İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hhh06

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.676
  • 6.817
  • 1.676
  • 6.817
# 17 Ara 2011 22:20:53
« DÖRT KELEBEK !

Dört tane kelebek bir gün bir ateş görmüşler. Bunun nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istemişler. Birinci kelebek ateşe biraz yaklaşmış ve üzerinin aydınlandığını görmüş. Arkadaşlarının yanına gelmiş ve:
-Bu ateş aydınlatıcı bir şey ! demiş..
İkinci kelebek bununla yetinmeyerek daha fazla şey öğrenmek istemiş. Biraz daha yaklaşmış ve ısındığını hissetmiş..demiş ki:
-Aynı zamanda bu ateş ısıtıcı bir şey !
Üçüncü kelebek bununla da yetinmemiş, Biraz daha biraz daha yaklaşmış. Bir anda ateşin kanatlarını yaladığını hissetmiş ve yanmış kanatlarıyla geri dönmüş..Şöyle demiş:
-Ve bu ateş yakıcı bir şey !
Sonuncu kelebek daha da çok şey öğrenmek istiyormuş. Biraz yaklaşmış, aydınlandığını görmüş. Biraz yaklaşmış, ısındığını hissetmiş. Biraz daha yaklaşmış, ateş kanatlarını kavurmuş ve biraz daha yaklaştıktan sonra tamamen yanan kelebek "poff ! " diye ortadan kayboluvermiş... Ateşin gerçekten ne olduğunu belki bir tek o öğrenmiş ama geri dönüp söyleyememiş.. Çünkü o kaybolmuş ateş içinde ve bir şeyi, ancak içinde kaybolan bilebilirmiş !.. »

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 17 Ara 2011 22:38:43

 Çobanın Aşkı

Aşıktı delikanlı. Sevgilisinin isminden başka bir şey bilmediğinden mi, konuşmaya mecali olmadığından mı bilinmez, arkadaşı anlatıyordu onun halini: - Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor, içmiyor, işi gücü, gecesi gündüzü havası suyu o kız oldu sanki. Ne desem kâr etmiyor, son bir çare diye geldik size. Halbuki “sen bir garip çobansın, o padişahın kızı, davul bile dengi dengine” dedim ya, dinlemiyor efendim, ama herhalde aşkın gözü kördür diye de buna diyorlar, değil mi efendim.. İhtiyar adam bu esnada gözlerini dikmiş, iskeletinin üstüne deriden bir zırh giydirilmişcesine zayıf, çelimsiz, saçı sakalına karışmış, uzaklara dalıp dalıp giden, gözlerinde aşktan gayrısı kalmayan diğer çobanı süzüyordu. Sonra bir ah çekti, yüzünü nefes almadan konuşmasını sürdüren delikanlıya çevirip tebessüm etti. - Kolay evlat kolay, dedi, çaresizseniz çare sizsiniz. Ve tane tane anlatmaya başladı. İki genç çobanın, çökmek üzere olan bu kulübesinde dertlerine derman aradıkları ihtiyar adam, aslında padişahın bütün dertlerini paylaştığı, her meselesini danıştığı bir bilge idi. Yıllar önce padişah kendisini tanıyıp sevdiğinde bir tek şey istemişti ondan; burada yaşamaya devam edecekti ve kimsecikler bilmeyecekti kim olduğunu. O günden beri de bu kulübede yaşıyor, gelen geçene ikram edip, gül alıp gül satıyordu. Padişahın kızının aşkıyla eriyip muma dönen genç çoban ve yanındaki kadim dostu nereden bilsindi bu garip ihtiyarın padişahın gönlüne sultan olduğunu.ihtiyar adam çobana dediğini yaparsa kazanacağını syleyerek aklındakini anlatır.padişahın dikkatini çekeceksin herkez seni konuşacak hiç kimse ile konuşmayacaksın sabah akşam her wakit sadece ALLAH diyeceksin kim ne sorar ne söylerse sadece ALLAH… Aşık genç, ihtiyar adamın anlattıklarını dinledikten sonra, her şeyin bittiği anda başlayan son ümide sımsıkı sarılanların o saf ve tertemiz teslimiyetiyle: - Sahiden bu kadar kolay mı efendim, dedi, yani o mağarada elimde tesbih, kırk gün ALLAH dersem sevdiğime kavuşabilir miyim, onunla evlenebilir miyim? - Evet, dedi bilge, kırk gün o mağarada gece gündüz ALLAH diyeceksin, kırk gün sonra padişahın kızı senindir. İki dost hemen yola çıktılar, aşık çobanın yüzüne kan, dizlerine derman, yüreğine yeniden can gelmişti. Arkadaşına sarılıp, elinde tesbih, gönlünde aşk, yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm, mağaranın yolunu tuttu. Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü, dualar etti, gözlerini kapattı, kalbini padişahın kızına bağladı, eline tesbihi aldı ve dudakları kıpırdamaya başladı: ALLAH, ALLAH, ALLAH… Günler günleri padişahın kızının hayaliyle tespih taneleri gibi kovalayadursun, mağaranın yakınındaki köyleri bir söylenti çoktan sarmıştı. Herkes birbirine karşı dağdaki mağarada gece gündüz ALLAH diyen gençten bahsediyordu. Cami çıkışında ihtiyarlar, çeşme başında kadınlar, tarlada işçiler, top oynarken çocuklar, herkes onu konuşuyordu: - Şu karşı mağarada bir genç varmış, kendini ALLAH’a adamış, gece gündüz durmadan ALLAH diyormuş, ALLAH ALLAH ALLAH…” Kırk günün yarıdan fazlası geçmişti, o durmadan ALLAH diyordu, ama ne padişahın kızı vardı, ne bir haber, ne bir ümit kırıntısı… Acaba, diyecek oluyor, yutkunuyor, hayır diyor, tespihine bakıyor, bir kalp gibi atan sağ el işaret parmağını sabitlemeye çalışıyor, avuçlarını sıkıyor, gözleri doluyordu, sustu gece, mağaranın duvarları sustu, tükendi her şey, hiç tükendi, an bitti, sadece bir söz kaldı: ALLAHH… Kırk günün dolmasına üç-beş gün kala, mağaradaki dervişin namı bütün ülkeyi sarmış, nihayet sarayın koridorlarında konuşulur olmuştu sonunda padişahında kulağına gitmişti konuşulanlar ve padişah adamı çok merak etmiş derdinin ne olduğunu öğrenmek istemiştir. Hemen yola koyulan padişah çobanın yanına gider. Halk merak içinde olan biteni izlemeye koyulur… padişan çobana adını sorar çoban sadece ALLAH der. Nerelisin-ALLAH, kimlerdensin- ALLAH, niye bölye şeyler yapıyor sun – ALLAHH sadece ALLAH ALLAH ALLAH çoban başka bişey söylemez padişah iyice merak içinde çobana şaşkınlıkla bakmaktadır. Tamam der sana sarayımı veriyorum yeter ki başka bişey söyle çoban yine ALLAH der, tamam ülkemi vereyim, coban ALLAH , Padişah iyice şaşırmıştı ülkesini veriyor kabul etmiyordu peki dedi sana padişahlıgımıda veriyorum buna ne diyor sun der çoban yine ALLAHHHHH der. padişah son olarak pki dedi sana kızımı veriyorum bakalım buna ne diyeceksin….. Usulca doğruldu oturduğu yerden, etrafını şöyle bir süzdükten sonra, gözlerini padişahın gözlerine dikti, sarhoş gibiydi. Kendinden emin bir ifadeyle: - Hayır, dedi, kızınızı istemiyorum. Birden ortalığı bir sessizlik kaplayıverdi. Padişah mahzundu, halk hayret içindeydi, vezirler şaşkınlıkla birbirine bakıyor, bilge tebessüm ediyordu. Aşık çobanın genç arkadaşı yaşlı gözlerini silip, birden ileri atılarak bozdu sessizliği. Dostunun yanına geldi, kulağına eğilip: - Sen ne yapıyorsun, dedi, kırk gündür bu çileyi ne diye çektin sen, neyi reddettiğinin farkında mısın? Güldü aşık çoban gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak: - A dostum, dedi, ben kırk gün padişahın kızı için ALLAH dedim, ALLAH padişahla vezirlerini ayağıma getirdi. Ya bir de ALLAH için ALLAH deseydim…

Çevrimdışı hercaihoca

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.395
  • 6.337
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.395
  • 6.337
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 17 Ara 2011 22:41:57
Bir gün, bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar yol kenarında.

Hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yaşamak istemediklerini, nasıl olup da bir 'yabancı’ yı kendi kardeşlerine yeğlediklerini.

Biri karga, biri leylek... O kadar farklıdır ki kuşlar. İhtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine.

Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle.

Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar.

O zaman anlar ki, birlikte kaçar, birlikte uçar, birlikte yaşarlar beklenenlerin yanında tutunamayanlar.

O zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan.

Topal kuşlar birbirlerinin 'arıza’larını bilir ve sömürmek ya da örtmek yerine kabullenirler öylesine.

En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır.

Aynı şekilde zengin, ayni şekilde mesut olanların ortak paydaları sabun köpüğü gibidir uçar, söner.

Ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran, yaklaştıran...


Mesnevi'den

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.435
  • 177.443
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.435
  • 177.443
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 17 Ara 2011 22:45:31
Necip Fazıl’a, “Allah, deveyi iğnenin deliğinden geçirebilir mi?” diye sormuşlar. “Evet geçirir” demiş. Bunun üzerine “deveyi mi küçültür, yoksa iğneyi mi büyültür?” demişler.
Necip Fazıl, İlahi kudretin sonsuzluğunu ifade babında, şu cevabı vermiş:
- Ne deveyi küçültür, ne iğneyi büyültür. Gökteki yıldızları senin gözbebeğine sığdırdığı gibi, vızır vızır geçirir.

Çevrimdışı 33kalemdar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.450
  • 5.166
  • 2.450
  • 5.166
# 18 Ara 2011 22:26:13
paylaşımlarınızdan dolayı teşekkürler arkadaşlar

Çevrimdışı rabia3360

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.434
  • 2.687
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.434
  • 2.687
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 19 Ara 2011 23:53:37
Geçmiş zamanların birinde çok mu çok zengin bir adam varmış. Emrinde binlerce işçisi, yüzlerce hizmetçisi, onlarca da uşağı varmış. Sağlık sıhhat içersinde ömrünü geçirirken en korktuğu şeyde ölümmüş. Her ne kadar zalim ve adaletsiz olmasa da, malını çok sevdiği için hayır işlerinde de pek gözü yokmuş. İnancıda olduğundan kabirde nasıl hesap vereceğini düşünür dururmuş. Kaygısı arttığı zamanlarda mutlaka küçük te olsa çam sakızı çoban armağanı misali bir hayır yapar kalbini ferahlatırmış.

Ama yaptığı hayrın azlığını kendiside görüp hissettiği için gönlü yine daralırmış. Günler geçip ihtiyarlayınca bir ayağının çukura girdiğini fark eden adam kabir hesabında başkası olursa yanımda belki hafif atlatırım diye kendi kendine düşünce kurmuş. Her tarafa "Öldüğüm geceyi kim kabre girerek sabaha kadar benimle geçirirse servetimin 3 ' te birini ona bağışlıyorum" diye haber salmış. Aylar geçmiş kimseden ses seda çıkmaz olmuş Ölümün yüzü ile karşılaşan adam son bir çare vasiyetini değiştirerek çevreye yeniden haber salmış. "Öldüğüm geceyi kabirde beraber geçirecek kişiye servetimin yarısını verecem" diye

Tüm ahilinin gözü açılmış yarısı bile çok büyük bir servet olan bu teklife herkes a" acaba kabul etsek mi .." diye düşünürken kabirde bir ölü ile bir gece bile kalmanın soğukluğu karşısında " yooo yoo ya geri dönemezsem " korkusu da eklenir olmuş. Velhasıl yine kimse kabul etmeye cesaret edememiş.
Bu haber kendi halinde yaşayan ve tuzu bile olmadığı için halkın kendine Tuzsuz Bekir ismini verdiği bir odun taşıyıcı hamalında kulağına da gitmiş. Gerçi haberi daha önceden de duymuş ama essah değildir diye düşünerek kulak ardı etmiş. Ama şimdi haber ikinci defa ulaşmış kendisine ve vaat edilen servetin miktarında artma olduğunu da öğrenmiş. Hoş ipinden başka bir şeyi olmayan zavallı hamal 3 'te bir servete de razıymış ya .
Tuzsuz Bekir kendi kendine düşünmeye başlamış;
-Benim sadece bir ipim var, kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum." diye düşünerek hemen başvurmak için yola koyulmuş..

Ölüm döşeğindeki adama kendisiyle bir gecede olsa kabirde geceleyecek adam geldiği söylenince sevinçle gözlerini açmış ve " şimdi huzur içinde ölebilirim işte" diyerek gözlerini kapamış. Az sonrada zaten vefat etmiş.

Vefat eden zengin ile birlikte tuzsuz deli Bekride defnetmişler.Tabi sabah çıkabilsin diye de açık bir oyukta bırakmışlar.Sorgu sual melekleri gelmiş. Bakmışlar kabirde bir ölü, bir canlı var. "Nasıl olsa bu ölü elimizde... Biz şu canlı olandan başlayalım" demişler ve Tuzsuz Bekri sorgulamaya başlamışlar.

-O ip kimin? Nereden aldın? Niye aldın? Nasıl aldın? Nerelerde kullandın?" Sabaha kadar sorgu sual devam etmiş, adamın hesabı bitmemiş.
Sabahın olmasını dört gözle bekleyen Tuzsuz Bekir kendini kabirden dışarı zor atmış.

Etrafta onu bekleyen tüm halk coşkuyla karşılamış
- "Tamam kazandın "demişler. "servetin yarısı senin, "
Tuzsuz Bekir gözleri yerinden fırlamış yüzünü elleri ile kapatarak koşmaya başlamış, bir taraftan da avazı çıktığı bağırarak cevap veriyormuş..


- Amaaaan, , istemeeeeem, kalsııııııııın. Ben, sabaha kadar bir ipin hesabını veremedim. O kadar servetin hesabını nasıl veririm?

Çevrimdışı hercaihoca

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.395
  • 6.337
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.395
  • 6.337
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 20 Ara 2011 21:15:08
Bir matematik profesörü Nobel ödülü almıştı. Ödül töreninden sonraki ilk dersinde, öğrencilerinden biri kendisine şöyle bir soru sordu:
“Efendim! Dünyada yüzlerce Matematik profesörü var. Ancak bu kadar bilim adamı arasında, ödülü size lâyık gördüler. Sizi diğerlerinden ayıran özellik neydi?”
Profesör, bu farklı soruya önce bir tebessümle cevap verdi. Ardından da, kendisinden merakla cevap bekleyen öğrencisine şunları söyledi:
“Doğrusunu söylemek gerekirse, hepsini anneme borçluyum! Çünkü ben küçük bir öğrenciyken, diğer çocukların anneleri, onlar okuldan evlerine döndüklerinde kendilerine: ‘Söyle bakalım, öğretmeninin sorduğu sorulara iyi cevaplar verebildin mi?’ diye sorarlardı. Benim annem ise bana: ‘Söyle bakalım’ derdi. ‘Bugün öğretmenine iyi bir soru sordun mu?’
İşte beni farklı yapan bu oldu. Her zaman diğerlerinin sormadığı soruları sordum ve hayatım boyunca da, sormaya devam ettim!”

Çevrimdışı hayat 2

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.110
  • 7.618
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.110
  • 7.618
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 21 Ara 2011 22:38:38
Her ne kadar burada sözü edilen kişileri de biz yetiştirmiş olsakta bu memlekette bizden başka sorumluluk alacak yok mu?

                 GARİP BİR MESLEK ÖĞRETMENLİK...

Toplumsal statümüz düşük olduğu için herkesçe üstümüzden proje üretilir durulur. İKS ile veli ve öğrenci bizleri değerlendirir oldu. Tamam olsun ama bu iş sadece öğretmenlerle sınırlı kalmasın.

**Trafik kazalarında şampiyonuz ve Hergün Trafik kazasından 6 kişi ölüyor.Not verin

**6 Şiddetinde depremde binalar yıkılıyor. Mühendise not verin (...) Bu binalara izin veren... Belediye imar çalışanlarına not verin (...)

**At ve domuz eti yiyoruz. Zabıtaya ne not verirdiniz? (...)

**Dışarıdan buğday ve et alıyoruz. Et fiyatları altına endekslendi. Tar-Gel personeline not veriniz lütfen (...)

**20 yıldan bu yana doçent ve profesör ünvanını taşıyıp, herhangi bir buluşu olmayan akademisyene not versek nasıl olur? (...)

**Bir türlü bitmek bilmeyen terör var. Haydi hep birlikte TSK ya ve MİT e not verelim.

**Her gittiğimizde bizlerden röntgen ve tomografi dahil birsürü test ve tahlil isteyen doktorları da unutmayalım. Onlara ne not verdiniz...

Görevi sırasında denetlenen tek meslek öğretmenliktir. Siz bir doktorun muayene sırasında, avukatın bir dava sırasında, bankacının ödeme yaptığı sırada, hemşirenin iğne yaparken, ebe nin doğum yaptırırken, polisin ceza keserken, askerin savaşırken denetlendiğini gördünüz mü. Kişiler değil kurumlar denetlenir. Ama ne hikmetse öğretmen ders işlerken denetlenir. Marmara depreminde 50 bin kişi, Van depreminde yaklaşık 1000 kişi hayatını kaybettiyse denetlenmesi gerekenlerin denetlenmediğinin en büyük göstergesi değil midir bu.

"İşte tatili ve mesaisi herkesçe dile dolanan bir garip öğretmenim ben." dedikleri bu olsa gerek.

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.435
  • 177.443
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.435
  • 177.443
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 21 Ara 2011 23:46:34
Azmiyle engelleri aştı
Sivas'ın Divriği ilçesinde, aldığı özel eğitimle okumayı ve ağzıyla yazı yazmayı öğrenen, sadece tek parmağını oynatabilen doğuştan bedensel engelli 27 yaşındaki Cebrail Bektaş, azmin önünde hiçbir engelin duramayacağını gözler önüne seriyor.


Doğuştan yüzde 92 engelli olan, yürüyemeyen ve sadece tek parmağını oynatabilen Cebrail Bektaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, en büyük hayalinin okumayı ve yazmayı öğrenmek olduğunu, geçen yıl Kaymakamlığa ve Divriği Halk Eğitim Merkezine başvurarak okuma yazma öğrenmek istediğini bildirdiğini ifade etti.Ağzıyla da olsa yazmayı öğrendiği için mutlu olduğunu belirten Bektaş, şunları kaydetti:''Okuma yazma öğrenmek en büyük hayalimdi. Okuyarak yazarak kendimi geliştireceğimi düşündüm ve Divriği Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğüne başvurdum. Okuma yazma kurslarına devam ederek ağzımla yazmaya başladım. Aldığım eğitim sayesinde ağzımla yazı yazarak önemli bir zorluğu çalışmayla aşmış oldum. Kaymakamımıza, Halk Eğitim Merkezi Müdürümüze bana gösterdikleri ilgiden dolayı çok teşekkür ediyorum. Şimdi Bilgisayar İşletmenliği ve Operatörlük kursuna katılıp kendimi teknolojik anlamda da geliştireceğim. Azimle çalışınca bütün engeller kalkıyor.''

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 28 Ara 2011 19:41:07

Hz Ebubekir vefat etmiş Hz.Ömer hilafeti teslim almış, devlet emanetlerini inceliyor bir akşam vakti Sandıklar açılıyor, evraklar ve mali hazineye ait altınlar, dirhemler tasnif edilip devir teslim yapılıyor. Evrakları tek tek inceleyen Hz. Ömer sandıklardan birinde bir kavanozla karşılaşıyor. İçi dirhemlerle dolu kavanozu merak ederek açıyor. İçinden şu not çıkıyor: “Ben ki; ALLAH Rasülü’nün Halifesi Ebubekir Hilafetim süresince devlet hazinesinden bana bağlanan maaşı almaya haya ettim ve hiç kullanmadım. Çünkü bulunduğum makam; tebliğini ücretsiz, Hak Rızası için yapan Rasül makamı idi. Tamamen kendi gayretimle geçindim. Benden sonra gelecek halifeye teslim edilmek üzere tüm maaşım bu kavanozdadır. Devlet hazinesine kaydedilsin!” Hayatı Hz. Ebubekir’le hayır yarışına dönüşen Hz. Ömer olduğu yere öylece çöker Ağlamaklı vaziyette şunları söyleyecektir: -Ne kadar büyüksün Ya Ebubekir! Hayatında seni geçmeme fırsat vermedin, vefatın sonrasında da buna imkan tanımıyorsun Ne kadar büyüksün Ya Sıddık!

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.435
  • 177.443
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.435
  • 177.443
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 29 Ara 2011 22:52:17

Anne Sevgisi...

Japonya da olan bir depremde kurtarma ekibi genç bir kadının yaşadığı enkaza ulaşırlar. Yıkıntıların arasında kadının cesedine ulaşırlar.

Kadının enkaz altındaki pozisyonu biraz ilginçtir sanki ellerinde bir şey tutarak iş yaparken dizlerinin üzerine çökmüş haldedir.

Bu esnada sanki ev üzerine yıkılmış gibidir. Kurtarma ekibinin lideri yine de canlı olma ümidi ile kadına ulaşmaya çalışır, maalesef kadın çoktan ölmüştür.

Ekip oradan başka bir enkaza hareket etmek üzere iken bir sebepten dolayı ekip lideri açtığı delikten içeri doğru kadının cesedinin altına doğru bakar ve seslenir ! "Bir çocuk!.. Bir çocuk var!" der.

Ekip uzun bir çalışmadan sonra çiçekli bir battaniye içinde ölü kadının cesedinin altında 3 aylık bir çocuk bulurlar. Kadın son bir hamle ile çocuğunu kurtarmak için bedenini ona siper yapmıştır.

Ekip çocuğa ulaştığında hala bebek uyumaktadır.
Doktor çabucak gelir ve çocuğu muayene eder. Battaniyeyi açtığında içinde bir cep telefonu bulur. Ekranda yazılı bir mesaj vardır.

Mesajda şu yazıyordur!.." Eğer kurtarıldıysan, seni sevdiğimi hatırla...

Çevrimdışı Tolstoyevski

  • B Grubu
  • 24.726
  • 258.529
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 24.726
  • 258.529
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 29 Ara 2011 23:00:53
Amerika'nın ünlü doğa parkı Yellowstone National Park'ta çıkan bir yangın sonrası görevliler hasar tespit çalışmaları için ormanda geziyorlardı.

Görevlilerden biri bir ağacın dibinde küller içinde neredeyse kömürden bir heykele dönüşmüş bir kuş gördü. Görevli, elindeki çubukla hafifçe dokundu kömürleşmiş kuşa dokunur dokunmaz kuşun kanatları altından üç küçük kuş yavrusunun cıvıldayarak çıktığını gördü.

Anne kuş gelen tehlikeyi fark ederek, yavrularını bir ağacın arkasına getirmiş, kendisinin yanacağını bile bile onları kanatlarının altında saklamıştı. Yangın yayılmadan, çok rahatlıkla uçup oradan uzaklaşması mümkün iken, yavrularının yanında kalmayı tercih etmişti.

Alevler bulunduğu yere varıp küçücük bedenini kavurmaya başladığında, hiç kıpırdamadan kalmıştı. Bedeni yanıp kavrulmuştu; ama geriye hiç ölmeyecek bir "Anne Heykelii" bırakmıştı.

Çevrimdışı sokrates03

  • Üye
  • *
  • 6
  • 33
  • 6
  • 33
# 29 Ara 2011 23:13:54
KARINCA İLE HZ. SÜLEYMAN (a.s)..

Bir gün Süleyman Peygamber (a.s) bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar.
Karınca da,
"Bir buğday tanesi yerim" diye cevap verir.
Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber (a.s) karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır. Ondan sonra da bir yıl bekler. Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını da bırakmıştır. Kendi kendine meraklanır. Acaba neden yemedi?
Bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s) karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar.
Karınca da,
"Daha önce benim yiyeceğimi yüce Allah (c.c) verirdi. Ben de O'na güvenerek bir buğday tanesini tamam olarak yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen üzerine alınca doğrusu nihayet bu aciz bir insandır diye sana pek güvenemedim. Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin yarısını yiyerek, diğer yarısını da ertesi yıla bıraktım" diye cevap verdi..

Çevrimdışı sarnıç

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.385
  • 127.443
  • 8.385
  • 127.443
# 29 Ara 2011 23:17:58
BİR BARDAK SUDA BOĞULAN DENİZCİ
   Sultan II. Abdülhamit devrinde yaşamış ve Hasköylü Salih olarak bilinen yaman bir denizci vardı.
   İstanbul Haliç'te sandalcılık yaparak geçimini temin eden bu kurt denizci, boğaz sularında ekmek teknesiyle tam 15 defa deniz kazası geçirmiş, hepsinden de sağ salim kurtulmak nasip olmuş.
   Feleğin çemberinden geçmiş tecrübeli bir denizci olan Salih, günün birinde Hasköy'de kahvehanede otururken kahveciden içmek için bir bardak su istedi.
   Kaderin garip tecellisine bakın ki, 15 deniz kazasından kurtulup sağ kalabilen bu tecrübeli denizci, içtiği bir bardak sudan boğularak hayatını kaybetti...

Çevrimdışı 33kalemdar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.450
  • 5.166
  • 2.450
  • 5.166
# 30 Ara 2011 00:05:25
bilge bir adam yol kenarında çalışan iki adama rastlsr.biri toprağı kazmakta diğeri ise onun kazdığı yeri kapamaktadır.Bilge hayretle yaklaşarak sorar:niçin bu şekilde yapıyorsunuz?adam cevap verir aslında biz üç kişydik birimiz toprağı kazıyor birimiz ağacı toprağa ekiyor birimizde toprağı kapatıyorduk.ama ağaç diken kişi gelmedi ve bizde bize verilen vazifemizi yapıyoruz der.
aslında güzel bir anlam vardır bu hikayede insanlar kendilerine düşen vazifeden fazlasını yapmalıki bir anlam ifade etsin 

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK