İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 16 Haz 2016 15:52:23
 :)

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.206
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.206
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 16 Haz 2016 18:57:48
Bir Teslimìyet Hikayesi
Birkaç yıl önce, bir vilayetimizde, bir bakanlığın il müdürüydüm. Bağlı bulunduğumuz genel müdürlük, başka üç ilin de il müdürüyle birlikte beni, diğer bir ilimizde personel almak üzere görevlendirdi.
Biz dört arkadaş birleşerek sözünü ettiğim ile gittik. Önceden bizim için ayrılan misafirhaneye yerleştik, şehre gelişimizi kimsenin duymasını istemiyorduk. Zaten ben ve arkadaşlarım bu ile ilk defa geliyorduk. Ne kimseyi tanıyorduk, ne de kimse bizi tanıyordu.
Arkadaşlar olarak hepimizin kanaati aynıydı, siyasi ve diğer baskılardan hiçbirine boyun eğmeden hak edeni kazandırmak. Biliyorduk ki, katılım yoğun olacak ve herkes, maalesef bir referansla, bizi rahatsız edecekti. Bunun için çok dikkatli olmalıydık.
Söz konusu İle ikindi vakti vardık. Kimseye görünmeden şehrin biraz dışındaki kenar bir mahallede, tarihi bir camiye gittik. İkindi namazı kılınmıştı ve caminin avlusu boştu. Osmanlı'dan kalma, mimarisi insanda manevi duygular uyandıran şirin bir caminin avlusundayız. Dört arkadaş şadırvana oturarak abdest almaya başladık. Mayıs ayının serin, sıcak havası da ayrı bir güzellik katıyor çevreye. Ayakkabılarımı çıkarıp çoraplarımı da sıyırmaya başlamıştım ki ayaklarımın önüne bir çift takunya kondu. Takunyaların geldiği tarafa doğru şaşkınlıkla başımı çevirdim. Yüzüme tebessümle bakan, orta boylu, esmerimsi ve yakışıklı diyebileceğimiz, yirmi beş yaşlarında bir gençle göz göze geldim. Utangaçlığın vermiş olduğu çekingenlikle:
"Ben buraları bilirim, siz yabancıya benziyorsunuz, namaz kılana hizmet etmek, Rabbimin hoşuna gider, O'nun rızasını kazandırır; Allah kabul etsin!" dedi.
Gencin tebessümü, davranışı, kibarlığı, her şeyden önce içten davranışı hepimizi çok etkiledi. Sordum:
"Sen kimsin?, Adın nedir?"
"Adım Bilal, bu mahallede oturuyorum."
Bir an abdest almayı bırakarak gençle ilgilenmeye başladım.
"Ne iş yapıyorsun Bilal?"
Biraz durakladı; ama yüzündeki gülümsemeyi hiç eksik etmeden sorumu cevaplandırdı:
"Şimdi işim yok; ama inşallah yakında işe gireceğim"
O kadar inanarak söylüyordu ki bunu,
"Nasıl olacak o, Bilal?" dedim.
Müthiş mütevekkil ve huzurlu bir yüzle:
"Üç gün sonra" dedi, "… Müdürlüğü sınavla personel alacak. Rabbim, oraya girmeyi nasip edecek inşallah!" demez mi?..
Ben bir an neye uğradığımı şaşırmıştım. İşe alacak olan bizdik. Arkadaşlarım da artık, Bilal ile aramızda geçen konuşmalara dikkat kesilmişlerdi.
"Peki, Bilal" dedim, "Bu zamanda işe girmek zor, hem de çok zor! Senin torpilin var mı? Referansın kim? İşe nasıl gireceksin?"
Bilal o mütevekkil ve mütebessim halini kuşanarak (ki bu halini hiç unutamıyorum.), hepimizin üzerinde bomba tesiri bırakacak sözü söyleyiverdi:
"Bir yetimin referansı kim olur? Benim referansım Allah Celle Celaluhu'dur. Ne güzel vekildir O. Dün gece teheccüd namazımdan sonra dilekçemi O'na sundum. Hiç yetimin duasını geri çevirir mi O?"
Ya Rabbi! Ne işe tutulmuştuk? Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum! Gözlerimin buğulandığını ona göstermemeliydim. Musluktan avucuma su alıp yüzüme serptim.
"Bilal, baban yok mu?"
"Yok, ben üç yaşındayken ölmüş. Anneciğim büyüttü beni".
Temiz bir saflık üzerindeydi. Bütün söylediklerini gönülden söylüyordu. Bu o kadar meydanda idi ki, kalbi adeta yüzüne vurmuştu.
"Askerliğini yaptın mı Bilal?"
"Yaptım ya, hem de çavuş olarak".
Artık Bilal'ı daha yakından tanımalıydım; çünkü o tanınmayı çoktan hak etmişti.
"Evli misin Bilal?"
Bir anda gözleri yere düştü. Yine o mütevekkil hali üzerindeydi. Utanarak sözünü sürdürdü; "He ya, evli değil de sözlüyüm. İnşallah, işe girer girmez düğünümü yapacağım".
Yine o kadar kesin konuşuyordu ki!
"Ama Bilal, üç gün sonraki sınav için o kadar kesin konuşuyorsun ki, sanki sınavı kazanmış gibisin!"
Sustu. Başını kaldırdı ve gözlerini ufka dikti; hemen cevap vermedi, daldı. Yüzünün rengi bir beyazlaşıyor, bir sararıyordu. Biraz sonra gözleri ufka dikili olarak ve sesine bir gizemlilik katarak şunları söyledi:
"Ben Rabbimi çok seviyorum, inanıyorum ki o da beni seviyor. Seven seveni korumaz, ona yardım etmez mi? Seven seveni hiç yüz üstü bıraktığı görülmüş müdür?"
Ona söyleyecek laf bulamıyordum. Bilal öylesine bir kalp taşıyordu ki, Allah bizi, kocaman kocaman müdürleri, Bilal kuluna hizmet ettirmek için ayağına göndermişti.
Kim müdürdü, kim işçi olacaktı? Bilal dilekçesini en büyük makama sununca, melekler harekete geçtiler; daireler, müdürler harekete geçtiler ve hep birlikte Bilal kulun ayağına koşmaya başladılar. Çünkü emir büyük makamdandı. Allah'a malik olan insanın mahrumiyeti söz konusu olabilir miydi? Sormaya devam ettim, içim titreyerek:
"Bilal, sözlünü nasıl buldun? Bu zamanda hem yetim, hem işsize kim kız verir ki?"
Başını salladı ve "doğru" diyerek ekledi;
"Zor nişanlandım ya, Allah razı olsun, kayınpederim olacak olan insan, ‘sözde Müslüman' değil, hakiki mümin. ‘Bu zamanda namazında niyazında damat nerde bulunur, hem rızkı veren Allah'tır' dedi ve kızını bana verdi. Rabbim rızkımızı verir inşallah."
"Bilal, senin bu tarz yetişmene neden olan, seni bu mütevekkil hale getiren bir sır olsa gerek."
" Eğer ona sır denilirse, var. Sevgili anneciğim bana hiç haram lokma yedirmediğini söyler."
Bilal lise mezunuydu, üç yüz kişinin katıldığı yazılı sınavı başarıyla geçerek ilk yetmiş kişinin arasına girdi.
Şimdi mülakata girecekti.
Ve bizler, önümüze sunulan, Bakanlık dâhil, bütün referansları bir kenara koyarak Bilal'ın referansını en öne aldık!
Mülakat gününe kadar bizi göremedi, kim olduğumuzu da zaten bilmiyordu. Mülakat günü geldi çattı. Tüm arkadaşlar merak ediyorduk, bizi karşısında görünce acaba nasıl tepki verecekti?
Adı okundu, içeri girdi. Heyecandan olacak, bizi birden fark edemedi, zaten kıyafetlerimiz de değişmişti. Biz susmuştuk, o da başını yavaş yavaş kaldırarak bize baktı.
Birden şaşırır gibi oldu, yüzü kızardı ve gözleri yere düştü, sessizliği bozdum;
"Bilal, bizi tanımadın mı?"
"Evet".
"Peki, ne diyeceksin şimdi?"
Ağlamaya başladı, çocuk gibi hıçkırıyordu. Artık biz de dayanamamıştık, ona uyduk. Sabah makamında hıçkırıklar boğazımıza düğümlenmişti. Salon öylesine bir havaya bürünmüştü ki bazı manevi şeylere elle dokunmak mümkündü, adeta. Bilal ellerini Rabbine kaldırdı ve:
"Ey Rabbim! Ben halimi sana sunmuştum, içimi sana açmıştım, şimdi burada müdürlerime karşı mahcubum. Ey Allah'ım, ben Sen'den, başkasından istememeyi istedim!
Beni yalnız Sana muhtaç eyle Allah'ım" dedi.
Bir an bir sessizlik oldu. Arkasından hüzün dolu bir sesle;"Ne olur, izin verin çıkayım" dedi."Peki, Bilal" dedik, "Güle güle git. Allah işini, aşını, eşini mübarek kılsın!"
Allah'tan isteyenler muratlarına erdiler de, O'ndan başkasından dilenenler helak oldular. Allah dilerse bütün dünyayı Bilal'lere hizmetçi yapar (Bizi yapmadı mı?). Fakat Bilal yüreğine ve saflığına ulaşmak gerek.
Allah her şeye kadirdir...
Selam ve Dua ile...

Çevrimdışı kurthan

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 10.695
  • 73.113
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 10.695
  • 73.113
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 16 Haz 2016 21:48:08
Bir zamanlar, yaşlı ve bilge bir öğretmenin kendisine söylediği şeyleri, verdiği öğütleri hiç te beğenmeyen bir öğrencisi varmış. Bir gün, yaşlı öğretmenin sözleri ve söyledikleri öğrencisini çok kızdırmış. Çünkü bütün söylediklerinde haklıymış ve öğrencisinin kabul etmekte zorlandığı, görmek istemediği tüm zayıf yönlerini göstermiş ona. Öğretmenin amacı, diğer tüm öğrencilerine olduğu gibi ona da doğru bilgileri aktarabilmek, yanlışlara sapmasını biraz da olsa engelleyebilmek ve tecrübeleriyle ona yardımcı olmakmış. Ama öğretmenin sözleri, öğrencisine çok ağır gelmiş. Tüm söyledikleri onu o kadar kızdırmış ki,bu gerçekleri bir türlü hazmedememiş ve öğretmeninden intikam almaya yemin etmiş.
İlk olarak, onun hiçbir şey bilmediğini, onun yaşlı ve bunak olduğunu, onun yüzüne bakarak söylemiş.Daha sonra onun hakkında atıp tutmaya başlamış. Gittiği her yerde öğretmeni hakkında yalanlar söylüyor, çirkin hikayeler uyduruyormuş. Kötü konuşmalarıyla ve dedikodularıyla insanların öğretmene sırt çevirmesine neden olmuş ve insanların ona saygısını kaybettirmek için çok uğraşmış. Sonunda bir gün, kendi kardeşine okulda büyük bir iftira atılmış. Doğru olmadığını bildiği bu gerçek karşısında çok mutsuz olmuş.Öğretmeni için söylediği bütün o yalanlar, iftiralar, dedikodular aklına gelmiş. Ve yaptıklarında çok pişman olmuş.
En sonunda göz yaşları içinde öğretmeninin evine af dilemeye gitmiş. “Hakkınızda bir çok yalan söyledim, gerçekleri çarpıttım.Herkesi size düşman ettim. Hatamı anladım ve vicdan azabı çekiyorum. Lütfen beni affedin” demiş.
Öğretmen önce uzun süre ona yanıt vermemiş. Derin derin düşünmüş, sonunda “evet seni affederim, fakat önce benim için bir şey yapmalısın” demiş.
“ Ne yapmamı istiyorsunuz?” demiş öğrencisi biraz şaşırarak .
“Birlikte yukarı çatı katına çıkalım, orada sana göstereceğim” demiş gözlerinin içine bakarak, “Yalnız önce odamdan bir şey almam gerekiyor”.
Öğretmen odasından döndüğünde, koltuğunun altında büyük bir kuştüyü yastık varmış.
Zavallı öğrenci, gittikçe artan merakını saklamak, yastığın ne işe yarayacağını ve çatıya neden çıktıklarını sormamak için kendini güç tutuyormuş. Buna rağmen sessiz kalmış.
Nefesleri kesilmiş halde sonunda en üst kata varmışlar. Hafifçe rüzgar esiyormuş. Çatı katından, şehrin ötesinde uzaklara doğru yayılan uçsuz bucaksız araziyi görebiliyorlarmış.
Öğretmen aniden hiçbir şey söylemeden, yastığın kılıfını yırtarak bütün tüylerini boşaltmış.
Rüzgar hafifçe esmiş, tüylerin hepsi dağılmış ve onları her tarafa taşımış.Diğer çatıların üstüne, sokaklara, arabaların altına, ağaçların üstüne, çocukların oynadığı arka bahçelere, hatta otoyola ve durmadan daha uzaklara, kim bilir nerelere.
Öğretmen ve öğrencisi, tüylerin uçuşarak dağılmasını bir müddet izlemişler. Nihayet öğretmen öğrencisine dönerek, “Şimdi gidip bütün o tüyleri benim için toplamanı istiyorum” demiş.
“Bütün tüyleri toplamak mı?” diye yutkunmuş öğrenci. “Fakat bu imkansız!”
“Evet biliyorum,” demiş öğretmen.”O tüyler aynı senin benim hakkımda söylediğin yalanlar gibi. Bir kere başlatınca bir daha durduramazsın, pişman olsan bile. Belki birkaç kişiye benim hakkımda söylediklerinin yalan olduğunu anlatabilirsin, dedikodu rüzgarı artık onları her yere taşıdı bir kere. Tek bir kibriti üfleyerek söndürebilirsin, fakat tek bir kibritin başlattığı koca orman yangınını bir üflemeyle söndüremezsin!”

Kıssadan hisse, İster özel hayatınız ister iş hayatınızda olsun, hiç kimsenin arkasından konuşmayın. Hele hele doğru olmayan şeylere, iftiralara, yalanlara, dolanlara hiç tenezzül etmeyin. Gün gelir aynı şeyler size de yapılabilir. Gün gelir, o kişilerle yolunuz kesişir birlikte çalışmanız gerekebilir.Gün gelir, kişi sizin amiriniz veya müşteriniz olabilir.Her şeyden önemlisi, gün gelir insan olduğunuzu hatırlar, pişman olabilirsiniz yaptıklarınızdan. Ama geriye dönüşü olmayan tek yönlü bir yoldur bu pişmanlık faydasızdır artık.…

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.799
  • 227.369
  • 28.799
  • 227.369
# 16 Haz 2016 23:16:11
Hz. Ali (r.a) anlatıyor: Ben ve Fatıma Rasulullahın (s.a.v) yanına girdik. O’nu üzüntülü ve ağlar durumda bulduk, sebebini sorduk. Allahın Elçisi (s.a.v) buyurdu ki: -“Ben miraç gecesinde göklerde ümmetimin kadınlarını çok çeşitli azap olduklarını gördüm. Onların gördükleri o şiddetli azaplarına dayanamayıp üzüldüm ve ağladım.1-) Onlardan bir kısmını saçlarından asılmış (ateşten kor kafalarının üstüne koymuşlardı) beyinlerini kaynarken gördüm.2-) Bir kısmını dillerinden asılmış boğazlarından katran akıtılırken gördüm.3-) Bir kısmını elleri boyunlarına ve ayakları göğüslerine bağlanmış olarak gördüm. Yılan ve akrepler onları sokup zehirliyorlardı.4-) Bir kısmını göğüslerinden asılı olarak gördüm.5-) Bir kısım kadın gördüm ki başı domuz gövdesi, merkep gövdesi gibi bin bir çeşit azap ile azap oluyorlardı.6-) Bir kısım kadın gördüm ki suretleri köpek suretinde ateş ağızlarından giriyor ardından çıkıyordu, melekler tokmaklarıyla durmadan başlarına vuruyorlardı. İşte onları hatırladım, üzüldüm ve ağladım. Hazreti Fatıma ağlayıp ayağa kalktı:-“Ey Sevgili Babacığım. Acaba bunlar neler yaparlar ki bu kadar çeşitli azaplarla karşılaştılar diye sordu. Rasulü Ekrem (s.a.v) ;1-) Saçlarından asılmış beyinleri kaynayıp azaplananlar, başını örtmeyip saçını başını yabancı erkeklerden gizlemeyen kadınlardır..!2-) Dilinden asılmış, boğazından katran dökülüp azaplananlar, dili ile kocasına eziyet edip servet mal mülk isteyen kadınlardır.3-)Elleri boyunlarına ve ayakları göğsüne bağlanmış olup yılan ve akreplerle zehirlenip azaplananlar, cünüplükten ve hayızlıktan yıkanmayıp namaza ihanet eden, namaz kılmayan kadınlardır.4-) Göğüslerinden asılıp azaplananlar, kocasının hizmetini yapmayıp yatağında eziyet eden, göğsünü yabancı erkeklerden sakınmayıp örtünmeyen kadınlardır.5-) Başı domuz gövdesi merkep gövdesi gibi olup binbir çeşit azaplananlar (saçını başını süsleyip püsleyip, açık saçık dar ve açık renkli giyinip, vücut hatlarını belli ettirip binbir cilvelerle yabancı erkeklerin gönlünü çeken) kadınlardır.6-) Köpek suretinde olup ateş ağzından girip ardından çıkanlar hased edip kocasıyla Müslümanların arasını bozmak için söz gezdirip yalan konuşan kadınlardır. Yazıklar olsun Allah ve Resulü (s.a.v.)’in emirlerini yaşamayıp yaşatmayanlara, İslamiyeti yaşamayıp isyan edenlere Bunların duaları kabul olmaz cennete de giremezler cennetin kokusunu dahi alamazlar..!

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 17 Haz 2016 01:38:12
Tilki ormanda gezmektedir. Bir ağacın dalında asılı bir geyik budu görür. Açtır ama şüphelenir kontrol etmeye başlar ve görür ki bu bir tuzak. Geyik budu bir iple bombaya bağlıdır. Epeyce uzağa gider ve başını kollarının üzerine koyarak yatar biraz sonra kurt gelir, budu görür ve yatan tilkiyi de, tilkiye sorar:
-Napiyorsun dostum
Tilki cevap verir: â?? hiiiçç... yatıyorum.
-Burada bir bud var
-Evet var
-Neden yemedin
Tilki sakince cevap verir
-Bugün Orucum
Kurt kendinden emin; Ben yiyeyim o zaman.
Tilki: Buyur afiyet olsun. der. Kurt buda uzanır uzanmaz bir patlama ortalık toz duman. Kurt yaralı hareketsiz 10 metre uzakta perişan halde yatarken tilki sakince budu yemeye başlar bunu gören kurt:
-HANİ ORUÇTUN?
Tilki pişkin pişkin; “Biraz önce top patladı duymadın mı?

Kurt gibi aç gözlü, tilki gibi düzenbaz olmamalı. vesselam.

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 17 Haz 2016 15:43:16
.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 19 Haz 2016 00:04:08
4 MAHALLELİ KASABA
   Küçük bir kasabanın dört ayrı mahallesi varmış. Birinci mahallede Evetama'lar yaşıyormuş. Evetama'lar ne yapılması gerektiğini bildiklerini düşünürlermiş. Yapma zamanı geldiğinde ise "evet, ama" diye cevap verirlermiş. Cevapları hep yanlış olurmuş. Suçu başkalarına atmakta da ustaymışlar.
   İkinci mahallede Yapıcam'lar yaşarmış. Ne yapacaklarını bilirlermiş. Kendilerini yapacakları şeye adım adım hazırlarlarmış, ama yapacakları sırada şanslarını kaçırdıklarının farkına varırlarmış. Bu mahallede insanların dizleri dövülmekten yara bere içindeymiş. Yaşamı ertelememek için verdikleri kararı bile ertelerlermiş.
   Üçüncü mahallede yaşayan Keşkeci'lerin, hayatı algılama güçleri mükemmelmiş. Neyin yapılması gerektiğini daima en isabetli şekilde bilirlermiş ama, her şey olup bittikten sonra. Keşke'cilerin de başları kanarmış hep, duvarlara vurmaktan!
   Kasabanın en yeşil bölgesinde, en güzel evlerin olduğu mahallede ise İyikiyaptım'lar otururmuş. Keşkeci'ler bu mahallede yürüyüşe çıkar, etrafa hayranlıkla bakarlarmış.
   Yapıcam'lar Keşkeci'lerle birlikte bu mahallede yürüyüşe çıkmak ister ama bir türlü fırsat bulamazlarmış.
   Evetama'lar ise mahallenin güzelliğini görmek yerine, ağaçların gölgelerinin yeterince geniş olmadığından, güneşin daha erken saatte doğması gerektiğinden şikayet ederlermiş.
   İyikiyaptım mahallesindeki insanların kusuru da, beyinlerinde mazeret üretme merkezlerinin olmayışıymış!.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
# 19 Haz 2016 01:57:11
Bir adam Microsoft şirketine iş için konuşmaya gidiyor.
Girmek istediği iş de tuvalet temizleyiciliği.
HR menajeri ile görüşüp tıkanmış bir lavaboyu temizleyip testten geçiyor.

HR menajeri adama testi geçtiğini, hangi gün saat kaçta iş başı yapması gerektiğinin kendisine e-mail yoluyla gönderileceğini söylüyor.

Adam, bilgisayarı olmadığını dolayısıyla e-mail kullanmadığını açıklıyor. HR menajeri: "Üzgünüm ama e-mailiniz yoksa siz sanal olarak var sayılamazsınız ve bu yüzden sizi işe alamayız." diyor.

Adam çaresizce dışarıya çıkıyor ve "Ne yapsam, ne etsem!" diye düşünürken cebindeki 10 dolar ile 20 kilo kiraz almaya karar veriyor. Kapı kapı gezerek kirazları satıyor ve 2 saat içinde sermayesini 2 katına çıkarıyor. "Bu şekilde ekmek paramı çıkarabilirim." diyerek her gün sabah erkenden kalkıyor ve kapı kapı dolaşarak kiraz satıyor.

Her gün sermayesi büyüyor. Derken küçük bir kamyonet alıyor ve satışa devam ediyor. Az bir zaman sonra büyük bir kamyon ve birkaç küçük kamyonet alıyor.

...5 sene geçiyor...

Bu adam şu anda Amerika'nın en büyükleri arasında yer alan bir nakliyat şirketinin sahibi. Bir gün ailesinin geleceğini düşünerek sigorta yaptırmak istiyor.

Sigorta şirketi kendisinden bir e-mail adresi istiyor. E-mail kullanmadığını söylediğinde sigortacı: "İlginç, e-mailiniz olmadan büyük bir holding kurmuşsunuz. Bir de e-mailiniz olsaydı neler yapardınız!" diyor.

Adamın cevabı: "E-mailim olsaydı şu an da Microsoft'ta tuvalet temizliyordum."

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 20 Haz 2016 01:23:15
700 YILLIK ALTIN ÖĞÜT

Aşağıda Osman Bey'e ünlü İslam Alimi, Şeyh Edeb-Ali'nin verdiği öğütleri
anlatan bir yazı. Çok hoşuma gitti. Neredeyse 700 yıl önce
söylenmiş ama hiç mi hiç eskimemiş. Tüm zamanlar için geçerli.

"Oğul insanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler.
Avun oğlum avun. Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın,
ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen sabah
rüzgarında savrulur gidersin...
Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Daima sabırlı, sebatlı ve
iradene sahip olasın. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük
değildir. Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler,
görülmeyenler ancak senin fazilet erdemlerinle gün ışığına
çıkacaktır. Ananı, atanı say, bereket büyüklerle beraberdir.
Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere
dönersin. Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma. Gördün söyleme,
bildin bilme.

Sevildiğin yere sık gidip gelme, kalkar muhabbetin itibar olmaz.

Üç kişiye acı:
* Cahiller arasındaki alime,
* Zenginken fakir düşene,
* Hatırlı iken itibarını kaybedene.

Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğunda mücadeleden korkma.

"Bilesin ki atın iyisine DORU,"
"Yiğidin iyisine DELİ derler."

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
# 20 Haz 2016 15:04:37
Server-i Kâinat zaman zaman şanlı ashabını toplar, tadına doyulmaz sohbetler yapardı. Medine’nin nurlu gençlerinden Nevfel (radıyallahu anh) bunları hiç kaçırmaz, âdeta kaydeder, kelimesi kelimesine aktarmaya bakardı.
Bir gün yüzü suyu hürmetine âlemlerin yaratıldığı server şehadetten söz açtı: “Kıyâmet gününde şehidler, Mahşer yerine gelirken; Peygamberler ayağa kalkar. Onlar; çocuklarından, akraba ve dostlarından 70.000 kişiye şefaat eder (Cehennemden kurtarırlar)” Gel de heyecanlanma. Müjdenin güzelliğine bak. Nevfel soluk soluğa eve koştu. İki oğlunu ve hanımını alıp geldi, Efendimizin (Sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna çıktı.
“Yâ Resûlullah! Bir duâ etsem amin der misiniz?” Gül yüzlü Nebi, adı güzel Muhammed (Sallallahü aleyhi ve sellem) tebessüm buyurdular. Nevfel büyük bir aşkla ellerini açtı ve “Yâ Rabbi” dedi, “Nevfel kulunu şehid, yavrularını yetim, hanımını dul bırak!”
Bu içli niyaza hanımı ve çocukları da katıldılar… Nitekim Nevfel çıktığı ilk gazada (Uhud’da) şehid oldu. Kâfirler mübarek naaşını paraladı, tanınmaz hale soktular.
Hazreti Ali r.a anlatır: “Gazâdan sonra Medine’ye dönüyorduk, şehre yaklaşınca kadınlar ve çocuklar bizi istikbale (karşılamaya) çıktılar. Allahü Teâlâ’nın takdirine razıydılar; ama yine de bir ümit, bir merak… Eşleri, oğulları, babaları dönecek mi bilmiyorlar. Nitekim Nevfel’in hanımı, çocukları ve ihtiyar anası da önümüze durdular.
Büyük bir muhabbetle “Gazânız mübârek olsun Yâ Resûlullah!” dediler, sonra Nevfel’i sordular. Efendimizin güzel gözleri nemlendi, “O şehit oldu” diyemedi. Elleriyle arka tarafı işaret edip yürüdüler. Efendimizin ardından Ammar’’la birlikte geliyoruz. Nevfel’in hanımı ve çocukları bu kez bize yöneldiler. Resulullah Efendimizin vermediği haberi biz nasıl verebiliriz? Aynen onun yaptığı gibi yaptık, elimizle arkayı işaret ettik. Hattaboğlu Ömer de, aynı şekilde hareket etmek zorunda kaldı, Osman bin Affan o da keza…
Kafilenin sonunda Ebû Bekir Sıddîk geliyordu, yanında Muaz bin Cebel, üç beş adım gerisinde de Zübeyr bin Avvam. Gerçekten çok zor durumdaydı, onun “arkada işareti” yapmak gibi bir şansı kalmamıştı. Ebû Bekir’in ıstırabını anlayabiliyorduk, hem doğru konuşmak isterdi, hem de Resulullah gibi davranmayı arzulardı. Efendimize uymamaktan hepimiz korkardık ama o daha çok korkardı. Peki yalan? Hayır, hayır böyle bir şeyi hiç yapmadı ve yapmazdı. Nevfel’in anası, hanımı ve çocukları Sıddîk’i çevirip halkaladı, her biri ayrı tondan “Nevfel’e ne oldu” diye sormaya başladılar. Ne söylenebilir ki? Sıkıntıya bak! Hazret-i Ebû Bekir gözlerini yumdu ve inlercesine haykırdı:
-Yâ !.. Allah-Yâ Nevfel!… Donduk kaldık, nasıl bir sessizlik oldu anlatamam. Birden ovayı bir nal sesi doldurdu ve uzaklardan bir toz bulutu kalktı. Yayından boşanırcasına koşan bir at yıldırım hızıyla yaklaştı. Süvari dizginleri çekip sordu “Buyur ya Sıddîk! Beni mi çağırdın?” Yüzünden keyfiyesini çıkarıp attı.
Aaaa Nevfel!.. Daha genç, daha taze, daha nurlu, hem kanlı, canlı… Biraz evvel onu libaslarıyla gömmedik mi, üstüne toprak atmadık mı? Müminler henüz hadisenin şaşkınlığını yaşarken, Cebrail Aleyhisselâm göründü. Efendimize “Yâ Resûlallah” diye haber getirdi, “Hak teâlânın selâmı var. Buyurdular ki: “Eğer mağara arkadaşın bir kere daha ALLAH deseydi yüceliğim hakkı için, bütün şehitleri diriltirdim. Çünkü Ebû Bekir kulum; cahiliye devrinde bile yalan söylemedi”. Nevfel bundan sonra yıllarca yaşar.
Nihayet duası kabul olur ve Yemame cenginde umduğuna kavuşur, şehadet şerbetini yudumlar…

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 21 Haz 2016 16:38:25


Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Mekke’den Medine’ye hicret eden müslümanların fakirleri Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek:

– Varlıklı müslümanlar cennetin yüksek derecelerini ve ebedî nimetleri alıp götürdüler, dediler.

O zaman Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:

– “Hayrola! Onlar ne yaptılar ki?” diye sordu.

Fakir muhâcirler:

– Bizim kıldığımız namazı onlar da kılıyorlar. Tuttuğumuz oruçları onlar da tutuyorlar. Üstelik onlar sadaka veriyorlar, biz veremiyoruz. Köle âzâd ediyorlar, biz edemiyoruz, dediler.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara:

– “Sizden önde gidenlere yetişebileceğiniz, sizden sonra gelenleri geçebileceğiniz, sizin yaptığınızı yapanlar dışında herkesten üstün olacağınız bir şeyi haber vereyim mi?” diye sordu.

– Evet, söyle yâ Resûlallah! dediler.

Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– “Her farz namazın peşinden otuz üçer defa sübhânallah, Allâhü ekber, elhamdülillah dersiniz.”

Birkaç gün sonra fakir muhâcirler Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tekrar gelerek:

– Zengin kardeşlerimiz bizim yaptığımız tesbihleri duymuşlar. Aynını onlar da yapıyorlar, dediler.

Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– “Ne yapalım! Artık bu Allah’ın bir lutfudur; Allah lutfunu dilediğine verir.”

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
# 21 Haz 2016 17:23:25
Evvel Zaman içinde Memleketin Birinde 90 yaşlarında fakat çok dinç ve genç görünümlü bir adam yaşarmış? Çevresinde bulunan herkes ona çok özenir ve sorarlarmış;bu gençliğin sırrı nedir; diye İhtiyar delikanlı güler geçermiş her soruldukça bu soruya Ama Sorular sık , soranlar çoğalınca cevap vermek vacip olmuş sanki. Düşünmüş nasıl anlatırım bu sırrımı kolayca herkese Sonra karar vermiş tüm meraklıları yemeğe davet etmeye evine.Bu davette size sırrımı açıklayacağım demiş Herkes merakla davete gelmiş Yemekler yenilmiş, içilmiş, sohbetler edilmiş vakit iyice gecikmiş Ama gençlik sırrı ile ilgili tek kelam edilmemiş Herkes konu ne zaman açılacak diye merek ederken Adamcağız huri gibi sevimli hanımına seslenmiş:
Hatun, şu kilerde bir karpuz var getirir misin bize sana zahmet!Hanım hemen doğrulmuş kilere giderek kaş ile göz arasında bir karpuz getirmiş Adamcağız şöyle eliyle bir vurmuş tık tık diye sonra da: Bu olmamış hanım, güzel çıkmayacak, başka getirir misin bir zahmet demiş Hanım onu götürmüş bir tane daha getirmiş Adam onu da bir yoklamış yine beğenmemiş Hanım sana yine zahmet olacak ama bu da olmamış başka bir tane getirirmisin demiş, Başka istemiş? Bu böylece üç dört sefer daha ekrarlamış Neyse misafirleri ve de siz Aziz okuyucuları sıkmamak için !!! Dedemiz beşincide karpuzu beğenmiş ve karpuz kesilmiş, misafirlere ikram edilmiş? Herkes karpuzunu afiyetle yerken bizim dedecik sormuş Eeee ? Arkadaşlar iste benim gençliğin sırrı burada anladınız mı??
Herkes birbirinin yüzüne bakmış Kimse bişey anlamamış Aman dede demişler nerde? Anlamadık biz bu sırrı!Dedecik gülmüş Efendiler demiş O gördüğünüz karpuz kilerde bir tanecikti, tekti Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere gidip geliyor aynı karpuzu getiriyordu Bir kere bile aman be adam , deli misin nesin şu tek karpuzu ne taşıttırıyorsun bana defalarca demedi Beni sizin önünüzde mahcup duruma düşürmedi İşte ben bütün gençliğimi bu hanımıma borçluyum Biz birbirimizi hiç başkalarının önünde zor duruma düşürmeyiz Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya yansıtmayız Hep birbirimize destek olur, dert ortağı olur, yardım ederiz Birbirimizle ilgili olan problemleri yine birbirimize anlatırız İyi kötü her olayı da birlikte paylaşırız demiş

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 23 Haz 2016 01:41:25
YOĞUN BAKIM
 
      
   Bir insan düşünün ki, ileri derecede akciğer hastası. O derece ki, ömür boyu solunum cihazına bağımlı olarak yaşamak zorunda. Üstelik, bir de böbrek yetmezliği sorunu var. Sık sık diyaliz makinesine bağlanması gerekiyor. Ayrıca, kalp yetmezliği gibi başkaca problemleri de mevcut. O yüzden pacemaker, yani kalb pili kullanıyor. Dahası, kanser...
   Düşünün ki, böylesine büyük sağlık sorunları bulunan bu hastanın bütün masraflarını karşılayan biri var ve onun tedavisini aksamadan yaptırtıyor.
   Bütün servetini bile feda etse karşılayamayacağı bu tedavi giderlerini üstlenen ve yaşamasını sağlayan kişiye karşı, o hastaya ne yapmak düşer?
   Aslında sağlıklı olduğunu ve bu tedavilere ihtiyacı olmadığını söyleyebilir mi meselâ? “Benim ona hiçbir minnet borcum yok” diyebilir mi?
   Yoksa, yatıp kalkıp o kişiye teşekkür eder, gelene gidene ondan söz eder mi?
   “Elbette sonuncusu!” dediğinizi duyar gibiyim.
   Gelin görün ki, sonuç hiç de umduğunuz gibi değil.
   Aslında hepimiz tam da o hastanın durumunda iken, sonuç hiç de olması gereken şekilde gerçekleşmiyor.
   Her birimiz, adına atmosfer dediğimiz solunum cihazına bağımlı yaşıyoruz. Kalbimizin çalışabilmesi için, onun içindeki bir odaktan yayılan uyarılara muhtacız. Vücudumuzda her saniye bir kanser hücresi oluşuyor, her an kanserle burun buruna geliyoruz ve ancak vücudumuza yerleştirilmiş savunma sisteminin çalışmasıyla bu habis hücrelerden kurtulabiliyoruz.
   Saymaya bile ömrümüzün yetmeyeceği nice iyilik ve lütuf, üstelik ücretsiz olarak, bizlere verilip duruyor.
   Kısacası, bizi seven Biri var ve bedelini ödemekten aciz olduğumuz bunca nimet için bizden sadece O’na teşekkür etmemiz isteniyor.
   Ve,‘yoğun bakım’ masraflarımızı karşılayan bu Zâtın adını bize veren Elçisi(a.s.m.) bu teşekkürün adının ubudiyet, adresinin ise namaz olduğunu bildiriyor.
   Çok mu dersiniz?
   Üstüne üstlük, böyle yapıldığı takdirde bir de ebedî bir hayat vaad edildiği halde, bu kadarlık bir teşekkür talebi çok mudur sahi?
                     Aykut Tanrıkulu
      

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 23 Haz 2016 01:42:04
YAŞAM MI SEVGİ Mİ

   David o gün çok yoğundu, seçim kampanyaları devam ediyordu. Aceleyle çevirdiği telefonda karşısına çıkan şarkı gibi bir sesle karşılaşınca şaşırdı. Özür dileyip kapattı. Ama o hoş ses aklından çıkmıyordu.
   Ertesi gün sabah erkenden o numarayı aradı.Telefon çalarken kalbi çok hızlı çarpıyordu. Evet karşısında yine o tatlı ses vardı. Kendisini tanıttı. Konuşmaya başladılar. Konuştukça kızdan daha da etkileniyordu. Günler geçti. Her gün onunla konuşuyordu, onun sesini duymadan güne başlayamıyordu. Kızgın olduğunda sakinleştiriyor, üzgünken neşelendiriyor, monoton günlerde yeni heyecanlar aşılıyordu. O soğuk kış günleri bu sıcacık sesle ısınmış ve bahar gelmişti.
   Bu arada seçim kampanyaları da çetin bir şekilde devam ediyordu. Bu arada aklından ve kalbinden çıkaramadığı o kızla evlenmeliyim diye düşünmeye başladı. Bu kampanyası için de olumlu olurdu. Danışmanı başının etini yiyordu" Evlenirsen, reytingin 10 puan artar diye... Şu ana kadar bu konuyu pek ciddi düşünmemişti. Neden olmasın dedi ve hızla telefonu çevirdi. Hiç nefes almadan evlenmek istediğini söyledi, kampanyasını anlattı,hayallerinden bahsetti,seçimden sonra Karayipler’de bir balayından bile bahsetti. Onun coşkusu genç kıza da geçmişti ama bir anda sessizleşti ve mırıltılı bir sesle" henüz beni görmediniz, ya beğenmezseniz" dedi.
   David
   "Bu kadar güzel bir sesin ve kalbin sahibi çirkin olamaz herhalde" dedi. Bu arada eski neşesini ve coşkusunu kaybetmişti. O zaman yarın buluşalım dedi. Buluşacakları yeri konuştular.
   Ertesi gün David heyecanla buluşacakları yere geldi. Biraz sonra uzaktan yanında köpeği ile güzel bir kız geliyordu. Acaba o mu diye düşündü. Ama parkın o kısmındaki tek kişi olmasına rağmen ona bakmıyordu. Uzaklara çok uzaklara bakıyordu. Sanırım o değil dedi. Kızın gözlerinde güneş gözlükleri vardı. Kızın gözlerinin ne renk olduğunu düşünmeden edemedi. Kız David ile telefondaki meleğin buluşacağı havuzun yanına kadar geldi. Oda ne elinde bir beyaz baston vardı. David şaşkınlıkla ona bakakaldı.
   Bu o telefonlarda konuştuğu meleğiydi. Ama o kördü. Ne yapmalıyım diye düşündü. Kaçıp gitmeli mi? Her şeye rağmen elini tutup konuşmalı ve onunla evlenmeli miydi?
   David yutkundu ve birkaç adım atıp, kızın yanından geçip sessizce gitti. Parkın dışına çıktığında son bir kez dönüp kıza baktı. Kız hala uzaklara doğru bakıyor, Köpeğiyle konuşuyor ve Davidi bekliyordu.
   David günlerce, onu bekleyen kızın hayalini unutamadı. Sürekli doğruyu yaptığına kendini inandırmaya çalışıyordu. Bazen eli telefona gidiyor, o gün işim çıktı gelemedim deyip, yine her şeye yeniden başlamayı düşünüyordu.


Günler geçti ve seçimler sonuçlandı.David seçimleri
   

   David o gün çok yoğundu,seçim kampanyaları devam ediyordu. Aceleyle çevirdiği telefonda karşısına çıkan şarkı gibi bir sesle karşılaşınca şaşırdı. Özür dileyip kapattı. Ama o hoş ses aklından çıkmıyordu. Ertesi gün sabah erkenden o numarayı aradı.Telefon çalarken kalbi çok hızlı çarpıyordu. Evet karşısında yine o tatlı ses vardı. Kendisini tanıttı. Konuşmaya başladılar. Konuştukça kızdan daha da etkileniyordu. Günler geçti. Her gün onunla konuşuyordu, onun sesini duymadan güne başlayamıyordu. Kızgın olduğunda sakinleştiriyor, üzgünken neşelendiriyor, monoton günlerde yeni heyecanlar aşılıyordu. O soğuk
            kış günleri bu sıcacık sesle ısınmış ve bahar gelmişti. Bu arada
            seçim kampanyaları da çetin bir şekilde devam ediyordu. Bu arada
            aklından ve kalbinden çıkaramadığı o kızla evlenmeliyim diye
            düşünmeye başladı.Bu kampanyası içinde olumlu olurdu.Danışmanı
            başının etini yiyordu." Evlenirsen ,raitingin 10 puan artar
            diye...Şu ana kadar bu konuyu pek ciddi düşünmemişti.Neden olmasın
            dedi ve hızla telefonu çevirdi. Hiç nefes almadan evlenmek
            istediğini söyledi ,kampanyasını anlattı,hayallerinden
            bahsetti,seçimden sonra karayiplerde bir balayından bile
            bahsetti.Onun çoşkusu genç kızada geçmişti ama bir anda sessizleşti
            ve mırıltılı bir sesle " henüz beni görmediniz ,ya beğenmezseniz."
            dedi.David" bu kadar güzel bir sesin ve kalbin sahibi çirkin olamaz
            herhalde" dedi.Bu arada eski neşesini ve çoşkusunu kaybetmişti.O
            zaman yarın buluşalım dedi. Buluşacakları yeri konuştular. Ertesi
            gün David heyecanla buluşacakları yere geldi.Biraz sonra uzaktan
            yanında köpeği ile güzel bir kız geliyordu.Acaba o mu diye
            düşündü.Ama parkın o kısmındaki tek kişi olmasına rağmen ona
            bakmıyordu.Uzaklara çok uzaklara bakıyordu.Sanırım o değil dedi.
            Kızın gözlerinde güneş gözlükleri vardı.Kızın gözlerinin ne renk
            olduğunu düşünmeden edemedi. Kız David ile telefondaki meleğin
            buluşacağı havuzun yanına kadar geldi.Oda ne elinde bir beyaz baston
            vardı.David şaşkınlıkla ona bakakaldı. Bu o telefonlarda konuştuğu
            meleğiydi.Ama o kördü.Ne yapmalıyım diye düşündü. Kaçıp gitmeli mi ?
            Herşeye rağmen elini tutup konuşmalı ve onunla evlenmeli miydi ?
            David yutkundu ve birkaç adım atıp,kızın yanından geçip sessizce
            gitti. Parkın dışına çıktığında son birkez dönüp kıza baktı.Kız hala
            uzaklara doğru bakıyor,köpeğiyle konuşuyor ve David bekliyordu.
            David günlerce, onu bekleyen kızın hayalini unutamadı. Sürekli
            doğruyu yaptığına kendini inandırmaya çalışıyordu. Bazen eli
            telefona gidiyor, o gün işim çıktı gelemedim deyip,yine herşeye
            yeniden başlamayı düşünüyordu. Günler geçti ve seçimler
            sonuçlandı.David seçimleri kaybetti.New Jersey valisi
            olamamıştı.Yine avukatlığa devam etmeye başladı. Noel
            hazırlıklarının devam ettiği o öğlen, sekreteri içeri girerek,
            davanın 25 dakika sonra olacağını hatırlattı. Hızla hazırlandı.
            Çantasını alıp adliyeye gitti. Yerine geçti oturdu. Önemli bir
            tecavüz davası görülüyordu ve sanığı David savunacaktı, işi zordu.
            Biraz sonra karşı taraf ve hakimde yerlerini almıştı. David ilk
            tanığa sorusunu sordu.Moralinin bozulmaması için karşı tarafın
            avukatına dönüp bakmamıştı bile. 2.tanık ile ilgili notlarına
            bakarken, yüksek topuklu bir ayakkabı sesi duydu.Karşı tarafın
            avukatı tanığın yanına gidiyordu. Avukat konuşmaya başladı.Bu ses
            çok sert,acımasız ama bir o kadarda tanıdık geldi. Başını kaldırdı
            daha bir dikkatle baktı. O sırada saçlarını sımsıkı topuz yapmış,
            menekşe gözlü, dudakları bir çizgi gibi kapalı avukatla gözgöze
            geldi. İşte o anda gözlerinde birden başka bir görüntü canlandı.
            Çağlayan gibi omuzlarından aşağı sarkan sarı saçlar, her an gülmeye
            hazır yürek şeklinde dudaklar, melek gibi bir yüz ve güzel bir
            vücut. Bu o parktaki kız olabilir miydi..? Yoksa halisülasyonlar mı
            görmeye başlamıştı. 2 saat sonra dava bittiğinde hiç bir şey
            hatırlamıyordu.Yanından hızla geçen avukatın peşinden koşup bahçede
            yakaladı.Tam ağzını açıp konuşacaktı ki. O menekşe göze ta
            gözbebeklerinin içine kadar sımsıcak bir şekilde baktı; o çizgi
            halindeki dudaklar güller gibi açarak gülümsedi ve şarkı gibi
            melodik bir ses duyuldu. " Merhaba o gün parkta sana şaka yapmak
            istemiştim..Herşeye rağmen beni isteseydin, cesurca yanıma gelip
            bana telefondaki meleğim demiş olsaydın. Ya da 1-2 saniye daha
            bekleyebilseydin. Sana evet demek için gelmiştim.Oysa sen kendi
            kalbini sınavdan geçirdin ve başarısız oldun.? Bu arada, sürekli
            aradığın... ya da parktaki günden sonra hiç aramadığın telefon,
            ofisimdeki direkt telefondu."
                  Ve telefondaki melek yürüyüp gitti?...

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 23 Haz 2016 22:50:18
Küçük Çocuk deniz kenarına oturmuş gözlerini de ilerdeki bir noktaya dikmişti. Belki de bir saattir öylece duruyordu. Onun bu hâli alışveriş için balıkçı sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti. Yaşlı adam seke seke onun yanına gidip:
— Merhaba delikanlı!. dedi. Bu gün deniz çok harika değil mi? Küçük çocuk başını çevirmeden;
— Ama rüzgârlı dedi. Topum denize düşünce sürükleyip götürdü. Adam çocuğun yanına oturup:
— Eğer biraz genç olsaydım yüzüp onu alırdım!. dedi. Ama şimdi adım bile atamıyorum.
Küçük çocuk ona cevap vermedi. Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi görebilmek için hemen yanındaki tümseğe çıktı. Yaşlı adam sakin bir ses tonuyla:
— Ümidini hiçbir zaman kaybetme!. dedi. Bence dua etsen çok iyi olur. Çocuk büyük bir sevinçle:
— Dua etsem topum geri gelir mi? diye sordu. Denize düştüğü yeri bilir mi?
— Allah isterse eğer ona öğretir!. dedi ihtiyar. Topun geri gelmese de duaların sevabı sana yeter.
Küçük çocuk yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra her okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları ard arda sıraladı. Daha sonra da topun dönmesi için Allah’tan yardım istedi. Ama üzüntüsü azalmamıştı. O topa bir sürü para harcamış bayram parasını bile ona katmıştı. Şimdi artık tek şansı bazen olduğu gibi rüzgârın âniden yön değiştirmesiydi. Ama deniz çok büyüktü topu ise küçücük. Akşam üstü hava biraz daha sertleşti. Ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü. Çocuk eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı. Yaşlı adam hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı. Sonunda onu bulup:
— Avınız inşallah iyi geçmiştir!. dedi. Eğer varsa birkaç kilo alabilirim. Sandaldaki adam bir kova içindeki balıkları gösterip:
— Zaten ancak o kadarcık tutmuştum dedi. Denizde “av” diye bir şey kalmadı.
— Dua etmeyi denediniz mi? diye atıldı çocuk. Ümidinizi sakın kaybetmeyin!.
Balıkçı için her şey tesadüftü. Bunun için de “rasgele” derlerdi. Ama şimdi bir şey hatırlamıştı. Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi. Çocuğun yanaklarını okşarken:
— Dua ha!. diye mırıldandı. O zaman tutar mıyım?
— Tutamasanız bile duaların sevabı size yeter dedi çocuk. Bunu yeni öğrendim.
Balıkçı böyle bir sözü ilk defa duyuyordu. Başını ağır ağır sallayarak:
— Ben de yeni öğrendim!. diye gülümsedi. Üstelik de küçük bir öğretmenden.
Çocuk bu sözlerden çok hoşlanmıştı. Artık topun gitmesine üzülmüyordu. Yanındaki yaşlı adam ona bir göz kırparken balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski örtüyü açtı. Bir top vardı orada. Henüz ıslak olduğundan ışıl ışıl parıldayan bir futbol topu.
Balıkçı onu çocuğa uzatıp:
— Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!. dedi. Bunu biraz önce denizde buldum!....

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK