bir hayır kurumu yapıp ahirete öyle gitme, en büyük ideal idi. Bu sebeple, fethedilen yerlerde her biri bir cami, bir külliye veya bir hastane yapıp gitti. Ecdâdımız, kendi devirlerinin kültürünün gerektirdiği müesseseleri kurdular. İnsan nerde neyi tahsil ederse etsin ama Rabbiyle her zaman irtibatlı olsun diye camisiz yer bırakmadılar.
İşte bu düşünce Kanunî’ye de Süleymaniye Camiini yaptırdı. Ancak o, yaptıracağı eserin yalnız kendi defterine kaydolmasını arzu ediyor ve Rabbi’ne böyle bir armağan takdim etmek istiyordu. Onun için, ustalara sıkı sıkıya tenbihatta bulunuyor ve
“Kimseden yardım kabul etmeyin”
diyordu.
Cami duvarları her gün yükseledursun, karşıdan bu camii mahzun mahzun seyreden bir nine vardı. İnekleriyle başbaşa, onların sütüyle geçinen bu yaşlı kadın, inkisar içinde kendi kendine,
“Ey Allah’ım, Kanunî’ye servet verdin, malk-mülk verdin, Senin uğrunda bir cami yaptırıyor. Bu fakir kuluna bir şey vermedin; ne yapayım da, ben de Senin rızanı kazanayım. Benim elimden böyle işler gelmez. Elimden gelen, ustalara bir tas yoğurt ikram etmektir.”
der ve ustalara müracaat eder.
Onlar, padişahın izni olmadığını söylerlerse de, kadının ısrarına dayanamayıp, yoğurdu alıp yerler.
Büyük hükümdar, o gece rüyada, yaptığı işin mizanda tartıldığını görür. Terazinin bir kefesine Süleymaniye Camii, diğerine ise bir tas yoğurt konulmuş ve yoğurt, camiden ağır basmıştır.
Sabah olur; Kanunî, ayakları titreye titreye ustaların yanına gelir:
“Ne yaptınız, kimden ne aldınız?”
diye sorar.
“Yaşlı bir nine geldi; çok ısrar etti; yalvarıp yakarmalarına dayanamadık ve bir tas yoğurt aldık.”
derler.
İşte, Süleymaniye’ye ağır basan yaşlı kadının o bir tas yoğurdudur.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.372
  • 28.800
  • 227.372
# 24 Nis 2016 10:30:19
MUHABBET...
 Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri, her sabah, hiç aksatmadan, erkenden kalkar, hocasının abdest suyunu ısıtıp hazırlayarak beklerdi.
 Bir sabah uykuya dalmış ve ancak vaktin sonuna doğru uyanabilmişti. Hocasının ayak sesleri geliyordu. Fırlayıp kalktı. İbriği kaptığı gibi koştu, fakat ısıtmaya vakit yoktu.
 Hocasının yanına vardı varmasına ama, buz gibi suyu dökmeye kıyamıyordu. İbriği göğsüne bastırmış bekliyordu.
 Hocası Üftade Hazretleri eğilerek :
-Haydi evladım, suyu dök, dedi.
 Hüdaî ise ibrik göğsünde, öyle duruyor, buz gibi suyu, çok sevdiği hocasının ellerine dökmeye bir türlü kıyamıyordu.
 Üftade Hazretleri tekrar söyledi tatlı ve müşfik sesiyle :
-Haydi evladım, geç kalıyoruz. Ne duruyorsun? deyince dökmeye başladı suyu çekine çekine. İçinden bir şeylerin koptuğunu hissediyordu. Öylesine üzülmüş, öylesine üzülmüştü ki tarif edilmez. Adeta bu üzüntü ve ıstırap bir ateş olmuş yüreğini yakıyordu. Elleri titreye titreye döktü suyu bu duygular içinde.
-Aman evladım! dedi Üftade Hazretleri, bu su ne kadar ısınmış böyle!
 Bu sözler üzerine içinde bulunduğu duygulardan uyanan Hüdaî'nin üzüntüsü iyice artmıştı. Hocasının îma yollu uyarıda bulunduğunu düşünüyordu.
-Affedin hocam, dalmışım, geç uyandım, suyu ısıtmaya vakit kalmadı. Ne yapacağımı bilemedim. Ne olur, beni affedin, diye inliyordu adeta.
-Nasıl olur evladım! Görmüyor musun? Bu su ne kadar sıcak! Haaa anlaşıldı!!! Bu suyu gönül ateşiyle ısıtmışsın.
 Evladım, der Üftade Hazretleri Aziz Mahmud Hüdaî'ye, bu hal senin hizmetinin tamam olduğunu gösteriyor.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.206
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.206
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 24 Nis 2016 15:40:33
Vaktiyle bir padişah kendisine bir vezir bulmaya karar vermiş ve böyle kocaman bir kapı yaptırmış. Yaptırdığı kapının ortasına onlarca kilit yaptırmış. Kimisi sürgülü, kimisi halka kilit vesaire derken baştan aşağı her tarafa kilit yaptırmış. Ve ondan sonra vezir adaylarını bir bir buyur etmiş.
İlk giren adama demiş ki:
- "Sen benim vezirim olmak istiyorsun, değil mi?"
O da demiş:
- "Evet efendim."
- "Eğer benim vezirim olmak istiyorsan, şu kapıyı anahtar kullanmadan, levye kullanmadan, hiç bir alet kullanmadan açmanı istiyorum" demiş.
Vezir adayı şöyle bir dönmüş kapıya, bakmış ve demiş ki:
- "Efendim bu mümkün değil, kaldı ki anahtar bile olsa bu kapıyı açmak saatler sürer."
O da demiş ki:
- "Peki, sen git ötekisi gelsin."
Öteki gelmiş, ona aynısını söylemiş, O demiş: "Efendim mümkün değil anahtar bile olsa..."
Öteki gel, öteki gel falan derken, en son vezir adayı girmiş içeriye. Padişah demiş ki:
- "Sen vezir olmak istiyorsan, şu kapıyı anahtarsız, levyesiz, hiç bir alet edavat kullanmadan açmanı istiyorum." Adam şöyle bakmış kapıya, bakmış, dönmüş demiş ki padişaha:
- "Devletli Sultanım! Aslında aklım der ki: 'Bu kapı böyle açmaya açılmaz.' Lakin bize itmek düşer" demiş ve elini uzatıp o kapıyı şöylece ittiğinde kapının açılıverdiğini ve aslında kilitlerin hiç birinin kapalı olmadığını görmüş.
Yani şunu demek istiyorum; Cenab-ı ALLAH'IN rızası nerede saklı hiç birimiz bilmiyoruz...
Belki bir vakit namazda saklı...
Belki bir yetimin başını okşayacağız şefkatle...
Belki bir kediye su vereceğiz merhametle...
Belki yanımızdan geçen ve hiç tanımadığımız birine: 'Esselamü aleyküm ve rahmetullah' diyeceğiz,
Ve belki o da mukabele de bulunacak: 'Ve aleyküm selam ve rahmetullah' diyecek...
Bu yüzden Cenab-ı ALLAH'IN rızası hangi kapıda saklı diye, biz kullara itmek düşer..
Açan ALLAH, Kapayan ALLAH.
Vesselam…

Çevrimdışı inanoguz

  • B Grubu
  • 408
  • 3.708
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 408
  • 3.708
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 26 Nis 2016 18:38:47
EMANET

On yaşındaydım. Okuldan sonra evde ne yapacağımı bilmez halde sallanıp dururken anneme: '' Babam nerde?'' diye sordum. Çifte gitti diye cevapladı.
- Hangi tarlaya gitti?
- ...ların tarlasına.
- Nerdeymiş ki o tarla?
- Borgale tarafında.
- Yakın mıdır?
- Yakın olmasa akşamın dar saatinde gitmezdi baban.
Belki de ünlemle bitiyordu annemin verdiği son cevap. Babama mı kızmıştı yoksa onca işinin arasında soru yağmuruna tutan bana mı çok kafa yormadım.
- Ben babamın yanına gidiyorum.
- Yolda belde başına iş gelir, otur oturduğun yerde!
- Bi' şey olmaz.
- ?
Evveliyatını bilmediğim ve babamın yeni tamir ettiği pinokyo bisiklete atlamıştım bile. 'Konta' pedal diye sağda solda hava atıyorduk çocuk aklımızla. Hoş, hava da atmıyorduk ama içten içe seviniyorduk. Kontra imiş bu arada aslı, sonra öğrendik.
Borgale'yi az çok biliyordum bizim on dekardan ötürü. Yola düştüm. Tozlu yolda giderken arada arkama bakıyordum acaba toz kalkıyor mu diye. Hızlandıkça kalkan toz artıyordu. Ufak taşları önemsemesem de dikkatle ilerliyordum.
Çayırbaşı ovasında küçük tepelerin ardını kontrol ettim mi göz alabildiğince tüm traktörleri görme şansım vardı zaten. Buna güvenerek annemin tarif ettiği yöne sürdüm bisikleti.
Tahmin ettiğim gibi babamı bulmam zor olmadı. Tarlanın başına gelince babama el sallayıp geldiğimi haber ettim. Bisikleti bırakıp traktöre doğru yürüdüm. Küçük bir tarlaydı.
Yaklaşınca gülümsedi babam:
- Hayırdır inşallah, kötü bir şey yok ya?
- Yok yok, öyle evde canım sıkıldı ben de geldim.
- İyi gel hadi yanıma.
Duran traktöre bir çırpıda atlayıp çamurluğa oturuverdim.
Birlikte bir saate yakın döndükten sonra babam; ben namazı kılarken sen sürsen olur mu diye sordu. Birden heyecanlandım. Çok zor bir iş olmasa da hassasiyet gerektiren bir işti. Hele köşelerde pulluğu kaldırıp dönmek gözümü korkutuyordu. Sonuçta o ana kadar kalem gibiydi çiziler.
Kem küm etmeye hazırlanırken babam traktörü durdurup su bidonunu almıştı bile.
Heyecanımı çaktırmamaya çalışarak direksiyona geçtim.
İyi kötü babam gelinceye kadar sürdüm.
Babam gelince kalkmaya niyetlensem de babam omzuma bastırıp otur otur dedi biraz da ben izleyeyim seni.
Kalem gibi çizileri bozmuş olmanın stresiyle devam ettim kaldığım yerden.
Çizileri düzelt dedi babam. Korktuğum başıma gelmişti. Ben iyi kötü idare ederiz diye düşünürken sorumluluk şimdi benim omuzlarımdaydı.
Direksiyonu sola kırıp aklımca çiziyi dışardan düzeltmeye yeltendim. Olmaz amma canım, diye yüksek perdeden seslendi babam; içerden düzelt. Elin tarlasında sürülmedik ham yer kalmasın, hak olur.
Aniden direksiyonu sağa çevirip sürülmüş yerden düzeltmeye çalıştım bu sefer. Ben sol-sağ yapacağım derken iş iyice çığrından çıkmıştı.
Dur dedi babam.
Durdum ve rahat bir nefes aldım çaktırmadan gene. Direksiyona tekrar babam geçti.
Ve Yılmaz İNAN rahlesinin en muazzam derslerinden birini verdi: Kendi tarlamız olsa neyse de emanet iş yaparken asla bozuk iş yapamazsın. Nasıl olsa elin işi diye düşünüp savsaklarsan o işin hayrını göremezsin.
On yaşındaydım.
Ders yüz asırlıktı...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.372
  • 28.800
  • 227.372
# 26 Nis 2016 18:41:56
“Ortaokul son sınıftayım, babam Çankırı’da görevli, subay lojmanlarında oturuyoruz, tüm arkadaşlarımın bisikleti var, bir benim yok. Sınıfı da geçtik. Babama gittim, ‘bana bir bisiklet alır mısınız?’ dedim.
‘Çalış kendin al’ cevabını aldım. ‘Nasıl?’. Beni aldı, Çankırı’nın göbeğinde herkesin gülüşüyle tanıdığı ‘Neşeli’ diye bir manav vardı, ona götürdü, bir kasa limon aldı, bana verdi, ‘Borcun şu... kadar, bir ay sonra ödersin’ dedi. Kişiliğe bak, biz bisiklet istiyoruz, babamız limon kasası alıp veriyor, çok hırslandım ve sinirlendim. Ertesi gün çarşamba sabahı erkenden Çankırı pazarına gidip limon kasamı koydum ve satışa başladım. Lojmandan tanıdığım teyzeler geçiyor, arkadaşlarımın anneleri, kıpkırmızı oluyorum. Bir süre sonra olayı duyan arkadaşlarım sökün etti. Ayaklarda Nike’lar, Adidas ayakkabılar, havalı kotlar. Ben güneş altında limon satıyorum, karizma falan kalmadı. ‘–Oğlum çok zevkli’, ‘–Hadi yaa?’. Sonraki hafta arkadaşlarım ellerinde benim limonlardan onar tane alıp pazarı dolaşmaya başladılar. Bu arada ben rüyalarımda ve gündüzlerimde babama karakter atıyorum.
İki ay sonra biriktirdiğim paralarla babamın kitap okuduğu odaya girdim, parayı masanın üzerine bıraktım, ‘Git bana bisiklet al!’ dedim ve çıktım. Türk filmlerinden çalışılmış bir sahne. Nasıl gurur, nasıl gurur! Babam bana bal renkli, vitesli Polo marka harika bir bisiklet aldı. Yıllar sonra benim babamın önüne koyduğum parayla bırakın bisikleti, o bisikletin pedalını alamayacağımı farkettim. Bana belli etmeden, paranın ve çabanın değerini öğretmişti. Babasından aldığı harçlıklarla büyüyen bir çocuk olsaydım bugün sahip olduğum mücadele ruhunun çok ufak bir bölümüne bile ulaşamayacaktım. O günden sonra bir daha babamdan para istemedim (yine ‘bir şeyler sattırır’ diye değil). Yıllar sonra kendi şirketimi kurarken ihtiyacım olduğunu hissettiklerinde annem ve babam arabaları da dahil neleri varsa zorla verdiler.
Çocuğunuza verebileceğiniz en iyi armağan iyi bir örnektir.”
*Ahmet Şerif İZGÖREN

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.372
  • 28.800
  • 227.372
# 27 Nis 2016 16:29:37
'Bir adam Hz. Ömer'in yanında bir hususta şâhitlikte bulunmuştu. Ömer ibnü'l-Hattâb hazretleri ona, ' Ben seni tanımıyorum, seni tanıyan birini getir, dedi.

Orada bulunanlardan birisi,

' Ben onu tanıyorum, deyince Hz. ömer,

' Nasıl bilirsin? diye sordu. O da,

' Emin ve âdil bir adam olarak tanıyorum, cevabını verdi.

Hz. Ömer tekrar sordu:

' Gecesini gündüzünü bildiğin, yakın bir komşun mudur?

' Hayır, diye cevap verdi adam.

Hz. Ömer sormaya devam etti:

' İnsanın takvâsını ortaya koyan, muâmelesidir. Bu adam, alış'veriş yaptığın bir kimse midir?

Adam tekrar, ' Hayır, dedi.

Hz. Ömer bu defa;

' Bununla, insanın ahlâkının güzel veya çirkin olduğunu anlamaya imkân veren bir yolculuk yaptın mı? diye sordu.

Adam bu soruya da,

' Hayır, cevabını verince, Hz. Ömer,

' Sen onu tanımıyorsun, dedi ve sonra da adama dönerek,

' Git, seni tanıyan birini getir, buyurdu.' Radıyallahu anh

Demek ki bir insanı iyi tanıyabilmek, doğruluk ve dürüstlüğünden emin olabilmek için; onunla, ya yakın komşuluk yapacaksın veya alış-verişte bulunacaksın yahut da beraber yolculuk edeceksin...

Aksi takdirde, yani bu ölçülerden hiçbirisi ile tartmadığın bir kişi hakkında, müsbet veya menfî yönde şahâdette bulunmayacaksın. Zira bu demektir ki, sen onu tanımıyorsun.

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 27 Nis 2016 16:56:16
Hayatı boyunca mutlu olmadığını fark eden bir adam, artık mutlu olmak istiyorum demiş ve aramaya koyulmuş. Ne yaptıysa da mutluluğu yakalayamamış. Kimden yardım istesem diye düşünürken, uzak bir diyarda, zengin bir bilgeyi önermişler. Bu bilge aklı, bilgisi ve malı ile ün salmış zengin birisiymiş. Kim yardımına gelse sorularına cevap verip derdine derman bulmadan geri göndermezmiş.

Bu bilgeden yardım istemeye, mutluluğu nasıl yakalarım diye sormaya karar vermiş. Uzun bir yolculuktan sonra bilgeyi bulmuş, ancak kapısında derdine derman arayanlardan oluşan çok uzun bir kuyruk varmış. Bilgenin gerçekten sorusuna doğru cevap vereceğine inanmış, beklemeye başlamış.
Sonunda sıra ona da gelmiş ve bilgeye mutluluğu nasıl yakalarım diye sormuş. Bilge bu soruyu cevaplarsa sıradaki diğer insanların beklemekten sıkılacağını düşünmüş, adamlarından bir kaşık istemiş ve içine iki damla yağ damlatmış sonra demiş ki:
- Sarayımın her yerini gez ve sonra tekrar gel ama sarayımı gezerken yağı dökmeden bu kaşığı ağzında taşıyacaksın.
Adam sorusuna hemen cevap alamadığı için biraz şaşkın tamam demiş, sarayı gezmiş gelmiş bilge bakmış yağ hala kaşıkta, demiş ki:
- Aferin yağı dökmemişsin güzel, peki sarayımın güzelliklerini anlat bakalım, sarayımda neler gördün.
Adam yağı dökmeyeceğim diye uğraşmaktan pek dikkat edememiş, bir şey diyememiş. Sonra bilge:
- Olmadı, yağı dökmeden, kaşığı tekrar ağzında taşı, bu sefer sarayımdaki güzelliklere dikkat et, sonra tekrar gel.
Adam ne yapalım diyip tekrar kabul etmiş. Her yeri gezmiş, bu sefer sarayın güzelliklerinden çok etkilenmiş. Sonra ağzında kaşıkla gene bilgenin yanına gelmiş. Bilge sormuş:
- Sarayımın güzellikleri gördün mü, anlat bakalım.
Adam bu sefer hayran kaldığı güzellikleri anlatırken bilge onun sözünü kesmiş ve demiş ki:
- Güzel, peki ama yağ nerede?
Adam sarayı hayran hayran dolaşırken yağı tamamen unutmuş, utana sıkıla bilgeye demiş ki:
- Şey… yağı dökmüşüm.
Bilge bizimkine anlamlı bir bakış atmış ve demiş ki:
- Mutluluk hayatın bütün güzelliklerini yaşamak, tadını çıkarmak ve sorumluluklarına, kaşıktaki yağ gibi sahip çıkmaktır.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.206
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.206
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 27 Nis 2016 19:32:06
İbret dolu bir hikaye..
Devesi ile çölde yürümekte olan bir bedevi, güçlükle yürüyen, susuzluktan dudakları kurumuş bir adama rastlamış. Adam bedeviyi görünce ondan su istemiş, bedevi devesinden inerek ona su vermiş. Suyu içen adam birden bedeviyi iterek deveye atladığı gibi kaçmaya başlamış.
Tamam, deveyi al git ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma.
Bu isteği tuhaf bulan hırsız duraklayıp, bu sözün sebebini sormuş.
Bedevi. Eğer anlatırsan bu her yere yayılır ve insanlar bir daha çölde muhtaç birini görünce yardım etmezler. Demiş... :(

Çevrimdışı HOCA111

  • B Grubu
  • 35
  • 544
  • Rehber Öğretmen
  • 35
  • 544
  • Rehber Öğretmen
# 27 Nis 2016 20:07:31
şimin yoğunluğu, eşim ve üç çocuğumun beklentileri sebebiyle annemi görme fırsatım pek olamıyordu. O akşam annemi yemeğe ve ardından sinemaya davet ettim. Endişelendi ve hemen “İyi misin, her şey yolunda mı” diye sordu. Annem de geç saatte gelen bir telefonun veya sürpriz bir davetin mutlaka kötü bir anlamı olacağından şüphelenen tipte kadınlardandı.

– “Seninle beraber ikimizin biraz zaman geçirmemizin güzel olacağını düşündüm” diye yanıtladım.

– “Sadece ikimiz mi?” Biraz düşündü ve “Çok isterim” diye cevap verdi.

O cuma, iş çıkışı onu almaya giderken kendimi biraz gergin hissediyordum. Eve vardığımda fark ettim ki o da, randevumuzdan ötürü hafif gergin görünüyordu. Kapısının önünde, paltosunu çoktan giymiş bir şekilde bekliyordu.
Saçlarını yaptırmıştı ve üzerinde babamla kutladıkları son evlilik yıl dönümlerinde giydiği elbise vardı. Bana melekler kadar ışıltılı bir yüzle gülümsedi. Arabaya bindiğimizde:
– “Arkadaşlarıma oğlumla dışarı çıkacağımı söyledim gerçekten çok etkilendiler” dedi. “Randevumuzun nasıl geçtiğini duymak için sabırsızlanıyorlar.”

Gittiğimiz restoran, çok şık olmasa da sevimli, sıcak ve servisin kaliteli olduğu bir mekândı. Annemse, bir kraliçe edasıyla koluma girdi.Yerimize oturduktan sonra ona menüyü okumam gerekmişti, çünkü küçük yazıları göremiyordu.

Ben daha menünün ortalarındayken annemin nemli gözlerle ve nostaljik bir gülüşle bana bakmakta olduğunu fark ettim.

– “Eskiden, sen küçükken, menüleri okuyan bendim, sense meraklı bakışlarla beni dinlerdin” dedi.

Ben de gülümsedim.
– “O zaman, şimdi senin rahat rahat oturma sıran ve ben de okuyarak borcumu ödeyebilirim” dedim.

Yemek boyunca muhabbetimiz çok güzeldi, sıra dışı hiç bir şey olmadı ama eskilerden ve hayatlarımızdaki yeniliklerden bahsederek kaybettiğimiz zamanın birazını telafi etmeye çalıştık. O kadar çok konuştuk ve eğlendik ki film saatini kaçırdık. Akşam annemi evine bırakırken;

– “Seninle tekrar çıkmak isterim ama ancak bu sefer benim seni davet etmeme izin verirsen” dedi ve bir akşam tekrar buluşmaya karar vererek ayrıldık.

Eve geldiğimde eşim yemeğin nasıl geçtiğini sordu:

– “Çok güzeldi” dedim. “Düşünebileceğimin çok üstündeydi.”

Birkaç gün sonra annem aniden ciddi bir kalp krizi sonucu vefat etti. Bu o kadar ani gerçekleşmişti ki, onun için bir şey daha yapma şansım olmamıştı. Birkaç zaman sonra evime, annemle yemek yediğimiz restorandan, ödenmiş iki kişilik bir yemek faturası ve üzerine iliştirilmiş bir not yollandı:

– “Oğlum, bu faturayı önceden ödedim, çünkü seninle kararlaştırdığımız randevu gününe gelemeyeceğimden neredeyse yüzde yüz emindim. Yine de iki kişilik bir yemek ayarladım çünkü bu sefer eşinle beraber gitmenizi istiyorum. Seninle olan o günkü randevumuzun benim için ne anlam ifade ettiğini bilemezsin. Seni Seviyorum.”

O an, “Seni Seviyorum” demenin ve hayatta değer verdiğimiz insanlara hak ettikleri zamanı ayırmanın önemini anladım.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 27 Nis 2016 20:15:36
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
İbret dolu bir hikaye..
Devesi ile çölde yürümekte olan bir bedevi, güçlükle yürüyen, susuzluktan dudakları kurumuş bir adama rastlamış. Adam bedeviyi görünce ondan su istemiş, bedevi devesinden inerek ona su vermiş. Suyu içen adam birden bedeviyi iterek deveye atladığı gibi kaçmaya başlamış.
Tamam, deveyi al git ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma.
Bu isteği tuhaf bulan hırsız duraklayıp, bu sözün sebebini sormuş.
Bedevi. Eğer anlatırsan bu her yere yayılır ve insanlar bir daha çölde muhtaç birini görünce yardım etmezler. Demiş... :(
  düşüncedeki güzelliğe bak.

Çevrimdışı Nogay Kisi

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 876
  • 2.776
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 876
  • 2.776
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 27 Nis 2016 20:24:23
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Birkaç gün sonra annem aniden ciddi bir kalp krizi sonucu vefat etti. Bu o kadar ani gerçekleşmişti ki, onun için bir şey daha yapma şansım olmamıştı. Birkaç zaman sonra evime, annemle yemek yediğimiz restorandan, ödenmiş iki kişilik bir yemek faturası ve üzerine iliştirilmiş bir not yollandı:

– “Oğlum, bu faturayı önceden ödedim, çünkü seninle kararlaştırdığımız randevu gününe gelemeyeceğimden neredeyse yüzde yüz emindim. Yine de iki kişilik bir yemek ayarladım çünkü bu sefer eşinle beraber gitmenizi istiyorum. Seninle olan o günkü randevumuzun benim için ne anlam ifade ettiğini bilemezsin. Seni Seviyorum.”

O an, “Seni Seviyorum” demenin ve hayatta değer verdiğimiz insanlara hak ettikleri zamanı ayırmanın önemini anladım.

Keşkelerin cam kırıkları yüreğini yaralamayan bir insansınız bence.
Kutlamak gerek sizi, içtenlikle.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK