İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 29 Haz 2016 02:04:08
       ARKADAŞ

                  Vietnam Savaşı sonrası... Evine dönmekte olan bir asker San
            Francisco'dan ailesini aradı: "Anne, baba eve dönüyorum, ama sizden
            bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek
            istiyorum." "Memnuniyetle, O'nunla tanışmak isteriz", diye
            cevapladılar. Oğulları "Bilmeniz gereken bir şey daha var." diye
            devam etti. "Arkadaşım savaşta ağır yaralandı, bir mayına bastı ve
            bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok ve O'nun gelip
            bizimle kalmasını istiyorum." "Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki
            O'nun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz." "Hayır. Anne,
            baba O'nun bizimle kalmasını istiyorum." "Oğlum." dedi babası.
            "Bizden ne istediğini bilmiyorsun. O'nun gibi özürlü biri bize
            korkunç yük olur. Bizim kendi hayatımız var ve bunun gibi bir şeyin
            hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence bu arkadaşını unutup
            eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır." Oğlu o anda
            telefonu kapattı.
                  Ailesi O'ndan bir süre haber alamadı. Ama birkaç gün sonra,
            San Francisco polisinden bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir
            binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis bunun intihar olduğuna
            inanıyordu. Üzüntü dolu anne-baba hemen San Francisco'ya uçtular
            ve oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna
            götürüldüler. Anne - baba oğullarını hemen tanıdılar yalnız
            bilmedikleri bir şeyi de öğrenince dehşete düştüler: Oğullarının
            sadece bir kolu ve bacağı vardı...

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 29 Haz 2016 02:04:39
 ASIL FAKİRLİK

   Günlerden bir gün bir baba ve zengin ailesi oğlunu köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.
   Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu,
   "insanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"
   "Evet!"
   "Ne öğrendin peki?"
         Oğlu cevap verdi,
   "Şunu gördüm: bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar."
   Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı. Oğlu ekledi,    "Teşekkür ederim baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!"

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 29 Haz 2016 02:05:02
HEP KENDİ ELİMİZDEN
      "Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir"  [Kuran-ı Kerim, Şura, 30]

   Portekiz'de 27 yaşındaki Sophie Lagoa ismindeki bir kadın sürücü, sarhoş bir vaziyette araba kullandığı gerekçesiyle trafik polisleri tarafından yakalanarak mahkemeye sevk edilir.

   Kadın, oldukça ağır olan bu trafik cezasından kurtulabilmek için sahasında çok iyi bir avukat olan Eduardo Borja ile anlaşır. Avukat, bütün meslekî marifetlerini kullanarak bayan Sophie'yı ceza almaktan kurtarır.

   Başına gelen musibetten ders alıp uslanmayan Sophie Lagoa, beraatini kutlamak için bir bara gidip sarhoş oluncaya kadar içer. Daha sonra da yine sarhoş vaziyette direksiyonun başına geçer.

   Ve o sarhoş kafayla yolda giderken bir vatandaşa çarparak onu yirmi metre kadar arabasıyla sürükler. Perişan vaziyette hastaneye kaldırılan adam bütün müdahalelere rağmen kurtarılamayarak ölür.

   Bayan Sophie Lagoa, hapishanenin yolunu tuttuktan günler sonra, arabasıyla çarparak ölümüne sebep olduğu adamın, kendisini sarhoş araba kullandığı gerekçesiyle ceza almaktan kurtaran avukat Eduardo Borja olduğunu öğrenecektir.

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 30 Haz 2016 00:03:04
Hafız Osman fırtınalı bir günde dolmuş kayıkla Beşiktaş'a geçecektir. Bir kayığa biner. Yol bitmek üzereyken kayıkçı ücretleri ister. Fakat Hafız Osman o gün aceleyle çıktığı için yanına para almayı unutmuştur. Kayıkçıya; 'efendi, yanımda param yok, ben sana bir 'vav' yazayım, bunu sahaflara götür,karşılığını alırsın' der. Kayıkçı yüzünü ekşitip söylenerek yazıyı alır. Bir müddet sonra kayıkçının yolu sahaflar tarafına düşer. Bakar ki yazılar, levhalar iyi fiyatlarla alınıp satılıyor. Cebindeki yazıyı hatırlar ve götürür satıcıya. Satıcı yazıyı alır almaz 'Hafız Osman vav'ı' diyerek açık artırmaya başlar. Sonuçta iyi bir fiyata 'vav'ı satar kayıkçı. Kayıkçı bir haftalık kazancından daha fazlasını bu 'vav' ile kazanmıştır. Bir gün Hafız Osman yine karşıya geçecektir ve yine aynı kayıkçıyla karşılaşmıştır. Yol bitmek üzereyken yine ücretler toplanır. Hafız Osman da yol ücretini uzatır kayıkçıya. Kayıkçı 'efendi para istemez, sen bir 'vav' yazıver yeter' der. Hafız Osman gülümseyerek ; 'efendi o 'vav' her zaman yazılmaz.Sen dua et para kesemi yine evde unutayım' der...Ruhları şâd olsun üstadların...

Bu kıssada "vav"ın her zaman yazılmadığı gibi dualar da her zaman yürekten gelmez. Ancak sevdiğiniz öyle insanlar, öyle gönül dostları vardır ki onların yüreğinize taa derinden işleyen sevgi ve muhabbetleri size öyle bir dua ettirir ki....Ne zaman ve nasıl yüreğinizden geldiğini bilemezsiniz. Bazen siz de yüreğinizde bir ferahlama hissedersiniz. Gönlünüz kuş olur uçar fezaya sanki...İşte o zaman da sevdiğiniz o gönül dostları size yürekten dua edivermiştir. Sevmek için yürek gerek ancak bu sevgiyi sürdürmek için dua hattını hiç kapatmamak gerek. Dua sevenden sevilene gönderilen en güzel mesaj, en güzel hediyedir. Karşı taraf belki bu duayı gözüyle görmez ancak yüreğinde hisseder...Gönül dolusu dualarda buluşalım inşaAllah.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 01 Tem 2016 02:21:58
Bir Kelebeğin Hayat Hikayesi

   Bir ilkbahar sabahıydı. Güneş, pırıl pırıl altın ışıklarını yer yüzüne yolluyordu.
   Bu ışınları gören kozalardan o sabah beyaz bir kelebek çıktı. Çok büyük ve tül gibi ince bembeyaz kanatları vardı. Birden kendini bir bahçenin çiçekleri arasında buldu. Önce keşif uçuşuna çıkıp bahçeyi dolaştı. Sonra dinlenmek için kırmızı bir güle kondu.
   Dinlenirken, kanatlarını dikleştirip birleştirmişti. Etrafına baktı. Doyasıya yeşilliğe daldı saatlerce seyretti...
   Dinlenmişti. Şimdi dolaşma vaktiydi, yaşamalıydı, önünde uzun zamanı vardı. Ağaçlara uçtu. Çiçeklere kondu. Mutluydu, özgürdü.    Herkes ona bakıp "ne güzel" diyordu. Akşama kadar çiçekten çiçeğe, daldan dala uçup durdu. Güneş batarken bir garip his kapladı içini, artık öğrenmişti.
   Sadece bir günlük olan ömrü bitmişti. Son bir kez etrafına baktı. Batan güneşe daldı. Ve bir daha hiç uyanmadı...

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 01 Tem 2016 02:22:28
BIRAKIN IŞIĞINIZ YANIK KALSIN

   Uzaklarda küçük bir kasabada genç bir adam kendi işini kurdu bu, iki caddenin köşesinde bir perakendeciydi. Adam dürüst ve dost canlısıydı, insanlar onu seviyorlardı. Ondan alışveriş yapıyorlar ve arkadaşlarına tavsiye ediyorlardı.Adam bir yıl içinde bir dükkandan, Amerikanın bir ucundan diğerine uzanan bir zincir oluşturdu.
   Bir gün hastalanıp hastaneye kaldırıldı. Doktorlar az zamanı kalmış olabileceğinden endişe ediyorlardı.Üç yetişkin çocuğunu yanına çağırdı ve onlara bir görev verdi:içinizden biri yıllar boyu uğraşarak kurduğum şirketimin başına geçecek. Hanginizin bunu hakkettiğine karar vermek için, her birinize birer dolar vereceğim. Şimdi gidip bu birer dolarla ne alabiliyorsanız alacaksınız, ama bu akşam geri döndüğünüzde paranızla aldığınız şey hastahane odamı bir uçtan bir uca doldurmalı.    Çocuklar bu başarılı şirketi yönetme fırsatı karşısında heyecana kapıldılar. Üçü de şehre gidip parasını harcadı.
   Akşam geri döndüklerinde babaları sordu: "Birinci çocuğum, bir dolarla ne yaptın ?" Çocuk cevap verdi: "Arkadaşımın çiftliğine gittim, bir dolarımı verdim ve iki balya saman aldım. Sonra odadan dışarı çıktı, saman balyalarını getirdi, açtı ve havaya savurmaya başladı. Oda bir anda samanlarla dolmuştu. Ama biraz sonra samanların tamamı yere indi ancak babanın söylediği gibi odayı bir uçtan öbür uca dolduramadı.
   Adam sordu: "Peki ikinci çocuğum, sen paranla ne yaptın ?" Yorgancıya gittim. İki tane yastık aldım. Bunu söyleyen çocuk, yastıkları içeri getirdi, açtı ve tüyleri bütün odaya dağıttı. Zaman içinde bütün tüyler yere düştü, böylece oda yine dolmamıştı.
   "Sen üçüncü çocuğum, sen paranı ne yaptın ?" diye sordu adam. Dolarımı cebime koyup senin yıllar önceki dükkanın gibi bir dükkana gittim. Dükkanın sahibine parayı verdim ve bozmasını istedim. Dolarımın 50 centini İncil’de yazıldığı gibi çok değerli bir şeye verdim. 20 centini şehrimizdeki iki yardım kurumuna bağışladım. 20 centte kiliseye verdim.Böylece bir onluğum kaldı. Bununla iki şey aldım. Çocuk elini cebine atıp bir kibrit kutusu ve bir mum çıkardı.
   Işığı kapatıp mumu yakınca oda mumun yaydığı ışıkla dolmuştu. Oda samanla veya tüyle değil, bir uçtan öbür uca ışıkla dolmuştu. Baba memnundu; "Çok iyi oğlum. Bu şirketin başına sen geçeceksin, çünkü yaşam hakkında çok önemli bir şeyi, ışığını yaymayı biliyorsun. Bu çok güzel.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
# 01 Tem 2016 03:48:23
Cerrahın telefonu çalar, arayan hastahane sekreteridir.
Buyurun sizi dinliyorum.
Sayın hekim, ağır hasta var, acele bütün işinizi bırakın gelin.
Geliyorum deyip hekim telaşla yola düştü.
Hekimi hastahanede hastanın babası hışımla karşıladı:
Benim oğlum ölüm döşeğindedir, ne için bu kadar geç kaldınız? Sizin kendi oğlunuz olsaydı yine böyle yapar mıydınız?
Cerrah gülümsedi:
Bana haber verilir verilmez acelece geldim. Bir de unutmayın ki, hayat ve ölüm Allah'ın elindedir.
Cerrah ameliyat odasına dahil oldu. Ameliyat iki saat sürdü. Cerrah odadan çıkıp koridordaki babanın yanından sakince geçip gitti.
Ardından yardımcı hekim çıktı. Babaya oğlunuz yaşayacak dedi.
Baba bir an sevindi, sonra yine hiddetlenip dedi:
Bu cerrah çok kötü ve insafsız bir adam. Ne vardı yani, çıkarken bana iyi haberi o verseydi.
Yardımcı hekimin gözleri doldu ve adamı hayatı boyunca pişmanlığa sevk edecek olan şu cevabı verdi:

Cerrah çok güzel insandır. Onun oğlu otomobil kazasında bugün vefat etti. Biz onu defin merasiminden çağırdık.
Oğlunun defin merasimini yapamadan sizin oğlunuzun şifasına vesile olmak için hastahaneye geldi.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 02 Tem 2016 13:51:55
BIR SAAT

   Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki oğlunu kapının önünde beklerken bulmuş.
   Çocuk babasına:
   "Baba 1 saatte ne kadar para kazanıyorsun?" diye sormuş. Zaten yorgun gelen adam "bu seni ilgilendirmez" diye cevaplamış.
   Bunun üzerine çocuk:
   "Babacığım lütfen bilmek istiyorum" diye cevap vermiş. Adam,
   "İlla ki bilmek istiyorsan 20 dolar kazanıyorum" diye cevap vermiş.    Bunun üzerine çocuk,
   "Peki bana 10 dolar borç verir misin?" diye sormuş. Adam iyice sinirlenip:
   "Benim, senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok hadi derhal odana git ve kapını kapat" demiş. Çocuk sessizce odasını çıkıp kapısını kapatmış adam sinirli sinirli bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder diye düşünmüş aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşmiş ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşünmüş belki de gerçekten lazımdı. Yukarı çocuğun odasına çıkmış ve kapıyı açmış. Yatağında olan çocuğa:
   "Uyuyor musun?"  diye sormuş. Çocuk,
   "Hayır"  demiş.
   "Al bakalım istediğin 10 doları sana az önce sert davrandığım için üzgünüm ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim"  demiş. Çocuk sevinçle haykırmış:
   "Teşekkür ederim babacığım"
   Yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkarmış adamın suratına bakmış ve yavaşça paraları saymış bunu gören adam iyice sinirlenerek:
   "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?" demiş. Çocuk,
   "Ama yeterince yoktu"  demiş ve paraları babasına uzatarak:
   "İşte 20 dolar, 1 SAATİNİ BANA AYIRIR MISIN?" demiş...

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 02 Tem 2016 13:53:38
BIRAKIP DA GİDENE...
Burnu bir karış havada, gözü yükseklerdeydi ben onu sevdiğimde. Hele hele benim aşkımı yerden yere vurup, nasıl kırmıştı kalbimi zalim. Dudaklarından dökülen acı sözleri; öyle ki, bugün bile unutamadım.
   Ne tebessümdü o, zehirden beter. Her olayda içim paramparça, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı olurdu. Yorgun düşerdim onsuz geçen, onunla dolu, koyu siyah gecelerden. Pişmanlıktan kendime lanetler eder, sevgimi söylediğim günü düşündükçe, kaleme sarılıp yazardım ona nefretin aşkla kucaklaştığı o uzun mısralarımı.
   Derdim ki; alın yazımdı, onbeşimin çocuksu aşkıydı. Nasıl da gülerdi canı istedi mi... En anlamlı bakışlarıyla önce ümitlendirir, ardından bir uçurumun kenarına yapayalnız bırakır giderdi.
   Ben çaresiz, ben yorgun, ben bıkkın bu sevdadan. Ah bilirdi o insafsız,
diri diri yanardım o böyle yaptıkça... Şubatın buz gibi kasvetli soğuğunda;
onda ne bulduğumu bugün bile bilemem. Ama o günlerde hayatımın amacı,
varolma gibi gelirdi bana. Çocukluk mu, yoksa gençliğimin safça tutkusu muydu bu ölesiye bağlanış, içten içe kopan fırtınalar, bu delice yakarış? Kim bilir, belki de sevilmeye muhtaç bir kalbin bitmek bilmeyen kaprisi... Ondan hiçbir şey istememiştim.
   Sadece sevgi... Evet, şimdi yıllar sonra ben, onu düşünüyorum ilk defa
kucağımda resimler, hatıralarla.
   Hava yine soğuk, yine kasvetli gözleri gözlerimde yine sevgi, derin yüreğimde. Unuttum sanırdım, meğer aldanmışım, ağladım saatlerce.
   Bu onun "ölüm yıldönümü"dür. 17'sinde toprakla kucaklaşan, o zalimin hikayesidir anlatılan.
   Bir melodidir kırık, umutsuz... Doldururken sensizlik o an odayı gönlüm hala boş, kafam yine dumanlı. Bir feryat yankılanmıştı acı dolu tam 15 yıl önce bugün bomboş kırlarda.
   Deli gibi koştum sınıfa, sırası boştu. Benim kadar çaresizdi her köşe.
Kendi kendime konuşarak yaklaştım sırasına;
   "Sen ölemezsin; canımsın, sevgimsin, emelimsin. Dileğince nefret et, alay et duygularımla. Kızmam sana Ama ne olur bir yalan olsun, acı bir şaka.
Evet, evet beni üzmek için yapıyorsun. Her şeyini özledim... Allahım son defa göreyim yeter bana"
   Bu sensiz yakarış defalarca sürmüştü ta ki, ölümün o sinsi kokusunu içimde duyana kadar. Hıçkıra hıçkıra ağladım, sıraya kazıdığın ismini öptüm.
Sonra, ona ait bir şeyler bulmak için aradım her köşeyi... Yalnızca buruşturulmuş bir sayfa, rengi solmuş. Yazı, onun yazısı. Bir mektuptu, özenilerek yazılmış, belki de çok emek verilmiş her satırına... Çok şaşırdım, mektup bana hitabendi.
   Korkakça, kaybolmasından korkarak, acıyla okudum her cümleyi kalbimde büyüyen bir özlemle... Hele hele o ilk satırı... Öyle ki, bugün bile unutamam, okudukça ağlarım.
   "İnsan sevdiğini yerden yere vururmuş bir tanem, AFFET BENİ!!!..."

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 02 Tem 2016 13:54:13
BIRAZ MUTLULUK
Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi. Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile.
Bu adam, bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor? Birisi nasıl olduğunu sorsa; “Bomba gibiyim” diye yanıt verirdi hep.. “Bomba gibiyim.” Jerry bir doğal motivasyoncuydu...
Yanında çalışanlardan biri, o gün, kötü bir günündeyse, Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı.
Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni... Bir gün Jerry’ye gittim. Anlayamıyorum dedim.. Nasıl olur da, her zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun... Nasıl başarıyorsun bunu?
Her sabah kalktığımda kendi kendime Jerry bugün iki seçimin var: Havan ya iyi olacak, ya kötü.. derim. Havamın iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda gene iki seçimim var: Kurban olmak, ya da ders almak.
Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim. Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, gene iki seçimim var.. Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek. Ben hayatın olumlu yanlarını seçerim.
Yok yahu, diye protesto ettim. Bu kadar kolay yani? Evet.. Kolay dedi Jerry.. Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir seçim vardır. Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin. Sen insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin. Sen havanın, tavrının iyi ya da kötü olmasını seçersin... Yani sen, hayatını nasıl yaşayacağını seçersin!..
Jerry’nin sözleri beni oldukça etkiledi. Onu, uzun yıllar görmedim. Ama, hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine, seçim yapmayı tercih ettiğimde hep onu hatırladım.
Yıllar sonra, Jerry’nin başına çok tatsız bir şey geldi. Soygun için gelen hırsızlar, paniğe kapılıp, Jerry’yi delik deşik etmişler... Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış. Taburcu edildiğinde, kurşunların bazıları hala vücudundaymış.
Ben onu, olaydan altı ay sonra gördüm. Nasılsın? diye sorduğumda, Bomba gibiyim dedi Bomba gibi. Olay sırasında neler hissettin Jerry dedim. Yerde yatarken, iki seçimim var diye düşündüm.. Ya yaşamayı seçecektim, ya ölümü.. Ben yaşamayı seçtim.
Korkmadın mı, şuurunu kaybetmedin mi !.. Ambülansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı. Bana hep İyileşeceksin merak etme dediler. Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla
sürerlerken, doktorların ve hemşirelerin yüzündeki ifadeyi görünce ilk defa korktum.Bu gözler bana; Bana adam ölmüş diyordu. Bir şeyler yapmazsam, biraz sonra ölü bir adam olacaktım gerçekten..
Ne yaptın? diye merakla sordum.. Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak herhangi bir şeye alerjim olup olmadığını sordu.. Evet diye yanıt verdim.. Var.. Doktorlar ve hemşireler merakla sustular.. Derin bir nefes alarak kendimi toparladım ve bağırdım: Benim kurşunlara alerjim var !..
Doktorlar ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım.. Ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat edin. Otopsi yapar gibi değil..
Jerry, sadece doktorların büyük ustalıkları sayesinde değil, kendi olumlu tavrının büyük katkısı ile yaşadı. Yaşaması bana yeni ders oldu.
Her gün, hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim.. Ve her şeyin kendi seçimimize bağlı olduğunu..

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 02 Tem 2016 13:55:30
BUNA DA SAMİMİYET DENİR
   
   Sebat edip ayrılmamak , ayrılıp kaybolmamak , bilhassa Hak’tan ve Hakk’ın rahmet kapısından ayrılmamak ne iyi şey!...
   Bütün dedikodulara , nefsin tuğyan ve isyanına , hatta yârânın bile terk ve ihmaline rağmen elini göğsüne vurup “ evvel ALLAH “ deyip hak ve doğru bildiği yoldan hiç ama hiç inhiraf etmeden gösterilen hedefe doğru gitmek, ne kadar zor ve o nisbette ne derece gıptaâver bir haslet ve bir mertliktir.
   Evet , kendini öyle görmesen ve zannetmesen bile intisabıyla tanındığın ve şeref duyduğun ve hakiki hedefin olan Hakkın kapısında , gözünü biran ayırmadan ve kalbini bir an bozmadan bekleyip , kapının aralanmasını hatta açılmasını intizar etmen , cidden tebrik ve taltife layık , rahmet ve inayete şayeste bir hal ve bir keyfiyettir.
Maalesef adını bilmediğim büyük bir zat...
   Senelerce müritlerine , talebelerine irşat dersi verir. Ve hakikaten onları irşat eder. Hem öyle ki ; kalp gözlerini bile rüşte erdirir...
   Bir zaman gelir, müritler şeyhlerinin ne olduğunu ve nerede bulunduğunu keşfen görürler :
   “Şakiler arasında ve ateşe yaslanacaklardan...”
   bunu böylesine gören müritleri yavaş yavaş mürşitlerini terk ederler ve derse gelmezler. Yalnız birisi:
   “ Ne olursa olsun madem ben bu makamı bu zatın eliyle elde ettim : ondan ayrılmayacağım “ der ve sebat eder.
   Üstad talebesine sorar : “ Evladım arkadaşların nerede  Neden gelmiyorlar ?
   Talebe söylemez nasıl söylesin ki...
   Fakat o büyük zat iki, üç...ısrar eder nihayet o sadık talebe gözünü yumar, ağzını açar ve doğruyu söyler:
   “ Efendim, arkadaşlarım sizin şaki olduğunuzu ve ehli cehennem olduğunuzu keşfen görmüşler de ; ondan dolayı gelmiyorlar.”
   O büyük zat bunu duyunca gayet sakin olarak şunu der
   “ Yaa öylemi... evladım ben bu halimi kırk yıldır görüyor ve biliyorum. Ama Hakkın kapısından başka kapı tanımıyor ve bilmiyorum. Onun için bütün bunlara rağmen sebat edip bu kapıdan ayrılmadım . ve ayrılmayacağım . şayet arkadaşların bundan başka kapı biliyorlarsa gelsinler söylesinler. “
   Şeyh varsın bu samimiyetini izhar etsin .
   Rahmet kapısı birden açılıyor. Kitap sebkat ediyor . ve onun şaki değil said olduğu; ehli cehennem değil , ehli cennet olduğu yazılıyor.
   Yüz binlerce tebrik ve müjdeler!...
Bize düşen işimizi sağlam ve istendiği gibi yapmak, gerisine karışmamak. Biz , kuluz kul. O ‘da Rabbülalemin ve Erhamürrahimin dir. Bize düşen emredileni , asıl mahiyetini koruyarak yapmak ve yüce yaratıcıya olan itimadımızı sarsmamaktır. Elbette O bizi bizden daha iyi bilir ve bize rahmet ve hikmetine göre muamele yapar. Çoğumuzun sarsıntıya düştüğü şu dönemde bizi sabit kadem eylemesini , rahmeti sonsuz olan yüce Mevla’dan diliyor ve dileniyoruz...


Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 02 Tem 2016 13:58:05
Geçenlerde bir vesileyle yanına uğramıştım ki, namaz kılarken gördüm. "Rabbim! Sen nelere kâdirsin!" deyiverdim o an. Gençliğinde bir kere olsun ağzından "Allah" kelamı çıkmamasıyla övünen Kenan Amca, o ihtiyar haliyle "Allahuekber" deyip namaza duruyordu.
   Doğrusunu Allah bilir ya, şahsen gördüğüm kadarıyla kıldığı namaz eksik ve hatalıydı. "Allahuekber" diyerek rükuya varıyor, "Subhanallah" diyor, akabinde "Allahuekber" diyerek secdeye varıyor, secdede yine "Subhanallah" diyordu. Neyse; "Subhanallah" diyerek selam verdi ve namazını tamamladı!

   "Allah kabul etsin Kenan Amca!"
   Beni yeni farketmişti.
   "Hoş geldin doktor bey oğlum" dedi, peltek konuşmasıyla.
   Geçen sene beyin kanaması geçirdiği günlerde hastanede tanımıştım Kenan Amcayı. Bir Fatiha'dan bile mahrum edilmiş halde yaşadığı onca yılın ezikliği vardı üzerinde.
   Kolundan girerek, oturmasına yardım ettim:
   "Nasılsın bakalım?"
   "Yürümemdeki aksaklık dışında, iyiyim çok şükür."
   "Maşaallah Kenan Amca! Namaz bile kılıyorsun."
   Ondaki bu değişikliğe çok sevinmiştim.
   Sohbet ederken, "Evlat" dedi utana sıkıla, "Sana bir şey sormak istiyorum."
   "Buyur Kenan Amca."
   Meraklanmıştım.

   "Ben namazda ne okunacağını bilmiyorum. Okumam yazmam da yok. Namaz kılıyorum ama..."
Her yanını hüzün kaplamış, sözün devamı boğazında kalmıştı. Ne kadar acı bir tabloydu bu böyle. Namaz kılmak istediği halde namazın nasıl kılınacağını, namazda ne okunacağını bilememek…
   "Öğrenirsin inşaallah. İstersen ben sana yardımcı olurum."
   "Felç geçirdikten sonra hafızam iyice zayıfladı. Çok uğraştım ama, bir türlü aklımda bir şey kalmıyor"
   Ümitsiz kelimeler dökülmüştü yine felçli dudaklarından. İçim burkulmuş, ona bir çıkar yol göstermeyi çok istemiştim.
   "Hiç olmazsa Fatiha'yı öğrenmek zorundasın Kenan Amca. Fatiha'sız namaz olmaz. Ne yapıp edip onu öğrenmen gerekiyor."
   "Biliyorum yavrum. Ama ne yapayım ki, hafızama girmiyor."
   Fatiha'sız geçen yıllara kızgın ve kırgın bir halde söylüyordu bunu. Bu dertli ihtiyar için yapılabilecek bir şeyler olmalıydı. İçimden, "Madem namaz kılma ameliyesi ömür bitmediği sürece, akıl baştan gitmediği sürece düşmüyor. Bu amcamıza nasıl bir yol göstermeli" diye düşünürken, elhamdülillah bir çözüm yolu da bulmuştum:
   "İyisi mi sen namazlarını cemaatle kıl Kenan Amca. Eğer vakit namazlarını camide kılacak olursan, imama uyman yeterli olacak. O zaman namazların salim olur inşaallah."
   Bu çözüm karşısında Kenan Amcanın her yanını sevinç ve memnuniyet kaplamıştı. Hani, ayakları sağlam olsa kalkıp oynayacaktı alimallah!
   O gün bugündür, Kenan Amca namazlarını camide kılıyor. İmama tâbi oluyor ve selametle namazlarını eda ediyor.

   Ben de onu ağır aksak camiye giderken her görüşümde imama uymanın ve cemaat sırrına tâbi olmanın ne demek olduğunu daha iyi kavrıyorum. Asrın, kesinlikle cemaat asrı olduğunu ve imanla bu dünya hayatını noktalayabilmek için cemaatin şahs-ı manevîsinin nuruna sıkıca yapışmak gerektiğini anlıyorum. Kurtuluşun cemaat sırrına dahil olmakla ilgili olduğunu daha iyi fark ediyorum. Nefsime de, "Cemaate tâbi olmak için hafızanın seni terk etmesini mi bekliyorsun?" gibisinden ikazlar yolluyorum.
   Velhasıl, bir Fatiha'yı bile öğrenememiş ve öğrenemeyecek birisinin beş vakit dört başı mamur namazlar kılışına şahit oluyorum.
   Hem de, cemaatle..


Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 03 Tem 2016 13:26:16
Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş:“Her kula helâl, Müslüman’a haram!”
Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye…
*Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzura getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dini İslâm, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen ka

lk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla! Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?” diye çıkışmışlar adama. Adam:
- “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır…” dedikçe kadı kızmış:
- “Ne delili, ne ispatı? Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir!” demiş. Demiş ama bir yandan da merak edermiş:
- “Nedir gerekçen?” diye sormuş. Adam:
- “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş. Padişah da sinirlenmiş ama diğer yandan o da meraklanırmış:
- “De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, Müslüman’a haram yazarsın?” Adam, başı önünde konuşur:
- “Delilim vardır, lâkin ispat ister.”
- “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?”
- “O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultanım…”
- “Eeee!”
- “Sultanım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…” Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, “Ne oluyor, bu ne zulüm? Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…” Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş. Bir hafta dolunca, adam:
- “Sultanım, artık bırakmak zamanıdır” demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler.
- “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım” demiş. Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… Din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine… Sultan:
- “Bitti mi?” demiş adama.
- “Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.
- “Şimdi nedir isteğin?”
- “Efendim, payitahtımız Bursa’nın en sevilen, âlimini alınız minberinden…” Adamın dediğini yapmışlar, Ulucami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler.
Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz? Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış… Geçmiş bir hafta, “Nerde imam” diye gelen-giden yok! Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta tutuklanan koca âlim için:
- “Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”
- “Kim bilir ne suç etti de tevkif edildi!”
- “Vah vah! Acırım arkasında kıldığım namazlara…”
- “Sorma, sorma…”
Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:
- “Eee, ne olacak şimdi? Adam:
- “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan.” “Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş:
- “Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?”
Sultan acı acı tebessüm etmiş:

- “Hava bile haram, hava bile!” demiş.

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 03 Tem 2016 17:56:35
Bir gün bir felsefe profesörü, elinde bazı malzemelerle derse gelir. Ders başladığında; hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe kavanozunu alır. Sonrada kavanozu ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ardından öğrencilerine kavanozun dolup dolmadığını sorar…

Bütün öğrenciler hep bir ağızdan dolduğunu söylerler.

Bunun üzerine; profesör önündeki kutulardan birinden aldığı çakıl taşlarını, kavanoza döker. Çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurmaya başlar. Profesör yeniden kavanozun dolup dolmadığını sorar.

Öğrenciler yine hep birlikte; ‘evet doldu’ derler.

Profesör bu defa da, masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Profesör yine aynı soruyu sorar. Öğrenciler de yine koro halinde ‘evet doldu’ derler.

Profesör bu kez ise masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi alır. Başlar kahveyi kavanozun içine dökmeye. Bu kez de kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Bunun üzerine öğrenciler gülmeye başlar… Ardından profesör öğrencilerine nasihat etmeye başlar;

‘Bu kavanoz sizin hayatınızdır.

Tenis topları; Hayatınızdaki önemli şeylerdir. Yani aileniz, çocuklarınız, sağlığınız, arkadaşlarınız gibi. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bunlar hayatınızı doldurmaya yeter.

Çakıl taşları ise; Sizin için daha az önemli olan diğer şeylerdir. Yani işiniz, eviniz, arabanız gibi.

Kum ise; diğer ufak tefek şeylerdir. şayet kavanoza önce kum doldurursanız; Çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz.

Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi; ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz; Bu defa da önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önemli olan şeylere çevirin.

Çocuklarınızla oynayın.

Sağlığınıza dikkat edin.

Sevdiklerinizle yemeğe çıkın.

Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın.

Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.

Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin.

Gerisi hep kumdur…’

Bu arada bir öğrenci merakla şu soruyu sorar; ‘Hocam peki, o iki fincan kahve nedir?’ Profesör gülerek cevaplar; ‘Bu soruyu bekliyordum. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun; Her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır…’

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
# 03 Tem 2016 23:29:48
Meşhur sûfilerden Malik b. Dinar k.s. bir zamanlar bir ev kiralamıştı. Komşusu bir yahudi idi. Malik b. Dinar’ın evinin kıbleye bakan cephesi o yahudi komşu tarafına denk düşüyordu. Bu yahudi evinin önüne bir tuvalet yapmış, pislikleri Hazret’in duvarının kenarına atarak orayı kirletiyordu. Bir gün Malik b. Dinar k.s. hazretlerinin yanına gelerek:
– Sen bu halden rahatsız olmuyor musun, diye sordu.
– Evet, oluyorum. Ama yıkıyor, temizliyorum.
– Bu sıkıntıya niçin katlanıyorsun ki? Bu düşmanlığa, kine kim için katlanıyorsun?
– Allah Tealâ’nın rızası için. Çünkü o şöyle buyuruyor:
“O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için infak ederler. Öfkelerini de yutarlar ve insanları affederler.” (Âl-i İmran, 134) Bu cevap üzerine yahudi;
– Ne iyi bir din ki, saygın bir kişi benim gibi birinin verdiği eziyete katlanıyor. Asla bağırıp çağırmıyor, sabredip kimseye söylemiyor, dedi ve derhal müslüman oldu

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK