İbretlik Hikayeler

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.775
  • 227.213
  • 28.775
  • 227.213
# 27 May 2016 06:18:02
Ya şimdi kabirde olsaydım.😔
Toprak üstümü az önce örtmüş olsaydı mesela… 😔
İlk günüm, ilk gecem nasıl geçerdi?😔
Hiç bitmeyecek sandığım, bensiz yürümeyecek sandığım işleri kim yapar, kim yoluna koyardı?😔
Evim, eşyalarım, yatağım, sandığım, ayakkabılarım benden sonra kime kalır, kim sahiplenirdi?😔
Ya pişmanlıklarım…
“Ölen her insan pişman olacaktır” buyuruyordu Rasulümüz. (Aleyhisselâm)😔
“Müminlerde mi ya Rasulallah ?”
diye soran ashabına;
“Evet, onlar da dudaklarının
Allah adıyla ıslanmadığı her an için pişman olacaktır” diye cevap veriyordu...😔
Müslümalığım geldi sonra aklıma.
Ahhh!!!
Bu ne acı bir pişmanlıkmış meğerse...😔
İşlerimin arasına sıkıştırdığım, şöyle uzun uzadıya kılamadığım namazlarım.
İşler yetişmez korkusuyla hızlanan secdelerim, rükûlarım….😔
İşler çabuk bitiyormuş demek, bir nefeslikmiş hepsi…
Yok yok, ebedi arkadaşımın kıymetini hiç bilememişim ben.
Ona ne çok vefasızlık etmişim.
Onunla neden daha çok zaman geçirmedim?
Çok samimi olamadım.
Halbuki ne çok faydası olurdu şimdi bana. Yan yan bakıp geçmezdi ızdırabıma….😔
Geri dönesim geliyor!
İçime sindire sindire namaz kılasım, içermiş gibi kuran okuyasım geliyor...😔
Rafta hep gözümün önünde duran kur'an-ım…😔
Her an beni mahsunca süzen kur'an-ım…
Ne zaman okuyacak olsam, hep bir engel çıkardı, yapacak bir şeyler gelirdi aklıma...😔
Ara sıra okuduğum iki sayfayla tüm sorumluluğu üzerimden attım sanırdım…😔
Yüzümde bir sivilceden kalan lekeyi dert ederiz...
Oysa buraya girer girmez, bedende hızlı bir çürüme başlıyor...
Toprak ezelden beri beni bekliyormuş sanki...😔
Sıkıyor, sıkıyor…
Kemiklerimin kırıldığını, iç içe geçtiğini çıtırtıları duyar gibi oluyorum...
Allahım! çok yalnızım korkuyorum…..😔
Koca bir ömrü nasıl heba ettim...
Oysa yapabileceğim ne çok şey vardı…😔😭
“Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! diye feryad ederler.
Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi?
Size uyarıcı da gelmedi mi?
(Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur.”(Fatır suresi 37)
Bu ayet dünyadayken beni ne çok etkilerdi.😔
Ama neden gereğini yapmadım?
Neden şimdi elimdekiler bu kadar az?😔
Küskünlüklerim...
kızgınlıklarım...
kıskançlıklarım...
sahip olamadıklarıma...
hayıflanmalarım...
Ne kadar boş, ne kadar gereksizmiş…😔
Aldırmam sanırdım ama,“Ne derler” sözünü beynime mıhlamıştım sanki...
Kınanmaktan çok korkarmışım meğer…😔
Biliyorum ardımdan iyi konuşan da olacak.
”Güleryüzlü, tatlı dilliydi” diyecekler.😔
Bir zaman sıkça, daha sonra arada düşeceğim akıllarına.😔
Ama sonra…
En yakınım bile unutacak.
Bir arefe, birde bayram günlerinde hatırlanacağım.
Yüzüm, sesim unutulacak.
Ellerim gözlerim unutulacak….😔
Tek “O” unutmayacak, ufak tefek yaptığım herşey amel defterimde. Kabir bana mesken, kabir bana kucak, belkide korkunç bir mahzen olacak….😔
Evim, yurdum, günüm gecem burası artık.😔
Dünyaya açılan bütün kapılar kapandı.
Yalnızlık, yapayalnızlık sardı dört bir yanımı.
Pişmanlık bana hakim olan tek duygu şimdi…😔
Saniyelerdir verirsem geri alamam diye tuttuğum nefesi, büyük bir telaşla verdim.😥
Yaşadığıma inanmak için aynaya koştum...
Gözlerim kıpkırmızı, yerinden fırlamış sanki...😳
Çok şükür yaşıyorum.
Hâlâ zamanım var….
Bir nefeslik bile zamanım varsa en azından bir SUBHANALLAH diyebilirim.😊
Eğer önümde yaşanacak daha uzun yıllar varsa, neler neler yapılmaz ki şu hayatta…😊
Namaz, önce namaz....🌹
Önce namaza başla..
Sarıl Kur'an'a ...🌹
Dikkat et..
Helal lokma...🌹
Kul hakkına....
Öğren dinin inceliklerini..🌹
Biat et SAHIBI ZAMANA...🌹
Dahası...
Varmı kırdıkların....?
Gönül al,
hiç durma...🌹
Kırdılarmı seni....?
Boşver aldırma...🌹
Sen gayret et iyilik yapmaya...🌹
Her işinde söyle...
Bismillah....🌹
Düşürme dilinden..
Lâ ilâhe illallah...🌹
Muhammedun Rasulullah....🌹
"Aklı olana bir işaret yetişir."demiş büyüklerimiz.
Allahü Teâlâ'ya emanet olun 🌹

Çevrimdışı harslan05

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.400
  • 69.672
  • 3.400
  • 69.672
# 27 May 2016 23:51:44
HAYIR VE ŞER GİZLİDİR ANLAYAMAZSINIZ
Bir zamanlar Afrika'daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itbaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü.
Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi:
"Bunda da bir hayır var!"
Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu. Durumu gören arkadaşı her zamanki her zamanki sözünü söyledi:
"Bunda da bir hayır var!"
Kral acı ve öfkeyle bağırdı: "Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?" Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı.
Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu.
Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını farkettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler.
Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı. "Haklıymışsın!" dedi. "Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.Yaptığım çok haksız ve kötü birşeydi."
"Hayır" diye karşılık verdi arkadaşı. "Bunda da bir hayır var."
"Ne diyorsun Allah aşkına?"
diye hayretle bağırdı kral. "Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir."
"Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi?" Ve sonrasını düşünsene?

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 28 May 2016 08:51:05
Bir zamanlar evlerin birinde bir çaydanlık varmış..kulpu, gövdesi, emziği her şeyiyle göz kamaştırıcı bir güzellikteymiş..ben bu mutfağın kraliçesiyim diye övünürmüş..etrafındaki bardak, tabak çanak, kaşık çatal, her ne varsa ona hayranmış..
günlerden bir gün bizim kraliçe çaydanlığın olduğu eve misafir gelmiş..ev sahibi çay hazırlamış servis yapmak üzereyken konuklarından biri çaydanlığı elinden düşürmüş..bizim kraliçe çaydanlık gövdesinden çatlamış üstelik de emziği kırılmış..çaydanlık bu durumuna çok üzülmüş..bir kenara atılmış ve hiç bir işe yaramadığı kanaatindeymiş..
bir gün yaşlı bir kadın bir köşede duran kırık caydanlığı alıp içine çiçek ekmiş..çatlak olduğu için suyu daha iyi alıyor bu nedenle de çiçekleri daha bir coşkulu açıyormuş..çaydanlık bu duruma çok sevinmiş ve çay sunamasa da artık bir işe yaradığına üstelik güzellik saçarak etrafı güzelleştirdiğine memnun oluyormuş..

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 28 May 2016 23:03:23
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra buradaki tüm hükümlüleri serbest bırakır. Fakat bu hükümlüler arasında yer alan iki papaz zindan bir türlü çıkmak istemez. Nedeni ise kendi halkına zulmeden Bizans İmparatoru’na bunu durdurmasını ve tüm insanlara adaletli olmasını tavsiye ettikleri için hapse atılmalarıdır. Tamda bu yüzden ömür boyu hapisten çıkmamaya yemin etmişlerdir.
Bu yaşananlardan haberdar olan Fatih, bu iki papazı huzuruna çağırır ve hikayelerini dinler. En nihayetinde ise onlara şöyle bir teklif sunar:
Sizler İslam adaletinin hüküm sürdüğü bu memleketi geziniz, Müslüman hâkimlerin ve halkımın davalarını takip ediniz. Eğer hayata küsmenize sebep olan adaletsizliği burada da görürseniz gelip bana bildiriniz ve önceden verdiğiniz kararınız doğrultusunda uzlete çekilerek hâlâ küsmekte haklı olduğunuzu bana kanıtlayınız.
Bunun üzerine hiç vakit kaybetmeden yola koyulan papazların ilk durağı Bursa’dır ve burada bir dava ile karşılaşırlar.
Bir müslüman, bir yahudiden bir at satın almıştır. Atı satın aldıktan bir süre sonra ise bu atın hasta olduğunu farketmiş ve sabah olur olmaz kadının yolunu tutmuştur. Vardığında ise kadı yerinde yoktur. Bir süre bekleyen müslüman kadının gelmeyeceğini düşünerek evine geri döner ve akşamına hasta olan at ölür. Bunun haberini alan kadı, müslümanı bulup şöyle der:
Eğer makamıma geldiğinizde ben burada olsaydım, atı sahibine iade edip paranızı alırdım. Ancak zamanında daireme gelmediğim için olayların bu şekilde gelişmesine sebep oldum. O yüzden atın ölümünden doğan zararı ben karşılayacağım.
Bu yaşananlar papazları bir hayli şaşırtır. Gezmeye devam eden papazların ikinci durağı İznik’tir. Burada bir başka dava ile karşılaşırlar.
Burada bir müslüman, bir diğerinden tarla satın almıştır. Vakti geldiğinde tarlasını sürmeye başlayan tarlanın yeni sahibinin sabanına bir küp takılır. Çıkarıp baktığında ise içinin altın dolu olduğunu görür ve hemen kendisine tarlayı satan adamın yanına gider.
Tarlayı alan “Tarlada altın olduğunu bilseydin bu kadar ucuza bana satmazdın. Al, bu altından senin hakkın.” der. Tarlayı satan ise “Ben sana tarlanın taşını toprağını sattım, o altınlar senin hakkın.” şeklinde karşılık verir. Orta yolu bulamayıp kadının yanına giderler. Kadı ise bu iki kişinin kız ve erkek çocuklarını evlendirip altınıda çeyiz olarak vermeye hüküm verir.
Bu iki olaya tanık olduktan sonra papazlar hemen Fatih Sultan Mehmet’in yanında alırlar soluğu.
Bizler artık inandık ki bu kadar adalet ve birbirinin hakkına saygı ancak İslam dininde vardır. Bu dinin insanları başka dinden olanlara bile kötülük yapamazlar. Bu yüzden biz zindana dönme kararımızdan vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inandık.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 28 May 2016 23:07:38
Henüz 21 yaşındayken İstanbul’u fethetmeye karar veren Fatih Sultan Mehmet, ordusuna katılacak olan halkı denetlemek amacı ile kıyafet değiştirerek Edirne’deki pazarda dolaşmaya başlar. Derken çarşıdaki bir dükkana varır ve buradan biraz erzak alır. Daha sonra aldığı erzağın yetmeyeceğini düşünen II. Mehmet geri dönüp aynı dükkandan biraz daha erzak ister fakat dükkan sahibi “Ben sana satış yaparak siftahımı yapmış oldum. Erzak almak istiyorsan şuradaki dükkandan al. O henüz siftah yapmadı.” diyerek erzak vermek istemez.
Çarşıyı baştan sona dolaşan Fatih, aynı cevap ile bir çok kez geri gönderilir. Bu yaşanan o kadar hoşuna gider ki saraya vardığında hemen secdeye kapanarak dua eder:
Allah’ım sana şükürler olsun… Bana böylesine birbirini düşünen insanların olduğu bir millet ihsan ettin. Ben böyle bir millet ile sadece İstanbul’u değil, dünyayı bile fethederim.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 28 May 2016 23:09:08
Meşhur Fransız İmparatoru Napolyon Bonapart’a, St. Helen Adası’nda sürgünde olduğu senelerde “Fatih Sultan Mehmet mi büyük, yoksa siz mi daha büyüksünüz?” şeklinde bir soru yöneltilir. Ardından Fransız hükümdarı hiç düşünmeden cevaplar ve Sultan II. Mehmet’e olan hayranlığını anlatır.
Büyüklükte ben, Fatih Sultan Mehmet’in eline su bile dökemem. Nedenini merak ediyorsanız hemen söyleyeyim… Çünkü ben savaş ile fethettiğim toprakları henüz yaşıyorken kaybetmiş bir bedbahtım. Sultan Fatih ise kazandığı toprakları kendinden sonraki nesillere aktarmanın sırrına ermiş bir bahtiyardır.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.775
  • 227.213
  • 28.775
  • 227.213
# 31 May 2016 17:39:38
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı caki1910

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.869
  • 6.805
  • 1.869
  • 6.805
# 01 Haz 2016 00:43:17

Bir zamanlar bir adamın hanımı genç yaşta vefat etti. Adam çok sevdiği hayat arkadaşının yasını belli bir süre tuttu. Ama hem akrabalarının hem de arkadaşlarının ona söylediği şey aynıydı: Tek başına hayata devam edemezsin; hem bak, küçük bir çocuğun evde bekliyor, ona bakacak bir anneye ihtiyaç var. Böylece adam yeniden evlendi. Evlendiği kadın çok iyi niyetli, şefkatli bir insandı.

Ama kadın adamın ilk eşinden olan küçük oğluna kendisini bir türlü sevdiremiyordu. Annesinin hatıralarıyla dolu çocuk, üvey annenin bütün çabalarını boşa çıkarıyor, kalbini ona açmıyordu. Yeni anne ona türlü türlü hediyeler alıyor, ama çocuk hediyelerin hepsini ya parçalıyor ya da sokağa atıyordu. Kadın sevgi ve şefkat sözleriyle kendisine yaklaşmaya çalışıyor, gelgelelim çocuk ya oradan kaçıyor veya kadına bağırıyor, kötü sözler söyleyerek üvey annesinin kalbini kırıyordu.

Kadın çaresiz kalmıştı. Sonunda o civarda yaşayan ve hikmetiyle meşhur bir âlime gidip durumunu arzetti. ÂIim onun anlattıklarını dinledi ve:

"Senin müşkilini halledebiliriz" dedi. "Bunun için özel bir büyü yapmak gerekiyor. Bu büyü için de bana bizzat kendi ellerinle bir aslandan kopardığın üç tüy getirmen lâzım. O zaman büyüyü yapabiliriz, sen de istediğin şeye kavuşur, üvey çocuğunun seni sevmesini sağlayabilirsin."

Kadın zorlu bir görevle karşı karşıyaydı. Aslan gibi vahşi ve saldırgan bir hayvandan üç tüy koparmak! Bu zor işi nasıl gerçekleştirebileceğini düşündü kadın. Sonunda bir plan yaptı...

Kasaptan birkaç kilo et alıp ormana doğru yola koyuldu. Sonra ormanın derinliklerinde eti yere koyup biraz uzağında bekledi. Bir aslan geldi ve eti yemeye başladı. Kadın onu uzaktan seyretti, eti yemekle meşgul aslan kadının uzaktaki varlığıyla pek ilgilenmedi. Bu hal bir hafta devam etti. Kadın her gün ormana etle gidiyor, eti koyup uzaktan aslanı seyrediyordu. Aslan artık yediği etle uzaktan kendisini seyreden bu kadın arasındaki ilişkiyi kurmaya başlamıştı.

Bir sonraki hafta, kadın ormanın o kısmına gittiğinde her zamanki gibi aslan beliriverdi. Genç kadın bu defa eti aslana doğru attı, ama uzağa gitmedi. Aslan yine kadınla ilgilenmeden eti yemeye koyuluyordu. Her defasında kadının yolunu gözleyen aslan, onun eti kendisine doğru atmasını bekliyordu. Kadınla aslan arasındaki mesafe birkaç metreye inmişti. Bir hafta da böyle geçti.

Üçüncü hafta, kadın planının bir sonraki adımını uygulamaya başladı. Ormanın derinliklerine gitti, aslan ortaya çıktığında eti elinde tutup aslanın gelip eti almasını sağladı. Vahşi hayvan, yemeğini artık onun yanıbaşında yemeye başlamıştı. Her defasında kadın eti neredeyse kendi eliyle ona yediriyor, ne o hayvandan ürküyor, ne de hayvan kadına zarar vermeyi aklından geçiriyordu. Garip bir bağ oluşmuştu aralarında.

Haftanın sonlarına doğru, eti aslana ikram eden kadın, hayvan karnını doyurduktan sonra ona dokunmaya cesaret etti. İlginçtir, hayvan kadının kendisine dokunma girişimine hiçbir tepki göstermedi. Kadın onu okşadı. Ve yelesinden üç tüyü usulca kopardı. Aslan oralı bile olmadı. Karnını doyurmuş yerde uzanıyor ve büyük bir kedi gibi gurul gurul sesler çıkarıyordu.

Kadın kopardığı üç tüyle sevinçle âlimin yanına koştu.

"Getirdim efendim!" dedi, "istediğiniz üç aslan tüyünü getirdim. Şimdi o bahsettiğiniz büyüyü yapabilirsiniz artık!"

Âlim, kadına tebessümle baktı ve şöyle dedi:

"Kızım büyüye gerek kalmadı. Sen vahşi bir hayvana bile nasıl davranılacağını, onun en yakınına nasıl sokulabileceğini, hatta yelesinden üç tüyü bile nasıl koparacağını öğrendin. Bundan büyük büyü mü olur? Bundan sonra yapman gereken şey, bu öğrendiğin yöntemi evindeki o kalbi yaralı küçük aslan üzerinde de uygulaman."

Kadın hem hayret hem de hayranlıkla âlimi dinliyordu. Âlim devam etti:

"İnsanların çocuklarla ilgili en büyük hatalarından birisi aceleciliktir. Onlara sabırla, usul usul yaklaşmak yerine hemen sonuca ulaşmaya çalışırlar. Hikmet silsilelerini atladıkları için de maksatlarının tam tersiyle karşılaşırlar. Sen ise onlara nasıl yaklaşılabileceğini öğrendin, yolun açık olsun!"

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 01 Haz 2016 00:45:31
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), (ölen) çocuğu için ağlamakta olan bir kadına rastlamıştı:

“Allah’tan kork ve sabret!” buyurdu: Kadın (ızdırabından kendisine hitab edenin kim olduğuna bile bakmadan) “Benim başıma gelenden sana ne?” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) uzaklaşınca, kadına:

“Bu Resulullah idi!” dendi. Bunun üzerine, kadın çocuğun ölümü kadar da söylediği sözden dolayı (utanıp) üzüldü. (Özür dilemek için) doğru aleyhissalâtu vesselâmın kapısına koştu: Ama kapıda bekleyen kapıcılar görmedi, doğrudan huzuruna çıktı ve:

“Ey Allah’ın Resulü, (o yakışıksız sözü) sizi tanımadan sarfettim (bağışlayın!)” dedi. Aleyhissalâtu vesselam:

“Makbul sabır, musibetle karşılaştığın ilk andakidir” buyurdu.”

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 01 Haz 2016 00:48:31
Hz. Ömer ve Amr Bin As çok iyi arkadaştırlar. Henüz ikisi de Müslüman olmadan evvel birlikte ticaret için İran tarafına giderler.
Bindikleri atlarında orada satacakları ve ya mübadele yapacakları mallar yüklüdür. İran’ın o zamanki başşehrine varırlar. Henüz daha atlarından malları indirmeden üç kişilik bir grup gelir ve zorla atlarına ve eşyalarına el koyarak oradan uzaklaşırlar.
Hz. Ömer ve Amr Bin As ortada kala kalırlar. Ne yiyecek bir lokma ekmekleri, ne de ceplerinde alış veriş yapacakları beş kuruşları da yoktur. Akşama kadar ne yapacaklarını bilemeden bir yerde beklerler.
Yatacak bir yerler ararlarken bir han gözlerine ilişir ve hana girerler. Orada durumu hancıya anlatırlar. Hancı şaşırır ve;
“Nasıl olur, adaletli Nuş-i Revan’ın ülkesinde böyle bir yanlışlık mümkün değil arkadaşlar. Siz burada bu akşam ücretsiz yiyip, içip, yatabilirsiniz, ben de doğruca sizin durumunuzu kralımıza anlatmaya gidiyorum” der ve hemen kralın sarayına gider.
Kral’a durumu anlatır. Gerçekten de Nuş-i Revan adaletiyle ün salmış müthiş bir kraldır. Bu durumu öğrenir öğrenmez bir soruşturma başlatır ve at ve develeri gasp edenlerin kimliğini kısa sürede tespit ettirir. Henüz sabah bile olmadan onları yakalattırır.
Kıral, hancıya;
“O iki misafire eşyaları ve hayvanları hiç zarar görmeden teslim edilecektir, sabah buradan alsınlar, yalnız şehri de hemen terk etsinler ” der. O zamanın şehirleri surlarla çevrilidir ve belli yerlerde çıkış kapıları bulunmaktadır.
Kral ayrıca;
“misafirin biri surun güney kapısından, diğeri de güneydoğu kapısından çıksın” diyerek hancıyı gönderir.
Hancı hana gelip Ömer ve Amr Bin As’a bu müjdeyi verir. Onlar da bu duruma pek inanamasalar da, peki derler ve sabah yola çıkarlar.
Kral’ın yanına vardıklarında şaşkına dönerler. Tam kendilerine anlatıldığı gibi atları, develeri ve eşyaları hiç eksiksiz kendilerine teslim edilir. Onları geride bekleyen esas sürprizden haberleri yoktur.
Hayvanlarını ve eşyalarını teslim aldıktan sonra Ömer surun güney kapısından, Amr da güneydoğu kapısından çıkarlar.
Ömer’in çıkacağı güney kapısının üzerinde biri idam edilmiş ve üzerinde “şehrimize ticaret için gelen misafirlerin at, deve ve eşyalarını zorbalıkla ellerinden alan çetenin başı, aynı zamanda kral Nuş-i Revan’ın oğlu” yazmaktadır.
Diğer iki kişinin cesetleri de Amr Bin As’ın çıkacağı kapıda asılıdır. Bunları gören Ömer ve Amr hayret ve şaşkınlıklarını içlerine gömerler. Onlar bir ömürlük ders olur bu hadise.
Aradan yıllaaar geçer, önce Ömer Müslüman olur. Daha sonra da Amr. Kaderin cilvesine bakınız ki, Hz. Ömer halifeliği sırasında Amr Bin As’ı Mısıra vali olarak tayin eder. Amr Mısırda bir mescit yapmak üzere arsa istimlâki yapmaya başlar.
Müslümanlar arsalarını severek (bazıları bağışlar, bazıları da para karşılığı) verirler.
Mescidin yapılacağı mahalde bir yahudinin de arsası varmış, Amr ona çok ciddi paralar teklif ettiği halde;
“Hayır ben razı değilim, arsamı vermiyorum” cevabını almış. Amr bu cevap karşısında şaşırıyor ve;
“koca vali karşısında sen kim oluyorsun ki, bak bakalım senin arsanı nasıl istimlâk ederim” demiş.
Yahudi; “Adaletinden bahsettikleri bir halifeleri varmış, bakalım bu durum karşısında ne diyecek” der ve yemeyip, içmeyip taa Mısırdan kalkar Medine’ye Halife Hz. Ömer’e gelerek durumu anlatır.
Hz. Ömer (ra) meseleyi öğrenince yüzü kıpkırmızı kesilir, hiddetinden boyun damarları şişer. Tabii o zaman kağıt bulunmadığı için, yerden bulduğu bir kemik parçasının üzerine bir cümle yazar ve Yahudiye uzatır.
Yahudiye; “ Götür bunu Amr Bin As’a ver, o anlar” der.
Yahudi kendi kendine;” ben bu kadarcık basit yazı için mi geldim” diye söylenerek oradan uzaklaşır. O ufacık yazının Amr Bin As’ın kafasında ne fırtınalar estireceğini nereden bilsin.
Yahudi, Mısıra varınca çok merak ettiği sonucu görmek için beklemeden Amr’ın yanına koşar. Ve getirdiği yazıyı Amr’a uzatır..
Amr Bin As yazıyı eline alır ve okur. Yazı aynen şöyledir;
“Ömer, Nuş-i Revan’dan daha adaletlidir.”
Amr’ın beti benzi bembeyaz kesilir, bir anda eli ayağı titremeye başlar ve Yahudiye dönerek;
“Arsan senin olsun, özür diliyorum, benden ne istersen vermeye hazırım, senin hakkını ödemem mümkün değil , seni ta Medine’ye kadar yordum” der.
Önce bu kemik parçası üzerindeki bu cümleye hiçbir anlam veremeyen Yahudi, işin aslını Amr Bin As’ sorar ve meseleyi öğrenince, adalet timsali İslâm dinine girer..

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 02 Haz 2016 22:05:52
Adamın biri camiye gitmek üzere evinden çıkar, fakat karanlıktır ve giderken yolda ayağı takılır düşer, kalkıp üstünü silkeleyip evine geri
döner, elbisesini değiştirip temiz kıyafetlerle tekrar yola çıkar, fakat yine düşer. Yeniden eve gidip üstünü değiştirir ve yola çıkar. Yolda elinde lamba ile birini görür. Yolunu aydınlatan bu adamla beraber mescide doğru ilerlerler. Adam lambayı tutan kişiden namazı kendisinin
kıldırmasını ister lambayı tutan adam ise kabul etmez. Düşen adam ısrarla teklif eder tekrar red cevabını alınca merak edip sorar neden kıldırmıyorsun? Lamba tutan adam kendisinin şeytan olduğunu söyler.. Adam şok olur ve neden kendine ışık tutup yolunu aydınlattığını sorar;
Şeytan der ki:
Seni düşüren bendim mescide gitmemen için ve sen ilk düştüğünde eve gidip elbiseni değisip tekrar mescide doğru çıkınca Allah senin tüm
günahlarını affetti. Ben seni ikinci defa düşürdüm sen tekrar üşenmedin eve gidip elbiseni değiştin tekrar yola çıktın, bu defa Allah
senin ehli beytinin günahlarını bağışladı. Ben korktum ki üçüncü düşmende Allah bu kez tüm ülkenin günahlarını bağışlayacak ve benim
onca uğraşım boşa gidecek. O sebeple senin güvenli bir şekilde mescide ulaşman için lambayla senin yolunu aydınlattım.
Senin takvan aileni ve milletini felaketlerden korunmasına vesile olur.
Bütün hamd ve övgüler ancak Allah'adır..
Kuran-ı taşıdığında şeytanda baş ağrısı olur
onu açtığında şeytan yıkılır
onu okuduğunda şeytan solar ve bayılır
onunla amel ettiğinde şeytan yanından kaçar

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 02 Haz 2016 22:38:07
       karıkoca tatile çıkarlar, kamp kurarlar...
       tatillerinin ikinci gününün akşamı, yemeklerini yedikten sonra uykuya dalarlar...birkaç saat sonra kadın uyanır ve kocasını da uyandırır... adam uyku sersemidir, biraz da kızgın:
       - ne oldu? ne var? diye sorar...
       - yukarıya bak ve bana ne gördüğünü söyle, der kadın..
       adam gökyüzüne bakar ve yanıtlar:
      - bunun için mi uyandırdın beni? bir sürü yıldız görüyorum ışıl ışıl parlayan, milyonlarca yıldız...teolojik olarak allah'ın kudretini ve kendi acizliğimi görüyorum...felsefi olarak, evrenin sonsuzluğunu ve onun karşısındaki önemsizliğimizi... astronomik olarak galaksilerin , yıldızların , gezegenlerin varlığını görüyorum...yıldızların komuna bakarak da, saatin 3 olduğunu söyleyebilirim.. meteorolojik olarak da bugün hava çok güzel olacak.. niye sordun bunu bana? sen ne görüyorsun?
       kadın yanıtlar:
       - çadırımızı çalmışlar!

::) ::)

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.775
  • 227.213
  • 28.775
  • 227.213
# 04 Haz 2016 19:12:00
Mutluluk Akarsuyu

mutlulukakarsuyuNe güzel şeydir mutluluk. Mutluluğu hissetmek bu duyguyu yaşıyor olmak ne güzeldir kim bilir.? Elbette mutlu olanlar bilir bunu.  Gerçekten mutlu olmak ama.

Gülmek, içinden gelerek gülebilmek. Çok değerli bir nimettir.  Şahsen ben, dünyanın tüm mücevherlerine değişmem gülmeyi ve mutlu olmayı. Tabii sizleri bilemem.

Yaşamım süresince çok acılar çektim. burada bunları sizlere bir bir anlatacak değilim ancak nasıl mutlu olunur bilemedim, çünkü bu duyguyu gerçekten hiç yaşayamadım. Hep yalnızdım. Ben ve benim gibiler. Biz hep beraber, birlikte yalnızlığı yaşadık, buradaki birlikte büyüdüğümüz, hayatı paylaştığımız kardeşlerimle. Kimimiz ailesi olduğu halde buraya bırakılmış, benim gibi.  Kimimizin ailesi yaşamını yitirmiş, kimsesiz kalmışlar. Kimsesizlikten gelmişler, buraya, Kimsesizler yurduna.  Onların aileleri yaşıyor olsaydı, severlerdi kardeşlerimi, atmazlardı buraya. Ancak en kötüsü de ailesi varken yalnız kalması, istememesi evladını ve onu sokağa atması.  Sevmediler bizi. Benim ailem de sevmedi beni, erkek olmadığım için vermiş babam.  Tabii daha zor durumda olan kardeşlerimiz de vardı. Onlar ailesini hiç bilmeyenler. Yaşadıklarından bile haberi olmayan, anne babalarının kim olduğunu bilmeyen kardeşlerimiz. Ne acı değil mi?

Çok yalnız ve mutsuz bırakıldık ama şundan emin olabilir siniz, biz sizlerden, hepinizden çok daha güçlüyüz. Hayata karşı kendi başımıza mücadele ediyoruz. Biz birlikte çok güçlüyüz işte. Sevgimiz çok büyük, biz küçük kardeşlerimizin elinden tutarız hep, onlar bizim çektiğimiz acıları çekmesinler diye. Onlara ablalık, abilik yaparız. Biz burada büyük ve güçlü bir aileyiz.

Bizim tek dileğimiz mutlu olmak, bir gün öğretmenlerimizden başka, bizi de sevenlerin olabileceğini hayal etmekten kurtulmak. Bizler acılarımızı içimizde yaşarız. Ancak bir gün buradan ayrılacağız. İşte bu korkutuyor.  Lütfen sevin bizi. Acır gözlerle bakmayın, korkmayın bizden, çocuklarınızın bizlerle arkadaşlık kurmasını engellemeyin, bizleri de kucaklayın, biz kötü değiliz. Sadece sevgi ve mutluluk özlemi içindeyiz. Ancak böyle davranırsanız, içimizdeki bu eziklik duygusunu unutabiliriz belki.

Bir gün buradan ayrılırsak, nasıl yaşam kuracağımızı bilemiyoruz. Korkuyoruz, ancak dedim ya çok güçlüyüz diye. Dayanırız. Biz ne acılar çektik, Bundan sonrakilerde vız gelir.

Çok fazla sıktım canınızı. Bir şey duyduk çok heyecanlandık. Acaba gerçek midir dedi bazı arkadaşlarımız. Ben hiç bunu düşünmedim. İnandım. Gerçek olduğuna inandım. İnanmak istedim çünkü.

Geçen gün ablalarımızdan  biri okul gezisine katılmıştı. Orada anlatmışlar. O da bize anlattı. Dediğine göre gerçekmiş. Bir yer varmış. Bir akarsu, hem de Türkiye de. O akarsuya girmek için bazı kurallar varmış, uymak gerekiyormuş. Hepimiz bunu duyunca çok heyecanlandık ve çok etkilendik. Neyse o akarsuyun dizlere kadar olan kısmına giriyormuşuz. Derin olan yada dizlerden aşağı olan yere değil sadece dizlere kadar olan kısmına. Ayakta kalmayın oralarda kayalar var onlara oturun ve gözlerinizi kapatın demişler. Uyanıkken rüya görüyormuş sunuz, gözünüzü açtığınızda her şey bitiyor, kapattığınız da kaldığınız yerden devam ediyorsunuz. Ancak on beş dakikadan fazla kalmayın. Sonra uyuyup sulara kapılıp gidiyormuşsunuz yada rüyanın etkisiyle ayağa kalkıp derinlere yürüyormuş sunuz.

İşte en önemlisi bu rüyalarda insan, çok mutlu oluyormuş. Yaşamı süresince olmadığı kadar mutlu oluyor, mutluluğu hissediyormuş.  Bu bizi çok heyecanlandırdı. Biz karar verdik bu yere gideceğiz, Oralarda oturanlar mutluluk akarsuyu derlermiş. Çok mutlu olabilmek en azından mutluluğun sıcaklığını hissedebilmek için GİDECEĞİZ.

Biz buna çok inandık. Hepimizde inandık. Acaba siz ne dersiniz? Gerçek midir. Sizce var mıdır böyle bir yer? Vardır değil mi? Vardır vardır.

Ne güzel şeydir mutluluk.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 04 Haz 2016 23:01:10
KAVUŞMA GÜNÜ

22 yaşında İslam'ı seçen Muhammed Ali’nin hidayetine Malcolm X vesile olmuştu. Nation of Islam lideri Elijah Muhammed’in sapkınlıkları karşısında, Malcolm X kendi yolunu çizmek durumunda kalınca, Muhammed Ali eski dostuyla birlikte hareket etmedi. Malcolm, 21 Şubat 1965’te Nation of Islam militanları tarafından New York’ta öldürülene kadar da yolları bir daha kesişmedi.

Elijah Muhammed’in oğullarından Vârisuddîn Wallace Muhammed, babasının kurduğu teşkilâtı baştan aşağı yenileyip Sünni İslam’a göre yeniden tanzim edince, Muhammed Ali de itikadi anlamda müstakim bir çizgiye yöneldi. Malcolm kardeşiyle hayattayken birlikte yürümediği yolu, ondan sonra yürüdü. 

32 yıl boyunca Parkinson hastalığıyla mücadele ettikten sonra, dün akşam 74 yaşında fani hayata veda eden Muhammed Ali, ömrünün sonuna kadar itikadında ve imanında sabit durdu. Yakından tanıyanlar, beş vakit namazını hiç bırakmadığını anlatıyor.

Allah onu, Malcolm X’i ve bizleri cennetinde bir araya getirsin.

Âmin.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 05 Haz 2016 01:55:10
Yusuf ailesinin tek çocuğuydu... Annesi babası Onu en iyi şekilde yetiştirmeye gayret ediyorlardı... İmam-Hatip öğrencisiydi Yusuf...

Yusuf'un uzaktan uzağa sevdiği bir kız vardı... Sevgi... Sevgi sınıfın en ağırbaşlı kızıydı.. Başı hep önündeydi... Teneffüs aralarında evden getirdiği kitaplarını okurdu hep... Yusuf derste gizli gizli bakardı Ona... O ise Yusuf'a hiç karşılık vermezdi.. Görmezdi bile Yusuf'un Ona ilgisini... Oysa ki sınıfın değil okulun en yakışıklı çocuğuydu Yusuf... Kızlar onunla arkadaş olmak için can atardı.. Ama O dinine düşkün biri olduğundan zinaya düşme korkusundan uzak dururdu onlardan... Ama ne yaptı ise Sevgi'den uzak duramıyordu... Evet göz zinasıydı bu yaptığı.. Ama elinde değildi, nefsine yenik düşüyordu...

Birgün cesaretini toplayıp kıza açılmayı düşündü..

Arapça dersindelerdi.. Ders bitiminde Sevgi'ye duygularını açıklayacaktı Yusuf... Bir ara kitabının arasındaki bir kağıt gözüne ilişti... Bir hadis yazılıydı:

"Aşkını gizleyip iffetini muhafaza ederek sabredenin günahlarını ALLAH affedip cennetine koyar.." [İbn Asakir]

Nerden gelmişti ki bu kağıt.. Sanki biri Yusuf'un içini okumuştu.. Kafası karıştı... Hem arapça hem türkçe yazıyordu hadis.. Derinlere dalmıştı hadisi okuyunca.. Vazgeçti Sevgi'yle konuşmaktan...

Ertesi gün.. Yine arapça dersinde Yusuf nefsiyle mücadele halinde.. Söylemeli içindekileri.. Yine bir kağıt ilişti gözüne.. Yine bir hadis:

"Ümmetimin üstün olanları aşk belasına düşünce iffetini koruyanlardır.." [ Deylemi ]

Artık anlamıştı.. Birisi yazıp koyuyordu.. Ama kim..? O sırada öğretmenle gözgöze geldi.. Öğretmen gülümsedi... Yusuf başını önüne eğdi.. Öğretmen koymuş olmalıydı.. Defalarca Yusuf'un Sevgi'ye baktığına şahit olmuştu çünkü.. Hem yazı da öğretmenin yazısıydı.. Utandı Yusuf ve vazgeçti Sevgi'ye açılmaktan...

Bir hafta sonra...

Sınıf bir dedikodu ile çalkalanıyor.. "Sevgi'nin birlikte okula geldiği çocuğu gördünüz mü? Ne yere bakan yürek yakanmış.. Sevgilisi varmış".. Yusuf beyninden vurulmuşa dönmüştü... Anladı ki Sevgi'den Ona yar olmayacaktı.. Hayalleri suya düşmüştü.. Sevgi'den vazgeçmeliydi...

Ertesi gün kitabının arasındaki yine bir not buldu Yusuf.. Bu defa ayet yazılıydı...

"Onu işittiğiniz zaman, erkek ve kadın mü'minlerin, kendi vicdanlarında iyi zanda bulunup da "Bu apaçık iftiradır" demeleri gerekmez miydi..?" [ Nur, 12 ]

Yusuf'un beyninde şimşekler çakmıştı.. Ne demekti bu.. Sevgi geldi hemen aklına.. Ve dün konuşulanlar..!

Okul çıkışı yine aynı erkek Sevgi'yi kapıda bekliyordu... Yusuf ise onları seyrediyordu.. Sevgi tam gence doğru ilerlerken,

"Abi biraz bekler misin, kitabımı unuttum sınıfta.."

Abi mi..? Demek ki sevgilisi zannettikleri çocuk Sevgi'nin abisiydi... Ayet yankılandı Yusuf'un kulaklarında... Suizan yapıp da işlediği günaha tövbe etti içinden...

Sonraki günlerde Yusuf arasıra kitabının arasında hadis ve ayetler bulmuştu.. Öğretmenine minnettardı... Yanlışa düşmesini engelliyordu her defasında...

Bir ay sonra...

Sınıfta bir hüzün vardı, Babası Yusuf'u şehir dışında bir medreseye
yazdırmış, okuldan almıştı..Yusuf'un okulda geçirdiği son gündü.. Okuldan ayrıldığına değil Sevgi'yi bir daha göremeyecek olmasına üzülüyordu...
Henüz ilim öğrenmenin aşk'tan üstün olduğunu kavrayamamıştı.. Çünkü aşk iliklerine kadar işlemişti... Hatta babasına içten içe kızıyordu... Medreseye gitmek de istemiyordu... Herkesle vedalaşmış, Ayrılık zamanı gelmişti.. Kitaplarını çantasına koyarken yine bir not bulmuştu.. Ve bir ayetti bu:

"Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır.. ALLAH bilir siz bilemezsiniz.." [ Bakara / 216 ]

Bu ayet kendine getirmişti Yusuf'u... Evet bunda da bir hayır vardı... Başını eğdi ve kimseye göstermediği gözyaşları içinde çıktı sınıftan...

Şehirdışındaki yatılı medrese hayatı başlamıştı Yusuf'un... Hocaları ona ilk günden edebinden ve saygısından dolayı hayran kalmıştı..

Herkes Ona geleceğin büyük bir hocası gözüyle bakıyordu... Yusuf'un içi buruktu.. Sevgi'den ayrılmak zor geliyordu Ona... Ama dayanmalıydı.. RABB'inin bir bildiği vardı elbet...

5 yıl sonra...

Hocası Yusuf'u yanına çağırmıştı..

-Yusuf! Sen şimdiye kadar gördüğüm en iyi talebemsin... Birkaç aya kadar aramızdan ayrılıp ilim hayatına atılacaksın.. Evlilik çağın geldi de geçiyor.. Bir abimizin kızı var.. Kur'an kursu hocalığı yapıyor.. Onu sana uygun gördük, ne dersin..?

Yusuf Sevgi'den başka kimseyi düşünmemişti evlilik için.. Ama o çoktan evlenmişti belki de.. Hem hocalarına karşı boynu kıldan inceydi:

-Siz nasıl uygun görürseniz efendim.. Anneme babama söyleyelim..

Anne babanın da rızası alınarak gidildi kız istemeye... Yusuf'un içi kan ağlıyordu.. Evleneceği kişiyi sevemezse Onun hakkına gireceğini düşünüyor ve kahroluyordu... Konuşma ve tanışma faslının ardından sıra kahve ikramına gelmişti... Odaya doğru güzeller güzeli bir kız geldi... Yusuf Sevgi'yi öylesine hayal etmişti ki, gelen kızı Sevgi gibi görüyordu...

Hayır, hayır..! Hayal değildi bu.. Sevgi'ydi...

-Bu nasıl bir tevafuk ALLAH'ım! dedi..

Demek Sevgi okulu bitirmiş, hoca olmuştu... Yerinde duramaz oldu Yusuf... Kendisine uzatılan kahveyi alırken elleri tir tir titriyordu.. Fincan tabağını kaldırınca küçük bir kağıt gördü altında.. Sevgi'nin gözüne baktı.. Sevgi ise hiç bakmadan "Al" dercesine başını salladı...
Kağıdı elinde sımsıkı tutuyordu.. Kahvesini bitirince lavaboya gitmek için izin istedi... Odadan çıkar çıkmaz.. Kağıdı açtı.. Okulda kitabının arasına koyulan yazının aynısı ile yazılmış bir hadis vardı:

"Birbirini sevenler için nikah kadar güzel şey görülmemiştir.." [ İbn Mace ]

Yusuf şaşkınlık üstüne şaşkınlık yaşıyordu... Meğer o notları yazan Sevgi'ydi.. Yusuf fark etmesin diye hep arapça dersinde ve öğretmenin yazısını taklid ederek yazıyordu... Yusuf hadis'i tekrar okudu "birbirini sevenler" diyordu.. Demek ki Sevgi de Onu seviyordu... Ve yıllar sonra kavuşma zamanları gelmişti...

Söz ve nişan'ın ardından düğün günü gelip çatmıştı.. Çok sade bir düğün programı hazırlamışlardı.. Yusuf heyecanından yerinde duramıyor, oradan oraya volta atıyordu..
Bir ara elini cebine attı Yusuf.. Ve yine bir hadis buldu:

"Evleniniz, çoğalınız.." [ Beyhaki ]

Sevgi'nin bu sürprizleri Yusuf'u Ona daha çok bağlıyordu.. Ve tekrar tekrar aşık oluyordu Yusuf...

Artık evlenmişlerdi..

Yusuf evin içinde kendisi için hazırlanmış ayet ve hadisleri bulmaya devam ediyordu.. Evlilikle, kadının kocası-erkeğin karısı üzerinde hakları ile, anne baba hakları ile ilgili ayet hadis yazıp bırakıyordu kenara köşeye..
Ve hep içinde bulundukları durum ile alakalı oluyordu bunlar...

3 ay sonra..

Yusuf talebelerinin yanından gelmişti... Ceketini çıkardı, askıya asacakken bir hadis ilişti yine gözüne:

"Evlat kokusu, cennet kokusudur.." [ Taberani ]

Bu demek oluyordu ki baba olacaktı.. ALLAAAAH diye bağırdı birden...
Sevgi başkaları gibi "Ben hamileyim" demektense, her zaman ki gibi hadisle bildirmişti bunu eşine... Hemen Sevgi'nin yanına koştu ve alnından öptü... Artık çocuğunun annesi olacaktı sevdiği kadın...

1 ay sonra...

Yusuf uyandığında başucunda bir not buldu yine... Bir hadis vardı:

"Lezzetleri yok eden, ağız tadını bozan, ümitleri kıran ölümü çok anın.." [ İbni Hibban ]

Neden yazmıştı ki bunu Sevgi..?

Yusuf'un dünya zevkine daldığını mı düşünüyordu acaba.. Mutfakta kahvaltı hazırlayan eşinin yanına gitti...
Nedenini sordu..

Başını eğdi Sevgi, üzgündü:

-Bu gece rüyamda senin öldüğünü gördüm, ben de bu hadisi yazmak istedim..

-Merak etme, seni geç buldum hemen öyle bırakıp gitmem, dedi Yusuf..

Eşini teselli için kurmuştu o cümleyi.. İçi ürpermişti aslında.. Şaka yapıp ortamı yumuşatmak istedi...

Bir hafta sonra...

Sevgi kurstaydı.. Yusuf ise kitap okuyordu evde... Birden kalbine bir sancı girdi... Nefesi daraldı... Kalp krizi geçiriyordu Yusuf...
Okuduğu kitabın arasındaki kağıdı eline almaya çalıştı.. Ve birkaç saniye içinde canını teslim etmişti meleğe...

Sevgi eve geldiğinde Yusuf'un cansız bedenini görünce düşüp bayıldı..
Kendine geldiğinde yaşlı gözlerle yanına gitti... Dokunamıyordu hayat arkadaşına.. Öldüğüne inanmak istemiyordu... O sırada elindeki kağıdı gördü Yusuf'un..
Bir hadis vardı ve altında da bir not:

"Çocuğa güzel bir ad koymak, evladın baba üzerindeki hakkıdır.." [ Beyhaki ]

Oğlum olursa Yusuf, kızım olursa Fatıma...

Anlaşılan o ki, Yusuf ölümle ilgili hadis'i okuduktan sonra ölümün kendisine yakın olduğunu düşünerek bu hadis'i yazmış, kitabının arasına hazır etmişti...

Artık Yusuf yoktu..

Sevgi anne babasının tüm ısrarlarına rağmen kayınvalidesi ve kayınbabasının yanında ayrılmadı.. Yusuf onların tek çocuğuydu...
Kendisi de onları terketse kimsesiz kalacaklar, acıları daha da artacaktı.. Hem onların torunlarını taşıyordu karnında...

6 ay sonra...

Yusuf'un oğlu dünyaya geldi... Tıpkı Yusuf gibi pek güzeldi... Dedesi onu kucağına aldı...
Ezanını okudu kulağına...

Yaşlı gözlerle ve titrek bir sesle fısıldadı kulağına :
Hoşgeldin oğlum...
Hoşgeldin torunum...
Hoşgeldin ikinci YUSUF'UM...
YUSUF'UM..

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK